《1.BÖLÜM▪︎ TUZAK

2647 Words
... Zevkten gözlerim kayınca başımı arkaya atmak zorunda kaldım. Adam ölüm korkusundan bastırdığı şehvetine boyun eğmişti. Arada silah mı dayasam alnına diye düşünürken sırtında olan elimi kalçalarına indirip koca sıkı kıçını sıktım. Elimin altında titreyip homurdandı. Dilimi emmeyi bıraktığında dudaklarıma sesli bir öpücük bırakıp çenemi öpmeye geçti. “Buna cesaret eden bir kadın olmamıştı.” dedi hiç olmayacak yerde hiç olmayacak vasıfları telaffuz ederken. Beni öperken nasıl başka bir kadından bahsedebiliyordu bu puşt! Sinirlenmiştim ve o benim çenemi batan sakallarının iz bırakacağı şekilde sert öpüyordu. Kıçını bu sefer daha sert sıkıp kulağına yaklaştım, nefesimi en hassas noktasına bırakırken bir kez daha avuçlarımda gerildi. “Dilin ağzımdayken beni başkalarıyla kıyaslama kocacığım! Yoksa ısırırım!” dedim şuh dolu sesimle ve hiç beklemediği anda kulak memesini dişlerimin arasına alarak bütün gücümle ısırdım. Koparsa kopsun benim sözüm hep kulağında bir hatıra olarak kalacaktı. “YAZZ!” Öpmeyi bırakmış boğazımı sıkan elini sıkmıştı. Kanı damağıma değecek kadar dişledikten sonra geri çekildim ve kanıyla ıslanmış dudaklarımla köşeli çenesini öperek direk kulağına geçtim. Gerildi ama geri çekilmedi. “Dua et kulağın önümdeydi yoksa başka bir malın meydanda olsaydı acımaz kanatana kadar dişlerdim!” dedim kısık ve tehlikeli ses tonumla. “Yaz sen…” Mahsun yaptığımdan hoşlanmış gibi bir kez daha hırlarcasına konuşunca seksi poposunda duran elimi aldım ve parmak uçlarımı pantolonun önüne doğru sürdüm. Uzun tırnaklarımla fermuarının çizgisini takip etmek istediğimde anakonda saklandığı önde göründü, dev çıkıntısıyla dişlerimi dudaklarıma geçirip iç çektim. Korkulu rüyam elimin altındaydı ve ben yine ölüme yürümekten hiç çekinmiyordum. Başımı kalın boynuna gömmüş dokunmamla artan sert soluklarını dinliyordum. Adamın nefesiyle boşalacağımı da aklıma not ettim. Pantolonuna dokunmamla tek nefesi etkilenmemişti elimin altındaki canlı da titremiş ve sanki büyümüş müydü? “Mahsu bu çok mu büyür?” dedim biraz meraklı biraz istekli bir sesle. Şehvet güldü. Şehvet gülmesin! Şehvet asla ama asla gülmesin çünkü küçük müçük sonsuz Dağdeviren masalını bir kenarı bırakır masanın üstünü olay mahalli haline getirirdim. Mahsun başını boynuma gömüp bir kez daha burada şehvetleşti. “Yavrum bana böyle sorular sorma.” dedi şehvetle dolup taşan kalın sesiyle. Mübarek her yönden kalındı. Bir dakika bir dakika! O bana yavrum mu demişti?! Başımı gömdüğüm boynundan çıkartıp yüzüne baktım. Yarı kapalı göz kapaklarıyla aşırı seksiydi ama bana ne dediğini teyit ettirmem gerekiyordu. “Alkol almadın değil mi sen?” dedim kanıyla boyadığım çenesine gözlerim değip hemen geri gözlerine çıkarken. Mahsun bir kez daha sessiz göğsünden kopan kısa bir kahkaha attı. Masaya uzanmama bacaklar fora dememe az kalmıştı. Eli hala boğazımdayken baş parmağıyla nabzımı okşadı. “Hatırlıyor musun içtiğim geceyi?” Nabzımı tatlı tatlı yoklayıp kalın sesiyle konuşunca ne diyeceğimi hesaplayamıyordum. "Hatırlamam mı gerekiyor?” diye ben de tuzak sorusuna aynı şekilde karşılık verdim. Tırnaklarımla kaşımış olduğum fermuar bölgesini bir kez daha kaşıyınca kirpiklerinin titrediğini burun kanatlarının genişlediğini gördüm. Boynumu sıkıp dudaklarını birbirine bastırdı. “Hatırlama! Unuttuğun gibi yada yaşanmamış kabul ettiğin gece gibi bu günü de sil hafızandan.” İlerleyen bölümlerden kesitti. --- Kimden ne zarar geleceğini bilerek büyüyen bir adamdı Mahsun. Büyüyüp gördükçe kaşlarını daha derin çattı, daha korkusuz baktı. Yıllarını koca bir dağın tepesinde herkesi izleyerek geçirdi. Mahsun Dağdeviren hiçbir zaman çocuk olamadı ama. Kaderiyle yüzleştiğinde daha küçük bir çocuk toy bir babacıydı. Babasının belinde silahı elinde kömür karası tesbihi İstanbul’un bile önünde ceketini iliklediği bir Dağdeviren’di. Mahsun adını anasından almıştı ama soyadının hakkını küçük bir çocukken vermeye başlamış yaman bir adam olacağını kendisine kaş çatan koca adamlara aynı şekilde karşılık vererek göstermişti. Babasının gururu, anasının biricik evladıydı. Kaş çatmayı kundakta öğrenen Mahsun büyüdü toy bir delikanlı oldu olmasına ama bir heybeti vardı dağı bile gölgesinde bırakırdı. Kara kaşı kara gözü güneş yanığıyla esmerleşen teni ipe boncuk dizer gibi güzelliğini katlamıştı. Yiğitliği, korkusuz oluşu yedi düvele sığmaz Mahsun Dağdeviren adı dilden dile nam yürütürdü. Bakanın canını yaktığı Mahsun’un canını bir gecede yaktılar, ocağını söndürdüler. Atasını, toprağını kanlı bir geceye kurban vermişti. Gözyaşı nedir bilmeyen Mahsun her bir gözyaşına bin yemin etmişti. Her bir düşmanın toprağına bir karış kan ekecek, baş biçecekti. Baba yadigarı bir tespih bir de emaneti vardı avucunda. Ettiği yeminlerin üstüne uyumadı akıtacağı kanların haddi hesabı yoktu. Yüreğinin yangınıyla yakmaya giderken pusu yemişti. Ne var ki babasının dostu Abdullah Bey, elini omzuna atmış çakalların elinden almıştı. Evine alarak çakalın itin kopuğun dilini bir de kendi öğretmişti belki bu dünyadan kendini kurtarır diye nasihatler dizmişti. Olmadı. Abdullah Bey, bir gece yatağından uyandırıldığında İstanbul değil Türkiye’nin birçok yerinde başsız köpeklerin haberini aldı. Mahsun Dağdeviren babasının kanını yerde bırakmamış, ülkenin her bir karışına düşmanlarının kanını dökmüştü. Bıyıkları yeni terleyen adamın elinde kömür karası tespih, belinde baba yadigarı emanet ayaklarının dibinde onlarca baş. Korkusuzdu. Abdullah Bey korksun istedi. Anası vardı, yarın bir ailesi olacaktı. Mahsun Dağdeviren ismini dört duvara hapsetmek istediklerinde ses etmedi, ta ki bir seneye kadar. Elindekilerinin kıymetini bilir sandı ama o genç adam yeri göğü sarsan heybetiyle çıktığı gün babasının koltuğuna oturmuş, atalarından kalan yüzüğü parmağına geçirmişti. Mahsun Dağdeviren, kundakta kaş çatmasını öğrenen adam ülkenin en yüksek dağıydı. Dağının eteklerine birçok adam yağmak istedi. Kapısını açardı ama hemen hanesine almazdı. Adına silah tutacak adamın gözlerinin içine bakar oradaki niyeti çok iyi görür ve parçalarına ayırarak gizlisini saklısını ortaya dökerdi. Sadece yaralı adamların kan dökeceği bir ocak verirdi. Para ve nam edinmek için kapısını çalan hiçbir yüreksizi kabul etmezdi hanesine. Alınlarında terle kan, kimsenin duymak istemeyeceği işleri kanlı gömlekleri vardı. Bütün bu işleri yüreği olan kaldırırdı. Yüreği olanlar da canından bir parça koparılanlardı. Eskisinden daha güçlü daha korkusuz bir hamurla yoğrulan yanı başına varırdı. Mahsun Dağdeviren, kader arkadaşlarıyla bir dünya kurmuş haksızın baş keseni mazlumun beyi olmuştu. Kendine, kendi gibi olanlara namlusunun ucuyla yeni bir yazgı yazarken dünya ayaklarının altında küçüldü ama yüreği yerini hep hatırlattı. Yıllar geçti Dağdeviren adı tüm yüreklere korku saldı ama anası Emine hanımı yolundan gayrı düşürmedi. Oğlunu evlendirecek, yanına gelini oturtacak ve dizinin dibinde torunlarını büyütecekti. Oğlu, otuz üçünü geçmek üzereydi rahmetli babası askerden döndüğü gibi evlenmişti oğlunun boyu kadar çocuğu olması lazımdı. Dil döktü, yıllarca yalvardı, yakardı. Bir gece dayanamayıp kabul ettirdi oğluna. Kız aradı, buldu oğlu her birine bir kulp takıp istemedi. Bir gün rahmetli kocasının dostuna gidip dertleşti. Abdullah Bey dinledi, gözünden sakındığı kızını boğazı düğüm düğüm olurken oğlu Mahsun’a vermek istediğini söyledi. Emine Hanım Yaz’ı bilirdi ama oğlunun istemediği ne varsa bu dünya güzeli kızda vardı. Kader kısmet gönül işiyle olur diye çıktı bir yola. Mahsun Dağdeviren, bu kızı kendine eş eder derken oğluna anlattı ama o biliyordu Yaz’ı daha doğrusu küçüklüğünü. Kesin bir dille reddecekken her şeyi anlatıp Abdullah Bey’in niyetini açıkça dile döktü. Mahsun, anasına, ocağına, babasının malına o toyken sahip çıkan ve çakalların elinde kurtaran adama borcunu ödeme zamanın geldiğini bilerek kabul etti görüşmeyi. Ama küçüklüğünü bildiği sarı kız istemezse olmazdı. Abdullah Bey’in evi. Yaz, koca camın önündeki tekli koltuğa oturmuş bacak bacak üstüne atarak İngiliz kraliyet ailesi üyesine mensup bir prenses edasıyla kinaoya çayını yudumluyordu. Boğaz manzarasını gösteren koca cama ve geçen vapurlara şöyle bir göz gezdirdi. Deniz yine parlıyor, yeni bir renk sklası sergiliyordu. İlham alacağı koca bir deniz ve üstünde çeşitli cümbüşün olduğu bir vadi gibiydi. "Efendim?" dedi seyrini bozan yardımcıları Asya. Yaz çayını bırakmadan asalet simgesi uzun boynuyla genç kadına döndü. "Söyle Asya." "Efendim, Mahsun Dağdeviren geldi. Nereye almamı istersiniz?" diye sordu. Yardımcı Asya'nın yüzü kızarık nefesi kesikti. Hayatı boyunca böyle uzun ve heybetli adam görmediği için kapıyı ilk açtığında korkmuş ve daha sonra gözlerini adamdan alamamıştı. Yoğun sakalı ve uzun saçlarıyla ürkütücüydü ama bedeneninden akan güç ve tehlike zangır zangır titremesine neden olmuştu. Hala etkisinden çıkmış değildi. "Yatak odama al Asya." dediği an Asya gözlerini açıp öyle bir şokla kendisine baktı ki Yaz daha fazla dayanamayıp bu komik haline inci gibi dizili dişleriyle güldü. "Şaka yaptım. Hemen inandın sen de. Buraya yönlendir." Asya neye uğradığını şaşırarak odadan çıkınca Yaz başkaları tarafından ayarlanan buluşmanın zorluğuyla nefesini verdi. Mahsun çocukluğunda kalan bir dev, öcü, canavardı şimdi kocası olması için yapılan baskıya dayanamıyordu. Ama babasının onayını almış biriyse görüşmekten kaçamazdı. Yeterince başını ağrıtıyor, tek kelime etmiyordu adam daha fazla canını sıkmak istemiyordu. Eğer Mahsun yontulacak bir odunsa ilerisi için umutları olabilirdi ama değil kesme makinesiyle düzeltilmeyecek bir adamsa da babasının dizinin dibine oturur yeni bir aday beklerdi. Çayını düşünceleri eşliğinde yudumlarken mermer zeminde duyduğu tok sesleri işitti. Kaba ve gürültücü adımları bu evin içinde ilk duyuşu değildi daha beş yaşındayken duymuş ve korkuyla başını kaldırdığı gibi öfkeyle parıldayan siyah gözleri görmüştü. Şimdi yine aynı adamı görecekti ama öfkenin yerini ne almıştı tahmin edemiyordu. Onun soğukkanlı bir katil, acımasız bir mafya lideri olduğunu duymuştu. Herhâlde gözlerini kan bürümüştür. Adım sesleri yaklaşıp salonun girişinde kesilince Yaz başını elindeki çaydan alıp en az kırk beş numara olan özel yapım olduğu belli olan kunduralara çevirdi. İçinden ıyy dememek için kendini tutarken siyah kumaş paçalardan yukarı doğru bakışlarını kaydırdı ama bu bacak boyu bir türlü bitmiyordu. Hmm... Tehlikeli bölge. Sonunda bitmişti ama bu bacak boyundaki uzunlukla kasık bölgesini kasırga gibi geçti. Bacak bacak üstüne attığı ayağını hafifçe salladı uçuk pempe rengindeki on bir santimlik stiletto ayakkabıları dikkat çekiciydi. Beyaz gömlek ve siyah atadan yadigâr sallanan ceketle -koca bir ayı- gövdesi görür oldu. Göğsü ne kadar genişti öyle? İstanbul Boğazı mı deseydi? Ayağının ucunu bir kez daha salladı ve kalın boynu görünce sarı ince kaşlarını fazla belli ettirmeden memnuniyetsizce çattı. Tosun mübarek. Ve en önemli unsur yüzüydü. Daha doğrusu yüz bulsa değerlendirecekti ama ortada uzun bir sakal ve kırık burun dışında bir şey yoktu. Ama gözleri hatırladığı gibi siyah ve memnuniyetsiz bakışlarla doluydu. Yaz bu sefer ince kaşlarını daha derin çattı. Çünkü Mahsun denilen ağaçtan bozma dağ ayısı da kendisi gibi fiziğini açık bir şekilde değerlendiriyordu. Hem de memnuniyetsiz bakışlarla… Tarzan kılıklı üstüne üstlük bir de beğenmemişti ha! Bu tip adamların balık etli bir dilber istediğini tahmin etti. Boyuna bakarsak istemesi gayet anlaşılıyordu. Yaz aklına fazlasıyla arsızca yerleşen düşünceleri defedip oturduğu yerde kıpırdanarak ince boynunu daha çok uzattı. "Hoş geldin Mahsun." diye ince sesiyle cıvıldadı her zamanki gibi ama buranın sahibi benim tavırlarına dikkat et diyen bir ton ve üstünlük de vardı. Mahsun kulağını tırmalayan ince ve yapmacık sesle geniş, yoğun sakallı çenesini aşağı doğru hafifçe indirdi. Öfkesi ve memnuniyetsizliği yüzüne yansımasın istiyordu ama elinde olmadan öyle gerilmişti ki tespihinden sabır taşı çekmek istiyordu. “Hoş bulduk.” dedi omuzlarını gererek. Gözlerini giyinmeyi unutan sarı kızın yüzüne sabitlemek için elinden geleni yaptı ama üzerine yarısını giydiği, uzun yıllardır görmediği renkteki kısa -ama ne kısa- pembe elbiseyi giymesi sabrını zorluyordu. Bu renkten nefret etmesine sebep olan kızda tam karşında oturup kibirli bakışlarla onu inceliyordu. Destursuz renkteki elbise göğüslerinin yarısını açıkta bıraktığı gibi bacak bacak üstüne atmasıyla neredeyse uyluğunu gösterecekti. Bir de öyle zayıftı ki nefesiyle bile uçup gidecekti. Mahsun, gözlerini yasak bölgelerden korumak adına bakışlarını yoğun bir makyajla kaplanan kadının suratında dolaştırınca daha da bir rahatsız oldu. Küçükken bütün dişleri dökülen kızın şekli şemali aklında değildi ama bu kadar kusursuz duran bir yüze sahip olduğunu düşünmüyordu. Üstüne başına ve tipine bakınca plastik bir bebekten farkı yoktu, tıpkı küçükken oynadığı bebeklere benziyordu. Kendini benzetmekten ve bıçak altına yatmaktan hiç korkmamıştı anlaşılan. Abdullah Bey çok serbest bırakmıştı bu kızı. Amma velakin Yaz yeşil gözlerini üstünde dolaşıp tipini ve kıyafetini beğenmeyince içi umutla dolmuştu. Fakat diğer türlü bu plastik bebek de kendisi gibi babasına bağlı ve söz dinliyorsa -pek sanmıyordu- bu işin sonu ikisi için de pek iyi bitmeyecekti. Mahsun uzun süredir ayakta beklediğini fark edince bileğindeki tespihi parmaklarına indirdi. Ev sahibi kızın yol yordamdan haberi yok demeyi isterdi ama Abdullah Bey’in kızına bunu öğrettiğinden emindi, Yaz’ın canı oyun oynamak istemişti. Daha küçük bir çocuk olduğu buradan belliyken de ses etmedi. “Buyur otur, ayakta bekleme.” diye Mahsun’u yanındaki tekli koltuğa davet etti etmesine ama sanki Mahsun’u kendisi görüşmeye çağırmamış da babasının adamalarından birine otur der gibi emir vermesi sinirini zolamıştı. Mahsun kendine hâkim olabilmek için tespihinden bir sabır taşı çekip boynunu sağına doğru kırdı. “Oturalım bakalım.” diyerek tok adımlarla Yaz’ın yanındaki koltuğa yöneldi. Yaz, üstüne doğru gelen en az bir doksan beş boyundaki adamla istemeden gerilip elindeki fincanı daha sıkı tuttu. Yürüyüşünde bir ağırlık, bir hantallık bekliyordu ama tam tersi çevik ve hızlı adımlar atıyordu durumunu belli etmemek için fincanından bir yudum çay aldı ve o ara fincanının arkasından salonu yarılayan adamın uzun bacaklarına ve kasık bölgesindeki kumaş pantolonunun dalgalanan kumaşına göz değdirdi. Bu boyda ve kalınlıkta olan adamın sağlıklı bir erkek olduğunu varsayarsak kesinlikle alamayacağı bir uzunluğu vardı. Evlilik işinde seks vardı değil mi? Yaşadıklarını erotik kitapları yazmayı seven arkadaşı Büş’e anlatması gerekiyordu çok iyi bir hikâye çıkartacağına emindi. Mahsun, gösterilen yere oturduğu an gözünü boğaza çevirdi zira yürürken kasıklarına bakıp endişeyle yüzünü düşüren kızın ne düşündüğünü biliyor ve o ana daha fazla tanıklık etmek istemiyordu. Yetişkin bir çocuk olduğu dönemlerden beri alışık olduğu bir durumdu kızların utanıp kızarması eskiden hoşuna giderdi ama zaman geçtikçe cesur ve ne istediğini bilen kadınlar daha çok hoşuna gitmeye başlamıştı. Bu kızın ne cesur bakışları ne yüzünü kızartacak bir perdesi vardı. Çünkü kendisiyle evlenmek istemiyordu. Ne güzel ben de istemiyorum diye içinden iç çekti Mahsun. “Sana nasılsın diyecek havadan sudan konuştuktan sonra evlilik konusuna geleceğiz. Uzatalım mı yoksa direkt konuya girelim mi?” dedi Yaz çayını zarif bir bilek hareketiyle masaya bırakırken. Mahsun’un gözleri o ara bileğine takıldı. İnce ve neredeyse kırılacak kadar sağlıksız görünüyordu. Ama açık konuşmasındaki tutumu hoşuna gitmişti. Mahsun, yerine daha çok yayılıp gözlerini doğallığından emin olduğu yeşil gözlere çevirdi. Salya sümük ağlayan küçük kız kadın rolü yapmakta iyidi. “Direkt konuya girelim senin için soru olmayacaksa.” Yaz, Mahsun’un yıllar içerisinde kalınlaşıp efsunlu bir sese bürünen ses tonunun daha yakından gelmesiyle irkildi. Üstelik yanındaki varlığı baskı altındaymış gibi hissettirmişti. Bu hissi daha önce kimse de duyumsamamıştı içten içe şaşkınlık yaşarken belki de daha önce bu kadar iri bir adamla yalnız kalmadım diye kendini teskin etti. “Benim için sorun yok. Konuşalım.” dedi hafifçe omzunu silkerek. Mahsun’un bakışları yine o ufak hareketine kaydı. Dik omuzların pürüzsüz çıplaklığı yüzünü asmasına neden oldu. İstediği eş yarı çıplak dolaşamazdı! “Neden bizi evlendirmek istiyorlar onu konuşalım önce.” dedi yaz gözlerini kaba saba adamın sakallı yüzünde dolaştırırken. Ne bir ten parçası ne de eşkalini tanımlayacağı bir özelliği vardı bu suratta. İnsan bir tıraş olur gelir değil mi? Mahsun direkt açılan mevzuyla sakalını çekiştirdi. Baban istedi diye derse kızı kırmış olur muydu? Bilemedi. İlk onun açıklaması için “Senden başlayalım.” dedi ellerini pembe rengindeki koltuğun koluna koyarken. Yaz, Mahsum’a gülümsedi bu gülüş korkusuz ve çekincesi olmadığını gösteren bir dik duruştu. “Babamın isteği üzerine seninle görüşmeye karar verdim. Sana da annen mi ısrar etti demek isterdim ama kör bir insan bile bizim birbirimize uygun olmadığımızı bilir. Bu yüzden daha fazla uzatmadan babam bir tek sana güvendiği için beni seninle evlendirmek istiyor deyip senin ek cümlelerini bekliyorum.” Mahsun, Yaz’ı onaylarcasına başını sallarken yeşil gözlerde gördüğü kendine olan güven ve dik duruş taktirini kazanmasına neden olmuştu ayrıca şu uygun olma meselesinde içini kitap okur gibi okuması bir yerde makul bir insan olduğunum işaretiydi. “Ne eksik ne fazla... Baban için evet derim. Ama sen istemezsen olmaz.” dedi Mahsun işin sonunu görür gibi rahat bir nefes verirken. Yaz’ın dediklerine bakılırsa bu iş ilk anda bitmişe benziyordu. Yaz yine gülümsedi ama bu kuru ve gergin bir dudak kıvrılışıyla tasvir edilirdi. Mahsun az önceki rahatlığına sövülmüş gibi yerinde irkildi. “Biraz senden biraz da ileriye yönelik planlarımdan kaynaklı evelenmeyi istemiyorum.” demişti demesine ama hala ortamı geren bir tutum vardı tavırlarında. “Amayla başlayan bir cümlen var sanırım.” dedi Mahsun tok sesiyle. Kara gözlerini nefes alışverişi artan kızın göğsüne dikerken süt beyazı gerdanına ve sıkıştırılmış göğüslerine kaşlarına çattı. Çelimsizdi ama iri memeleri vardı. Hemen aklına onların da sahte olabileceği geldi. “Amayla başlayan bir cümlem var. Hoşuna gitmeyebilir.” diyen Yaz üst üste attığı bacaklarını çözdü fakat o kadar rahat ve dikkatsiz bir şekilde yapmıştı ki uyluğunu ve iç çamaşırını gözler önüne sermişti. Mahsun en başından beri dikkatli bakışlarını bedeninden uzak tutmuştu fakat ani hareketiyle kömür karası gözleri bacaklarına inmiş ve hiç düşünmeden tuzağa düşmüştü. Yaz, gerilen ve nefesini tutan koca adamın yüzüne bakıp sinsi bir gülüş sundu. “Seninle evlenmek zorundayım Mahsun Dağdeviren. Ama gerçek bir evlilik olmayacak. No seks! No aşk! Başımdaki belayı yok et, kendini ve beni tekrar özgürlüğe kavuştur.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD