Kantin ve Timin Düzeni

660 Words
Kantinin kapısını açtığımda yüzüme vuran hava, antiseptik kokusundan tamamen farklıydı. Burada metal değil, ekmek ve kahve kokuyordu. Dışarıdaki sert disiplin, içeride sanki yumuşuyor ama bir şekilde hâlâ oradaydı; herkes aynı tempoda çatal kaldırıyor, aynı anda bardaklarını masaya bırakıyordu. Burası bile bir düzenin parçasıydı. Deniz el salladı. “Buradayız,” dedi. Masada beş kişi oturuyordu. Yüzlerini tanıyordum ama ilk kez hepsi bir aradaydı. Timin merkezindeydim artık — ve bu masada, her biri kendi sessiz gücünü taşıyordu. Caner, bana sandalye çekti. “Yeni hemşire hanım, hoş geldiniz. Bizde gelenler genelde uzun süre kalmaz ama siz duruşunuzdan belli, kolay kolay kaçmazsınız.” Gülümsedim. “Kaçmak, yanlış istikameti bilmekle olur Üsteğmenim. Ben sadece yolu izliyorum.” Gülüştüler. Caner’in gözlerinde oyunbaz bir ışıltı vardı. “Yolu izlemek tehlikelidir burada. Bizim yollar genelde patlayıcılarla doludur.” Masada Tarık sessizdi. Kalemini döndürüyordu, tıpkı zihninde düşünceleri döndürür gibi. Onun yanında oturan Zeynep, kaşlarını kaldırdı. “Karakaya. Dün akşam tatbikat sırasında hızlıydınız.” “Evet, Üsteğmenim.” “Disiplini seviyorsunuz belli.” “Seviyorum,” dedim. “Ama disiplinsizliğin de bazen öğreteceği şeyler vardır.” Tarık, kalemini durdurdu. Bakışı kısa, ama dikkatliydi. Bu timde kelimeler yanlış yerde kullanılamazdı; her cümle bir imtihandı. Aydın, yaşına rağmen dinçti. Kollarını masaya dayayıp başını eğdi. “Yüzbaşı’nın gözüne çabuk girersin gibi. O kolay kolay birini fark etmez.” “Fark edilmek istemem,” dedim. “İstememek bile bazen fark edilmek olur,” dedi. Sesinde yılların yorgun bilgeliği vardı. Deniz araya girdi: “Baba böyle konuşunca herkes susar, dikkat et Marya, şimdi destan anlatır.” Aydın gülümsedi, gözleri kahverengi ama derin: “Her timin bir dengesi vardır. Bizimkinde fazla zeka var, az sabır. Bu da tehlikeli karışım.” Gülüştüler. Sadece ben gülmedim. Çünkü haklıydı. Bir süre herkes yemeğine döndü. Kaşık sesleri birbirine karıştı. Sessizliğin içinde ben, herkesin hareketini ezberliyordum. Zeynep çatalı hep sağ elinin ikinci parmağıyla destekliyordu. Tarık sol eliyle su bardağını hiç kaldırmıyor, sadece kaydırıyordu. Caner’in parmakları sürekli yüzüğünü yokluyordu — alışkanlık ya da kayıp. Her ayrıntı, birer veri. Her veri, bir ihtimal. Kapıdan içeri giren sessizlik oldu önce. Sonra o sessizliğin sahibi. Ali Demir. Kantine adım attığında kimse emir almadı, ama herkesin duruşu bir milim dikleşti. Üniforması değil, bakışıydı bunu yaptıran. Yanında Eren vardı. Masamıza göz ucuyla baktı, başıyla selamladı. Ben de başımı çok hafif eğdim. Ne fazla, ne eksik. Zeynep, hemen oturuşunu düzeltti. “Yüzbaşım.” “Devam edin,” dedi Ali, sesi alçak ama keskin. Kendi masasına geçti. O anda garip bir şey hissettim — belki rüzgârın aniden yön değiştirmesi gibi. Yüzünün sert hatları, soğuk bir kaya gibiydi. Ama gözleri… insanın üstünde durduğunda sanki içini değil, içindekini ölçüyordu. Ben başımı önüme eğdim, çatalın ucundaki yemeğe baktım ama aklım orada değildi. İşte karşımda, beş aydır planladığım adam oturuyordu. Nefes alıyordu. Ve ben de yan masada, normal bir hemşireymiş gibi yemeğimi karıştırıyordum. Caner sessizliği bozdu. “Yüzbaşı’yla göz göze gelmek tehlikelidir,” dedi fısıltıyla. “Kimi korkudan, kimi hayranlıktan kaybolur.” “Ya kimseye ait olmayan bir bakışsa o?” dedim. Tarık’ın kaşları kalktı. “Kimsesiz bir bakış, çoğu zaman en tehlikelisidir.” Bu kez gülümsedim. “Ben tehlikeyi severim.” Zeynep, gözlerini kısmadan bana baktı. “Umarım söylendiği kadar güçlüsünüzdür. Burada kimseye torpil yok.” “Ben torpil değil, sabırla ilerlerim,” dedim. Cevap gelmedi ama masadaki hava değişmişti. Kantinde bir anda hoparlör cızırtısı duyuldu. “Tüm personel, akşam saat yirmi birde kısa brifing. Tim liderleri ve sağlık ekibi hazır bulunacak.” Ali başını kaldırdı, masanın diğer ucundaki Dr. Kemal’e doğru döndü. “Yirmi birde orada olun, Doktor.” “Emredersiniz.” Ali ayağa kalktı. Ceketinin düğmesini iliklerken kolundaki saat kadranı ışığı yakaladı. Bakışı bir an bana kaydı. Sadece bir an. Ama o anda, bütün revirin sessizliği aklıma geri döndü. Bu adamla her bakışma, bir adım daha yaklaşmak gibiydi — uçurumun kenarına, ama kendi isteğimle. Masadakiler dağıldıktan sonra Deniz yanımda kaldı. “Fark ettin mi?” dedi. “Neyi?” “Yüzbaşı, normalde kimseye öyle bakmaz.” Gözlerimi onunkine çevirdim. “Ben de kimsenin öyle bakışına alışık değilim.” Yalan söyledim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD