3. Bölüm

2576 Words
Reyyan, o günden sonra bir çok defa kaymakamı saklanmaya çalışarak kendini takip ederken buldu. Dershane kapısından çıkınca yolu geçer geçmez görünen söğüt ağacının arkasına saklandığını gördüğü adam, arkadaşı ile ayrılıkları yol ayrımına gelene kadar belli bir mesafeden takip ediyor, arkadaşı kendi yoluna dönünce de o mesafeyi kapatıyor neredeyse yan yana yürüyen başka bir arkadaşı gibi yolculuğa onunla devam ediyordu. Evlerinin kapısının önüne gelmeden adımlarını yavaşlatıyor, sonra da durup eve girişini izliyordu. Bazen, Reyyan koşarak odasının penceresinden adamın gidişini izliyor, bazen de ablasının açtığı kapıdan girerken yüzüne yapışan tebessümü saklamaya çalışmakla cebelleşiyordu. Her zaman konuşmuyordu kaymakam, bazen bir kaç söz ediyordu, bazen sadece sessizce yürüyordu, bazen de Reyyan'a olur olmaz sorular soruyordu. Tarih de o hafta hangi konuyu işledikleri de oluyordu sorusu, en sevdiği kış meyvesinin ne olduğu da... Farklı biri olduğunu anlaması zor değildi Reyyan için, zor olan adamın ondan tam olarak istediği şeyin ne olduğuydu. Babasının en değer verdiği amiri olduğunu bildiği Ufuk'un böyle kızının ardında dolaşan biri olduğunu bilmesi halinde neler düşüneceğini kestirememekle birlikte, babasının sevdiği birinin asla kötü biri olmayacağını da içten içe söylüyordu. Zaten, hiçbir tavrı onu kötü kılmazdı. Ne gizli gizli çıkışını beklemesi, ne takip etmesi, ne anlattığı tarihi hikayeler, ne de sorduğu tuhaf sorular hiç biri diş yapıştırıcısı ile kaplumbağa kabuğu yapıştıran bir adamı kötü yapamazdı. Herkesin noksanının olacağını bilen insanlar tek nokta ışıkla bile aydınlanabilirlerdi. Her gün gelmiyordu Ufuk, Reyyan da biliyordu ki adamın makamının ağırlığını ve her gün kız peşinde koşamıyor olmasını yadırgamıyordu. Ama arası da açıldı mı merak ediyor, gözleri her yerde onu arıyordu. Hiç konuşmadan yürümesine dahi razı olduğunu fısıldayan dualar ediyor, onu görmek için sabırsızlanıyordu. Öyle zamanlar yemeğini yiyemiyor, dersini çalışamıyor hatta doğru düzgün uyuyamıyordu bile. Ufuk'un onun kadar kendini önemseyip önemsemediğini düşününce de karamsarlığa kapılıyordu. Koskoca kaymakam ile aşık atacak kudreti olmadığını, onun yanında; ancak, bir çocuk olduğunu düşünüp karamsarlığa kapılıyordu. Ertesi sabaha öyle solgun ve kederli uyanıyordu ki hem babası hem de ablası bir hastalığı olduğundan şüphe ediyorlar, üzerine daha bir düşüyorlardı. Ama aynı günün akşamında yüzünde güller açabiliyordu Reyyan'ın, kıldığı namaz sonrası kendini defalarca Allah'a şükrederken buluyordu. Şükrüne neden kaymakamın ta kendisi iken, o gün dershane çıkışında gene takip edildiğini fark ederek bir kuş kadar hafif, bir çocuk kadar şen olabiliyordu. Böyle uzun aralıklar sonrasında Ufuk, daha çok konuşur olmuyordu aslında. Sanki uzunca bir süre yok olması normalmiş gibi sıradan davranıyor, tarih konusunu soruyor sonra da biliyor ise konu ile ilgili bildiği en efsanevi hikayeyi anlatıyordu. Bilmiyor ise soracak başka bir şey buluyordu mutlaka... Bütün takip bununla bitiyor, bazen anlattığı tarihi hikayenin devamını bile ancak bir sonra ki takipte anlatıp tamamlamak zorunda kalıyordu. Ne vaat ediyordu, ne de şahsi herhangi bir hissinden bahsediyordu. Bunu alışkanlık haline getirmiş biri gibiydi, sadece görevini yerine getirircesine aynı şeyleri benzer heyecanla yapmaya devam ediyordu. Ufuk'un ortalarda görülmediği yeni bir dönem de, Reyyan'ın artık meraka düşecek kadar telaşlandığı zamanlardı ve babası tesadüf bu ya sofra da kaymakamın memleketine gittiğinden, söylediğinden daha uzun kaldığından bir çok işin aksadığından bahsederken: "Allah vere de ailesinden birine bir şey olmamış olsa" demişti. O günden sonra Reyyan her gün dershaneden çıkıp birlikte yürüdükleri arkadaşına babasını görmeye gideceğini söyleyip, kaymakamlık binasına yürüdü. Sadece kaymakamın gelip gelmediğini görmek için gittiği binanın bazen girişinden makam aracının nerede durduğuna bakıyor, bazen de tek bir iz bulmasının mümkün olmadığını bile bile ertesi gün tekrar gelmek üzere kendini avutup gidiyordu.Günler böylece geçerken, Ufuk'un başına bir iş gelmiş olmasının telaşında, yokluğunun özleminde ama bütün bu hislerin ne anlama geldiğini çözememiş bir halde kendi içinde yaşıyordu, Reyyan. Ablası onda ki değişikliği çoktan fark edip, üzerine gitmemeyi denese de artık neredeyse yemeden içmeden kesilmiş kardeşine ne olduğunu anlamak için karşısına alıp sordu. "İnsan en büyük sıkıntısını ablasına anlatmazsa, aralarında ki kardeşlik bağı zayıflar. " demişti ikna niyetinde. Reyyan'ın saf tarafını bilen Melek az sonra kızın anlattıkları ile şaşkınca bakakalacaktı. Öyle ki yalan söylediğini, ya da abarttığını bile düşünecekti. En sonunda da: "Koskoca kaymakamın işi gücü yok da seni mi takip ediyor? Sen onu başkasına benzetmediğine emin misin Reyyan?" diyecekti. Melek, kız kardeşinin çok güzel bir genç kız olduğunu görebiliyordu. Kendisi gibi babasına benzemiyordu Reyyan, annesi gibi lacivert bakışlı, beyaz tenli, çekici yüz hatları vardı. Öyle ki uzunca bir süre bebekken onun kardeşi olduğuna inanamayacak kadar mükemmel bulmuştu kız kardeşini. Şimdi ise o bebeklikte ki masum haline bir de kadın olma yolunda ilerleyen alımlı tarafları eklenince bir kaymakamı bile etkilemesi kaçınılmaz olmuştu demek ki. Babasının o kaymakama ne kadar güvendiğini düşününce içten içe rahatlamıştı bile Melek. Babası, memnuniyetle kaymakam bir damadı olsun isterdi herhalde, gerçi bu kadarını düşünmek için acele ediyordu ama, kaymakamın da Celal Bey'in kızlarından herhangi biri için bile geçici bir heves beslemesinin mümkün olmadığını düşünüyordu. Gerçi adamın biraz dini bilgisinin zayıf olduğunu da söylemişti babası ama gene de sırf inancı zayıf diye birini yargılamayan bir babaya sahip olduğunu da biliyordu Melek.Ancak, gene de eksik bulduğu kimseleri kırmadan, gücendirmeden tamamlamaya çalışmaktan, ince ince işlemekten kaçınmayacağını da bilirdi. Kesinlikle kaymakam tarafının emin ellerde olduğundan emindi ama kardeşinin onu saplantılı bir şekilde takip eden kaplumbağa doktoru kaymakam sevdasından emin olmalıydı. Şöyle ki, kardeşinin narin kalbinin her şeyi yanlış anlaması mümkünse bu onun altından kalkamayacağı bir yük