Bölüm4
Oğuz ve Pelin' in yoğun ısrarları sonucu revire gitmiştik. Ben otururken hemşire dudağıma tentürdiyot sürüyordu. Her pamuğu dudağıma değdirdiğinde canım çok acıyordu. Oğuz ve Pelin de endişeyle başım da bekliyorlardı. Onlara tek başıma gidebileceğimi söylemiştim ama dinletememiştim.
Hemşire son olarak yara bandını da dudağıma yapıştırınca odadan çıkmıştık. Bahçeye inmeye karar vermiştik. Okulda tek bir öğretmen bile görmemiştim. Birkaç kişi konuşurken duymuştum. Sanırım seminere gitmişlerdi. Bizim sınıfta kaos varken şansımıza okulda hoca yoktu!
Şanssız günümde olmalıydım.
Bahçeye çıkınca yine herkesten uzak ağaçların bulunduğu köşede ki banka oturduk. Aklıma Cansu' nun Pelin' e olan davranışının sebebi takıldı. Ne demişti Cansu? "Bir daha lafımı ikiletme" demişti. Peki ne istemişti Pelinden?
Hemen Pelin' e döndüm."Pelin,
Cansu' nun sana olan tavrının sebebi ne?"
Bana bakmış hemen ardından bakışlarını kucağında ki eline çevirmişti. "Bilirsin 12/ A sınıfında Toprak diye bir çocuk var. Cansu' nun kendisine karşı bir şeyler hissettiğinin farkında. Ama yüz vermiyor.
Toprak' ın da ona hisleri olmasını istiyor. Ama aşk değil Cansu' nun ki. Sadece takıntılık."
Devam etmesini ister gibi başımı salladım. Konu Oğuz' un da ilgisini çekmişti. O da sessizce Pelin' i dinliyordu. "Benim aralarını yapmamı istiyor. Ama bu imkansız çünkü Toprak hiçbir kızla beraber olmaz. Yani en azından onun gibi bir kızla."
Olayı kavramıştım ama anlamadığım bir şey vardı. Cansu neden bu işi kendisi ya da arkadaşlarıyla halletmiyordu ki? Bugün gördüğüm kadarıyla peşinde dolanan birçok kişi vardı. Neden pelin' i seçmişti?
"Peki neden kendisi veya arkadaşları yapmıyor bu işi? Neden seni kullanıyor bunun için?" Diyerek aklımda ki soruyu sordum. İlk önce Oğuz' a baktı. Göz göze gelmiş olmalıydılar ki utanarak hemen gözlerini kaçırmıştı. Ardından bakışlarını bana çevirerek konuştu. "Toprak ile yakın arkadaşız.
Dokuz' uncu sınıfın ilk günü Cansu ve arkadaşlarının elinden kurtarmıştı beni. Bu sayede tanıştık. Arkadaşlığımız gün geçtikten daha iyi oldu. Toprak ile yakın olduğum için de bu işi benim yapabileceğimi düşünüyorlar. Ama ne olursa olsun Toğrak yine de Cansu' ya bakmaz. Tabi Cansu bunu kabullenmek istemiyor." Bıkmışlıkla derin bir nefes verdi.
Şimdi anlamıştım sebebini. Pelin' i Toprak' ı elde etmek için kullanıyordu. Bu kız ne kadar da iğrençti böyle. Bir insanı bu şekilde kullanmaya hakkı yoktu. Hele de istediğini yapmadığı için onu cezalandırmak onun haddi bile değildi. Ama o bunu anlamayacak kadar ahmaktı!
"Bunun için de seni kullanmak istedi. Ama sen kabul etmeyince üstüne geldiler doğru anladım değil mi?"
"Evet."
"Cansu hiç akıllanmayacak Deniz. Okulda ki birçok kız Cansu' nun yaptıkları yüzünden kaydını aldı. Bir çoğu da ona saygı duyarak kendilerini garantiye alıyor."
Ben de bu iki günde Cansu' nun nasıl biri olduğunu çok iyi anlamıştım. Resmen insanları parmağında oynatıyordu. Hiç hoş bir şey değil bu.
