Bölüm3

2453 Words
Bölüm3 Her zaman ki gibi erkenden uyanmıştım. Toprak' ın tişörtü yıkanmış ve kurumuştu. Sırt çantamın içine katlayarak koyduktan sonra kahvaltı yapmak için mutfağa girdim. Annem ve babam masaya oturmuş kahvaltıya başlamışlardı. "Günaydın," diyerek bende her zaman oturduğum sandalyeme oturup karnımı doyurdum. Otobüsle gidecektim ve okula geç kalmamak için acelece kahvaltı yapmış ve evden çıkmıştım. Güneş tam tepede varlığını belli ediyorken, bir yandan da hafif rüzgar esiyordu. Rüzgarın etkisiyle koyu kahverengi saçlarım arkaya doğru uçuşuyordu. Gökyüzüne bakıp derin bir nefes çektim içime. Kulaklığımı takıp durağa kadar şarkı dinleyerek gitmiştim. Durağa varınca banka oturup otobüs beklemeye başladım. Yaklaşık beş dakikaya gelen otobüse bindim. Kartımı okuttuktan sonra cam tarafında boş bir yere oturdum. Başımı cama yaslayarak gözlerimi kapattım. Otobüsün okula en yakın durakta durmasıyla diğer insanlarla beraber bende indim. Aralarında ki tek öğrenci bendim sanırım. Yolun karşısına geçip tekrar yürüdüm. Okula geldiğimde bahçeden içeri girip yürümeye başladım. Yine çoğu öğrenci erkenden gelmiş ve bahçeyi doldurmuştu. Çardakların birinde oturan bir grup kızın, ben ve Toprak ile ilgili konuştuklarını duymuştum. Ama daha önce de dediğim gibi umrumda değildi artık. Kim ne derse desin, umursamıyordum. Birkaç gün konuşur sonra susarlardı. Uzatmak yersizdi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak binanın içine girdim. Sadece yere bakıyordum. Kimseyle muhattap olmak istemiyordum. Merdivenlerden yukarı çıktım. Kendi katıma geldiğimde uzun ve kalabalık koridor karşılamıştı beni. Kimseye temas etmeden yanlarından geçmeye çalışırken biriyle çarpışmam bir olmuştu. Çarpmanın etkisiyle dengemi sağlayamayarak bir adım gerilemiştim. Dengemi sağladığımda ise başımı kaldırdım ve bana çarpan çocuğa baktım. Sırıtarak bakıyordu. Beni göremiyor muydu? Kesinlikle bilerek çarpmıştı. "Ah pardon ufaklık, yanlışlıkla oldu." Dedi sanki bilerek çarpmamış gibi. Birkaç kişinin gözlerini üzerimizde hissedebiliyorken dönüp onlara bakamadım. Muhtemelen kızıp onunla uğraşacağımı sanmıştı. Ama ben sadece boş bakışlarla bakmakla yetinmiştim. O ise istediğini alamamanın etkisiyle yüz ifadesi bozulmuştu. İşte bazen susmak en iyi cevaptır dememin en güzel kanıtı tam karşımda duruyordu. Yanından geçip gidecekken kolumdan tutmasıyla gerilemiş ve karşısında durmuştum."Ne  yapıyorsun!" Sesim kısık fakat sert bir şekilde çıkmıştı. Ne yaptığını sanıyordu o? Ne hakla bana dokunma eyleminde bulunabiliyordu. Yine sırıtıyordu. Cidden bu çocuğun sırıtmayla ne gibi bir derdi vardı da her seferinde sırıtıyordu? Sırıtınca çekici göründüğünü mü sanıyordu? "Kaçan kovalanır misali kaçıyorsun demek ufaklık?" Gözlerimi yere indirdim. Cidden hiç bir şey söylemek istemiyordum ona. Ne söylersem söyleyeyim yine lafı dolandırır kendi istediği şekilde sunardı. Eliyle çenemden tutup başımı kaldırdığı sırada elini ittirip geriye çekildim. "Bana bir daha sakın dokunma!Anladın mı? Sakın!" Ona bana dokunmaması gerektiğini söylemişken hala nasıl dokunuyordu. Anlamıyor muydu, yoksa anlamamazlıktan mı geliyordu? Yanından hızla geçip sınıfıma girdim. Sinirlerim bozulmuştu. İstemediğim birinin bana dokunmasından nefret ediyordum. Hele ki karşı cinsten biriyse tiksiniyordum. Bakışlarım yine yerdeyken sırama gidip oturdum. Oğuz' un sesiyle onu yeni fark etmiştim. "Günaydın Deniz." "Günaydın." Aklım hala koridorda olanlardaydı. Neden herkes bu şekilde üstüme geliyordu. Ben kimseye bir şey yapmamışken hem de. Gerçekten artık yorulmuştum. Dışlanmaktan, bir böcek gibi ezilmekten ve hiçbir şey olamamış gibi devam etmekten gerçekten yorulmuştum. İnsanlar hep istediklerini yapan kişilerle arkadaşlık kuruyordu. Oysa ki sadece menfaat için. İşlerine yaramayan kişileri de insan değillermiş gibi ezmeye çalışıyorlardı. Evet belki onların istediği gibi biri olmadım ama kimseyi de hor görüp küçük düşürmedim. *** Tenefüs zili çalınca, Oğuz bahçeye çıkalım demişti. "Tamam, sen git ben de lavaboya gidip geliyorum." Başını salladı ve benden önce sınıftan çıktı. Bende peşinden çıkıp lavaboya girdim. Boş olması işime gelmiş ve hemen kabinlerden birine girmiştim. İşimi hallettikten sonra elimi sabunla yıkamış ve peçeteyle kurutarak çıkmıştım lavabodan. Merdivenlere doğru yönelen Toprak ve yanında ki çocuğu görünce birden Toprak' ın ismiyle seslendim. Arkasını dönüp bana bakınca bir dakika işareti yapıp hemen sınıfıma girdim. Çantamdan çıkardığım tişört ile sınıftan çıkacakken onun kapının yanında ki duvara yaslı bir şekilde beklediğini görünce karşısına geçtim. Yanında ki çocuk gitmiş olmalıydı. Elimde ki tişörtü ona uzatınca kaşlarını çatarak 'Bu ne?' gibisinden bir bakış atmıştı. Ne olduğunu gayet iyi biliyordu. İma ettiği şey ise kesinlikle neden tişörtü ona geri verdiğim olmalıydı. "Tişörtün, yıkayıp getirdim. Teşekkür ederim tekrardan." "Getirmene gerek yoktu, sende kalabilirdi." Omuz silktim. "Al hadi, elim koptu." Gülmüş ardından tişörtü almıştı. Etrafa bir bakış atmış ve hızla tişörtünü çıkarmıştı. Ben ağzımdan kaçan çığlıkla elimi ağzıma götürmüş ve arkamı dönmüştüm. Çıldırmış mıydı bu çocuk? Ortalık yerde ne diye üstünü çıkarıyordu? Gerçi koridor da bizden başka kimse yoktu. Ama ben vardım, karşımda  yapmış olduğu şey hiç doğru değildi. Benim tepkime kahkaha atmış, "Dönebilirsin." demişti. Başımı hayır anlamında sağa sola sallayınca tekrar kahkaha atmıştı. Bu sefer kendisi benim önüme geçmişti. Üstünde ki beyaz tişörtü çıkarmış ve geri verdiğim tişörtü giyinmişti. Amaç neydi? "Niye aniden üstünü çıkarıyorsun, ayıp değil mi?!" Tekrar gülmüş ve omuz silkmişti. Elinde ki beyaz tişörtü duvar kenarında duran çöp kutusuna atmıştı. Yazık olmuştu güzelim tişörte. Hiçbir şey demeden yanından geçip merdivenlere yönelmiştim. Merdivenlerden inerken o da arkadan geliyordu. İnsanların keskin bakışlarına maruz kalmamak için adımlarımı hızlandırıyor ve Toprak ile aramı açıyordum. Binadan çıkmış ve bahçeye kısa bir göz gezdirmiştim. Oğuz' u ağaçlıkların olduğu bankta oturur halde görünce yanına gittim. Başını kaldırıp bakmış ve tekrar telefonuna dönmüştü. Bir yandan oyun oynarken diğer yandan da benimle konuşuyordu. "Niye geç geldin ki? Bir sorun mu çıktı?" Cansu ve arkadaşları yüzündendi bu tavrı. Gülümsedim. "Toprak' ın tişörtünü getirmiştim. Onu görünce vereyim dedim." Dememle başını sallamış ve oyuna konsantre olmuştu tekrardan. Telefonu elinden hızlıca çekip arkama sakladım. Oğuz bana şaşkınlıkla bakarken "Ne? Oyun oynayacaksan ben sınıfa çıkayım." diyerek kızdım. "Tamam oynamıyorum." Dediğinde telefonunu geri verdim. Telefonu cebine koyarak bana döndü. "Deniz, daha önce neden hiç arkadaşın olmadı? Yani sen mi istemedin?" "Onlar gibi olmadığım için herkes bana ön yargıyla yaklaştı Oğuz. Biri de çıkıp bu kızı böyle kabul edelim, yalnız değil de bizimle olsun demedi." Arkama yaslanarak rahat davranmaya çalıştım. "Biliyor musun Deniz? Benim de daha önce hiç arkadaşım olmadı. Evet zengin olduğum için birkaç kişi grubuna almak istedi ama ben kabul etmedim. Beni param için değil ben olduğum için sevmediklerinden kabul etmedim." Yine gözleri dolmuştu kuzumun. Oğuz gerçekten çok duygusal ve naif bir erkekti. En ufak bir şeyde oturup hüngür hüngür ağlayacağına adım kadar emindim. Gözlerinin dolmasını saklamak istercesine yüzünü diğer tarafa çevirince onun bu masum ve şirin haline gülümsedim. Elimle çenesini kavrayıp yüzünü kendime çevirdim. "Oğuz kuşum, gözlerin mi doldu senin? Kıyamam ki ben sana." Burnunu çekti ve kısık sesiyle konuştu. "Deniz, beni hiç bırakma olur mu?Anne ve babam gibi beni bırakıp gitme sakın." Oğuz' u kendime çekip sarıldım. Oğuz' un ailesi onu bırakıp gitmiş olmalıydı. Ya da hayatta değillerdi. Bilmiyorum. Ailesini kaybettiği gibi beni de kaybetmek istemiyordu. Onun sevgiye ihtiyacı vardı. Bunu şu kısacık sürede çok iyi kavramıştım. "Olur, seni hiç bırakmam Oğuz." Dedim onu rahatlatmak isterken. "İyi ki varsın." Diyerek geri çekildi. Burnunu çekerek gözyaşlarını sildi. Burnu ve göz çevreleri ağlamanın etkisiyle hafif kızarmıştı. "Tişörtüme hep salyalarını akıtmışsın Oğuz. Bana bir tişört borçlusun." Onun gülümsemesi için konuşmuştum ve etkili de olmuştu. Başı geriye düşmüş, kahkaha atıyordu "Pislik!" "Tamam, sana bir tişört borçluyum." Diyerek tekrar kahkaha attı. *** Öğlen arasında yemekhaneye gitmiştik Oğuz' la. Sıraya giren yine Oğuz olmuştu. Ben ise arka masalardan birinde oturmuş Oğuz' u bekliyordum. Elinde iki tepsi ile geri döndü. Birini benim önüme koyarken diğerini kendi önüne koymuştu. Ardından karşıma oturmuş, yemeğimizi yemeye başlamıştık. Ne kadar aç olsam da yine de tabağımdakileri bitirememiştim. Oğuz da yemeğini yiyince tepsilerdeki fazlalıkları çöpe boşaltıp tepsileri masaya koyup çıktık yemekhaneden. Kütüphaneye gidip kalan vaktimi orada geçirmek istiyordum. "Oğuz, hadi gel kütüphaneye gidelim." Başını sallamış ve hemen ardından "Gidelim" demişti. Yönümüzü değiştirip kütüphaneye doğru yol aldık. Ben önde Oğuz arka da yürürken kütüphaneye ulaşmış, kapıyı açıp içeri girmiştik. Bizden başka kimse yoktu burada. Yine kendimi büyülenmiş gibi hissediyordum. Kitap okumak benim için farklı yaşamları tatmak demekti. Farklı karakterlere bürünmek, değişik hayatlar yaşamak benim için harika bir şeydi. Aslında okuduğum her hikâyenin başrolü bendim. Mutlu olan, üzülen, çeşitli ruh hallerine bürünen kişi bendim. Normal hayatta değilde kitaplar da yaşamak isterdim. Elimi hep olduğu gibi raflarda gezdirdim. Durdum. Elimin altında duran kitabı raftan çıkarıp inceledim. Stefan Zweig' in 'Ay Işığı Sokağı' isimli kitabıydı. Bu kitabı daha önce okumak istemiştim ama bir türlü diğer kitaplarımdan fırsat bulamamıştım. Şuan bu kitabı okumak istiyordum. Saate baktım henüz vaktim vardı. Hemen sandalyeye oturdum. Oğuz da bir kitap alıp yanımda ki sandalyeye oturmuştu. Ben kitabı ilk önce inceler, açıklama kısımlarını okur öyle başlardım. Kitabı açıp sayfalarda gezindim. Okumaya başlamıştım. Gerçekten hoşuma gidiyordu. Baya bir ilerlemiştim. Bir süre okuduktan sonra zilin sesiyle kitabı almak için kayıt defterini doldurdum. Oğuz da kayıt defterini doldurmuştu. Ardından kitabı alarak kütüphaneden çıktık. Koridorlar kalabalıklaşmaya başlamıştı. Herkes sınıflarına yöneliyordu. Biz de merdivenleri çıkarak sınıfımızın olduğu kata geldik. Koridorda insanların arasından geçerek sınıfa girmiştik. Oğuz önde ben de arkasında sıramıza ilerleyip oturduk. Elimde ki kitabı çantama koydum. Başımı sıraya gömerek gözlerimi kapattım. Hoca gelene kadar bu şekilde kalmak istiyordum. Fakat gelen gürültülü seslerden bunun olmayacağını anlamıştım. Cansu ve arkadaşları Pelin' in başında dikilmiş ve ona hesap soruyorlardı. Ne olduğunu anlamak ister gibi dikkat kesildim. Sınıfta sadece Cansu' nun sesi çıkıyordu. Herkes susmuş gösteri izler gibi olanları izliyordu. "Bir daha sakın benim lafımı ikiletme!Yoks-" Pelin onlara karşılık vermiyor sadece başı önüne eğilmiş bir şekilde duruyordu. Onların Pelin' e bu şekilde davranmalarına izin veremezdim. Ben de Pelin' in olduğu duruma birçok kez düşmüştüm. Onun aksine kimse yanımda durmamıştı. Ama ben sessiz kalmayacaktım. Belki de ilk defa birilerine karşı çıkma cesaretini kendimde buluyordum. Sıramdan kalktım. Oğuz ne yapacağımı anlamış gibi kolumdan tutarak durdurmuştu beni. Hiçbir şey demeden kolumu Oğuz' un elinden çekip Cansuların yanlarına doğru yürüdüm. "Yoksa ne yaparsın? Onun da mı başından aşağı kola dökersin?" Diyerek sözünü kesmiştim. Bakışlarını Pelin' den alıp bana çevirmiş ve öfkeyle bakmaya başlamıştı. "Sen, gerizekalı! Bana karşı çıkma cesaretini nereden buluyorsun?!" Kendini gerçekten de ne zannediyordu bu? Okulun sahibi falan mı? Güldüm. Benim gülmem hoşuna gitmemişti. Kaşlarını daha bir çatmış ellerini yumruk yapmıştı. "Sen kendini ne zannediyorsun Cansu? Buraların ağası falan mı? Ama şunu hatırlatayım. Değilsin! Kendini daha fazla kandırma!" Arkadaşlarına attığı bakış ile ikisi de birden kollarıma yapışmış beni etkisiz hale getirmişlerdi. Şaşkınlıkla Cansu' ya bakıyordum. Benim yüzüm de oluşan ifade hoşuna gitmeye başlamış gibi güldü. Oğuz' un sesiyle başımı o tarafa çevirdim."Bırak onu Cansu!" Daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyorum. Oğuz' u ilk defa bu şekilde görmüştüm. O da benim gibi kimseye karşı çıkamazdı. İki günde bunu anlayabilmiştim. Ama şuan yanlış görmüyorsam Oğuz, Cansu' ya beni bıramasını söylüyordu. Cansu Oğuz' un dediklerini tınlamamıştı bile. Daha çok onu alaya almıştı. "Ne o, yoksa bu sümsüğe mi aşıksın?" Cidden daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünüyordum. Saçmalıktı! Nasıl böyle bir şey düşünebilirdi. Ayrıca herkesin içinde bunu dile getirmesi hiç hoş değildi. Artık herkes öyle olduğunu sanacaktı. İlk önce Toprak ile adımı çıkarmışlardı, şimdi de Oğuz  da mıydı sıra? Ben öfkeyle ona bakarken o sadece eğlendiğini belli eden bakışlar atmakla yetiniyordu. "Benim hayatım sizi ilgilendirmez! Şimdi Deniz' i bırak!" Yanımıza kadar gelmişti. Oğuz beni kızların ellerinden kurtarmak için hamle yaparken Cansu arkamızda ki birilerine tekrar bir bakış atmıştı. İki saniye içinde, iki erkek bu sefer Oğuz' un kollarından tutmuş ve onun da hareket etmesine engel olmuşlardı. Allah aşkına bu okul nasıl bir şeydi?Çete oluşturmuşlardı resmen! Ayrıca bu hoca da nerede kalmıştı? Neden hala sınıfta değildi? "Cansu saçmalamayı kes ve bizi bırak!" Diyerek tısladım. Gerilmeye başlıyordum. Amacı neydi bu kızın? Bir adım attı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Bana karşı gelmenin cezasını çekeceksin sümsük! Kimse bana karşı gelemez! Anladın mı?" Cidden bu kızın psikolojisi bozulmuş. Ne dediğinin farkında mıydı?Cezaymış! Ne yapabilirdi ki? "Cansu bırak onları lütfen. İstediğin şeyi yaparım, lütfen bırak. Onların bir suçu yok." Pelin' in Cansu' ya yalvarır gibi konuşması sinirlerimi bozmuştu. Evet zamanında ben de küçük düşürülmüştüm, hala da öyleyim ama asla birine yalvarmamıştım. Saçmalıktı. Herkes susmuştu ve olanları izliyordu. Korkuyorlar mıydı Cansudan? Neydi bu sessiz kalışlarının sebebi? "Kes sesini sen!" Cansu Pelin' in saçını çekince kendime hakim olamayarak Cansu' nun ayağına tekmemi geçirdim. Yere düşünce sinirle arkadaşlarına bağırmıştı. "Düzgün tutun şunu!" Kızlar kollarımı daha sıkı tutmuşlardı. Biri sağ ayağımı diğeri de sol ayağımı ayaklarının arasına alıp sıkıştırmışlardı. Cansu ayağı kalkarak benim karşıma geçmiş ve hiç beklemediğim anda yüzüme tokat atmıştı. Başım sağ tarafa doğru dönmüştü. Yanağımda ki acıyla gözlerim dolmuştu. Oğuz' un ve Pelin' in bağırışları Cansu' yu tınlamıyordu bile. Başımı kaldırdım ve o iğrenç yüzüne baktım. "Kafam acıyacak belki ama buna katlanabilirim." Diyerek onun anlaması için zaman vermeden kafa atmıştım. Ne kadar sert vurduysam başımda bir ağrı oluşmuştu. Cansu yere düşmüş ve burnunu tutarak inlemişti. Burnundan akan kanı engellemek için eliyle kapatıyordu. Benim de başıma bir ağrı girmişti. Ama eminim ki Cansu' nun burnu kadar değildir. Kendimi bununla teselli edebilirdim sanırım. Kızların birinin saçımı çekmesiyle çığlık attım. Oğuz' un çırpınması ile onu tutan çocuklar Oğuz' u daha sıkı tutmaya başlamışlardı. Pelin ise belki de farkında olmadan yaptığı şey için daha sonradan pişmanlık duyacaktı. Benim saçımı çeken kızın saçını çekip beni kurtarmıştı. Saç diplerimde oluşan acı canımı çok yakıyordu. Oğuz hala kollarını tutan çocuklardan kurtulamamış hatta onu tutan kişi sayısı artmıştı. Cansu ayağı kalktı. Hala bir eli burnundaydı. Burnunda olan eli kana bulanmıştı. Sinirlenmiş görünüyordu. Yapacağı şeyi az da olsa anlayıp başımı biraz hareket ettirmiştim ama yine de dirseğinden kurtulamamıştım. Yüzüme vurmasıyla ağzımdan kaçan çığlığa engel olamamıştım. Dudağımda hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Cansu elini yumruk yapmış kaldırıp yüzüme vuracağı sırada hiç beklemediğim bir şey olmuş ve Cansu' nun eli havada asılı kalmıştı. Gözlerim Cansu' yu engelleyen kişiye kaydı. Barıştı. Okulun ilk günü park yerinde tartıştığım çocuk. "İleri gidiyorsun! Şimdi bırakın kızı!" Yeni mi aklına geliyordu olaya el atmak? Yarım saattir burada kaos dönüyordu ve Barış Bey henüz yeni yerinden kalkabilmişti yerinden. Afedersiniz Barış Bey, biz rahatınızı bölmeyelim? Cansu yine pis pis sırıtmış ve alayla konuşmuştu. "Sümsük kızın da ne kadar çok talibi varmış. Kıskanıyorum ama." Dudaklarını büzmüş, gözlerini kısarak üzülüyormuş gibi bir yüz ifadesi takınmıştı. Barış Cansu' nun elini yere indirip kendi elini onun elinden çekmişti. Ardından beni tutan kızlara bir bakış atmıştı. Kızlar önce kararsız bakışlar atsa da Barış' ın sert bakışları ile korkup bırakmışlardı beni. Bileğimi, serbest kalınca ovuşturdum. Hafiften kızarmıştı. Ben serbest kalınca Pelin ve Oğuz da serbet kalmıştı. Cansu bana yaklaşıp sadece benim duyabileceğim şekilde kulağıma fısıldamıştı. "Bu iş burada bitmedi sümsük. Bu kadar kolay değil." Diyerek burnunu tutup sınıftan çıkmıştı. Buse ve İrem de onun peşinden gitmişti. Onların çıkmasıyla tenefüs zilinin çalması bir olmuştu. Ders bitmişti ve lanet hoca hala ortalarda yoktu. Üstelik gürültüye gelen kimse de yoktu. Ne halt yiyordu peki bu hocalar? Ben kendi düşüncelerimle boğuşurken Oğuz ve Pelin yanıma gelmişti. Oğuz hemen beni kolları arasına alıp sımsıkı sarılmıştı. Gülmüştüm. Fakat gülünce dudağım acımış ve benim ağzımdan ufak bir inilti kaçmıştı. Oğuz hemen geri çekildi. Dudağımın halini görünce yüzünü buruşturmuştu. "Canın çok acıyor mu?" Tüm masumiyetiyle sorduğu soru karşısında başımı olumsuz anlamda sallayıp "Hayır," demiştim. Canımın acıdığını bilmemesi daha iyiydi. En azından oturup ağlamazdı. Bu düşünceyle gülmemek için kendimi sıktım. Gülersem canım daha çok acıyacaktı çünkü. Pelin olanlardan kendini suçlu hissediyordu. Başını önüne eğmiş ve fısıltı şeklinde çıkan sesiyle konuşmuştu. "Özür dilerim. Hepsi benim suçumdu." Ona yaklaştım."Hayır Pelin, kendini suçlama. Cansu zaten benden nefret ediyordu. Bugün olmazsa başka bir gün yine aynısı olacaktı." Cansu gerçekten hiç tekin bir kız değildi. Son iki yılımı zehir edeceğine adım gibi emindim. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD