⚔ 2

854 Words
Şeytanlar, melekler ve daha fazlası İmparatorluğun düşüşünden sonra yeryüzüne eskisi kadar kısa olmasa da uzun yaşayan ölümlüler arasına karışmışlardı. Elbette İmparatorluğun düşüşünden önce de onlar vardı. Melezler. Cennet ve cehennem koruyucuları olan melekler ile şeytanları yitirdiklerin de başı boş kalmışlardı. Tanrı zaten yaratılışa sırtını dönmüştü. Yaratılışın bir parçası ama daha güçlüsü olan düzeni ve dengeyi yeniden sağlayan biri ortaya çıkmıştı; İmparatoriçe. Kurucu şehirlerin bir nizam da, gezegenlerin güneşin etrafında döndüğü gibi yaratılış da o gücün etrafında yeniden surete bürünüp şekillenmişti. Güneş yok olursa ne olurdu? Karanlık? Tükeniş? Yok oluş? Her biri teker teker kaçınılmaz sonun raddeleriydi. Karanlığa bürünmeye başlayan İmparatorluk tükenmeye başlamıştı. Tükeniş bulaşıcı kara bir hastalık gibi doğayı sarmıştı, yaşamak için tüketmek zorunda olduğumuz bu dünyanın tükenişini daha fazla hızlandırmıştık. Eski güzel dünyaya ait her ne varsa karanlığa karışıp puslu bir anıdan ibaret kalmışlardı. Aşama aşama son radde olan yok oluşa yaklaştığımızı görebiliyordum. Tükenmeyen tek şey göz göze geldiğim herkesin gözlerinde gördüğüm umut aleviydi. Sonuçta güneş söndüğün de ve yerini karanlık aldığında geriye kalan tek şey tükenmiş alevin külleri oluyordu. Mumun dans eden alevlerini seyrederken ve ciğerlerime meleğin kanlarından yeşeren iris çiçeklerinin kokusu doldururken tamda bunu düşünüyordum. İmmanuel Jesus, ben onun kurtarıcısı değildim. Ben kurtarıcı değildim. Kabul ettiğim ve yaşamayı öğrendiğim bu dünyayı değiştirmek için bir çabam yoktu. Savaş tutkum yoktu ama savaş olsaydı da savaşmaktan çekinmezdim. Öncü birlikler de defalarca savaşan bir askerdim. Emir eri. Bu bendim. Aris Kut. Biçilmiş savaş silah kaftana en uygun olanım. İmmanuel Jesus da muhtemelen benim gibi yetiştirilecekti. Bir asker ve ölümcül yeni nesil savaş silahı olduğunu hayal ediyordum. Gücünün sınırlarını öğrenmek için sabırsızlanıyordum. Belki eğitmeni olurdum. Jesus ile yan yana yatıyorduk. Sırtı bana dönük, başını yastığa gömmüştü. Örtüyü boğazına kadar çekmişti. Bense dirseğimi şilteye yaslamış, gözlerim diğer yatakta sırt üstü sargı bezleri içinde yatan yaratıktaydı. Bayıldıktan sonra bilinci yerine gelmemişti. Bulabildiğim şifalı otları kaynatmış ve çıkan suyu ağaç gövdelerini kaplayan reçineleri karıştırıp, bir merhem elde etmiştim. Yaralarına sürdüğüm bu merhem elbette yetersizdi. Toprağı kazarak bir metre kadar altında bulduğum yılanı tırnaklarımla yüzmüştüm. Çıkardığım zehir keselerinden süzdüğüm zehri suda kaynatarak ölümcül etkisinden arındırmıştım. Bu zehirle kanatlarının kırıldığı yerleri yıkamıştım. Böylece zehirli kanı arındırarak sürdüğüm merhemin etkisini arttırmış ve uyanırsa acıyı hafifletecek bir morfin olarak kullanmıştım. Bunlar işe yarasa da, yaramasa da umurumda değildi. Yarım gün kadar ertelediğim yolculuğuma şafak vakti devam edecektim. Uyanırsa yaşaması için ona bir şans verebilirdim. Gözlerini açmazsa boynunu kırar ve onu yarı ölü yattığı bu yatakta bırakırdım. Jesus’un saçlarını okşadım. Uyuyakalmıştı. Günlerden sonra ilk kez sırtı bir yatak görüyordu. “İyi uyu ufaklık.” Parmaklarım yumuşak tutamlar da dolandı. “Güçlü ve enerjik olmalısın. Uzun bir yolumuz var.” Kuru bir öksürük sesi duydum. Yaratık aniden başını kaldırdı ve parlayan amber renkli gözleri benimkilerle kesişince sakinleşti. Derin derin soluyordu. Soğuk kanlıydım. Çünkü bu haliyle bana saldırması içim yürek yemiş olması lazımdı. Parmağımla uyuyan çocuğu gösterdim ve ardından sessiz ol diye işaret ettim. Başını koyduğu yastığı kalın parmaklı ve damarlı elleri ile sıkarak iç çekti. Sanki biraz rahatlamıştı. “Seni öldürüp, öldürmemek konusunda düşünüyordum. Uyanman iyi oldu.” dedim titreşen alevlere bakarken. Gözlerimi kıstım. “Melek olduğunu söyleyeceksen bu umurumda değil. Bilmek istediklerimi bana söylersen, seni özgür bırakırım.” “Yalan söylüyorsun. Yalancı.” diye fısıldadı. O böyle söylerken tek kaşımı kaldırdım. Yalan söyleyip, söylemediğimi bilemezdi. Ben bile bilmiyordum. Son anda karar verecektim. “Gerçek kimliğini bildiğime göre senin de dediğim gibi beni öldürmek için bir sebebin var.” Omuz silktim. “Eh, bu doğru. Reddetmiyorum. Ama fikrim değişebilir. Kolayca karşılaşabileceğim türden bir yaratık değilsin.” “Bizden binlercesi vardı...” “Ve son yok oldunuz.” dedim direkt. “Cennet hakimiyetini kaybettiğin de, siz de birer birer kayboldunuz. Hiçliğe karıştınız.” “Size olan da bu.” “Haklı olabilirsin ama biz küllerden yeniden İmparatorluk kurabiliriz sizse, Tanrı size sırtını döndüğü anda içleri boş kuklalardan bir farkınız kalmadı.” Sessiz bir şekilde gülerken, amber gözlerine bakıyordum. “Belki Şeytanlar olmasaydı hafızalarda unutulan silik anılardan ibaret kalacaktınız.” “Benim hakkımda doğrusu melek tarihçesi hakkında efsaneler dışında hiçbir fikrin yok değil mi?” Melekler arasında da Şeytanlar da olduğu gibi göreve bağlı kast sistemi vardı. Başmelekler Tanrı’nın katında yer alır ve kast sisteminin altında ki diğer meleklere görevlerini bildirirlerdi. Tanrının yardımcılarıydı. Tanrı’nın sessizliğe büründüğünde kararları başmelekler verirdi. Başmelekler haricinde elbette onların ya da Tanrı’nın gölgesinde koyun olmak istemeyen melekler de vardı. Başta Lucifer... Benim atamdı. Lucifer haricinde bir çok baş kaldıran ve isyan eden melekler olmuştu. Ya cehennem ya araf ya da yeryüzüne sürgün edilmişlerdi. Herkes gibi bildiklerim bunlardı. İyiler kazanır, kötüler kaybederdi; eskiden. Yeni dünyanın düzeninde iyi kötü kavramına yer yoktu. Güçlü ve güçsüz dünyamın iki terazi kesesinde bulunan soyut gerçeklerdi. Güç dünyamızın yapı taşıydı. “Evet yok.” dedim. Bildiklerimi sözlerle kanıtlama amacım yoktu. Cennet ve cehennem düştüğünde zaten bilinenler ile bilinmeyenler yeryüzüne dökülmüştü. Eski bir mukaddesten dizeler fısıldadım; “Kayan yıldızlar gibiydiler yeryüzüne. Günahkar fanilerin arasına tane tane. Işıkları karanlığa esir düştüğünde... Kanatları zifiri siyaha bulandı günahkarların kirli günahları sayesinde. Cennetin ışığı solduğunda, cehennemin ateşi söndüğünde; Ey ölümsüzler! Söyleyin biz fanilere. Her birimiz gökyüzünün altında, yeryüzünün üstünde. Sizi bizden farklı kılan nedir? Söylesenize.” "Artık hiçbir şey.” diye fısıldadı sessizce. “Kimsenin kimseden bir farkı yok. “Güç dışında.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD