Tanıtım.
Demir'in bakışları, tenimde dolaşırken dünyalar yıkılıyordu içimde. Gözlerinin koyu lacivert derinliğinde, benim için yaktığı yangını görebiliyordum.
Bu yangın, ikimizi de kül edecekti. Yatağın ılık karanlığında, ciğerlerime çektiğim her nefeste onun kokusu vardı. Parmak uçlarıyla dudaklarıma dokundu, sonra aşağıya, boynumun en narin yerine, orada nabzımın deli gibi attığı yere indi.
"Demir..." diye fısıldadım, sesim bir rüzgarın hışırtısı kadar zayıf. "Kuzeninin nişanlısı olmam seni mahvetmiyor mu?" Gözlerime, itiraf edilmemiş bir acı doldu. "Buna rağmen mi... böyle tutsak ediyorsun kendini bana?"
Onun gözlerinde bir şimşek çaktı. Yakaladığı bileğimi biraz daha sıktı, acıtacak kadar değil ama hissettirecek kadar. "Mahvetmek mi?" diye hırladı, yüzüme iyice yaklaşarak. Nefesi dudaklarıma değdi. "Seni her gördüğümde içimde kopan fırtınayı 'mahvolmak' sanmışsın, Dilber. O, bir hayatta kalma savaşı. Ve sen," diye vurguladı, dudakları tam kulağımın kenarındayken, "benim tek ilacımsın. Zehirim ve panzehrim,” dedi.
"Ben o adamın nişanlısıyım," diye ısrar ettim, son bir umutla gerçeği aramızda bir duvar örmeye çalışarak. "Başkasının yüzüğünü taşıyorum. Başkası bana... dokunuyor. Buna rağmen," diye devam ettim, sesim alçak ve çatallıydı, "bana hâlâ dokunmak istiyor musun? Kirli, yasak, başkasına ait bu bedeni, hâlâ istiyor musun?"
Bir an bile tereddüt etmedi. Cevabı, ağzının benimkine gaddarca basmasıyla geldi. Bu bir öpüş değil, bir işgaldi.
Ağzımın içini fethederken, elleri vücudumu keşfe çıktı. Göğüslerimi avuçladı, başparmakları sertleşen uçlarının üzerinde gezindi.
Ağzını çekti, alnım alnına değiyordu. Nefesimiz karışık, sıcak ve ağırdı. "İstiyorum," diye homurdandı, sesi yerin yedi kat altından geliyor gibiydi. "O yüzüğü çıkarıp atacağım. Onun dokunduğu her yeri, benim dokunuşumla temizleyeceğim. Sana ait olduğunu sandığı her santimini, bir daha asla unutamayacağı bir şekilde, benim olduğunu bileceksin diye işleyeceğim."
Elleri, kalçalarıma kaydı, sert ve talepkardı. "İstiyorum," diye tekrarladı, dudakları çeneme, oradan da boynumun oyduğuna indi. Isırarak, emerek iz bırakıyordu. "İçindeki o sesi susturmak için değil, daha çok duyabilmek için istiyorum. O inlemeleri, benim adımı fısıldadığın o anları."
Bir eli, bacağımın içinden yukarı, dizimin arkasına, sonra uyluğumun yumuşak iç kısmına doğru ilerledi. Nefesim kesildi. "Demir, lütfen..." diye mırıldandım.
"Lütfen ne, Dilber?" diye fısıldadı, ağzı en hassas yerime yakın, külotumun dantelli kenarının üzerindeyken. "Söyle. O yasaklı adamın ismini mi taşıyorsun yoksa benimkini mi haykıracaksın?"
"Seni istiyorum," diye patladı içimden, tüm o yasaklar, korkular ve sadakatsizlikler paramparça olmuştu. "Sadece seni, Demir. Sadece sen."
Bu itiraf, onun üzerindeki son ketemi de kopardı. "Benim olacaksın," diye homurdandı, son bir kez, nihai ve tartışmasız bir şekilde. "Bugün, burada ve sonsuza kadar. Bedenin, ruhun, her şeyin... benim."
Ve bu sözlerin üzerine, beni, o yasak ve ilan edilmemiş aşkımızın karanlık sularında boğulmaya, ama sadece onunla nefes almaya razı olarak bıraktı.