bc

Kuma Gecesi (+21)

book_age18+
8.6K
FOLLOW
106.6K
READ
dark
forbidden
love-triangle
reincarnation/transmigration
family
HE
love after marriage
age gap
fated
forced
opposites attract
second chance
friends to lovers
arranged marriage
curse
playboy
badboy
kickass heroine
neighbor
mafia
gangster
heir/heiress
drama
tragedy
lighthearted
serious
kicking
mystery
scary
bold
loser
city
mythology
office/work place
small town
cheating
childhood crush
disappearance
enimies to lovers
lies
secrets
war
surrender
addiction
substitute
like
intro-logo
Blurb

Dikkat yetişkin içerik ❤️‍🔥 +21 sahneler ayrıntılıdır‼️ Kişiler, olaylar tamamen hayal ürünüdür‼️

Müge, 23 yaşında, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde keman çalan, neşeli, içi müzikle dolu bir genç kadındır. Hayatı düzenlidir; ailesi onu destekler, sevgilisiyle gelecek planları kurar. Fakat bir gün, keman kursundan çıkıp sevgilisiyle buluşmaya gittiğinde, hayatının tüm notaları bir anda dağılır.Üç yabancı adam, onu zorla bir arabaya sürükler.

Müge ne olduğunu anlamadan, kendini Mardin’e, toprak kokulu bir konağın duvarları arasında bulur. Gerçek ailesi sandığı insanlar aslında onun biyolojik ailesi değildir; yıllar önce onu para karşılığında bu aşiretten almışlardır. Şimdi ise gerçek ailesinden 3 abisi onu İstanbul'dan kaçırmış “berdel borcunu” ödemek için onu bir adama kuma olarak vermeye hazırlanmaktadır.

Müge, modern bir hayatın içinden koparılıp törelerin hüküm sürdüğü bir dünyaya atılmıştır. Kaçmak, direnmek, susmak... Hangisi kurtuluşudur bilemez. Ama bildiği tek şey vardır: Kemanını sustururlarsa, kendisi de ölür.Bu, bir kızın kendi kimliğini, özgürlüğünü ve sesini yeniden bulma hikayesidir — telinden kaderi, notasından isyanı yankılanan bir hikaye.

chap-preview
Free preview
-Avluda Üç Soy, Bir Berdel-
MARDİN – AKÇA KONAĞI’NIN AVLUSU...  Mardin’in kalbinde, dağların arasına sinmiş bir taş konak vardı. Duvarlarında asırlık bir soyun yankısı, avlusunda zalim bir fırtınanın nefesi dolaşırdı. Akça Konağı… Gecenin içindeydi şimdi; duvarlarında sarmaşıklar, lambaların cılız ışığında hüzünle kıpırdanıyor, taş avluda yankılanan onlarca ayak sesiyle ürperiyordu. Kapı ağır ağır açıldığında, ölümün sesi içeriye doldu. Postalların yere vuruşu, taşların üzerinden yankılandı. Tok, kararlı ve meydan okuyan bir ritimle. O ritmin sahibiydi Cesur Avcıoğlu. Mardin’in gecesini bile karartan bir duruşu vardı onun. Uzun boyu, kumral teni, keskin hatlı yüzüyle bir dağ gibi dikiliyordu avlunun ortasında. Geniş omuzları arkasındaki onlarca korumayı gölgede bırakmıştı. Yüzünde ne bir tebessüm, ne bir korku izi. Yalnızca, yıllardır içini kemiren bir suskun öfkenin taşlaşmış hâli. Kiminin eli silahında, kiminin gözünde intikamın soğuk ışıltısı. Hepsi, Cesur’un bir bakışıyla ölümü göze alacak adamlardı. Karşılarında ise Akça Aşireti. Başta Faik Akça, yüzü çizgilerle dolu ama bakışları hâlâ sert bir adam. 58 yaşında ama diri bir adamdı. Gençliğinin delikanlılığı hala omuzlarında asılı gibiydi. Yanında oğulları Erdinç, Fırat, ve Emirhan. Sanki üçü de babalarının gölgesi gibiydi; aynı inat, aynı damar. Avlunun taş zeminine ay ışığı dökülmüş, her yüzü griye boyamıştı.Köşedeki nar ağacının yaprakları bile kıpırdamıyordu.Mardin gecesi nefesini tutmuştu. Ama o sessizlikte bile yankılanan bir geçmiş vardı. Ali ve Elif Avcıoğlu’nun kanı… Yıllar önce kanı toprağa dökülmüştü. Cesur’un babasıydı Ali. Kardeşi Elif, bir berdele kurban gitmesin diye direnmiş, sonunda ikisi de bir sabah cesetleriyle dağ başında bulunmuştu. Cesur o gün 19 yaşını yeni doldurmuştu. Kanın kokusunu ilk kez o gün duymuştu ve o koku, şimdi yeniden burnundaydı. Faik Akça’nın sesi geceyi böldü: “Bu konağın kapısı, yıllardır yas görmedi Cesur. Şimdi sen o yası geri getirmeye mi geldin?” Cesur’un gözleri kıpırdamadı. “Yas bizde hiç eksilmedi Faik Ağa,” dedi, sesi tok, içi yanık."Hatırlatayım...Siz üzerini halı gibi örttünüz.” Faik'in çenesi kasıldı. “Senin babanın kanı bizim elimizden akmadı. Ama sen her gelişinde o kanı önümüze seriyorsun. Ne istiyorsun daha?” Taş zeminde bir adım attı. Nefesler tekrar tutulmuş oldu. Akça konağının yanındaki konaklarda herkes balkonlara, pencerelere ve çatılara üşüşmüştü. “Adalet.” Bu kelime ağzından çıkarken avludaki hava ağırlaştı. “Amcam Halil vuruldu. Sakat kaldı. Kızımız Emine’yi, benim amcamın kanını döken Sefer kaçırdı. O utanç sizin soyunuzun alnında artık, bu sefer örtemediniz, Faik Ağa. Şimdi, bedelini istiyorum.” Faik öne atıldı. “Ne bedeli ulan!” diye kükredi.“Senin soyunla bizim soyumuzun hesabı yıllar önce kapandı! Sen babanın ölümüyle tekrar tekrar açmaya çalıştın ama izin vermem. Duydun mu!?” Cesur, gözlerinde buz gibi bir alayla. “Kapandı mı?” dedi sessizce. "Şimdilik herkes böyle bilmeye devam etsin bakalım. Bugün babamın ve halamın kanı için gelmedim ne de olsa...Amcamı vuran ve kuzenimi kaçıran oğlun Sefer'i istiyorum." "Sefer yok. Aradım bende ama yok. Bu utancı bize bırakıp gitti ama kızınızın da gönlü vardı oğluma. Kaç kere istedik vermediniz." "Bizde size verecek kız yok!" diye kükredi Cesur. Bir uğultu daha… Çatılarda, komşu kadınların başörtülerinin uçları rüzgârda hafifçe kıpırdadı. Akça konağında da durum farksızdı. Faik'in karısı Gülsüm Hanımın yüreği ağzındaydı. Kimi dua ediyordu, kimi gözyaşını saklamak için elleriyle ağzını kapatmıştı. Çocuklar duvar arkasında nefeslerini tutuyordu. Çünkü Mardin’de herkes bilirdi: İki aşiret aynı avluda buluştu mu, ya barış olurdu ya mezar. Cesur sessizliği bozdu. “Berdel istiyorum,” dedi.“Kaçırdığınız kızın, vurduğunuz adamın, çaldığınız onurun bedeli bu olacak.” Faik Akça’nın yüzü taş kesildi. O an elleri titredi ama sesi hâlâ güçlüydü: “Senin baban da berdele direnmişti, Cesur Ağa. Onun direnişiyle iki can toprağa girdi. Şimdi sen aynı yola mı düşeceksin? Sizin bize verecek kızınız yoksa benim de size verecek kızım yok!” Cesur’un sesi derinden geldi. “Ben babamın direndiği yerde bitirmeye geldim bu kavgayı.O onuru size vermeyeceğim.Ama kendi onurumu sizden alacağım.” Adamları bir adım öne çıktı, aynı anda karşı taraftan da Faik’in korumaları ellerini silahlarına koydu. Tetikler yarım çekildi. Köpekler havlamaya başladı. Ay, bulutun ardına gizlendi. O an Mardin, nefesini tuttu. Avlu, töreye ev sahipliği yapıyordu: Kan ile kanın, soy ile soyun, erkek gururu ile yeminlerin savaşı. Faik, oğullarına dönüp fısıldadı: “Sakın tetiğe dokunmayın.” Sonra Cesur’a baktı. “Berdel, ölümden beter bir lanettir evlat. Kız versem, kan davası bitmez. Kız vermesem, kan dökülür. Hangisini istersin?” Cesur başını kaldırdı. Gözleri, ayın yeniden açığa çıkan ışığında parladı. “İkisini de,” dedi. “Kanı da alacağım, laneti de.” Faik’in yüzünde acı bir tebessüm belirdi. “İkisinin de aynı anda olmayacağını biliyorsun. Amcan Halil yaşıyor. Benim üç kızım da evli, çocukları var. Bu konakta bekar bir kız yok; sizlere verecek kimse yok.” “O zaman nikahlardan birini bozacaksın. Senin kızlarından birini kendime kuma istiyorum, Faik Ağa!” İşte o söz, bir mermi gibi saplandı kulaklara. “Lan!” diye bağırdı Erdinç. Faik’in ikinci büyük oğluydu, otuz beş yaşındaydı. Belindeki silahı Cesur’a doğrulttu. O andan sonra herkes silahlarına davrandı. Sadece Cesur sabit şekilde duruyordu; karşılarındaki adamların yüzlerindeki öfke, içinde bir haz titreşimi yaratıyordu. “Sen ne diyorsun, it? Bacılarımın namusuna mı göz diktin ha!?” diye kükredi Erdinç. Cesur omuz silkerek cevap verdi. “Berdel, Faik’in kanından bir kadınla olacak. Yoksa çok kan dökülür. Benim gözüm kara ağlar. Babam gitti, amcam sakat kaldı; şimdi aşiretin başına ben geçtim. Dediğim budur.İster paşa paşa bir nikah bozar, bana verirsiniz; ister ‘yok’ deyip kanı dökersiniz. Bunu yaparım, bilirsiniz. Size iki gün mühlet. Ya o şerefsiz Sefer kuzenimi getirir ve onun sağ bacağını alırım, ya da berdel için bir kızınızı seçersiniz.” Faik tam itiraz etmek için ağzını açmıştı ki Cesur son sözünün ardında arkasını döndü ve tüm heybetiyle konağın kapısına yöneldi. Erdinç, Emirhan ve Fırat ellerini yumruk yapmış, giden adamın arkasından lanetler yağdırıyordu. Avlu, Avcıoğulları tarafından boşaltılmıştı. Şimdi Akçalar baş başa kalmışlardı. “Baba, böyle bir şey olamaz. Kız kardeşlerimizin yuvasını bozmak ne demek! Hem de bu it için!” diye patladı Erdinç, sesi hem öfke hem de korku taşıyordu. Faik öfkeyle gözlerini kapadı; ne yapacağını bilmiyordu. İçinde bir muziplik, bir çaresizlik ve ağır bir yorgunluk vardı. “Sadece beni takip edin,” dedi o hâlde, sesinde pek bir şey yoktu. Arkasını dönerken pencerede ona bakan karısı Gülsüm Hanımı gördü; elleri dudaklarında, gözlerinden süzülen yaşları gizlemeye çalışıyordu. Faik bakışlarını kaçırdı ve önemli meselelerin konuşulduğu odaya girdi. Üç oğlu karşısına ki divana bağdaş kurarak oturdu; dizlerindeki elleri gergindi. “Sefer’i ben bulursam, Cesur’dan önce ben geberteceğim,” dedi Emirhan, sesi keskin bir tehdit taşıyordu. “Al benden de o kadar,” diye ekledi Fırat; o da ortanca oğuldu, sözü kısa ve sertti. “Şimdi bunun sırası değil,” dedi Faik. “Sefer kaçtıysa iki günde bulmak imkânsız. Yani başka bir yol bulmak lazım.” “Baba, gözünü seveyim bana, ‘bacılarımızın yuvasını bozacağız’ deme!” diye feryat etti Erdinç; kız kardeşlerine düşkünlüğü belliydi. Faik, oğullarının yüzlerine baktı. “Bu Cesur bizim bunu yapmayacağımızı hepimizden iyi biliyor. Birini boşatsak, onun kocası ve ailesi bize düşman olur. Onun amacı bu. Yapmayınca kan akıtacak, ama o iş o kadar kolay değil.” Gözleri yere, İran halısına takıldı; sol dizi aşağı yukarı titriyordu. Düşünüyordu; hesaplar, zararlar, akrabalar arasındaki dengeler, yılların kirli hesabı birer birer zihninde dönüyordu. “Nasıl, baba?” dedi Emirhan. Yeşil gözlerini babasının yüzüne dikmiş, duymaya hazır bir bekleyiş içindeydi. Faik terlemişti. Elinin tersiyle alnındaki teri sildi, derin bir soluk alıp verdi. “Şimdi size anlatacaklarımı iyi dinleyin. Soru sormayacaksınız, anlaşıldı mı?” Üç oğlu başlarını salladı. “Bundan yirmi üç yıl önce…” diye başladı Faik; dişlerini bir an gıcırtılattı. “Bir kızımız oldu. Herkese ölü doğdu dedik ama yaşıyordu. Onu bir aileye evlatlık verdik.” Sözü orada kesildi, gözleri yine halıya takıldı. Üç genç adam bir anda gözlerini büyüttü; az önce duyduklarını sindirmeye çalışıyorlardı. “Baba—” “Sus, Erdinç. Niye diye sormayın.” Faik, o an iki kızın ardı sıra gelmesinin ardından üçüncü kez kız evlat istemediğini söyleyemediğini, o zamanlar paraya sıkıştığını, güçten düştüğünü düşman aşiretlere göstermek istemediğini hatırladı. Kızını evlatlık verdiği aileden yüklü bir para almış, maddi durumunu toparlamıştı. Anlatırken dudakları titredi; “O kız şimdi İstanbul’da,” dedi sonunda, sesi kısık ve uzak. “Nereden biliyorsun? İletişimi kesmedin mi yoksa?” diye sordu Emirhan; elleri yumruk olmuştu. Babasına öfkelenmişti ama karşı gelecek cesareti yoktu. “ Alakam yoktu ama kızın babasını biliyorum. İstanbul’da bir üniversitede akademisyen; karısını doktor olarak hatırlıyorum. Yıllarca çocukları olmamış. Bizde evlatlık verme meselesi olunca kabul etmişler. Kız gerçek anne ve babasını onlar biliyor. Her neyse… Cesur, bize bekar bir kızımız olmadığını sanıyor. Hesap etmediği bir kişi var.” Faik’in sesi daha da alçaldı. “Şimdi sizden isteğim şudur: İlk uçakla İstanbul’a gidip o kızı kaçıracaksınız. Ailenin adresini biliyorum. Kızın adı Müge.” “Müge Karaca,” diye ekledi Faik, ismi söylerken yüzü gerildi; “ Sefer Emine’yi kaçırdıktan sonra aklıma düştü, böyle bir şeyle karşılaşacağımızı biliyordum, hemen araştırdım. Evli değil. Üniversite öğrencisi. Babasının çalıştığı üniversitede okuyor.” “Baba…” Fırat güçlükle konuştu. Koyu kahverengi gözleri titriyordu, sakalını gerginlikle kaşıdı. “O kadar kolay mı kaçırıp getirmek? Hem nasıl bakacağız yüzüne, ne diyeceğiz? Gelmez!” “Gelsin diye değil, getirmek için gideceksiniz,” dedi Faik sertçe. “Tek çare bu. Yoksa babanız mı ölsün istiyorsunuz, ya da içinizden birinin mi?” Bir süre sessizliğe gömüldüler. “Onu getirin, gerisini halledeceğim. Aklımda bazı şeyler var,” dedi Faik sonunda. “Nedir o?” diye sordu Fırat; sesi hâlâ tedirgindi. “Soru sormayın. Dediğimi yapın. İki gün içinde o kızı getiremezseniz, geldiğinizde cenazemi kaldırdırsınız.” “Allah korusun, baba,” dediler üçü birden, sesi aynı anda yükseldi. “O zaman o kızı getirin Mardin’e. Cesur Avcıoğlu’na kuma Müge olacak.”

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
311.0K
bc

Too Late for Regret

read
291.1K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.2M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
138.2K
bc

The Lost Pack

read
405.0K
bc

Revenge, served in a black dress

read
148.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook