Bölüm2
Ben şaşkınlıkla kızlar tuvaletine giren çocuğa bakarken, aynı zaman da bana uzattığı tişörte kaymıştı gözlerim.
Elinde tuttuğu siyah tişört onun olmalıydı. Üstelik üstünde ki tişörtle aynıydı. Gözlerim tekrar gözlerine odaklanmıştı.
"Kızlar tuvaletinde ne işin var senin?"
Sol eliyle ensesini kaşırken sağ eliyle tekrar tişörtü bana doğru uzattı.
"Tişört getirmek için girdim."
İyi de ben böyle bir şey istememiştim ki kimseden. Neden bana yardım ediyordu?
"Yok, gerek yok yani." Dedim fakat gerçekten bir tişörte ihtiyacım vardı. Ama onunla aynı tişörtü giyemezdim. Gözlerini hiçbir şekilde gözlerimden ayırmadan konuşuyordu. Belki de bir başkası olsa vücut hatlarımın belli olduğu bedenimi süzer ve alay ederdi.
Başını yana çevirdi ve işaret parmağıyla burnunu kaşırken "Öyle gezme ortalıkla, giy şunu." dedi.
Yanaklarıma hücum eden kanın ısısı beni germeye başlamıştı.
O dedi diye değil de gerçekten ihtiyacım olduğu için aldım elinden.
Bana bakmadan arkasını döndü. "Kapının önündeyim, giyin gel sonra." Diyerek lavabodan çıkmıştı.
Gitmesini söyleyecekken beni dinlemeden çıkması hiç hoş değildi.
Rezil olmuştum! Tüm okulun önünde hem de!
Elimde duran tişörte baktım bir süre. Daha sonra kabine girip kendi tişörtümü çıkarıp onun verdiği siyah tişörtü giymiştim. Önünde ingilizce 'live your life' yazıyordu.
Hayatını yaşa.
Tişörtü giydikten sonra aynadan kendime baktım. Bana baya bir bol gelen tişörtün içinde kaybolmuştum sanki. Bu çocuk gerçekten de bu kadar kalıplı mı ya?
Tişörtün uzun gelen kısımlarını gizlemek için siyah kot pantolonumun içine sokmuştum.Böyle daha iyi duruyordu. En azından ilk sefer ki kadar da kötü değildi.
Kirli tişörtümü de alıp lavabodan çıktım. Çocuk kapının yanında ki duvara gözleri kapalı başını yaslamış, elleri cebinde bir şekilde bekliyordu. Kapının açılıp kapanmasından çıktığımı anlamış olmalıydı ki gözlerini açarak yaslandığı duvardan doğrularak karşımda durmuştu.
Şöyle bir baktıktan sonra dudaklarının arasına konan gülümsemeyi saklamak istercesine başını diğer tarafa çevirmişti.
Komik miydi?
"Niye gülüyorsun?" Duygusuz olduğunu düşündüğüm bakışlarımı ona diktim.
Hala sırıtıyordu. İnci gibi beyaz dişleri parıl parıl parlıyordu. Benim bile her gün fırçalamama rağmen bu kadar beyaz değildi.
Kıskanmamıştım!
"Sadece yakışmış diyecektim."
Omuz silktim ve yanından geçip merdivenlere yöneldim. Sınıfa çıkacaktım. Arkamdan duyduğum ayak sesleri ile peşimden geldiğini anlamam uzun sürmemişti. Benimle beraber gelince kaşlarımı çatarak durdum ve ona döndüm sorarcasına.
"Sınıfıma çıkamaz mıyım?" Tek kaşını kaldırarak sorduğu soruyla on ikinci sınıf olduğunu anlamıştım.
Bir şey demeden omuz silktim ve yürümeye devam ettim. O da yanımda yürüyordu. Karşımıza çıkan herkesin bize bakmasıyla rahatsız olmuştum. Bir an önce sınıfıma girmek istiyordum. Sınıfımın önüne gelince durdum ve ona döndüm. Onunda gözleri gözlerimi bulmuştu.
"Teşekkür ederim."
Sorun değil anlamında kafasını sallamıştı. Tam gidecekken durdu ve gözlerimin içine bakarak şunları söyledi.
"Çift gibi giyinmişiz ve yukarı çıkana kadar herkesin gözü üstümüzdeydi."
Gözlerimle ilk onu sonra da kendimi süzdüm.
Allah kahretsin!
Aynı tişört ve sade siyah kot pantolon.
Tişörtlerin aynı olduğunu biliyordum fakat pantolonla beraber öyle göründüğümüzün farkında değildim.
Ona baktım. Sırıtarak hiçbir şey demeden arkasını dönüp yanda ki sınıfa girdi.
Daha ilk günden gerçekten sinirlerim alt üst olmuştu.
Sınıfıma girip kendi sırama yöneldim. Elimde ki kirli tişörtü çantama sıkıştırıp cama dönerek masanın üstüne oturdum.
"İyi misin Deniz? Her yerde seni arıyorum!" Oğuz' un sesiyle arkamı döndüm. Endişeyle karışık öfkesi bir an bende gülme isteği uyandırsa da kendimi tutmayı başarmıştım. Daha ilk günden kendimi ona çok yakın hissediyordum.
"İyiyim, merak etme." Dedim daha fazla endişelenmemesi için.
Yanıma geldi ve benim gibi masanın üstüne oturdu.
Gözleri giydiğim tişörtüme takılınca merakla sordu.
"Yanında fazladan tişört mü getiriyorsun?"
Gözlerim tekrar giydiğim tişörte kaydı. Bir an önce bu günün bitmesini ve eve gidip şu tişörtten kurtulmak istiyordum. Bizi gören herkes o çocukla sevgili olduğumuzu sanmıştı. Bu oldukça kötü bir durumdu. Gelir gelmez millete dedikodu malzemesi vermiştim resmen! Hakkımda ne düşündüklerini tahmin edebiliyordum.
"Hayır, ama bundan sonra öyle yapabilirim. Malûm bu tür olaylar çok sık başıma gelecek gibi hissediyorum!"
Oğuz' un ne kadar bu olayda suçu olmasa da beni koruyamadığı için kendini suçlu hissettiğini anlamıştım.
Hiçbir şey demeden gözlerini camdan dışarıya çevirmişti.
"Oğuz, kendini neden suçlu hissediyorsun? Senin suçun yok ki." Sol elimi onun omzuna koyarak söylemiştim. Gözleri gözlerimi bulduğunda "Benim tek arkadaşım sensin Deniz. Sana bu şekilde davranacaklarını bilmeliydim. Seni koruyabilirdim." dedi.
Hadi ama, gözleri mi dolmuştu onun?
Şuan küçük bir erkek çocuğunu andırıyordu. Normal bir durumda olsa Oğuz' un bu tavrına saatlerce gülebilirdim.
Bir anda bana sarılmasıyla ne kadar şaşırmış olsam da ben de ona sarıldım. Oğuz gerçekten çok masum ve iyi biriydi. Onun üzülmesini kesinlikle istemezdim.
"Oğuz, ağlamayacaksın değil mi? Bak tişört benim bile değil, sakın salyalarını akıtma!" Gülerek söylediklerim ile o da gülmüştü. Daha sonra geri çekilerek burnunu çekmiş ve "Kimin ki?" diye sormuştu.
"Bir tane çocuk verdi."
Kaşları hayretle havaya kalkmıştı.
"Neden ki, seni tanıyor muydu?"
Başımı olumsuzca salladım. "Bilmiyorum, tanımıyorum da."
Omuz silkmiş bir şey dememişti. Muhtemelen o çocuğun kim olduğunu merak ediyordu.
Sonra aklına bir şey gelmiş gibi aniden bana dönerek konuşmuştu. "Açsın değil mi? Yemek de yemedin. Hadi gel kantine inelim." Kolumdan tutup çekiştirmesiyle bir şey demeden yanında ilerlemeye başladım. Ne kadar aç olsam da iştahım kaçmıştı.
Sınıftan çıktıktan sonra merdivenlere doğru yürüdük. Tek tek merdivenleri inerken yine herkesin bakışları üzerimdeydi. Fena halde rezil olmuştum.
Ders ziline on dakika kalmasına rağmen biz kantine indik. Birkaç masa dışında tüm masalar boştu. Oğuz yine bir şeyler almak için sıraya girdi. Ama bu sefer önünde bir kişi tek vardı. Beni ise yine masada
Oğuz' u bekliyordum.
Oğuz' un önünde ki çocuk elindekilerle beraber sıradan çıkınca yüzünü görebilmiştim. O çocuktu, bana tişörtünü veren.
O da beni görünce sadece iki saniye gözlerime bakmış ardından gözlerini üzerimden çekip boş masalardan birine oturarak elinde ki tostu yemeye başlamıştı. Omuz silkerek bana doğru gelen Oğuz' a baktım. Tam karşımda ki sandalyeye oturunca elinde tuttuğu tost ve meyve suyunu bana uzatmıştı.
Başımı sağa sola salladım istemiyorum dercesine. Kaşlarını çatmış ve sinirli olmaya çalıştığı yüz ifadesiyle konuşmuştu. Aksine böyle daha tatlı ve komik duruyordu.
"Eğer yemezsen ben yediririm Deniz. Hadi aç ağzını." Diyerek tostu ağzıma doğru getirirken "Tamam, tamam ver ben kendim yerim," diyerek tostu aldım.
Tostu bitiremesem de Oğuz' u ikna edecek kadar yemiştim. Zilin çalmasıyla masadan kalkmıştık. Bizimle beraber o çocukta kalkınca Oğuz' un gözleri onda takılmıştı. Daha doğrusu tişörtünde.
Sonra aniden bana döndü. 'Ne oluyor' der gibi. Omuz silktim. Kolunu çekiştirerek çocuktan önce çıktık kantinden. Benden açıklama beklediğine emindim.
"Bana tişört veren çocuk."
"Toprak bu, 12 A sınıfında. Çocuğun okulun belalısı olduğu söyleniyor. Hakkında tek iyi bir şey dahi duymadım. Yakışıklı diye tüm kızlar etrafında pervane oluyor, yine de yanında bir tane bile kız görmedim ben. Sen yine de ona hiç bulaşma Deniz."
Omuz silktim.
Onun nasıl biri olduğu kimin umrunda ki? Yani benim umrumda değil.
"Ayrıca çift gibi görünüyorsunuz ve bu okulda ki kızların çıldırması için bir sebep Deniz."
İlgi alanıma girmiyordu bu konu!
"Oğuz, kimin ne dediği umrumda değil, ayrıca şu konuyu da kapat artık!Banane elin egolusundan!"
Sen bilirsin gibisinden bir baş sallamıştı. Sınıfa kadar hiç konuşmadan gelmiştik. Sınıfa girince Cansu ve arkadaşlarının beni görünce homurdaması şaşkınlıkla üstümü süzmeleri ve hemen ardından da laf atmalarına yine şaşırmamıştım.
"Şeytan! Daha ilk günden Toprak' a sırnaşmış. Üstünde ki tişörte bak, Toprağınkiyle aynı!" Daha çok arkadaşlarına yönelik konuşurken bir yandan benim duymam için de sesini yükselterek konuşuyordu.
Yanlarından geçerken Cansu' nun kulağına doğru eğildim ve sadece onun duyacağı şekilde konuştum.
"Ne o, Kıskandın mı yılan?"
Doğrulmuş ve hiçbir şey olmamış gibi yanlarından geçerek sırama oturmuştum. Şuan sinirden kıpkırmızıya dönen bir Cansu olduğuna, adımın Deniz olduğu kadar emindim. Keyfim yerine gelmişti. Yüzümde ki memnuniyet dolu gülümseme de bunun göstergesiydi. Hak etmişti! Susmama rağmen benimle uğraşmış ve bunu hak etmişti. Sadece sinir olması için o şekilde konuşmuştum, yoksa öyle bir şey mümkün değildi.
Oğuz' un soran bakışlarından,
Cansu' ya ne söyleyip de onu böyle sinir ettiğimi merak ettiğini anlamıştım.
"Boşver, önemsiz."
***
Okuldan çıkmış, bisikletimle evime doğru gidiyordum. Trafiğe takılmadan on dakikaya eve varmıştım. Tek katlı, küçük bir bahçesi olan evimiz vardı. Bahçede ki hamakta müzik dinlemek, çimenlere uzanıp gökyüzünü izlemek ve en çok da kiraz ağacının gölgesinde kitap okumaya bayılıyordum.
Bahçe kapısını ittirip içeri girdim. Çiçeklere basmamaya dikkat ederek kapıya ulaşmıştım. Zili çalıp annemin kapıyı açmasını bekledim.
Yaklaşık üç dakika sonra kapı açılmış ve annem köpüklü elleriyle karşılamıştı beni. Bulaşık yıkıyor olmalıydı.
Annemin yanağına sulu bir öpücük bıraktıktan sonra, ayakkabımı çıkarıp içeri aldım. Ayakkabılığa koyduktan sonra odama girdim. Çantamı dolabımın kenarına bıraktıktan sonra aynanın karşısında ki yansımama baktım.
Koyu kahverengi saçlarım, hokka burnum ve bal rengi gözlerim vardı. Beyaz tenim ve çenemde çukur gibi olan gamze ile abartılmayacak derece de güzeldim.
Gözlerim üstümde ki tişörte takıldı. Ne kadar bol olmuş olsa da, fena durmamıştı üstümde.
Dolaptan çıkardığım pijama, tişört ve iç çamaşırımı yatağın üstüne koydum. Alt çekmecemden mavi bornozumu alarak odadan çıktım. Babam bu saatlerde evde olmadığı için banyoya girip çıkarken rahattım.
Banyoya girmiş ve ılık güzel bir duş almıştım. Çok fazla iyi gelmişti. Gülümsedim. Bornozumu giyerek banyodan çıktım.
Kokusu evin her yerini sarmış olan kuru fasulye ve pilav beni bir hayli acıktırmıştı. Hemen odama gidip üzerimi giyindim. Saçlarımı kurutmadan tarayıp yandan ördüm. Odadan çıkıp banyoya girdim.
Toprak' ın tişörtünü makinaya atıp çalıştırdım. Ona tişörtünü geri vermeliydim. Bende kalamazdı.
Banyodan çıkıp mutfağa girdim. Anneme yemekleri tabaklara boşaltmasına yardımcı olduktan sonra beraber masaya oturmuştuk.
Annem günümün nasıl geçtiğini sorduğunda normal geçtiğini söyleyerek geçiştirmiştim onu. Kadıncağıza bugün yaşadıklarımı anlatsam kalp krizi geçirecek diye korkuyordum.
Yemek yedikten sonra bulaşıkları yıkamış ve odama çekilmiştim. Yatağıma girerek komidinin yanında ki kitabımı aldım. Kitap okuyacaktım.
Ayracın bulunduğu sayfayı açtığımda kitabımın son sayfaları olduğunu fark ettim. Yarın her zaman gittiğim kitapçıdan kitap almalıyı aklımın bir köşesine not ettim.
Kitabın son sayfasını da okuduktan sonra gözüme giren uykuya daha fazla direnmemek için kitabı komidine koyarak gözlerimi kapayıp uyumuştum.
***