olurdu. Reyyan, ailede ki bütün bireylere göre hep bir hassas, hep bir daha ince düşünceli olduğundan hayatının hüznü bir adam olsun istemezdi. Nasıl kendisi için hayatının hüznü annesinin yokluğuydu ise bununla baş ederken sığındığı taraflar için Reyyan'ı biraz eksik buluyordu. Reyyan, ilahi sevgi ile teselli bulmak istemeyecek kadar maddi sevgi isteyen bir kızdı ve bu aşk onun sonu olabilirdi. "Emin misin, güzelciğim, emin misin kaymakamın senin ardından senin için iyi hislerle geldiğinden?" diye sorarken kız kardeşinin başını göğsüne yaslamış, temiz kokulu ipek saçlarını okşuyordu. "Kim kimin hissinden emin olur ki ablacığım, belki öyle belki değil. Mühim olan şuan nerede olduğu, nasıl olduğu, derdinin ne olduğu? Belki babası belki de annesi hasta, belki çok daha mühim bir derdi var; ben kendimi değil ki onu düşünüyorum? Nolur ablacım, babama bir yolunu bulup sor, inat gibi hiç bahsetmiyor, her gün ağzının içine bakıyorum, çıt etmiyor... Neredeymiş kaymakam bey, ailesinden ya da ondan haber almış mı?" Reyyan'ın istediği geciktirmeden yaptı Melek. Aynı günün akşamı, pişirdiği biber dolmasına kendi sevdiği gibi limon sıkan babasına kaymakam beyden haber alıp almadığını sordu. Babası bir kaşık yardımı ile suyunu çıkardığı limonun posasını tabağının önüne bırakıp, kendisinden çıkacak bir çift söze muhtaç iki kızının ilgisinden habersiz masa da tuz ararken Reyyan babasını hızlandırmak için hızla kalktı ayağa, ablasının tuzlu yenilmesine karşı olduğunu bile bile ve bu konuda her gün söyleyecek sözleri olduğunu bilmesine rağmen mutfaktan bir tuzluk alıp babasına getirdi. Mutfağa gidişi ile dönüşü arasında öyle dikkatle içeriye kulak kesildi ki, babası halen kaymakam ile ilgili bir şey söylememişti. Oturdukları yer sofrasının altından ablasının dizine dokunan Reyyan, yalvaran gözlerle bir kez daha baktı ablasına, sorsundu bir kez daha da istediği cevabı alabilsindi. "Ailesinden birine bir şey mi olmuş ki baba adamcağızın?" Celal Bey nihayet başını kaldırdı, Melek'in kimseyi merak etmediğini çok iyi bilen adam kızının genç kaymakam hakkında ki sorusunu çok da kabul edilir bulmayıp: "Sordum söylemedi. Herhalde önemli bir sıkıntısı olsa söylerdi." dedi. Bunun tam olarak ne demek olduğunu anlayamayan Reyyan artık sessiz kalmaya dayanamadı ve: "Öyleyse yakında döner." deyince, adam kızlarının hangi ara bu kadar başkaları ile meşgul olduğunu merak etmeye başlamıştı bile. O günden sonra evlenme çağında iki genç kızı olan bir baba olarak, kızlarına bekar herhangi bir erkekten bahsetmeyecekti. Bu kaymakam olsa bile! Kararını hemen önlem olarak vermişti. "Bugün akşam üzeri geldi daireye, görevine döndü şükürler olsun bende derin bir nefes aldım." deyiverdi. Duyulacak olan duyulmuştu, söylenecek olan söylenmişti Reyyan için. Günler sonra ilk kez tabağında ki yemeği iştahla bitiren genç kız ertesi gün kaymakam beyi görecek olmaktan memnundu.Kaymakam Bey, ertesi gün gelmedi, hatta ondan sonra ki gün bile gelmedi... Öyle ki Reyyan artık adamın bir daha gelmeyeceğini bile düşünür olmuştu. O gün cuma vakti dershaneden çıkıp eve gitmek yerine Kaymakamlık binasına gittiği ana kadar. Bina da öğle molası verilmiş, içeri de neredeyse erkek sinek bile kalmamış, herkes cuma namazına gitmişti. Gitmeyen tek kişi vardı onu da babasını beklemek istiyorsa odasında beklemesi gerektiğini, ama kaymakam beyin öğle istirahatine ayrılmaması nedeniyle sessiz olmasını tembihleyen memure, söylemişti. Gidip babasını odasında bekleyecekti oda gelince bir yalan uydurup, gelişine kılıf bulacaktı. Umuyordu ki babası gelene kadar kaymakamı görmesi mümkün olurdu. *** Reyyan, babasının toz kokulu odasının içinde attığı yedinci turu tamamladığı dakika gene aralık kapıdan kaymakamın odasına baktı. Büyük talihsizlikti ona göre babası bu adama bu kadar yakınken kendinin bu kadar uzak olması. Bir şekilde koskoca kaymakam deniliyor ve onu herhangi bir aşırılık yapmaktan alı koyuyordu. Öyle ya, sadece bir selam verip hal hatır sormak bile mesele olabiliyordu. Yedinci turun sonunda, odanın misafir sandalyelerinden birine oturup, sehpa üzerine bırakılmış bilmem kaç gün öncesinde çıkmış ilçe gazetelerinin her birine tek tek göz gezdirdi. Babası neredeyse gelecekti ve halen kahrolası kapı kapalıydı. Ne içeriden çıkmıştı ne de bir çay servisi istemişti. Çay servisi fikri ile doğruldu yerinden, adama çay götürse nasıl olurdu acaba? Saçmalık olduğunu ilk beş saniye içinde anlayıp geri oturdu. Bu işin sonu yoktu, resmen bu odada sıkışmış bir fare gibiydi. Evde beklemekten hiçbir farkı olmayan şu eylem için heyecanlanmış olduğuna ise inanamıyordu bile. Koridorun sesle dolduğunu duyduğu vakit irkildi, işte her şeyin sonuydu; cuma namazı bitmişti. Babasının odadan içeri girmesi ile ayağa kalktı. Kızlarının iş yerine gelmelerine alışkın olmayan Celal Bey, ilk şaşkınlığı üzerinden atar atmaz kızına kötü bir şey olup olmadığını sormuştu ki Ufuk'un odasının kapısı açıldı. Genç Kaymakam henüz görüş alanına girmeyen Reyyan'ı fark etmediğinden Celal Bey'i muhatap alıp: "Celal Bey, buralara göz kulak olun; ben biraz evimde dinleneceğim" diyerek odadan çıktı, Celal Bey kızının varlığından o an rahatsız olduğunda kaymakam da ancak fark etmişti genç kızı. Bir sürü derdi vardı ve Reyyan'ı görmeyi unuttuğu, hatta kendine o melek bakışlı kızı düşünmeyi bile yasakladığı günler sonrası kız karşısındaydı. Her zaman ki masum arayışa çıkan ifadesi, tebessümü hatırlatan yüzü ile.... "Merak etmeyin efendim" diye cevap verdiğinde Celal Bey, Ufuk adamın yanında kızına bakmayı kesip odadan çıktı. Reyyan, az sonra babasına söylemesi gereken hazırlanmamış yalan ve az evvel iyi mi kötü mü olduğuna karar veremediği karşılaşmanın şaşkınlığı ile kalakalmıştı. Uyduruk bir kitap için bir meblağ üstü para isteyip kaymakamlık binasından çıktı. Akşam babası kitabı sorduğundan yalancı çıkmamak için bir kaç kırtasiye gezip kitap aldı sonra da eve gitmek üzere yola koyuldu. Ama halen eksik bir şey vardı oda neden gündüz vakti kaymakam evine dinlenmeye gidiyordu? Peki neden günlerdir karşısına çıkmamıştı. Belki de onu görmek için bir şansı daha vardı. Bundan sonra hiç gelmeyecekti adam, öyleyse son şansı için kendisi onun ayağına gidebilirdi. Bu defa bildiği adrese, kaymakamlık lojmanına doğru yola koyuldu. Adımları, yetişmesi gereken bir yer varmışcasına hızlıydı. Adamın evinin avlu kapısına geldiğinde, etrafın tenhalığından cesaret alıp birine yakalanmak korkusu ile avluya daldı. Şimdi karşısında o bakımsız bahçe, o soluk boyalı lojman, sonuna kadar çekilmiş perdelerin arkasında ki tozlu pencere çerçeveleri ve kapalı bir kapı vardı. Bir kaç adımla kapıya kadar yaklaştı. Çalsa diyecek sözü yoktu! Adamı rahatsız etme endişesi vardı! Adının çıkmasından korkuyordu! Yaptığının yanlış olup olmadığına ise karar veremiyordu. Bütün bu kararsızlığı kitaplarını tutmayan elinin düştüğü boşluğu zile, ondan sonra da babasının kapı zillerini hiç sevmediğini bildiği sözleri ile tokmaksız demir kapıya gitti. İlk yumruğunu vurduğu kapıdan tangur tungur çıktı ses ve hemen çekti elini. Geri dönüp kaçmak ile orada kalmak arasında yaşadığı ikilem yakasındayken açıldı kapı. Ufuk, koyu bakışlarına taşınmış merakla, Reyyan ise endişeyle birbirlerine baktılar. İlk konuşanın hangisi olması gerektiği konusunda her ikisi de temkinli davranırken Reyyan dayanamayıp: "Lale Devrindeyiz." dedi. Adam, önce bahsi edilen devrin neyi ifade ettiğini anlamadı ama sonra tebessümle kapısını sonuna kadar açtı ve: "Gel." dedi. Reyyan, içeriye girmeye çekinse de itiraz etmeyi hiç düşünmedi. Adamın peşinden girip ayakkabılarını çıkarmak üzere eğilince, adam ayakkabıları ile girebileceğini söyledi. Adamın terliklerine baktı, gene de çıkarması gerektiğini düşünüp sessizce botlarının bağcıklarını çözerken adam tekrarladı: "Yerler soğuk, üstelik epey de kirli ayakkabılarını çıkarma, güzel çorapların kirlenmesin." Reyyan, bağcıklarını bağlarken adamın puantiyeli pembe çoraplarını görüp görmediğini merak etti. Bunu mu kast etmişti emin değildi? Dağınık sofadan açılan, salon olduğunu tahmin ettiği odaya girdi adamla. Odanın her duvarına yaslanmış bir kanepe vardı, her kanepeye de aynı yaşanmışlık hissi ile işlemiş soluk bej rengi ve kendinden olan kareli desenlerin kayıplığı... "Otur!" deyince adam içlerinden birini seçip oturdu. Yerlerde hiç halı yoktu. Adamın eski lojman halılarını kaldırdığını düşündü Reyyan, sonra da belki halıların hiç olmadığına kanaat getirdi. Ev bir kaymakamın yaşayacağı türden değildi. Düzensiz, pis, soğuk ve kasvetliydi! Her şey çok eski, her şey çok özensizdi. Tozlu kitaplık boş ama hemen dibinde ki ağzı açık koliler ağzına kadar kitapla doluydu. İnsan o kitaplardan birini almak istese koliyi en baştan boşaltırsa ancak bulurdu aradığı kitabı. Ki taşınacak gibi neden kolilere saklanırdı ki kitaplar? Korku ile adama çevirdi bakışını hemen karşısında ki kanepelerden bir diğerine oturmuştu: "Tayininiz mi çıktı?" diye sordu. Ufuk, önce kolilere baktı sonra da genç kıza: "Onlar bir türlü yerleşemediler. Kolilerden çıkmayı bekleyeli yıl olacak." Adamın pasaklı bir bekar erkek olduğuna sevinmemek için kendini zor tuttu Reyyan. "Hasta olduğunuzu düşünmeye başlamıştım." dediğinde, adamın gene de yorgun ve isteksiz olduğunu sorgulamaktan korkuyordu. Bir iş vardı ve o iş alıştığını kaybedeceğinin sinyalini veriyordu sanki ona. Ufuk, birilerinin ilk kez onu merak ediyor oluşundan memnun gülümseyerek cevap verdi: "İyiyim. Sen de iyi misin? Lale Devrini sevdin mi?" Reyyan, nereden cevap vermesi gerektiğini seçmeyi bırakana kadar üç saniye düşündü sonra da: "Lale Devrini sevdim ama sanki öğretmenimiz Osmanlı dönemini sevmiyor. " dedi. "Sevmek zorunda." "Yanlı anlatıyor bence." "Yanlı?" "Bilmem öyle hissettim. Neyse mühim değil zaten, önemli olan sınav müfredatı kadarı zaten. " "Haklısın." Reyyan, kucağında ki kitaplar, sırtında ki kalın kışlık kabandan ötürü adamın evinde çok uzun kalmasının istenmediğini düşünüyordu. Aksi teklif edilmemişti zira! Belki kalkmak için tam sırası derken Ufuk'u duydu. "Babam rahatsızdı biraz." Adam ona hesap mı veriyordu? Dikkat kesildi daha fazlasını anlatsın. Onun kendisini anlatmasına ihtiyacı olduğunu ilk kez fark ediyordu. Oysa hep anlattığı kadarını dinlemeye hazır bulmuştu kendini. "İstanbul'a gittim geldim. Sen hiç İstanbul'a gittin mi?" "Hayır ben buradan başka yer görmedim. Birde merkezden başka." "Gençsin daha görürsün. Ama hayatında ilk görmek isteyeceğin yer İstanbul olmalı bence. Belki üniversiteyi orada kazanırsın. Eğer öyle olursa haklı olduğumu görürsün." Başını usulca salladı Reyyan, izlediği sinema filmlerinde ve okuduğu kitaplarda hep bir başka anlatılıyordu İstanbul. Adamın sakinliği, konuşurken ki isteksizliği işinin bittiğini hatırlatınca yavaşça kalktı oturduğu yerden. "Ben de gideyim artık. Sizin nasıl olduğunuzu merak etmiştim zaten. Madem iyisiniz?" Ufuk da genç kızla birlikte kalktı ayağa. Ne git diyebiliyordu ne de kal? Aklında ki her şey, son zamanlarda yaşadıkları ve yaşamak zorunda oldukları ile yaşadığı gelgitler yüzünden bu masum ilçeli kızı umutlandırmak konusunda kendini geri çekiyordu. Kızın sessizce kapıya yürüdüğü sırada kırılmış olabileceğini düşünüyordu. Kendince bir kaç söz etmek istedi ama sonra vazgeçti, şimdi yaşayacağı kırgınlık daha büyüklerine mutlaka engel olacaktı. Reyyan, adamdan önce demir kapıyı açtı sonra da kısacık bir "Hoşça kalın." sözü ile dış kapıya doğru yürüdü. Önce ardından izledi onu Ufuk sonra içinde bilmediği bir yerlere ama en çok da sanki beynineymiş gibi aldığı darbe ile o kapı aralığına sıkıştı kaldı. Reyyan'ı son görüşü olup olmadığını düşündü, son görüşü ise bunu bu kadar kısa tutmasının mantıksızlığını sorguladı kendince ve seslendi. "Reyyan?" Genç kızın uzun kestane saçları savrularak lacivert gözleri genç adama döndüğünde Ufuk evinin kapısından adım atmadan. "Senden biraz zaman isteyeceğim?" dedi. Reyyan adamın tam olarak neyi kast ettiğini düşünürken sorgulamadı, bekledi devamı var mı yok mu diye vardı; Ufuk, devam etti. "Halletmem gereken sorunlarım var. Şahsi değil ailevi meseleler, yanlış anlamanı istemem. Bu sıralar oldukça meşgulüm! Seni üzmek istemem. Beklemeni de isteyemem ama sadece zaman istiyorum. Zaman sana da bana da ne olacağını gösterir? O güne kadar sen hiç tanışmamışım sayar mısın?" Omzunu bükerken, başı sağına doğru eğildi Reyyan'ın, dudakları kıvrıldı ve: "Siz bilirsiniz kaymakam bey! Nasıl isterseniz öyle sayarım." diyerek uzaklaştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD