Her şeye özenli bir şekilde dokunmaya başladı.
Masadaki dosyaların yerini bile kaydırmadan, hafifçe tozlarını aldı.
Çekmecelere, dolaplara dikkatle baktı; fazla kurcalamadan işini yaptı.
Berzan’ın dolabındaki gömlekleri tek tek kontrol etti.
Birinin kolunda hafif bir kırışıklık gördü, hemen alıp düzgünce ütüledi.
Odayı toparlarken her hareketi sessiz, dikkatliydi.
Sanki her eşyaya, her duvara saygı gösteriyordu.
İşini bitirdiğinde ellerini önünde kenetleyip bir adım geri çekildi.
Gözleriyle odayı baştan sona bir kez daha kontrol etti. İçinden derin bir nefes verdi.
Tam o sırada kapıdan Gülseren Hanım belirdi. Sessizce gelmişti.
Eliyle kapıya hafifçe vurdu.
“İşin bitti mi, kızım?” diye sordu.
Nazar hafifçe başını salladı.
“Bitti,” dedi kısık bir sesle.
Gülseren Hanım içeri girdi.
Odada birkaç adım attı.
Parmaklarıyla masanın üzerini yokladı.
Göz ucuyla yatakta, dolapta bir eksiklik aradı.
Hiçbir şey bulamadı.
Başını hafifçe salladı, memnuniyetle.
“İyi çalışmışsın,” dedi.
“Eline sağlık.”
Nazar başını eğdi, mahcup bir teşekkür fısıldadı.
Gülseren Hanım arkasını döndü, odadan çıktı.
Koridor boyunca ağır ağır yürüdü, taş merdivenlerden aşağı indi.
Kamelyanın gölgesinde Güle Hanım oturuyordu.
Bastonunu yanına dayamış, avlunun sessizliğini dinliyordu.
Gülseren Hanım yanına geldi, hafifçe eğildi.
“Ana…” dedi, sıcak ama yorgun bir sesle.
“Bu yeni kız var ya… Nazar.”
Güle Hanım hafifçe başını çevirdi, bakışlarını dikti.
Gülseren Hanım gülümseyerek ekledi:
“Çok hamarat, vallahi. Gözüme girdi.
Eli hafif, ayağı sessiz.”
Güle Hanım hafifçe başını salladı.
Yüzünde kısık bir tebessüm vardı.
“Hayırlıysa dursun,” dedi sadece.
Avluda rüzgâr hafif hafif taş duvarlara çarpıyor, eski zamanlardan kalma sessiz hikâyeleri fısıldıyordu.
Ve Nazar, o taş duvarların arasında… ilk kez, birilerinin sessiz onayını kazanmaya başlamıştı.
Gece konağın taş duvarları sessizdi.
Hizmetliler odalarına çekilmiş, avlu boşalmıştı.
Ay ışığı, taş zeminde solgun bir ayna gibi parlıyordu.
Berzan ağır adımlarla konağın kapısından içeri girdi.
Gömleğinin kollarını sıvamış, elleri cebinde, düşüncelere dalmıştı.
Gün boyu süren işlerin yorgunluğu omuzlarına çökmüştü.
Koridorda sessizce ilerlerken bir ses duydu. İnce, titrek bir ses.
Bir kadın sesi. Berzan durdu.
Başını hafifçe kaldırdı.
Sese doğru ilerledi.
Nazar’a ve İnci’ye ayrılan odanın önünden geçerken…
Duydu.
Nazar, küçük İnci’ye ninni söylüyordu.
Sesi kısık, yumuşak ve kırılgan bir tondaydı.
“Uyuyasın dilerim, melekler yoluna serilsin…
Uyuyasın dilerim, yıldızlar bağucunda dizilsin…”
Berzan olduğu yere çakıldı.
Nefesi boğazında düğümlendi.
Bu sözler… Bu melodi…
Yıllar önce…
Dilan hamileyken, geceleri karnını okşayıp ona söylediği ninniydi bu.
Aynı sözler, aynı ezgi.
O zamanlar umutla, kahkahayla, sevgiyle doluydu bu ninni.
Şimdi ise…
Berzan gözlerini kapattı. İçindeki duvarlardan biri, sessizce çatladı.
Gözleri doldu, ama yaşlar dışarı taşmadı.
Çünkü onun ağlaması bile susturulmuştu yıllar önce.
Koridorda, loş ışıkta, o taş duvarların arasında, Berzan sessizce dinledi.
Nazar’ın sesi titrese de, söylerken içinde taşıdığı sevgiyi saklayamıyordu.
İncili yavaş yavaş uykuya dalarken, Nazar ninnisini bitirdi.
Oda sessizliğe büründü.
Berzan birkaç saniye daha durdu.
Sonra derin bir nefes aldı.
Başını öne eğdi.
Ve sessizce, ağır adımlarla koridorun karanlığına karıştı.
Ama adımlarında artık eskisi gibi bir ağırlık yoktu. İçinde ilk kez, çok uzun zamandır ilk kez…
Gömülü tuttuğu bir sızı kıpırdamıştı.
Ve bir kadının titrek sesi, bir küçük kızın masum uykusu…
O gece Berzan’ın taş kalbine, unutulmuş bir sıcaklık damlası gibi sızmıştı.
Sabah güneşi konağın taş duvarlarına altın sarısı bir ışık döküyordu.
Avluya serin bir rüzgâr yayılmış, hafif bir tazelik getirmişti.
İncili küçük adımlarla taş avluda dolanıyordu.
Elinde yine minik bez bebeği vardı.
Saçları rüzgârda uçuşuyor, arada bir etrafına bakınıyordu.
Tam o sırada Berzan kapıdan çıktı.
Sert adımlarla avluda yürüyordu.
Başını eğmişti, düşünceler içinde kaybolmuş gibiydi.
İnci onu görür görmez yüzü aydınlandı.
Minik sesi avlunun ortasında yankılandı:
“Büyük adam!”
Berzan başını kaldırdı. Önce şaşırdı.
Sonra istemsizce kenarı hafifçe kıvrıldı.
Ağır adımlarla İncili’ye yaklaştı.
Ellerini cebine soktu, hafifçe eğilerek gülümsedi.
“Söyle bakalım, İncili tanesi…” dedi, sesi olduğundan çok daha yumuşaktı.
İncili, elindeki bebeği sımsıkı kavradı.
Kısa bir tereddütten sonra kafasını kaldırdı, kocaman gözlerini ona dikti.
“Arkadaş olabilir miyiz?” diye sordu.
Söylediği öyle içtendi, öyle saf bir masumiyet taşıyordu ki…
Avludaki bütün taşlar bile duydu sanki o cümleyi.
Berzan bir an durdu. İçinde bir şey düğümlendi.
Kimsenin yıllardır sormadığı bir soruydu bu.
Kimsenin ona açmadığı bir kapıydı.
Gözleri küçücük kızı izledi.
Başını hafifçe yana eğdi.
Cevap vermedi hemen.
Sadece bir süre baktı ona.
Sonra ağır ama kararlı bir sesle mırıldandı:
“Arkadaş oluruz, İncili tanesi…”
“Ama söz ver, hiçbir zaman yalan söylemeyeceğiz birbirimize.”
İncili ciddiyetle başını salladı. İkisi arasında sessiz bir anlaşma kurulmuştu artık.
Ve o sabah, Xıdırxan Konağı’nda, küçük bir kız çocuğunun masum sesi, taş gibi bir adamın kalbine ilk kez bir dost eli uzatmıştı.
Öğleden sonra konakta ağır bir sessizlik vardı.
Nazar sabah işlerini bitirmiş, küçük İncili ile odasında oyalanıyordu.
Hava sıcak, taş duvarlar serindi.
Ama başka bir yerde, sinsice bir kıskançlık büyüyordu.
Meryem, gözleri kıskançlıktan kararmış bir şekilde Berzan’ın odasına sessizce girdi.
Nazar’ın sabah titizlikle yerleştirdiği düzeni bozdu.
Masadaki evrakları karıştırdı.
Özellikle önemli bir dosyayı masadan alıp çekmecelerin arasına sıkıştırdı.
Sonra kimseye görünmeden odadan çıktı.
Berzan o gün erken gelmişti. Konakta ağır adımlarla dolaşıp odasına geçti.
Kapıyı açtığında…
İçerideki düzensizlik hemen gözüne çarptı.
Masa darmadağındı.
Bazı dosyalar yerinde yoktu.
Kaşları bir anda çatıldı.
Bakışları karardı.
Masasına yaklaşıp elindeki belgeleri çevirdi.
Aradığı en önemli dosya yoktu.
Nefesi burnundan sert bir şekilde çıktı.
Gür sesi bütün koridorda yankılandı:
“NAZAR!”
Feryadı gibi yankılandı sesi.
Taş duvarlar bile irkildi.
Nazar, odasında İnci’nin saçlarını tarıyordu.
Berzan’ın sesiyle irkildi.
Elindeki tarak yere düştü.
Kalbi küt küt atmaya başladı.
Hemen İncili’yi yatakta bıraktı, kapıya koştu.
Korkuyla koridordan geçip Berzan’ın odasına yöneldi.
Kapının önüne vardığında nefes nefese kalmıştı.
Kapıyı tıklamaya bile cesaret edemeden içeri girdi.