Zil çalınca üçümüzde oturduğumuz banktan kalktık. Okul binasına doğru yol aldık. Sınıfa geldiğimizde Pelin kendi sırasına geçince Oğuz ve ben de arkada ki sıramıza geçip oturduk. Cansu ve arkadaşları ortalıkta görünmüyordu. Çantaları da yoktu. Okulu asmış olmalıydılar.
Sınıf yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Barış sınıfa girince göz göze gelmiştik. Gözlerini gözlerimden ayırmadan sırama kadar gelmiş başımda dikilmişti. Ben soran gözlerle ona bakınca konuşmaya başladı.
"Çıkışta seni evine ben bırakabilir miyim? Hem konuşmak istediğim konular da var."
"Hayır, ne konuşmak istiyorsan şimdi söyle." Derin bir nefes çekip devam etti. "Önemli ama."
"Tenefüste söylersin Barış seninle gelemem." Eğildi ve onu daha net görmemi sağladı."Deniz, benimle gel dedim. Yoksa seni hayatta rahat bırakmam." Bu insanlar gerçekten her istediklerini tehdit ile yapmak zorunda mıydılar? Tehdit ile istediklerini elde etmeleri saygısızlıktan başka bir şey değildi.
Sürekli böyle etrafımda dolanması hoşuma gitmiyordu."Tamam, ama beni bir daha rahatsız etmeyeceksin." Başını salladı ve sırıtarak "Etmeyeceğim" dedi. Kendi sırasına geçerken, Oğuz hemen beni kendisine doğru çevirmiş, "Gerçekten de onunla gidecek misin?" diye sormuştu.
Başımı salladım.
"Benim gelmemi ister misin?"
Başımı Oğuz' un omzuna yasladım. Her fırsatta beni korumaya çalışması hoşuma gidiyordu. "Gerek yok Oğuz kuşum. Konuştuktan sonra eve gideceğim hemen." Çenesini başıma yasladı. "Peki, haber ver bana tamam mı?"
"Tamam."
Hocanın gelmesiyle eski halimizi almıştık. Hoca yoklama aldıktan sonra derse geçmişti. Ben de dikkatle hocayı dinliyordum.
***
Okulun bitmesine son iki dakika kalmıştı. Hoca bizi serbest bırakmış kendisi de sandalyesine oturarak telefonuyla uğraşıyordu. Ben ise başımı sıraya yaslamıştım. Kendimi çok fazla yorgun hissediyordum. Eve gidince annem ve babam dudağımın halini görünce ne diyecektim onlara?
Yalan söyleyemezdim, onlar benim ailemdi. Ama gerçekleri söylemekten de korkuyordum. Sonuçta daha önce kavga etmemiştim. Bir sabıkam yoktu yani. Bu ilk olabilirdi ama kesinlikle son olmayacaktı. Cansu bana takmış durumdaydı. Ne yaparsam ona batacaktı.
Ben düşüncelere dalmışken zil çalmıştı. Barış hemen dibimde bitmiş ve "Hadi gidelim," demişti. Oğuz' a döndüm."Haberleşiriz yine Oğuz kuşum." Başını salladı ve bizden önce çıktı sınıftan. Ben de eşyalarımı toplayınca Barış ile beraber çıktım sınıftan.
Kolumu Barış' ın koluna değdirmemeye çalışarak yürüyordum. Hemen dibimdeydi ve ben bu durumdan çok fazla rahatsızdım. "Kolunu biraz çeker misin? Bir de çok yakınsın biraz uzaklaşsan daha iyi olur." İlk önce koluna sonra da bana bakmıştı.
Bilin bakalım yine hep olduğu gibi ne yapıyordu.
Sırıtıyordu. Sırıtmasa olmazdı. Gerçekten Barış sırıtmasa olmaz(!) "Sen öyle istiyorsan öyle olsun ufaklık." Diyerek hafif uzaklaşmıştı. En azından böyle daha iyi olmuştu. Hiçbir şey demeden omuz silkmiştim. Okul binasından daha sonra da bahçeden çıkmıştık. Arabaların olduğu yöne doğru gidince ben de peşinden gittim. Arabanın kapısını anahtarla açınca binmem için ön koltuğu işaret etti.
Bir şey demeden bindim. Çantamı çıkarıp kucağıma koydum. Kendi tarafında ki camı açtı. Ardından arabayı çalıştırarak sürmeye başladı. "Yolun üstünde güzel bir kafe var, oraya gider otururuz. Anlatırım olur mu?" Bir şey demedim. Başımı tekrar cama yasladım. Sanki istemiyorum desem kabul edecekmiş gibi bir de soruyordu.
Yaklaşık on dakika sonra büyük bir kafenin önünde durmuştuk. Arabadan indik. Barış yanına gelmemi bekleyince beraber içeri girdik. Cam tarafında bir masaya doğru ilerledik. Sandalyemi çekip oturdum. Barış da karşıma oturdu.
"Hadi anlat, neymiş önemli olan?"
"Bir şeyler içseydik öyle konuşurduk."
"Ben içmeyeceğim."
"Deniz, içelim öyle konuşuruz dedim."
Oflayıp cam tarafına çevirdim başımı. Barış garsonu çağırmış ve iki limonata ile çilekli pasta söylemişti. Bakışlarını üstümde hissediyor fakat dönüp ona bakmıyordum. Cidden ne söyleyeceğini gram merak etmiyordum. Umarım hoşuma gitmeyecek türden bir konu değildir.
Garson siparişleri önümüze koyarak tekrar işinin başına döndü. Barış' a döndüm. Konuşmasını ister gibi bir bakış attım. Limonatasından bir yudum aldı. Hemen ardından boğazını temizleyerek söze girdi.
"Deniz lafı hiç uzatmayacağım, seni seviyorum. Yani benimle çıkar mısın?"
Böyle bir şey söyleyeceğini kesinlikle düşünmüyordum. Tamam bu iki gün de bana yakın olmaya çalışmasını sorguluyordum kendimce ama böyle bir şeyi beklemiyordum. "Barış sen ne saçmalıyorsun?"
"Saçmalamıyorum Deniz. Seni seviyorum ve bu gayet normal bir şey."
Normal falan değildi. İki günlük aşk mı olurdu?
"Barış bu normal değil. İki günde aşk da sevgi de olmaz. Senin ki sadece istek."
Başını sağa sola salladı. "Bir şans ver bana. Sadece bir istek olmadığını anlayacaksın." Diyerek masada duran ellerime uzandı. Elimi kendi ellerinin arasına alınca kaşlarımı çattım. Hemen elimi onun elinden çektim. "Sana daha ne kadar söylemem gerekecek?! Dokunma bana Barış, rahatsız oluyorum. Anlamıyor musun?" Sağ eliyle alnını ovaladı. "Özür dilerim Deniz. Farkında değildim. Lütfen bize bir şans ver."
Ne yapmalıydım? Çekip gitmeli miydim? Yoksa ona bir şans tanımalı mıydım? Ona güvenemiyordum. Bir türlü ısınamıyordum. Ne yaparsa gözüme batıyordu. Oysa Oğuz da bana dokunuyordu. Ama Oğuz da böyle bir şey hissetmiyordum. Rahatsız olmuyordum. İyi bile geliyordu. Peki Barış' a bu şekilde tavırlı olmamın sebebi neydi? Anlayamıyordum. Belki de ona haksızlık yapıyordum. Bilmiyorum.
"Deniz bir şans verecek misin bize?Hemen hayır deme. Bak istersen bugün iyice düşün. Yarın cevap verirsin. Hı?"
Başımı salladım. "Tamam, biraz zaman ver."
Güldü. Hayret, şaşırmıştım. İlk defa sırıtmadan gülmüştü. "Tamam, istersen yarın akşam sinemaya falan gidelim ne dersin?" Zaman verecekti hani? Unuttu mu?
"Barış, iki dakika önce zamandan bahsetmedik mi?"
Yüzünü buruşturmuş ardından bıkkınca konuşmuştu.
"Evet, aklımdan çıkmış."
Omuz silkerek camdan dışarıyı izlemeye başladım. İyi mi yapıyordum ona bir şans vererek? Ya hata yapıyorsam? Off! Düşünmek istemiyordum. Sadece yine hep olduğu gibi kendimi kitaplara verip, huzurlu olmak istiyordum.
"Kalkalım mı?"
"Oturuyoruz ne güzel."
"Yok, geç oldu kalkalım. Hem uğramam gereken bir yer var."
Başını sallayarak "Tamam," dedi.Elini cebine soktu. "Ben kendi hesabımı ödeyebilirim." Dedim ve çantamın içinden cüzdanımı çıkardım. "Ben hallederim." Onu dinlemeyerek cüzdanımdan 20 lira çıkarıp masaya bıraktım. Ardından sandalyemi geriye ittirip ayağı kalktım. Okul çantamı da tekrar sağ omzuma takıp yürümeye başladım. Barış da peşimden geliyor olmalıydı. Bana yetişince "Neden beni beklemiyorsun?" diyerek bana döndü.
"Acelem var."
"Tamam, seni bırakayım."
Kafeden çıkıp Barış' ın arabasına bindik. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında emniyet kemerimi bağlamıştım. Normal hızın üstünde gidiyordu. Korkmuyor değildim.
Kısa süre de sağ sağlim evimin önünde durduk. "Görüşürüz Deniz." Başımı salladım. "Görüşürüz." Diyerek arabadan indim. Ben arabadan indiğim gibi direk arabasını çalıştırıp gitmişti. Omuz silktim. Bahçe kapısını ittirip bahçeye girdim. Kapının önüne gelince kapıyı çalıp beklemeye başladım. Kapı anında açılınca şaşırmıştım.
Annem daha önce hiç kapıyı bu kadar erken açmamıştı. Yüzünde ki meraklı ifadeyi görünce sebebini anlamıştım. "Kız o çocuk kimdi?" Gözlerimi devirerek içeri girdim. Ayakkabımı çıkarıp ayakkabılığa koydum. Annem hala etrafımda pervane olmuş benden cevap bekliyordu.
"Of anne sınıftan işte. Bırakmak istedi ben de kabul ettim." Yalan söylememiştim ama tam da değildi. Olsun, çıkıp anneme 'Çocuk beni sevdiğini söyledi, beraber bir kafeye gittik.' desem annem düşüp bayılırdı herhalde. Annem dudağımda ki yara bandını yeni fark ediyormuş gibi kaşlarını çatmıştı. "Dudağına ne oldu kızım senin?" Elimi istemsizce dudağımda ki yaraya değdirmiştim.
Canımın acımasıyla yüzümü buruşturdum. "Küçük bir kavga oldu anne. Öyle, ama iyiyim." Annemi koridorda tek bırakarak odama girdim. Annem arkamdan seslense de cevap vermedim. Çantamı dolabın kenarına koydum. Ardından dolaptan beyaz pantolon ile yeşil tişört çıkardım. İç çamaşır da çıkarıp odamdan çıktım. Banyoya girip kısa bir duş aldım.
Üzerimi giyinip banyodan çıktım. tekrar odama girip çekmecemden tarağımı çıkardım. Aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı taradım. Daha çabuk kuruması için saçımı açık bıraktım. Dolaptan siyah sırt çantamı çıkarıp omzuma taktım. Cebine bir miktar para da koyarak telefonum ve kulaklığımı da alıp odamdan çıktım.
"Anne ben kitapçıya gidiyorum. Kitap alacağım." Ayakkabılarımı giyerek anneme seslenmiştim. "Tamam kızım, geç kalma. Ayrıca dikkat et kendine. Akşam da olanları düzgünce anlatacaksın." Bir şey demeden çıktım evden. Akşam için bir bahane uydurup erkenden uyumalıydım. Böylece kendimi kurtarmış olurdum. Anneme anlatamazdım.
Kulaklığımı takıp müzik dinleyerek yürümeye başladım.
Birkaç sokak ötede olan kitapçıya vardığımda heyecanlanmıştım. Yeni bir kitap yeni bir hayat. Hiç beklemeden hemen içeri girdim. Kasanın arkasında ki sandalye de oturan yaşlı adamı görünce gülümsedim. O da bana gülümseyerek "Hoşgeldin kızım" dedi.
"Hoşbulduk Ahmet amca." Diyerek karşılık verdim. Artık Ahmet amca da alışmıştı bana. Sürekli buraya gelir kitap alırdım. Bazen Ahmet amcanın yanında kalıp ona yardım ederdim. Vaktimi bu şekilde değerlendirmek hoşuma gidiyordu.
Kitap raflarına yönelip hayranı olduğum manzarayı izledim. Gerçekten harikaydı. Neden kitapları ve onları bu kadar çok sevdiğimi bilmiyordum. Ama iyi ki de seviyordum. Onlar benim başka bir hayata geçişimin anahtarlarıydı.
Romantizm konulu kitapların olduğu rafa doğru yöneldim. Biraz bakındıktan sonra uzandığım kitabı raftan çıkarıp inceledim. Mehtap
Fırat' ın 'Kutup Yıldızı' isimli kitabıydı. Özetini okudum. Güzel bir kitaba benziyordu. Bu kitabı almaya karar verdim.
İki kitap daha almak istiyordum. Kitap konusunda oldukça aç gözlü olabilirdim.
Biraz daha göz attıktan sonra John Smıth' in 'Psikopat' isimli kitabını ve Ahmet Ümit' in 'Kırlangıç Çığlığı' kitabını da alarak kasaya yöneldim. Eğer biraz daha durmaya devam edersem buradan bir türlü çıkamayacaktım çünkü. Hep böyle oluyordu. Giriyor ve buradan çıkmak bilmiyordum.
"Ne kadar Ahmet amca?" Diyerek kitapları gösterdim. "45 lira kızım." Başımı sallayarak çantamdan elli lira çıkarıp Ahmet amcaya uzattım. Para üstünü de alarak "İyi günler," diyerek çıktım. Kitapları özenle sırt çantama yerleştirdim.
Temiz havayı ciğerlerime çeke çeke yürümeye başladım. Sokaktan sola döndüğüm zaman gördüğüm manzara karşısında elimle ağzımı kapattım. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım neredeyse. Pelin' i karşıda ki kaldırımda yere oturarak ağladığını gördüm. Hemen yanlarında İki çocuk daha vardı. Sırtları bana dönük olduğu için kim olduklarını göremiyordum ama kavga ediyorlardı. Daha çok biri diğerini fena halde hırpalıyordu.
Hemen koşarak Pelin' in yanına gittim. "Pelin ne oldu sana?" Diyerek bağırmıştım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Benim bağırmamla kavga edenlerin dikkatini üstüme çekmiştim. Ama bu Toprak' tı. Dövdüğü çocuğu ise tanımıyordum. Toprak ile göz göze geldik. Üç saniyelik göz temasını keserek tekrar çocuğu dövmeye devam etti.
Neler oluyordu burada?
"Pelin neden ağlıyorsun, iyi misin?"
Hıçkırıklarının arasından "İ- iyiyim, sadece çok korktum." Demişti. Ne demek istediğini anlamamıştım, ne için korkmuştu? Tahminim bile yoktu. Gözlerim Toprak' ın dövdüğü çocuğa kayınca hemen ayağı kalktım.
Ne yapıyordu bu? Çocuğu öldürmek mi istiyordu. Hızla Toprak' ın yanına gidip "Ne yapıyorsun sen? Öldürecek misin çocuğu?" diye yüksek sesle sormuştum. Ama Toprak sadece bir bakış atmış çocuğu dövmeye devam etmişti.
Hemen Toprak' ı kollarından tutup çekiştirmeye çalıştım ama başaramadım. "Toprak yapma, öldüreceksin!" Beni tınlamıyordu bile. Yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Şakaklarında ki birkaç damar seğirdiğine şahit olmuştum. Tekrar Toprak' ın kollarından tutup onu çekiştimeye çalıştım. Olmuyordu. Mübarek öküz gibiydi! Kımıldamıyordu bile.
"Toprak yeter! Bırak onu!" Diyerek bağırdım. Sonunda dikkatini çekmiş ve bana bakmıştı. Sağ eli havada asılı kalmıştı. Şuan sadece bana bakıyordu.
Tekrar çocuğu dövmeye devam etmemesi için havada kalan elini ve çocuğun yakasında ki elini tutup onu ayağı kaldırdım. İtiraz etmeden kalktığı için sıkıntı yaşamamıştım. Gözlerim yerde baygın yatan çocuğa kaymıştı. Ağzı yüzü kan içinde kalmıştı. Yüzünde birçok morluk oluşmuştu.
Toprak ile hâlâ aynı pozisyonda olduğumuzun farkına varınca hemen elimi elinden çektim. O da kendine gelmeye başladı. "Ne oluyor burada?Bu çocuğun hali ne?"
Tekrar gözleri o çocuğu bulunca kaşlarını çatmıştı. Tam eğiliyorken tekrar kolundan tutup durdurdum onu. "Toprak yeter! Ne hale sokmuşsun çocuğu! Daha ne yapacaksın, öldürmek mi istiyorsun?"
"Deniz, hiçbir şey bilmiyorsun."
"Evet ama yine de onu bu hale getirmen gerekmezdi." Eliyle alnını ovaladı. Elimi kolundan çektim. Çocuğa doğru gideceğim sırada Toprak kolumu tutarak engelledi beni. Yüzümü ona döndüm. Neden engel olduğunu soran bakışlar attım. Ancak o beni tınlamadı bile. Eli kolumdayken pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı. Birini arayarak "Konum attığım yere gel, bu şerefsiz herifi al ve hastanenin önüne bırakıp kaybol." diyerek telefonu kapattı. Kolum hala elindeyken kendisiyle birlikte beni de Pelin' in yanına getirdi. Kolumu onun elinden kurtardım. Pelin ise ağlıyordu. Ne olmuştu burada? Hala anlayamıyordum.
" Hadi kuzum kalk yerden" Diyerek elini tutup yerden kaldırdım. Toprak da Pelin' i kendisine çekip sarıldı.
Pelin de kollarını Toprak' ın vücuduna sarmışken ben ise sadece onları izliyordum. "Hadi, gidelim."
Toprak' ın konuşmasıyla Pelin başını sallayarak geri çekildi. Toprak narince
Pelin' in gözyaşlarını sildi. Ardından bana dönerek "Sende bizimle gel." dedi.
"Gerek yok ben kendim giderim. Hem evim de yakın zaten."
Toprak kaşlarını çatmış hemen ardından "Bizimle gel Deniz, görmüyor musun dışarısı it kopuk kaynıyor?" Diyerek yerde ki çocuğu işaret etmişti. Ne demekti bu? Pelin' e bir şey mi yapmıştı bu çocuk?
"Deniz, sende bizimle gel lütfen. Bugün benimle kal, tek başıma kalmaktan korkuyorum." Pelin' in söyledikleri ile "Olmaz Pelin, siz de kalamam." diyerek açıklama yaptım. Onu bu halde bıramak istemiyordum ama evinde de kalamazdım.
Daha çok ısrar edince Toprak' a yandan bir bakış attım. Başını sallamıştı kal der gibi. Pelin' e dönerek "Anneme haber vermem gerek, ve yarın için kitaplarımı da almalıyım." dedim.
"Annene haber ver, kitaplarını yarın sabah okula gitmeden önce alırız." Dedi Toprak. "Tamam" diyerek telefonumu çıkarıp annemi aradım. İkinci çalışta açmıştı.
"Alo, anne ben bugün bir arkadaşımda kalacağım. Haber vereyim dedim."
"Hangi arkadaşın kızım?"
"Pelin. Anne ben seni ararım yine haber ederim."
"Tamam, babanı merak etme. Ben hallederim. Sen dikkat et kendine."
Anne gibi anneydi be. Kurban olduğum benim.
"Tamam anne, Görüşürüz." Telefonu kapatıp cebime koydum.
"Hadi gidelim." Dedi Toprak. Pelin ile aynı anda başımızı salladık. Toprak yolun karşısında ki siyah mercedesi gösterince o yöne doğru yürüdük. Şaşırmamıştım. Zengindi sonuçta. Pelin arkaya oturunca ben de onun yanına oturdum. Toprak da şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırmıştı.
***