1.BÖLÜM: Kalp Ağrısı

3161 Words
Elindeki çalı süpürgesinin sapını avuçlarının arasında neredeyse parçalayacaktı yengem. Babaannem ellerini belinin yanına koymuş, gözlerini yengemin üstünden çekmeden kapının önünü ona süpürtüyordu. Sabahın onunda kapının önünü süpürmek yengemin canını sıkmış olacak ki hırsla tülbetinin önünü çekiştirerek süpürgeyi yere vuruyordu. Normalde bana veya Makbule'ye söylerdi. Makbule her zaman bir bahane bulup kaçardı ama ben anneme bulaşmamaları adına dediklerini yapardım. Bu sabah babaannemin kapımıza gelmemesinin nedeni eminim dedemin geçen geceki bana olan davranışı yüzündendi. Onunla bundan sonra konuşmayı asla düşünmüyordum. Yüzünü bile görmek istemiyordum. Bugün ağabeyim, babam ve annemle konuştuğunda umarım babam kabul eder ve bu mahalleden gideriz. Burada durdukça psikolojim onlar yüzünden mahvolacaktı. Pencereyi kapatıp üşümüş kollarımın üstünde ellerimi dolaştırdım. "Bu kış soğuk olacak sanırım, hava şimdiden böyleyse ocak, şubatı düşünemiyorum." Tülbentini geriden bağlayan annem gözleriyle tezgâhı işaret edince sağ ayağımı yere vurdum. "Bu yüzden ince giyinme, eğilip kalktıkça belin açılıyor, oradan soğuk aldığın zaman toparlayamazsın kendini. Kabaklar oldu bir bak. Deminden beri oyalandığını görmüyor muyum sanıyorsun?" İnadım inat diyordu. Kollarımı çözüp tezgâhın önüne geçtim. Kargalar kahvaltısını yapmadan yaptığım kabak tatlısını tabağa dizerken sitemle ofladım. İki gündür doğru düzgün uyumadığımdan gözlerimden uyku akıyordu. Annem benim asla yorulmadığımı düşündüğü için sabahın bir vakti uyandırıp bu tatlıyı bana yaptırması delilikti. Üstelik bizim için değil Mirza ağabey için yapmıştım. Tekrar ofladığımda kalçama hafifçe vurdu. "Sabahtan beri ne kadar çok ofladın sen, Nurdan teyzenler yabancı değil kızım. Onca yıllık komşumuzlar, ağabeyin askerdeyken Mirza sağ olsun babanın yetemediği yerlerde bize yardım etti. Çocuğa bir tatlı yapmışız çok mu?" "Çocuk mu? Neredeyse otuz yaşındaki adamın neresi çocuk anne? Ayrıca madem çok seviyorsun onu, neden sen yapmadın? Biliyorsun kaç gündür Aslı'nın yanındayım. Babasının acısını çekiyor kız, şu an bile onun yanında olmam gerekiyorken Mirza ağabey için tatlı yapıyorum. Dün akşam hoş geldin dedik illa tatlı da mı yapmamız gerekiyor?" Kırdığı cevizleri kabakların üzerine döken annem gülümserken beni görmezden geliyordu. "O çocuğun hepimizde hakkı var, okula giderken seni kaç kez götürdü ne çabuk unuttun? Anne ben bu yağmurda nasıl gideceğim diyerek oturduğun yerde sızlanırken o gece devriyedeydim demeden seni evden alıp okuluna götürdü. Bize kötülüğü değil iyiliği dokunan çocuğa bir tatlı yapmışsın çok mu?" Şaşkınlıktan kahkaha atıp başımı geriye doğru hafifçe yatırdım. Beyaz tavanı izlerken annemin söylediklerini düşündüm. Kendisi Nurdan teyzeyi arayıp kadına oğluna beni bırakmasını söylememiş gibi şu an bunları söylemesi gerçekten çok komikti. Biz Mirza ağabeyle aynı mahallede büyümüş olsak da doğru düzgün sohbet etmişliğimiz yoktu. Aşırı sinirli ve agresif bir adam olduğu için mümkün oldukça ondan uzak duruyordum. Hiç unutmuyorum mahallede Nalan diye bir kadın vardı. Sürekli Aslı'ya, Reyhan'a ve bana iftira atıyordu. Ben attığı iftiraları dedem ve amcam duyacak diye korkarken Aslı ve Reyhan onunla kavga edip her zaman susturmaya çalışıyorlardı. Kadın o kadar arsız biriydi ki biz onun yaşıtlarıymışız gibi bizimle uğraşmaya devam ediyordu. Bir gün yazın sıcağında uzun kollu badi ve ayağıma uzun etek giyerek dışarı çıkmıştım. Kızlarla sahile gideceğimiz için üstümdeki kıyafetleri beğenmiyordum. Reyhan'ın kuzeni Dicle'nin evi yolun sonunda olduğu için o gün Reyhan'ın benim için getirdiği pantolon ve kısa kollu tişörtü orada değiştirdiğimde bu kadın Dicle'nin evine gelerek beni o halde görmüştü. Bir şey demeden yanından gideceğim zaman az önce seni buraya girerken gördüm. Sürtmeye giderken kıyafetlerini değiştiriyorsun dediğinde yapmamam gereken bir şey yapıp yüzüne tokat atmıştım. Kızlar şaşırıp beni geri çektiklerinde içimdeki öfkeye yenilip kızları geriye iterek kadının saçlarını yolduğum gibi dişlerimi de koluna geçirdiğimde kendimi karakolda Mirza ağabeyin karşısında bulmuştum. Hiç unutmuyorum o halini. Kadını dövdüğüm için bana kızarken ağlamak üzere olan halimi görünce bir daha seni bu şekilde karşımda görmeyeceğim diyerek ağabeyimle birlikte beni karakoldan göndermişti. Evet, biz onunla gerekmedikçe konuşmazdık, ama konuştuğumuzda sesi her zaman sakin olurdu. O günkü sesi hâlâ kulaklarımdaydı. Sanki onunla karşı karşıya geldiğimizde yine bana karşı sesini yükseltecekmiş gibi hissediyordum. O zaman haksız olduğum için susmuştum ama şimdi böyle bir durum olsa sanırım susmazdım. Elleri belinde beni izleyen anneme döndüm. "Anne sabahtan beri camdan dışarı bakıyorum herkes ellerindeki tabaklarla Mirza ağabeyin evine gidiyorlardı. Emin ol mutfakları kabak tatlısı doludur. Bari biz farklı bir şey yapsaydık." Başka bir tabakla tatlının üstünü kapatıp ellerimin arasına sıkıştırdığında gözlerimi büyüttüm. "Sakın benden götürmemi isteme. Gitmem ben oraya. Ayrıca öğlen onların evinde Kur'an okunmayacak mıydı bugün? O zaman giderken sen götürsene." "Ben mi götüreyim? Görmüyor musun ayağımdan zor yürüyorum. Sen bir koşuda gidip bunu bırak gel, ezan okununca birlikte gideriz tekrardan. Ben yürüyemiyorum güzel kızım." Sapa sağlam duran ayağına bakıp kaşlarımı çattım. "Yalandan yapıyorsun sanki ben bilmiyorum. İki sene önce ameliyat oldun, işine gelince ben iyiyim bir şeyim yok işine gelmeyince ayağım çok ağrıyor diyorsun. Sen çok fena oldun anne." Yere eğilip terliğini eline alan annem, "Bana bak," derken arkama bakmadan mutfaktan çıktım. Annem gerçekten son zamanlarda fazla oyunbozan bir kadın olmuştu. Normalde bir konuda asla diretmezdi. Menopoza mı giriyor düşüncesiyle ceketimi üstüme giydim. Merdivenleri ikişer ikişer inip dışarı çıktım. Yan binaya yönelmeden önce Aslı'nın evine baktım. Pencerenin önünde durmuş öylece yolu izliyordu. Gözlerim doldu, hâlâ babasının öldüğünü kabul etmiyordu. Üzgün halde arkamı dönüp binanın içine girdim. Merdivenleri ağır ağır çıkıyordum. Bu binaya gelmek, Mirza ağabeyin evine girmek beni huzursuz ediyordu. Yanlış bir şey yapmıyordu ama öyle yapıyormuş gibi hissediyordum. Merdivenlerin sonuna geldiğimde zile basıp basmama konusunda kararsız kaldım. Olacak iş miydi şimdi bu? Zaten bütün mahalle Mirza ağabeyin kabak tatlısı sevdiğini biliyordu. Herkes aynı tatlıdan yapıp ona getirdiklerine göre ben niye Mirza ağabey için tatlı yapmıştım ki? Zile basıp geriye çekildim. Umarım kapıyı Seher ya da Nurdan teyze açardı. Mirza ağabeyle yan yana gelince elimde olmadan huzursuz oluyordum. Beni rahatsız etmiyordu ya da ondan ürkmem için olumsuz davranışlarda bulunmuyordu ama yine de geriliyordum. İki senedir sakin bir hayat yaşayan adamdan neden bu kadar çekiniyordum anlamış da değilim. Belki de geçmişte ki olay yüzünden çekiniyordum. Bu da mantıksızdı. O gün bana sesini yükseltti diye her zaman öyle olacak değildi ya. Kapı usulca açıldığında tek gözümü kısıp başımı yerden kaldırdım. Kapıda Seher'i görünce gülümseyip derin nefes aldım. Bir an Mirza ağabey kapıyı açacak diye aklım çıkacaktı. "Annem Mirza ağabey için tatlı gönderdi." "Bir hafta boyunca yiyeceğimiz kabak tatlısı var. Keşke abim sütlaç sevseydi, komşular ona getirirken ben de yerdim." Elimdeki tabağı Seher'in eline bıraktım. "Mirza ağabeyi herkes çok seviyor mahallede. Malûm cezaevinde sevdiği yemekleri yiyemediği için komşular bir şeyler yapmaya çalışıyor." "Suçsuz olduğu ortaya çıktı da artık hasret kalmayacak sevdiği yemeklere. Gördün mü onu? Aşırı zayıflamış. Beli incecik kalmış, çok üzülüyorum abime." Dün akşam gördüğümde dikkat etmemiştim. Zayıflamış mıydı? Farkında bile değilim. "Kim gelmiş Seher?" Kalın tok sesini duyunca geriye doğru adım attım. "Miray gelmiş abi. Sana sevdiğin tatlıyı yapmış." Gözlerim bir tık açılırken kapıda beliren adam önce Seher'in elindeki tabağa sonra da bana baktı. Yüzümde olan bakışlarını tekrar tabağa çevirdiğinde, "Sağ ol," dedi. "Kapıda kalma içeri gel istersen." Başımı iki sana sallayıp bir basamak aşağı indim panikle. Ezan okununca annem beni zorla buraya getirecekti. Bu yüzden ne kadar geç gelirsem o kadar iyiydi. Hem o evdeyken girmem doğru olmazdı. "Yok ben gideyim, annem bekler evde." Gözlerini gözlerime değdirmeden başını aşağı yukarı salladı. Kısa bir an gözlerimi üzerinde gezdirdim. Seher'in dediği gibi zayıflamıştı ama kötü gözükmüyordu. Onu tanıdığımdan beri hemen hemen bu kilodaydı. Beli ince, omuzları geniş, bacakları ise sıkı ve kaslı duruyordu. Dilimin ucunu ısırdım. Bu yaptığım doğru değildi. Durmuş burada adamın bedeni inceliyordum. Parmaklarımı boynumun üzerinde ağırca gezdirip geriye çekildim. "Seni evine kadar bırakayım." Anında yerde olan gözlerimi gözleriyle buluşturdum. Evlerimiz yan yanaydı, buna gerek yoktu. "Hiç yorulma ben giderim." Dudaklarında varla yok arası tebessüm oluşurken yere eğilip siyah ayakkabılarını giydi. Beklemeden arkamı dönüp merdivenleri inmeye başladım. Gündüz vakti beni neden evime bırakıyordu? Bir gören olsa yanlış anlar mıydı? Elimi karnıma bastırıp hızlı hızlı inmeye başladım. "Aslı nasıl? Toparlayabildi mi?" Arkamı dönmeden, "Toparlamaya çalışıyor," dedim. "Babasına çok düşkündü. İster istemez zor günler geçiriyor." Aynı anda demir kapıya uzanıp kapının kolunu tutunca elimi geri çektim. Arkamdan sesli nefesini bıraktı. "Sen iyi misin? Ben buradan ayrıldığımda yüzün gülüyordu şimdi mutsuz gibisin. Canını sıkan bir durum mu var? Varsa yardımcı olurum." Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. "Bir sorun yok Mirza abi. Arkamda duran bedeni kenara çekilirken, 'üzgün bakmasın gözlerin' dedi varla yok arası kısık sesiyle. Anında bedenimi saran panik bacaklarımı birbirine karıştırırken, "Gitsem iyi olacak," dedim. "Annem oyalandığım için kızar." Gülümsedi. Kapıyı açarken geriye çekildim. Beklemeden kolunun altından geçtiğimde peşimden geldi. "Çarşıya geliyor musun, Mirza?" Kendi evime yönelmeden duyduğum sesle adımlarım sendeledi. Evinin bahçesinden çıkan Koray ceketinin kollarını düzeltirken gözlerimi önüme çevirip ilerledim. "Sen git geleceğim ben." Onları dışarıda bırakıp kendi binamın içine girdiğimde demir kapıyı aralık bırakıp kenara geçtim. Koray telefonunu kontrol ederken hızlı atan kalbimi durduramıyordum. Biri beni burada görse ne derdim bilmiyorum. Ona bakmamam gerekiyordu. Parmağında yüzük olmasa da annesi sözlü olduğunu söylemişti. Kalbimi ağrıtan bu histen kurtulmam için onu gördüğüm yerde görmezlikten gelip, sesini duymamam gerekiyordu. Dolan gözlerimi kapatıp açtım. "Eyvallah kardeşim," diyen Mirza ağabeyin sesini duyunca kapıyı kapatıp merdivenleri koşarak çıkmaya başladım. Çıkardığım sesten kapıyı açıp ne bu gürültü diyen yengemi duymazdan gelip evimin önünde dolan gözlerimi ovuşturup derin nefes alıp verdim. Kendine gel Miray, ölecek gibi hissetmiyorsun. Unutacaksın. O sana ait değil, hiçbir zamanda olmadı. Kendi kendine onu içinde büyütüp daha fazla canını yakma. Bunları daha ne kadar hatırlatacaktım kendime? Kavrulan yüreğimi görmezden gelip kapıyı açtım. Salondan sesler geliyordu. Odama geçmeden salona geçtim. Babam her zaman oturduğu tekli koltukta otururken annem yere oturmuş patates soyuyordu. Gözlerimi onların üzerinden çekip yanına oturmamı işaret eden ağabeyimin yanına oturdum. "Baba televizyonu kapatabilir misin, bir şey konuşacağım sizinle." "Hayırdır oğlum?" Her zamanki gibi panik olan babam kumandanın kapatma düğmesine basıp ağabeyime döndü. Gözleri ağabeyimin üstünde yavaş yavaş patatesi soyan annem ise ağabeyimle beni şüpheyle süzüyordu. Kaç gündür durgun olduğumuzu görüyordu. Üstümüze gelmemek adına sormamıştı ama şimdi merak ediyordu. Eminim biz konuşmazsak ikimizi de sıkıştıracaktı. "Yarım saat sonra camiye gideceğim için lafı uzatmadan direkt konuya gireceğim. Baba bu evden taşınmamız lazım. Burada huzurumuz yok, dedem, amcam, yengem Miray'ı huzursuz ediyorlar." İtiraz edecek olan babama, "Dur lütfen," dedi bir anda. "Ses tonunu asla yükseltmek istemiyordu. Babam çocuk kadar masum biriydi. Bu yüzden ikimiz de onunla konuşurken her zamanki ses tonumuzla değil de daha yumuşak şekilde onunla konuşuyorduk. Kırılgan, hassastı benim babam. "Babam bak dedem geçen gün Miray'ı bastonuyla dövüyordu. Kendimi zor tuttum elimden bir kaza çıkmasın diye. Ben artık burada durmak istemiyorum." O günü asla unutmayacağım, dedeme olan öfkem asla azalmayacak. "Ne zaman vurdu?" diyerek bağıran annem elindeki bıçağı yere düşürerek ayağa kalktı. "Ne zaman vurdu diyorum? Nasıl bize söylemezsiniz?" Telaşla yanıma gelip bedenimi inceledi. "Yazıklar olsunlar onlara. Güçleri benim kızıma mı yetiyor?" Sinirlenen annemi yanıma oturtup sarıldım. Acılar ilk günkü gibi bacaklarımın üstünde duruyor olsa da annemle babamı üzmemek adına bu konuyla ilgili tek kelime etmedim. Konuşursam biliyorum ki gözyaşlarım benden önce davranırdı. "Ben ona sorarım şimdi." Ayağa kalkan babamı durduran ağabeyim, "Otur baba," dedi güç bela babamı koltuğa oturtarak. "Onunla konuşman hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Buradan gideceğiz. Bizim kendi içimizde hiçbir sıkıntımız yok. Benim kardeşimim kimseye zararı yok. Senin babanla abin onu ezmeye devam ettikleri sürece elimden bir kaza çıkacak." "Oğlum nereye gidelim? Burası bizim evimiz, kira veremeyiz. Sen yeni başladın işine, ben daha emekli olmadım. Başkasının evinde yapamayız biz. Bırak ben konuşayım onlarla. Bir daha kızımla uğraşmamalarını söyleyeyim." "Konuşunca ne değişecek, hiçbir şey. Onlar bildiklerini okumaya devam edecekler. Adam hacı olmuş ama insan olamamış. Yıllarca seni yanında para vermeden çalıştırmış, sigortanı yatırmadığı için yaşın gelmesine rağmen hâlâ emekli olamadın. Allah'tan bahsediyor, bir Müslüman'ın yapmaması gereken şeyleri yapıyor." "Ama gidersek bir daha buraya geri gelemeyiz. Çok zorlanırız." Babamın kırışmış ellerini tutup iç çekti. "Ben kardeşimi kimseye ezdirmem baba. Haziranda buradan taşınacağız. O zamana kadar senin sigortaya olan borcunu kapatacağım. Ondan sonra hep birlikte buradan gideceğiz. Bizim seni burada bırakmaya niyetimiz yok, dört kişilik ailemizden kimse eksilmeyecek tamam mı?" Gözleri dolu dolu bana bakan babam, "Tamam," dedi. "Ama ben yine de babama kızacağım. Benim kızıma vuramaz. Dövmek günah olmasına rağmen hep şiddet uyguluyor. Eskiden beni döverdi sesimi çıkaramazdım ama kızımı dövemez." Oturduğum yerden kalkıp yanına gittim. Dizlerimin üstüne otururken kollarımı bacaklarının üstüne koydum. "Üzülme, buradan gidince her şeyi unutacağız. Size destek olmak adına ben de iş arıyorum ama bulamıyorum. Zamanında kız kısmı çalışır mı diyerek benim işe girmeme engel olan dedemleri artık dinlemeyeceğim." "Kızım sen Mobilya dekorasyon bölümü mezunusun, marangozda çalışamazsın ki." "İlla kendi mesleğimi yapmam şart değil. Belediyenin kurslarına katılacağım. Oradan belge aldığımda iş bulmam kolay olur. Bak ben her şeyin üstesinden gelirim yeter ki biz birbirimize sahip çıkalım. Dedemle amcamın daha fazla hayatımıza karışmasına izin vermeyelim. İnan bana tükendim baba." Dolan gözlerini saklamak adına başımın üstünü öptü. "Seni seviyorum kızım." Gülümsedim. Kollarımı beline dolayıp, "Ben de seni çok seviyorum," dedim. "İyi ki benim babamsın." ? Hocayı dinlerken esnemekten ağzım yırtılacaktı. Uykum gelmişti ve oturduğum yerden kıpırdayamıyordum. Kur'an okuyan Hacer teyzenin sesi ninni gibi geliyordu kulağıma. Seher kolumu dürtüp beni kendime getirmeye çalışırken tülbentin önünü düzeltip kapanan gözlerimi bir daha kapatmamak üzere kocaman açtım. Burası fazla kalabalıktı. "İstersen içeriye geçelim, bunaldın." Bakışlarımı hole çevirdim. Orası da kalabalıktı. Mirza ağabeyi ne kadar çok seven varmış. Onun için yapılan Kur'an bu kadar kalabalık oluyorsa adamın düğününü düşünemiyordum. Tülbentin ucunu tutup yüzümün önünde sallayarak, "Lütfen boş bir yere geçelim," dedim. "Yoksa bayılacağım." Başını sallayan Seher yerden kalktığında yanımda oturan Hayriye teyzenin ayaklarına basmadan ayağa kalktım. Bacaklarım uyuşmuştu resmen. İnsanların arasından acele ederek geçip Seher'in açtığı kapıdan içeri girdim. Derin nefes alırken, pencerenin önüne gidip kapalı pencereyi açtım. "Az kalsın Hayriye teyzenin üstüne kusacaktım. İki gündür doğru düzgün uyumadığım için kendimi yorgun hissediyorum." "Rahat ol. İstersen yatağa uzan." Tülbenti başımdan alıp omuzlarımın üstüne bıraktım. Gözlerim odanın içinde gezerken, "Burası?" dedim beni pür dikkat izleyen Seher'e. "Mirza ağabeyin odası mı?" Başını onaylamak adına aşağı yukarı salladı. Anında yanmaya başlayan yüzüm hepten beni bunalıma sokarken, "Çıkalım ayıp olur," dedim. Sıcaktan fazlasıyla bunaldığım için ilk an fark edememiştim neresi olduğunu. "Ağabeyim burada değil Miray, ayıp olunacak bir durum yok. Evin her yeri dolu bir tek burası ve annemlerin odası boş. Salona en yakın bu oda olduğu için seni buraya getirdim." Tedirginlikle parmaklarımla oynarken bileğimden tutup yatağa çekiştirdi beni. "Şu halin çok komik duruyor, sanki olmaman gereken bir yerde zorla durduruluyormuşsun gibi ifade var yüzünde." Yatağın ucuna kayıp burnuma ilişen kokuyu içime çekmemeye çalıştım. "Bekâr bir erkeğin odasında bulunmam hoş bir durum değil. Mahallemizdeki insanlar ne kadar iyi olsalar da akıllarına yanlış bir düşünce gelebilir. Ben ne kendimi ne de Mirza ağabeyi zor durumda bırakmak istemiyorum." Yatağın ortasına kayıp sırtını yatağın başlığına dayadı. "Emin ol ağabeyim zor durumda kalmaz. Senin böyle kendini kastığını görürse de sana kızar. Biz aynı mahallede büyüdük, ben size geldiğim zaman Ertuğrul ağabeyinin odasına rahatlıkla girip çıkıyorum o olmadığı zaman. Şu an ağabeyim burada değil, o yüzden kendini kasma ve kafanda kurma. Gel sırtını yasla hocayı dinleyelim." Her ne olursa olsun bu yanlıştı. Buradan çıkmam gerekiyordu. Sorgulayan bakışlarla yüzümü inceleyen Seher hareketlerime sırıtırken Kur'an'ın bitmesine az kaldı diyerek sırtımı onun gibi yatağın başlığına dayadım. Ayıptır yahu! Bari yere otursaydım. Sonuçta adam burada yatıyordu, başını koyduğu yastık sırtımda... Tövbe tövbe. Yanağımın içini küçük küçük ısırırken kulaklarım salondaydı. Ne zaman bitecekti? Bir an önce eve gidip uyumak istiyordum. Duvar rengi kar gibi bembeyazdı. İki kişilik dolap ise siyahtı. Yatağının üstündeki örtü de siyahtı. Bu odada sadece beyaz olan duvarlardı. Geri kalan her şey koyu renkteydi. Mirza ağabeyin de mi ruhu benimki gibi karanlıktı? Düşünmeyi bırakıp göğsüme baskı uygulayan histen kurtulmak adına burnumdan nefes alıp dudaklarımın arasından verdim. Zaman hızlı geçsin. Kur'an'ın bir an önce bitmesini beklerken günaha girecektim. En iyisi sakin sakin durup okunan süreleri dinlemekti. Hem Mirza ağabey eve gelmezdi. Buraya girdiğimi de bilmezdi. Bu saatte evde olmayacağına göre rahat olabilirdim. ~~~ Havanın kararmasıyla evine dönen genç adam salonda oturan misafirlerine, "Hoş geldiniz," diyerek tebessüm etti. Atiye Hanım öz oğlu gibi sevdiği Mirza'ya "Hoş bulduk oğlum," derken çayından bir yudum aldı. "Karnın aç mı oğlum? Sen gelmeyince biz yedik." "Bizim çocuklarla yedik anne zahmet etmeyin. Ellerimi yıkayıp geliyorum." Kalabalığın üstünde kısa bir an göz gezdirdikten sonra geriye çekildi. Miray'ın ailesi buradaydı ama o yoktu. Eğer arkadaşlarına takılmasaydı eve erken gelir onu görürdü. Her ne kadar sabah görse de ona yetmemişti. Odasının kapısını açıp içeriye girdi. Işığı yakarken yatağın içinde kıpırdayan kızı görünce gözleri kocaman oldu. Bedenini ayakta tutan bacakları güçsüzleşmişti bir anda. Sırtını duvara yasladı. Gözlerini ovalayan kız, yastığının üstüne dağılan saçlarının arasına parmaklarını daldırıp gözlerini açtı. Sersem bakışları bir süre tavanda gezerken başını hafifçe kaldırıp odaya baktığında gözleri tavşan görmüş gibi kocaman açıldı. Mirza'nın dudakları bu tepkiyle anında iki yana kıvrıldı. Buraya nasıl gelmişti? Yatağında neden yatıyordu düşünmüyordu bile. Şu an onun bu tatlı hallerini izlerken kendini toy bir delikanlı gibi hissediyordu. Hâlâ onu fark etmeyen Miray bir anda yataktan kalktı. Bu ani hareketle başı dönse de bedenini dengede tutup, "Lanet olsun," dedi dişlerinin arasından. "Nasıl uyurum?" Kendi kendine mırıldanan kız gözlerini sonunda kapının eşiğine çevirdiğinde görmek istemediği bedeni bir anda karşısında görünce geriye doğru sendeledi. Ne yapacaktı? Ne diyecekti? Gözlerini dinlendirmek için kapatmıştı. Hangi ara uykuya dalmıştı ki? Hadi daldı annesi neden onu kaldırmamıştı? Utançtan yanakları kızardı. Durduğu yerde sallanırken bir an Mirza'nın yanından koşarak kaçmayı düşünse de bunun mantıksız olacağını bilecek kadar da aklı başındaydı. Yanaklarını şişirip öne doğru bir adım attı. Kaçış yoktu, burada olduğunu nasıl açıklayacaktı bilmiyordu ama konuşması gerektiğinin de bilincindeydi. "Ben şimdi sana evin içi çok kalabalıktı boş yer burası diye geldim dersem inanır mısın?" Gülmemek adına kendini zorlayan Mirza başını yavaşça sallarken aralık olan kapıyı kapadı. Neden kapamıştı bu kapıyı? Miray hepten telaşlanırken, "Sen sanırım yanlış anladın?" dedi panikle. "Ev kalabalıktı ve çok sıcaktı. İnan odanı karıştırma gibi niyetim yoktu Mirza abi? Aklımdan yatağına oturup uyumak da geçmiyordu. Nasıl oldu bilmiyorum. Lütfen izin verir misin eve gidip utançtan kafamı yastığın altına gömmek istiyorum." Hiç durmadan konuşan kızı dinlerken gözleri gri yastığına kaydı. Az önce dokunmanın bile hayalini kurmadığı saçlar onun yastığının üzerindeydi değil mi? Uzun zamandır kalbi ağrıyordu ama bugün başka bir ağrı vardı. O ağrı o kadar kuvvetliydi ki dili tutulmuştu sanki. Panik yapan kıza tek kelime edemiyordu. "Gidebilir miyim?" "Gitme." Miray'ın yüz mimikleri şaşkın bir ifadeye bürünürken ilk kez genç kızın karşısında kararlı duran adam ona doğru adım attı. Bu zamana kadar kaçtığı için Miray onu görmemişti, belki bundan sonra kaçmazsa onu fark edebilirdi. "İçerisi hâlâ çok kalabalık, burada oturabilirsin ya da yatabilirsin. Kimse seni rahatsız etmez." Anında başını iki yana salladı. "Teşekkür ederim abi, gitsem iyi olur." "Abi, abi, abi, biz öz kardeş değiliz Miray, neden bana her defasında abi diyorsun? Sana abilik yapmıyorum." Az önceki paniği tekrar nükseden genç kız kenara doğru kaydığında geriye çekildi Mirza. Üzerine gidip ürkütmek istemiyordu. "Sen benim ağabeyimsin Mirza abi. Benden kaç yaş büyüksün, seni abimden ayrı görmüyorum." Başını hafifçe kaldırıp ruhsuzca gülümsedi genç adam. Miray avuçlarına batırdığı tırnaklarını onun göğsüne batırsa bu kadar acı çekmezdi. Zaten karanlıkta yaşayan bir adamdı, umut eden yüreği her zaman canını yakmaya devam ediyordu. Tek bir kelime etmeden kenara çekildi. Anında odadan çıkan Miray kapıyı aceleyle kapatırken gözlerini yumdu Mirza. Az önce yatağa oturup yastığına bulaşan kokuyu içine çekmenin hayalini kuruyordu. Şimdi ise onu ağabeyi olarak gören kızın odaya yayılmış kokusunu içine çekmeye utanıyordu. "O senin neyin olur dediler. Uzaktan dedim, uzaktan yandığım olur kendisi..."(alıntı) Yere oturup sırtını yatağa dayadı. "Ben seni az mı seviyorum? Hiç mi hissetmiyorsun bendeki seni? Hiç mi görmüyorsun gözlerimdeki yakarışı?" Sağ dizini karnına doğru çekti. "Ölünce her şey bitecek gibi hissediyorum. Seni bir daha göremeyince öldükten sonra da acı çekecekmişim gibi hissediyorum." Parmakları ağrıyan şakaklarının üstüne bastırarak gezdirdi. "Ne hissettiğimi bilmiyorum. Ben, acıdan artık hiçbir şey hissedemiyorum."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD