GEÇMİŞ
Havaların ısınmasıyla mahallede piknik düzenleniyordu. Polis akademisinin dördüncü yılını bitiren Mirza mahalleye döndüğünde gülümsedi. Komşuların hepsi mahalleye dökülmüş otobüse hazırladıkları yiyecekleri yerleştiriyorlardı. Kadınlara başıyla selam vererek evinin önüne geldiğinde annesinin nefes nefese merdivenlerden indiğini görünce sırtını duvara dayayıp kendini gizledi.
“Ay çok yoruldum, ah Seher ah, kaşla göz arasında nereye kayboldun kız? Ağabeyin burada olsaydı, ‘Seher anneme neden yardım etmiyorsun’ der bütün yükü üzerimden alırdı.”
Annesinin kendi kendine söylenmesine sırıttı genç adam. Boyu bir doksan, oldukça kuvvetliydi. Bir bakan bir daha bakıyordu ama o hiç kimseyi görmüyordu. Aklında ve kalbinde sadece polis olmanın aşkı vardı ve olmuştu da.
Annesi önünden geçecekken, “Ben alayım annem,” dediğinde Nurdan Hanım, “Ay,” diyerek yerinde sıçradı.
“Oğlum? Annem ne zaman geldin?”
Bavulunu kenara bırakıp annesinin elindeki üst üste koyduğu tencereleri aldı.
“Ben şunları otobüse koyup geliyorum annem.”
Oğlu geldiği için sevinçli olan Nurdan Hanım başını sallayıp kenarda duran oğlunun siyah bavulunu aldı.
Mirza hem ona laf atanlara cevap veriyor hem de tenceredeki yemekleri dökmeden ilerliyordu. Otobüsün yanına vardığında Aslı ve Reyhan’ı fark etti. Bir adım atıp elindeki tencereleri onlara teslim edecekken bir anda otobüsten inen Miray önüne atılınca tenceredeki biber dolmaları genç kızın beyaz elbisesinin üzerine döküldü. İkisinin de gözleri şokla büyürken, “Mirza abi!” diye bağıran Miray’ın çığlığı mahalleyi inletmişti.
Geriye çekilen genç kız uzun elbisesine ağlayacak gibi bakarken genç adamın gözleri Miray’ın üzerinde donup kalmıştı.
Karşısındaki Ertuğrul’un kardeşi Miray mıydı? Tabii ki de oydu. Buradan gittiğinde kısa boylu, kısa saçlara sahip olan kız şimdi uzamış ve upuzun saçlara sahipti. Gözleri kızın üzerinde dolaşırken sarhoş gibi hissediyordu. Midesindeki his o kadar farklıydı ki kalbi göğsüne sığmıyordu.
“Ne yaptın Mirza abi? En sevdiğim elbisemi salça yaptın. Ben fotoğraf çekilecektim bugün piknikte.”
Kızın ağlamaklı sesiyle kendine geldi. Tencereleri yanına gelen annesine teslim edip elini mahcubiyetle ensesine götürdü.
“Özür dilerim, göremedim seni.”
“Nasıl görmezsin, küçük müyüm ben abi?”
Başını anında iki yana salladı genç adam. “Hayır, büyüksün. Büyümüşsün Miray sen.”
“Of ya.”
Miray ayaklarını yere vura vura evine giderken arkasından bakan Mirza’nın dudakları iki yana kıvrılmış ne diyeceğini bilmiyordu.
“Ben hemen geliyorum anne.”
“Nereye, otobüs kalkacak şimdi?”
Arkasını dönüp koşar adım mahallenin çıkışına yürüdü. Cadde üzerinde mağazalar vardı. Eğer işi yaver giderse beyaz elbise bulur Miray’a hediye ederdi. Yeşil tişörtünün yakasını çekiştirip cadde üzerindeki mağazalara girip çıktı. Sonunda istediği elbiseyi mağazada bulduğunda alıp yine aynı şekilde koşar adım mahalleye döndü. İnsanların çoğu otobüse binmişlerdi. Otobüsün ön kapısından içeriye atlayıp gözlerini otobüsün içinde gezdirdi. Miray yoktu. En önde oturan Reyhan’a, “Gelmedi mi?” dediğinde, “Hâlâ evinde,” cevabını aldı. Başını salladı. Otobüsten inip Miray’ın evinin önüne gittiğinde çekinerek zillerine bastı. Kapı açılmadı ama merdivenlerden, “Geliyorum geliyorum,” diyen sesi duyunca dudakları iki yana kıvrıldı.
Geriye çekildi. Demir kapı açıldığında bu sefer sarı elbise giyen Miray çıktı dışarıya. Ona kızgın olan genç kızın kaşları çatılıydı. Gülümsemesi biraz daha büyüdü Mirza’nın.
“Senin elbisen kadar güzel değil ama bununla idare et.”
Miray’ın masum bakışları elindeki pakete kayınca beklemeden paketi kızın eline verdi.
“Hadi git giyin, ben otobüsü bekletirim.”
“Neden zahmet ettin Mirza abi? Ben sana çok değil azıcık kızdım. Bunun için bana elbise almana gerek yoktu ki.”
Alt dudağını ısırıp bıraktı genç adam.
“Kızdığın için almadım zaten, beyaz sana yakıştığı için aldım. Hadi giy de gel.”
Ne yapacağını bilemeyen Miray yanağının içini kemirirken, “Ama,” dedi oldukça kısık sesle. “Dedem senin bana elbise aldığını duyarsa kızar.” Kızın tatlı konuşması bütün yorgunluğunu üzerinden alıyordu Mirza’nın. Eskiden de mi bu kadar tatlıydı Miray? Daha önce onu nasıl fark edememişti?
“O zaman bu ikimizin arasında sır olarak kalır. Sen söylemediğin sürece kimse benim sana beyaz elbise aldığımı bilmez.”
Biraz düşündü Miray. Yolda kimse yoktu, dedesi de cami de olduğu için olanları da görmemişti.
“Tamam,” dedi yine kısık ses tonuyla.
“İkimizin arasında sır olarak kalacak.”
Yüreğine oturan hissin büyüklüğünün henüz farkında olmayan Mirza elini göğsüne götürerek, “Söz” dedi. “Seninle benim aramda sonsuza kadar sır olarak kalacak.”
GÜNÜMÜZ
Yerin dibine girip hiç çıkmak istemeyeceğim zamanlardan birindeydim şu an. Mirza ağabeyin odasında olmam, onun yatağında uyumam skandal olacak kadar kötü bir durumdu benim için. Şu an evde olup başımı duvarlara vurmam gerekirken annem ve Nurdan abla yüzünden hâlâ eve gidememiştim. Anneme ayrı, Seher’e ayrı kızıyordum. Kur’an bittiği zaman neden beni gelip uyandırmamışlardı ki? İkisine olan kızgınlığım o kadar fazlaydı ki ikisi de bakışlarımdan ne demek istediğimi anlıyorlarmış gibi gözlerini kaçırıp duruyorlardı.
Rezillikti bu.
“Biraz daha yesene güzel kızım.”
Nurdan teyze önüme iteklediği meyveleri bitirmeden beni eve göndermeyecekti anlaşılan. İştiham olmamasına rağmen elmaları hızlı hızlı yerken bir an önce eve gitmek istiyordum.
“Ağabeyin uyudu mu Seher? Bir bak kızım, çıkmadı odasından.”
Oturduğum yerde küçüldüm. Mümkünse ben evden gidinceye kadar çıkmasın dışarı. Bir daha onunla nasıl yüz yüze gelecektim bilmiyorum.
“Geliyor.”
Ağzımın içindeki elma büyürken zorlukla çiğneyip yuttum. Olacak iş miydi bu şimdi?
Yanımda oturan annemin bacağını bacağımla dürttüm.
“Kalkalım mı anne?”
“Çay içiyorum, biraz daha oturalım.”
Kaç saattir burada oturuyordu. Ne zamana kadar kalacaktı ki?
Anlaşılan annem bu gece burada kalacaktı. Bir türlü kalkmak nedir bilmiyordu. Sağ bacağımı sallarken. Salona giren Mirza abiye bakmamaya çalıştım. Tıpkı oda bana bakmıyordu. Gözleri ben hariç her yerdeydi.
Babamların olduğu kısma geçti. Eminim o da huzursuz olmuştur. Bana bakıp sırıtan Seher’e kaşlarımı çattım. Eğer kimse bana bakmasa ayağımdaki terliği alır yüzüne atardım ama bu şu an zor gibi gözüküyordu. Bakışlarımla mutfağı işaret ettiğimde omuzlarını kaldırıp indirdi. Resmen gülüyordu. Gül sen gül diyerek mırıldandım dudaklarımın arasından. Resmen abisinin odasında uyumama izin vermişti.
Tabakları alıp, “Mutfağa götüreyim,” dedim. “Seher sende bana yardım et.”
“İki tabak götüremiyor musun?”
“Seher!”
Mirza ağabeyin sesiyle aynı anda irkildik. “Ay!” dedi oturduğu yerden hızla kalkarak. “Sen yorulma Miray’ım, ağır gelir eline ben taşırım.”
“Düş önüme çabuk.” Normalde asla oturduğu yerden kalkmazdı ama Mirza ağabeyin korkusundan önümden mutfağa ilerledi. Tabakları tezgâhın üstüne bırakıp kapıyı kapadım.
“Sen ne kadar fenasın Seher, ağabeyinin odasına beni zorla soktun, zorla yatağına oturtup uyumama izin verdin. Senin yüzünden rezil oldum. İnsan gelip kaldırmaz mı beni? Ya da uyumama neden izin verdin?”
Karşımda sırıtırken saçlarını yolmamak adına ellerimi yumruk yaptım.
“Aman Miray, abartıyorsun. Alt tarafı ağabeyimin odasında uyuya kaldın. Ne olacak ki? Merak etme o rahatsız olmamıştır. Bilirsin erkekler böyle durumlardan rahatsız olmazlar, bilakis hoşlarına gider.”
Bu kız beni çıldırtacaktı. Saçının ucunu tutup çektim.
“Neler diyorsun kız sen? Mirza ağabey öyle erkeklerden değil. Ayıp değil mi böyle konuşuyorsun?”
Sırıtıp, “Sen öyle san,” dediğinde ayağının ucuna bastım bu sefer. Mirza ağabeyimde her erkek gibi. Görmüyor musun taş gibi adam, sence zaafları, tutkuları yok mudur?”
Gözlerim şaşkınlıktan kocaman açıldı.
“Burada durmuş ne konuşuyoruz Seher biz? Senin yüzünden Mirza ağabeyin yüzüne bir daha bakamayacağım.”
Sanki komik bir şey söylemişim gibi kahkaha attığında bu sefer biraz daha avcuma saçlarını alıp çektim.
“Acıttın!”
“Acısın.”
O da benim saçımı tuttuğu vakit mutfağın kapısı açıldı. İkimizin de bakışları kapıdayken mutfağa giren Mirza ağabeyin kaşları yükselmiş, “Ne yapıyorsunuz?” dedi şaşkın sesiyle.
“Miray saçımı çekiyor, görmüyor musun abi? Odanda uyuya kaldığı için bana kızıyor. Neymiş sana ayıp olmuş, bir daha yüzüne bakamayacakmış.”
Susması adına kuvvetle sıktım saçını. Canı acısa da susmadı ya hırsımdan yerimde zor duruyordum.
“Ne olacak ki değil mi? Sen niye kızasın Miray yatağında uyudu diye.”
Allah’ım.
“Sus Seher ve derhal içeriye gidip çayları yenile.”
“Hemen abim.”
Koşar adım mutfaktan çıktığında ne yapacağımı bilemedim.
“Kafana takacağın bir durum yok Miray. Eğer utanıyorsan benim seni görmediğimi düşün.”
Nasıl düşüneceksem?
“Tekrar özür dilerim abi. Bir daha olmayacak.”
Dolaptan soğuk su alırken başını salladı. Bir daha da tek kelime etmedim. Yanından hızlı bir şekilde çıkıp dış kapıya yöneldim.
“Anne ben eve geçiyorum.”
Hepsinin, “Aa, neden, otursana,” diyen sözlerini dinlenmeden evden çıktım.
Uzun bir süre buraya gelmeyi düşünmüyorum.