Gri kazağının kollarını dirseklerine kadar çekiştiren genç adam karşısında oturan amirinin yüzünü incelerken gözlerini bir saniye kaçırmıyordu. Aylardır görevi için buradaydı. Mantığı, duyguları bu kapalı yerde birbirine girmişken bir an önce dışarı çıkıp eski yaşantısına dönmek istiyordu. Suçluları yakalayıp onları buraya sokmak istiyordu. Kendisi beş ay kalmasına rağmen kafayı yemeye noktasına gelirken bazı insanların buradan çıktıktan sonra tekrar suç işleyerek geri gelmesini anlamıyordu. Bu insanlar ya özgürlüklerini umursamıyorlardı ya da sevdiği insanlar yoktu. Burada aklın bozuk saat gibi duruyor, sürekli aynı şeyleri düşünmeni sağlıyordu. Özlem tüm benliğini esir alıyor, nefes almasını bile zorlaştırıyordu. Temiz havaya hasret kalınırken bu kadar pervasızca yaşamayı mantığı almıyordu.
"Birazdan seni almaya gelecekler. İstediğimiz her şey gerçekleşti. Çetenin en güvendiği adamlardan biri sensin bundan sonra. Telefonların dinlenmeyecek, izlenmeyeceksin. Senin emrinin altında olan kişileri onlardan biri değil sen kontrol edeceksin. Zor oldu ama başardık oğlum."
Beyaz saçlara sahip olan amirinin karşısında başını hafifçe indirip kaldırdı.
"MİT benimle olmaya devam edecek mi?"
"Ellerini asla senin üzerinden çekmeyecekler. Peşinde olduğumuz adamlar basit insanlar değiller bunu çok iyi biliyorsun. Oturduğun mahalledeki insanlara bundan sonra fazlasıyla dikkat et. Şu an göz önünde olan Sertaç. Kuzey kardeşinin hangi işlere bulaştığını bilmiyor bilmeyecekte bunu unutma."
Başını salladı. En yakın arkadaşlarından birinin kardeşiydi Sertaç. Ağabeyi dürüst bir polisken onun nasıl bu işlere karıştığına aklı ermiyordu. Parasal konuda bir sıkıntıları yoktu bildiği kadarıyla. Sertaç Amerika'da tıp eğitimi alan genç bir delikanlıyken onu bu pisliğe kimin soktuğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordu.
"Başka kimler var mahalleden?"
"Şu mesleğini bırakan kafe sahibi çocuk yok mu?"
Anında gözleri büyüdü. "Sakın Güney'in bu işin içinde olduğunu söylemeyin bana." Ellerini iki yana açtı adam. "Maalesef o da bu işin içinde." Yirmi yıllık dostunun kötü olduğunu düşünmek istemiyordu. Evli ve bir çocuk babasıydı. Karısı evde yalnız kalmaktan korktuğu için askerliği bırakıp mahallede küçük bir kafe açmıştı kendine Güney. Parmakları sakallı yanağının üzerinde dolaşırken öne doğru eğildi amiri.
"Bundan sonra daha dikkatli ol Mirza. Güney belki de bizler gibi görev için gizli girmiştir aralarına. Sertaç konusunda yüzde yüz eminim ama Güney konusunda kararsızım. Biliyorsun asıl bilgiler MİT'te. Ben kulağıma gelenleri sana söylüyorum."
"Benim bu çeteye girdiğimden haberleri var mı?"
"Var, sen onlarla karşılaştığında yine de bilmiyormuş gibi davran. Ve Kuzey'e hiçbir şey belli etme. Vatanı için canını verecek bir adam o, operasyonu boş verir kardeşini darağacında asar gözünü kırpmadan. Sertaç, Güney bunlar küçük adamlar. Bize büyükleri lazım olduğu için MİT ne derse onu yapacağız."
Ne boktan bir durumdu bu. Aynı mahallede büyüdüğü insanların kötü olduklarını hiçbir zaman düşünmemişti. Hepsinin evinde bir tabak yemek yemiş, hasta olduğunda ilk önce onlar koşmuştu. Onların çocuklara, kadınlara, masum insanlara zarar verdiklerine inanmak istemiyordu. Güney'in küçücük bebeği vardı. Ona zarar gelecek düşüncesiyle gözünü kırpmadan evladını, karısını koruyan adamın başkalarının çocuklarına, karısına eziyet edeceği mantıksızdı.
"Kafanın karışık olduğunu görebiliyorum. Sonuçta hepsi yakının, sakın duygularına yenilip onlara ağzından bir şey kaçırma. Bu iş çok yakında bitecek, vakti zamanı geldiğinde hepsiyle yüzleşeceksin. Şimdi senden beklediğim eski Mirza olarak hayatına devam etmen. Şimdi seni alacaklar, mekânlarına götürecekler. Büyük bir ihtimal bu gece orada kalacaksın, yarın da ailenin yanında olursun."
Bu kadar karışık işin içinde kıpırdayan kalbine küfür ederek ayağa kalktı. Büyük bir çetenin içine giriyordu onun aklı ve kalbi mahalledeydi. Bir gün beynini durduran kalbine yenildiğinde kafasına mermi yiyecekti çok az kalmıştı. Kendi kendine sırıtıp arkasını döndü. Yarın mahallesindeydi ve onu görecekti. Yirmi dokuz yaşında bir adam olmasına rağmen şu an tıpkı on yedi yaşındaki delikanlı gibiydi.
"Kendine dikkat et. Yarın mutlaka beni ara."
"Olur," diyerek odadan ayrıldı. Gardiyanla birlikte koğuşuna geldiğinde eşyalarını alıp yatağın üstüne bıraktı. O, ne zaman koğuşa girse ortam bir anda sessizleşirdi. Bu duruma alışık olduğu için bir şey demeden kıyafetlerini yirmi yaşlarında olan genç delikanlıya uzattı.
"Bunlar temiz, istersen giyersin."
Çekinerek kıyafetleri alan genç delikanlı, "Bir yere mi gidiyorsun abi?" diye sorduğunda başını aşağı yukarı salladı.
"Hayırdır komiser, sana ayrıcalık mı yaptılar?"
Esmer bıyıklı adama gözlerini çevirdi. Yanına doğru yürürken elindeki tespihi sıkan adam başını kaldırıp ondan uzun boylu olan Mirza'ya bakışlarıyla meydan okudu.
"Burada yokum diye rahata kavuştuğunu düşünme, eğer buradaki insanlardan birine zarar verdiğini duyayım o zaman buraya tekrar geri dönerim. Dönünce ne olacağını biliyorsun değil mi?"
Yutkunan adam tespihi hızlı hızlı çekerken bakışlarını kaçırdı. Birinin karşısında aciz görünmekten nefret ediyordu.
"Cevap vermediğine göre anladığını düşünüyorum."
Arkasını dönüp yatağının başına geçti. Siyah kapüşonlusunu üstüne geçirirken çantasını alıp onu izleyen adamlara döndü. Birçoğu kaşları çatılı bakarken onlara meydan okuyan bakışlarıyla geriye doğru gitti. "Akıllı olun." Koğuştan çıktığında büyük adımlarla bir an önce buradan ayrılmanın derdindeydi. Gideceği yeri merak etmiyordu. Mesleği gereği her türlü ortamlara girmiş biri olarak artık bu durumlar onu ne heyecanlandırıyordu ne de geriyordu. Görevini temiz bir şekilde yapıp, hata yapmadan yerine getiriyordu.
Ceza evinden çıktığında çantasını çöp konteynerin içine attı. Onu bekleyen siyah arabaya doğru ilerlerken ellerini kapüşonlusunun ceplerine yerleştirip arabanın yanına gitti. Arka kapıyı açan kısa boylu adamın yüzüne bakmadan yerine oturduğunda bakışlarını dışarıya çevirdi. Parmakları cebinde ağır ağır hareket ederken başını geriye yaslayıp gözlerini kapadı.
Çok az bir zaman kaldı...
?
Arnavut kaldırım taşlarının arasına dolan yağmur suyunu izleyen Miray şiddetli yağan yağmurdan etkilenmiyormuş gibi kapının önünde oturuyordu. Kollarını bacaklarının etrafına dolamış, çenesini de dizlerine dayayarak serinleyen havadan kendini korumaya çalışıyordu. Pencereden bakan annesi başını iki yana sallayıp başını hafifçe aşağı doğru sarkıttı.
"Miray, eve gel kızım." Cevap vermeyen kızına üzüldüğü gibi kocasının akrabalarına da öfkeleniyordu. Pencereyi kapatıp televizyon izleyen kocasının yüzüne bakmadan salondan çıktı. Holden aldığı krem rengi hırkayı üzerine geçirirken kızının da ceketini alıp evden çıktı. Her bastığı basamak akrabalarına birer sitemdi. Yıllardır kızıyla uğraşan bu insanlarla aynı binada yaşamak istemiyordu. Çocukluğunda başını yere çarpma sonucunda aklı biraz geriden gelen kocası babası ve ağabeyi ne derse onaylıyordu. Her zaman karşısına geçip bizim bir ailemiz var; kızımızın, oğlumuzun yanında olmalıyız diyerek konuşsa da dışarıda bize zarar verirler düşüncesiyle bu binadan ayrılmak istemiyordu kocası. Kızıyor, kırılıyor yine de kıyamıyordu.
Derin nefes alıp demir kapıyı açtı. Kızının omuzlarına ceketi bırakırken elini dizine bastırarak yanına oturdu.
"Yere rahatlıkla oturamıyorum artık farkında mısın? Benim zayıflamam lazım, nasıl olacak?" Cevap vermeyen kızının kolunu dirseğiyle dürtüp, "Cevap versene," dedi tek eliyle yüzüne damlayan yağmuru silerken.
Başını annesine çevirdi Miray. "Yoruldum artık, ben bu binada oturmak istemiyorum anne. Dedem, amcam, babaannem, yengem beni boğuyorlar. Her şeyime karışıyorlar ve ben artık onlara sizin bana karışmaya hakkınız yok demekten tükendim." Başını kaldırıp derin nefes aldı. "Ailedeki bütün kadınlar kapalı diye ben de kapanmak zorunda değilim. İstemiyorum, beni bu konuda zorlamalarından bıktım artık. Bana sürekli cehenneme gideceksin diyerek canımı yakıyorlar. Ben her ağladığımda onlara günah yazılmıyor mu?" Sızlayan burnuna kolunu bastırıp bir süre acının geçmesini bekledi. Yağmurdan sırılsıklam olmuş saçlarını okşayan annesine döndüğünde başını onun güven veren omzuna yasladı.
"Evimize misafir geliyor anında hepsi bize geliyor. Ellerini hiçbir şeye sürmeden senden ve benden hizmet bekliyorlar. Akşamları erken odama geçmek istiyorum Makbule anında odama gelip hiç susmadan konuşuyor. Ara sıra gelseler inan hiç sıkıntı değil ama bunlar her akşam bize geliyorlar anne."
Tek kelime etmeden kızını dinleyen kadın onu soğuktan korumak adına kollarını bedenine doladı sımsıkı.
"Benim arkadaşım evleniyor anne, dün akşam zorla yemeğe gittim. Bu akşam düğünü var ve o şu an evde ben buradayım. Neden yanıma gelmiyorsun diyerek mesaj atmış haklı olarak. Baksana saat altı olmuş burada oturmuş akrabalarımızın bize yaptıkları kötülükleri konuşuyoruz. Ben bu akşam o düğünde siyah elbiseyi giymek istiyorum. Ne olmuş dizlerimin biraz yukarısındaysa? O Makbule benim haberim olmadan nasıl odama girer de elbisemi alıp herkese gösterir? Anne bunlar bizim hayatımıza çok karışıyor, neden taşınmıyoruz buradan? Ben mutlu değilim görmüyor musun?"
Sıkıntıyla iç çekti kadın. "Babanı biliyorsun kızım, kendi evimiz varken neden kirada oturalım düşüncesinde. Burası dedenin üzerine biliyorsun taşınsak evi kiraya vermemize de izin vermez aile apartmanı diye. Şimdi öyle ha deyince ev alacak paramızda yok görüyorsun. Ağabeyin yeni başladı işine, genç adam evlenmek isteyecek. Çocuk kendine mi ev alsın bize mi?"
Kendini geri çekti bir hiddetle. "Eğer o fabrikadan olumlu cevap alırsam çalışacağım anne, itiraz ederlerse evden kaçarım." Annesi korkuyla gözlerini büyüttü. Buna rağmen alttan almadan kararında ne kadar ciddi olduğunu göstermeye devam etti.
"Benim bir tane kızım bir tane de oğlum var. Ben yıllarca bu aileye sizler için katlanıyorum, babanı da çok seviyorum kızım. Görüyorsun aklı biraz geride. Adamı kandırmaları çok kolay oluyor, üzülüyorum ona. Sizi alıp gitsem bu sefer aklım onda kalır inan ben de ne yapacağımı bilmiyorum."
"Babamı bırakmaya bizim de niyetimiz yok. Dedem hacı ama kendi öz evladını kandırıyor. Söz de dinini hakkıyla yaşıyor ama kendi evladına haksızlık yapıyor. Babamı ikna edelim ne olur, ağabeyimle de konuşalım. Merak etme ben de çalışınca sıkıntıda olmayız. Ağabeyim evlenmek isterse ona bile yardımcı olurum."
Kızının yanaklarını öpüp ellerinden tuttu. Yağmur durmuş olsa da elbiseleri sırılsıklamdı. Miray'ı ayağa kaldırdı. "Yarın bu konuyu hep birlikte konuşalım, şimdi eve geç duşunu al. Arkadaşını bekletme, birazdan kalabalıklaşır mahalle."
"Siyah elbisemi giyeceğim."
"Tabii ki, onlar anca konuşa dursunlar benim kızım aklı başında biri. Ne yapacağını, ne giyineceğine bir tek o karar verebilir."
Her zaman annesinden destek gördüğü için mutlu olan genç kız sımsıkı sarıldı ona. "Seni çok seviyorum anne, eğer sen yanımda olmasan ben daha kötü olurum."
"Ömrüm yettikçe evlatlarımın yanında olacağım. Kendini üzme, biliyorum üstene çok geliyorlar, asla susup kendini ezdirme. Onlar konuşsun sen yine de kendi bildiğinden şaşma."
Kapalı gözlerini açtı. "Eğer onlara boyun eğersem ben, ben olmaktan çıkarım anne."
Kızının sırtını sıvazlayıp geriye çekildi kadın. Burada durup tülün arkasından onları izleyen eltisine daha fazla malzeme vermek istemiyordu. Az önce aralık bıraktığı kapıdan kızını sokup geriye çekildi. Tülü aralamış dışarıyı izler gibi bakan eltisine kaşlarını çattı.
'Evlatlarımı sizlere asla ezdirmem.' Dudaklarının arasından mırıldandığı cümleyi anlamayan eltisi camı açıp, "Bir şey mi dedin yenge?" dediğinde kadının yüzüne bakmadan binanın içine girdi.
"Hâlâ merdivende misin Miray, acele et hasta olacaksın."
Geç kalmamak adına hızlanıp evin içine girdi. Yatak odasından elbisesiyle iç çamaşırlarını aldıktan sonra banyoya girdi. Her ne olursa olsun bu elbiseyi giyecekti. Hepsine karşı gelmesine rağmen bazen zor durumda kaldığı anlar çok oluyordu. Eğer bir kere dediklerini yaparsa biliyordu ki daha çok üstüne gelirlerdi.
Duşunu aldıktan sonra acele edip iç çamaşırıyla elbiseyi giydi. Siyah ince askılı kalem elbise bedenini sararken ellerini elbisenin yumuşak kumaşının üstünde gezdirdi. Bu elbiseyi arkadaşı Aslı ona hediye almıştı. Uzun zamandır dolabın dip köşelerinde durduğu için üzülüyordu. Sonunda giyeceği için muyluydu ve heyecanlıydı da.
Saçları kuaförde yaptırmaya kalkarsa geç kalacaktı. Bu yüzden banyoda oyalanmadan kurutup düz fön çekti. Yüzüne hafif makyaj yapıp aynanın karşısında kendini kontrol ettiğinde görüntüsü biraz hoşuna gitti. Sabah Reyhan ve Aslı'yla birlikte kuaförde saçlarını yaptırdığında kendini daha çok beğenmişti. Akrabaları sağ olsun her zaman mutluluğuna çomak soktukları için kursağında bırakmışlardı.
Dağıttığı yerleri toplayıp banyodan çıktı. Annesi mutfakta babası da salondaydı. "Ben Reyhan'ın yanına gidiyorum," diyerek kapıya yürüdü. Az önce portmantoya astığı siyah ceketini alırken açılan kapıyla ürkek bakışları kapıyı buldu. Gelen kişi ağabeydi. Onu baştan aşağı süzen ağabeyi tebessüm edince gergin duran dudakları iki yana kıvrıldı.
"Erken değil mi? Düğün sekizde diye biliyorum."
"Reyhan'ın yanına gidiyorum abi. Ben onlarla salona geçerim."
Başparmağını kardeşinin yumuşak yanağının üzerinde gezdirip alnını öptü. "Sabah cüzdanına para koydum, yetmezse ara beni gelirim."
"Vardı abim, annem vermişti."
"Annem ayrı ben ayrıyım. Yağmur tekrar başlamadan hadi git."
"Teşekkür ederim." Ağabeyi sol gözünü kırpıp salona geçtiğinde ayakkabılarını giyip evden ayrıldı. Merdivenleri inerken akrabalarından biri çıkacak diye ürkse de onlara yakalanmadığı için rahat nefes alıp verdi. Sabahın bir vakti elbise konusunda kavga ederek canını sıkmışlardı daha fazlasına bünyesi bugünlük kaldıramazdı.
Reyhan'ın evine doğru ilerlerken topuklu ayakkabıları yürümesini zorlaştırıyordu. Ayakları her ne kadar sendeleyip dursa da dik duruşunu bozmadan yakın olan evin önüne geldi. Yağmur bir saat önce durmuştu. Bu yüzden kapının önünde duran erkeklerin arasından geçerken gözleri mahallenin gençlerinden Koray'ı buldu. Ağzının içi anında kururken kısa bir an nefes almayı unuttu. Yıllardır uzaktan sevdiği genç adamın gözlerine kısa bir an bakması bile elini ayağını birbirine karıştırıyordu. İkisinin hiçbir zaman oluru olmadığını bildiği halde hissettiklerine engel olamıyordu.
Sigarasını içen genç adamın yanından geçip binanın içine girdi. Sağ eli göğsüne doğru yol alırken titreyen bacaklarını zorlukla hareket ettirip merdivenleri çıktı. Kızların yanına gitmeden aptal âşık hallerinden kurtulmak istiyordu. Bu zamana kadar duygularını kimseye belli etmemişti. Bu saatten sonrada belli etmek istemiyordu. Sadece en yakın arkadaşı Aslı'nın bilmesi ona yetiyordu.
Kapıya vurup geriye çekildi. "Darısı benim Mirza'mın başına," diyen komşusu Nurdan teyzesiyle Sema teyzesi merdivenlerden çıkıyordu. Sema teyzesi Koray'ın annesiydi. Nurdan teyzesi de Mirza'nın. Açılan kapıyla içeri girmek yerine kadınların yukarı gelmesini bekledi.
"Eski binalar da insanı çok yoruyor. Bazen diyorum taşınalım. Nefesim kesiliyor merdivenleri çıkmaktan."
"Bizim oğlana şu yeni yapılan dairelerden aldık. Fiyatlar çok yüksek değil, bir bakın isterseniz. Hem Koray'ın da yaşı geldi evlenmeyi düşünmüyor mu?"
Bir adım atıp soluklanan kadınlara kulak verdi.
"Evlenecek tabii, sözlüsü Erzincan'da. Geçen ay buraya gelip alışsın dedim ama annesi hastalanınca gelemedi. Koray işlerini ayarlasın nişan için köye gideceğiz, sanırım düğünde yakında olur."
"Hadi hayırlısı."
Geriye doğru çekilip ayakkabılarını ayağından çıkardı. Omuzları çökmüş halde koridorda ilerlerken Reyhan'ın odasının kapısını açıp içeri girdi.
"Sonunda geldin. Saçlarını niye bozdun?"
Bembeyaz gelinliğin içinde kusursuz gözüken arkadaşına tebessüm edip ince beline sarıldı.
"Pek beğenmedim, bana kıvırcık saç yakışmıyor bunu fark ettim. Bu halim daha güzel olmamış mı?"
"Olmuş olmasına da ben o halini de çok beğendim."
Yatağın üstünde oturan Aslı ayağa kalktı. "Lavaboya gitmeyecek miydin sen? Git, saat yaklaşıyor."
"Haklısın."
Gelinliğinin eteklerini tutup odadan çıktığında kapıyı kapadı Aslı.
"Anlat bakalım ne oldu?"
"Her zamanki gibi baba tarafı," diyerek pencerenin önüne gitti. Arkadaşının akrabalarını yakından tanıyan Aslı onun gibi pencerenin önüne gidip kollarını göğsünün üstünde topladı.
"Sadece akrabalar değil sanırım?"
Başını iki yana salladı. "Koray sözlenmiş Aslı, annesini Nurdan teyzeyle konuşurken duydum. Canım çok acıdı, oturup ağlamak istiyorum. Bizim imkânsız olduğumuzu bildiğim halde yine de içimde bir yerde umut eden bir kadın varmış. Kendime çok kızıyorum, neden onu unutamıyorum? Bana bir kere bile bakmayan, benimle konuşmayan bir adamı nasıl bu kadar sevebiliyorum? Benim başımda dedem gibi bir adam varken o beni sevse de imkânsızız biz onunla. Alevi bir adamı mı sevdin diyerek herkese işkence yapacak akrabalara sahipken ben bu adama nasıl bağlandım bu kadar?"
Arkadaşını kendine çekip onu rahatlatmak adına sarıldı. "Hiçbir zaman birini sevmedim Miray, biliyorsun Cihangir'le görücü usulü tanışıp bir yola giriyoruz. Biz bu ilişkide mantığımıza bakıyoruz. Açıkçası birini sevmenin ne olduğunu bilmiyorum. Annemi seviyorum, babamı seviyorum o serseri kardeşimi bile seviyorum ama yabancı bir erkeği nasıl severim bilmiyorum. Sana bu konuda akıl veremiyorum. Sadece kendini üzmeni istemiyorum."
Elini ağlayan arkadaşının sırtında yavaşça hareket ettirip gözlerini kapadı.
"Sana aileni bırak git kendi ayaklarının üzerinde dur da diyemiyorum. Annen, baban, ağabeyin muhteşem insanlar, görüyorum senin için ellerinden gelenin fazlasını yapıyorlar. Sen akrabaların konusunda baskı altında olduğun için Koray'a olan hislerinin içinde kayboluyorsun. Akşama kadar evde oturup pencereden sokağı izliyorsun. Kafanı dağıtacak bir işin olsa onu bu kadar düşünmezsin. Ya da bir hobin olsa, yeni arkadaşlar tanısan bu karamsar düşüncelere sahip olmazsın. Bak diyorsun ki biz imkânsızız. Belki değilsiniz. Onun alevi olması sizin birlikte olmanıza engel değil ki. Bunları düşünüp kendini üzüyorsun. Düşünme lütfen, hayat çok kısa, kendine uğraşacak bir şeyler bul sıkıntıda olan ruhun rahatlayacak inan bana."
Yanaklarını ıslatan gözyaşlarını sildi. Aslı her konuda haklıydı. Eğer bir şeylerle uğraşırsa boğuluyor gibi hissetmezdi. Gündüzleri işte olursa akrabalarını görmezdi. Onu görmeyen bir adama da saplantılı derece de bağlanmazdı. Üstelik o adam başkasıyla sözlüyken uzaktan bile onu sevmek haramdı. Yanağının içini ısırdı. Çok zor olmasına rağmen unutmak için artık bir şeyler yapacaktı. Kendine daha fazla acı çektirip yıpranmayacaktı.
Henüz yirmi dört yaşındaydı ama elli yaşında hissediyordu kendini. Dur demeliydi karanlığın içinde kaybolan ruhuna. Bedenime geri dön bana yaşayamadığım gençliğimi ver diyecekti. Demeliydi. Eğer böyle giderse bu hayatta hiçbir zaman mutlu olamayacaktı.
4 saat sonra.
Düğün salonunda herkes çılgınlar gibi eğlenirken Miray'ın aklı Aslı'daydı. Babası rahatsızlanan arkadaşı apar topar hastaneye gittiğinden beri ona ulaşamıyordu. Düğün birazdan bitecekti, onun gibi endişeli olan annesi, "Tekrar arasana kızım," dediğinde kapının girişine gitti. Ses arkasında kalırken Aslı'yı tekrardan aradı cevap alamadı. Cihangir'i arayacaktı. Az önce aramasına rağmen karşılık bulamamıştı. İsminin üzerine geldiğinde kapıda beliren ağabeyiyle ona doğru ilerledi.
"Aslı'nın babası vefat etmiş."
"Ne?"
Sinirlerinin boşaldığını hissetti. Ağabeyi kolunu tutarken elini dudaklarının üstüne bastırıp yanağının içini ısırdı. İyiydi, akşam gördüğünde gözleriyle gülümsüyordu. Nasıl olurdu da şu an olmazdı?
"Sen Koray'ın yanına geç ben annemlere haber vereceğim. Kuzey ve Reyhan duymasın."
Başını ağır hareket ederek sallarken elindeki telefona baka kaldı. Aslı'nın canı kim bilir nasılda yanıyordu. Sarsak adımlarla dışarıya çıktı. Koray ailesiyle birlikte arabanın yanında duruyordu. Onların yanına gidip gitmeme konusunda kararsız kalırken, "Miray?" diyen Nurdan Hanım'ın sesiyle arkasını döndü.
"Bizim araba boş kızım gel gidelim."
Başını sallayıp onlara ilerledi. "Biz de hastaneye gidelim Nurdan teyze. Aslı'yı yalnız bırakmayalım."
"Eve geliyorlarmış kızım, cenazeyi sabah morgdan alacaklar."
Bir şey diyemeden arabaya bindi. Düğünün bitmesine çok az bir zaman kaldığını öğrenen komşuları düğün sahiplerini tebrik ederek cenaze evine doğru gidiyorlardı. Arkadaşının çektiği acıyı yürekten hisseden Miray ise durmayan gözyaşlarını eliyle silip duruyordu. Yanında oturan Seher ona selpak uzatınca geri çevirmeden aldı.
"İyiydi Harun amca, ne oldu da vefat etti? Şaka gibi geliyor."
"Ölümün vakti de saati de yok hanım. Ecel geldi mi kaçısın yok."
Yüreği daralan kadın, "Öyle," derken arkaya dönüp ağlayan Miray'ın koluna uzandı.
"Ağlama kızım, dua edin bol bol. Şu an onun duaya ihtiyacı var."
Aslı'nın evinin önüne geldiklerinde arabadan inip açık kapıdan içeri girdiler. Komşuların bir kısmı buradaydı. Sandalyede oturan Tufan'ın yanına gidip, "Başın sağ olsun," dedi sağ omzunu sıkarak. Başını sallayan genç çocuk, "Sağ ol," derken gözleri dedesiyle amcasını buldu. İkisi de öfkeyle bakıyordu ona. Bastonu yere vuran dedesi, "Allah hidayet versin," derken elindeki bastonu ona fırlatacaktı resmen. İkisinin bakışlarını umursamadı. Salondan çıkıp kapının önünde beklemeye başladı. Arabalar peş peşe sokakta duruyordu. Çok değil, saatler önce düğün için sıraya dizilen arabalar şimdi komşularının cenazesi için evin önünde duruyordu. Soğuktan kızaran burnunu avuçlarının içine bastırarak nefesiyle ısıtmaya çalıştı.
"Utanmaz seni, şu giydiğin kıyafete bak. Sen de Allah korkusu yok mu hiç? Kendin yanacaksın bizi de yakacaksın."
Bacaklarına bastonu değdiren dedesinden kaçmak adına geriye çekildi.
"Herkes cehenneme gidecek dede, bir tek sen cennete gideceksin gönlün rahat olsun."
"Sus! Utanmadan bana cevap veriyor. Dua et yeri burası değil, eve gidelim o zaman sana yapacağımı biliyorum ben."
Gözlerini kaçırmadan, "Hiçbir şey yapamazsın," dedi. "Azıcık Allah korkun varsa benimle uğraşmazsın."
"Ne diyorsun sen kız?"
Kolundan sımsıkı tutan dedesi onu dışarı doğru çekiştirdiğinde insanlara rezil olmamak adına, "Ne yapıyorsun?" diyerek dişlerinin arasından söylendi. Yaşlı olmasına rağmen kuvvetli olan adam kolunu sımsıkı sıkarken tek eliyle adamın elini çekmeye çalışıyordu.
"Sen iyice azıttın, ne demişler kızını dönmeyen dizini dövermiş. O baban olacak adam sana çok yüz verdi. Yeter artık bizi rezil rüsva ettiğin." Demir kapıdan Miray'ı içeri iteklediğinde kapıyı kapatıp bastonu kaldırdı. Korkuyla kollarını kaldıran genç kız, "Bırak beni," diye bağırsa da o bastonun canını acıtmasından da çok korkuyordu.
"Şu haline bak, her yerin meydanda. Utanmaz seni, senin gibi bir torunum olduğu için utanıyorum. Ne günah işledim de Rabbim seni bizim başımıza verdi? Seni döve döve adam edeceğim. O saçını, bacaklarımı kapatmazsan gerekirse bacaklarını kıracağım. Soysuz seni."
Hıçkıra hıçkıra ağlarken kalçasına yediği bastonla, "Baba!" diye bağırdı.
"Kes sesini. Baban alamaz elimden seni. Şu suratının haline bak, simsiyah olmuş. Tövbe estağfurullah sen bizim başımıza orospu mu olacaksın?"
Tekrar bastonu kalçasına vurduğunda bu sefer, "Abi!" diyerek çığlık attı. Bedenini duvara yapıştırmış, "Gelin," diye bağırıyordu. "Ben kapanmak istemiyorum anlıyor musun? Ben aşırı açık gezmiyorum. Şu hayatta beni rahat bırakın, sadece nefes almak istiyorum yalvarırım engel olmayın. Beni görmezlikten gelin, sizin aileden olduğumu düşünmeyin."
Bu sefer bacaklarına yediği bastonla acıyla inleyip dizlerinin üstüne çöktü. Her sabah güneş doğuyor her akşam güneş batıyordu. Onun için ne gündüz oluyordu ne de gece. Aldığı nefesin hesabını verirken bu hayatta neden var olduğunu sorguluyordu. Yeteri kadar acı çekmemiş miydi? Neden bitmiyordu çilesi?
"Münafık seni, sen bu kafayla gidersen benden daha çok dayak yiyeceksin. Bizim dediklerimizi yapacaksın, o saçlarını sıfıra vururum yoksa. Bu ailenin soyadını taşıyorsun, benim oğlumun kızı olarak bizim kanımızı taşıyorsun, bu yüzden aklını başına al Allah kitap aşkına seni daha beter hale getiririm."
İkisinin de bağırışları etrafa çok fazla yayılmasa da onların evinin önüne arabasını park eden Koray sesleri duymuş içeri girip girmeme konusunda tereddüt ediyordu. Tam kaldırama çıkıp zile basacakken ileride gördüğü Ertuğrul'la ona doğru koştu.
"Deden Miray'a zarar veriyor sanırım, sen müdahale eder misin ben polisi çağırayım mı?"
Koray'ı kenara ittiği gibi evlerine koştu Ertuğrul. Binanın önüne yaklaştığında kardeşinin hıçkırıklarını duydu. Elleri telaştan titriyordu. Anahtarı zorla kilit yerine sokup demir kapıyı açtı. Gördüğü görüntü gözlerini büyütürken dedesinin elinden aldığı bastonu duvara vurarak kırdı.
"Ne yapıyorsun sen? Kafayı mı yedin dede?"
Nefes nefese kalan yaşlı adam en çok sevdiği torununa dönüp parmağıyla zorlukla ayağa kalkan Miray'ı gösterdi.
"Ertuğrul, sen utanmıyor musun bunu böyle sokağa çıkarmaya? Oğlum sen müezzinsin, insanlar arkandan laf söylüyor duymuyor musun? Bu kız bizi cümle âleme rezil ettiği gibi günaha da sokuyor. Ne yap ne et aklını başına getir şunun."
Vücudu titreyen kız kardeşini kollarının arasına aldığı gibi onu dedesinden uzaklaştırdı.
"Bu zamana kadar dedem olduğun için bu saygısız tavırlarına katlanmak zorunda kaldım. Bundan sonra benden saygı bekleme, benim kardeşime bir daha sakın elini kaldırma. Onun giyimine, duruşuna, yaşamına sakın karışma. Sana daha önce de söyledim yine söylüyorum bu onun hayatı senin değil. Her koyun kendi bacağından asılırken sen benim kardeşime karışma halkını kendinde göremezsin. Yıllardır onu zorladınız, dininden uzaklaştırdınız. Dinimizde zorlama yokken siz kızı depresyona soktunuz. Bir daha birinizin bu kıza karıştığını göreyim veya duyayım o zaman yapacaklarımdan sorumlu değilim."
"Ne diyorsun sen?" diyen dedesini kenara itekleyip kardeşini merdivenlere yürüttü. Canı acıyan Miray her basamakta yüzünü buruştururken daha fazla onun acı çekmesine dayanamayan Ertuğrul kardeşini kucağına alıp kendi dairelerinin olduğu kata geldi. Canını acıtmadan yere bırakırken dolan gözlerini yumdu. Bir süre kolları Miray'ın karnında, başı da omzunda bekledi. Hâlâ ağlayan Miray'ın ensesini öptü. Ciddi anlamda babasıyla konuşma zamanı gelmişti. Üniversite okurken ve askerden burada olanlara pek müdahale edememişti ama artık burada olduğuna göre hepsine dur deme zamanıydı. Perişan halde olan kardeşini kollarının arasına alıp yatak odasına götürdü.
"Benim Aslı'nın yanına gitmem gerekiyor."
Sesi boğuk çıkan kardeşinin yanaklarını öpüp aceleyle dolaptan eşofmanlarını aldı.
"Gideceğiz güzelim, biraz dinlen."
İçten titreyen kızın hali çok kötü gözüküyordu. Beyaz bacakları aldığı baston darbesiyle kıpkırmızıydı. Onun önünde diz çöküp yüzünü bacaklarına bastırdı.
"Özür dilerim, yetişemediğim için çok özür dilerim. Söz veriyorum bir daha elleri kalkmayacak sana? Tek bir kelimeyle rahatsız etmeyecekler seni."
Miray'ın bacaklarına damlayan bir damla yaşı silip başını kaldırdı dizlerinden. Yüzü kızarmış olan genç kız sessizce gözyaşlarını akıtırken acele ederek ecza dolabından aldığı kremi kızaran yerlere sürdü.
"Seni kursa yazdıralım mı? Kafan dağılır, biraz evden uzaklaşırsın."
Cevap vermedi Miray. Öylece kahverengi dolabı izlerken ayaklarından geçirdiği eşofman altını giydirdi ağabeyi.
"Babamla konuşacağım, burada taşınacağız söz veriyorum. Her ne olursa olsun artık canın yanmayacak. Biliyorsun ben burada değildim, ben yokken vurdu mu o adam sana?" Tepki vermeyen kardeşinin yanaklarına ellerini bastırıp gözlerini gözleriyle temas ettirdi.
"Yemin ederim bir daha olmayacak. Ben buradayım artık, sana karışmayacaklar, vurmayacaklar, istediğin hayatı yaşayacaksın. Asla kendini üzme tamam mı?"
Buna inancı yoktu. Her zaman sözleriyle ona şiddet uygulayan akrabalarından biri bugün ona bastonuyla vurmuştu. Güneş doğsa da yüzü gülmezdi, akşam olsa da huzur bulmazdı. Ruhunu bedenine çağırıp istediği hayatı yaşamak isterken bedeni ruhunun peşine takılıp karanlık sokaklara usulca karıştı.
?
Her türlü acıyı yaşıyordu insan. Kimi ölümün acısını kimi sevdiğinden ayrı oluşunun acısını.
Dünden beri arkadaşının çektiği acıyı kendi yaşayan Miray bacaklarındaki acıyı hissetmiyordu. Gözlerindeki yaşlar durmadan akıyordu. Dün akşamdan beri Aslı'nın yanından bir kere ayrılmadığı için olanları annesiyle babasına anlatamamıştı. Ağabeyi gözleriyle uzaktan onu takip ediyor, iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Onun içine kapanık olan hallerinden rahatsız oluyordu. Geç kalmadan bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu. Her ezanı okuyup namazını kıldıktan sonra kardeşi için saatlerce dua etse de onu mutlu edecek bir şeyler de bulmaya çalışıyordu. Kadınların nelerden hoşlandığını veya onları nelerin en çok mutlu ettiğini bilmediği için kendine kızıyordu. Bu konuda Ezgi'den akıl almak mahcup hissettirse de ondan başka yardım isteyeceği başka da kimse yoktu. Tek konuştuğu kız oydu.
"Ertuğrul, hayırdır kardeşim?"
Duyduğu sesle arkasını döndü hızla. Karşısında gördüğü Mirza'ya şaşkın halde bakarken, "Ne zaman geldin?" dedi.
Gözleri kalabalığın üzerinde gezen genç adamın merakı fazlasıyla artmıştı. Bu kalabalık kötüyü çağrıştırıyordu farkındaydı. "Yeni geldim. Kötü bir şey mi oldu?"
"Harun amcayı dün akşam kaybettik."
"Hadi be, üzüldüm bak şimdi. İyi bir adamdı."
"Öyle, Allah rahmet eylesin."
"Ben bir bakayım."
Ertuğrul'un kolunu vurup Aslı'nın evine yürüdü. Koridorda bulunan kalabalığa başıyla selam verirken salonun kapısının eşiğinde durup içeriye göz attı.
"Selamın Aleyküm."
Bakışların bir kısmı onu bulurken şaşıranlara bakmadan Aslı'ya, "Başın sağ olsun kardeşim," dedi.
"Sağ ol abi."
Annesi sevinçle oturduğu yerden kalkıp kısa bacaklarıyla ona doğru koştuğunda buruk bir tebessümle onu kollarının arasına alıp sarıldı.
"Oğlum, çok özledim seni çok. İyi ki geldin annem."
"Ben de sizi çok özledim."
Herkes onlara baktığından geriye çekilip arkadaşlarının sorgulayıcı bakışlarına, "Sonra," dedi. Başını sallayan Cihangir, "Dışarı çıkalım," derken gözleri Aslı'nın yanında oturan Miray'a değdi. İçerisi kabalık olmasına rağmen gözleri bir tek onun gözleriyle karşılaştığı için mutluydu. Midesi düğüm düğüm oldu. Evin içimi sıcaktı yoksa onu mu ateş basmıştı? Elini ensesine götürüp boğazında bir şey kalmış gibi öksürdü. Kolunu tutan arkadaşı onu kapının eşiğinden uzaklaştırdığında dağılan aklı başına geldi. Utanmasa orada oturup saatlerce kızı izleyecekti.
'Şükür,' dedi içinden. En azından iyi olduğunu görmüştü. Uzun zaman sonra bu akşam ilk kez rahat bir uyku çekecekti.
"Bir ay sonra çıkacaktın, ne oldu da erken bıraktılar seni?"
"Hoş geldin deyip sarılmak yok mu Cihangir?"
"Kaçmadın değil mi?"
Cebinden çıkardığı sigarasını dudakları arasına alıp başını iki yana salladı. Aklı içerideyken neden burada duruyordu ki? Onun neler düşündüğünü anlayan Cihangir, "Kaçtın kesin," dedi olabildiğince kısık sesiyle. "Kafayı yemiştin iki gün önce, belli ki duramadın."
Sırıttı. "Eğer onlar beni çıkarmasalardı kesin kaçacaktım."
"Abi anlat da, adamı çatlatma."
"Sonra ayrıntılı anlatacağım, mahallemde olmanın keyfini çıkarayım biraz. Dışarısı soğuk içeri girelim mi?"
Tam laf edecekken çenesini kapadı Cihangir.
"Girelim kardeşim, yanık kalbinin kokusu buraya kadar geliyor."
Eve doğru döndüklerinde kapının önünde ayakkabılarını giyen Miray'la adımlarını durdurdu genç adam. Cihangir direkt Miray'ın yanından içeri girdi. O hâlâ olduğu yerde duruyordu.
"Abim nerede ki?"
Etrafa bakınan kızın göz önünde olmak adına yerinde kıpırdasa da Miray her zaman olduğu gibi onu fark etmiyordu. Göz göze gelseler belki hoş geldin derdi. Bunun olmasını deli gibi istese de olmayacağını bilecek kadar da onu iyi tanıyordu. Tahmin ettiği gibi genç kız önünden geçip giderken arkasından iç çekerek baktı.
'Herkesi gören gözlerin neden beni görmüyor? Seninle aynı havayı soluyoruz, aynı mahallede yaşıyoruz, aynı ortamlarda bulunuyoruz, neden beni fark etmiyorsun? Çok özledim seni. Beni görmediğin için sana kızmaya ya da kırılmaya hakkım olmadığı halde seni fazlasıyla özlüyorum. Nasıl bu kadar içime işledin sen?'
İçinden geçirdiklerini dışından söyleyecek cesareti yoktu. Yanaklarını şişirirken parmakları saçlarının arasında ağabeyiyle konuşan kıza çaktırmadan bakıyordu. Normalde asla onu izlemezdi. Bakmaya çekinir, duyguları anlaşılacak diye aklı çıkardı. Şu an kendine engel olamamasına öfkeleniyor olsa da bakmadan duramıyordu. Gözlerini, kestirdiği saçlarını, kızarık duran elmacık kemiklerini, sesini çok özlemişti. Biraz olsun hasreti geçsin eskisi gibi olurdu.
Miray geriye döndüğünde o an göz göze geldiler. Bir an telaş yaptı, sapık gibi kızı izliyordu. Yanlış anlamış mıydı? Ne yapacağını bilemedi. Arkasını dönüp uzaklaşmak olmayacağına göre olduğu yerde durmaya devam ederek ona doğru gelen kıza bakmaya devam etti. Sahiden bu kız ona doğru geliyordu değil mi? Elini kolunu koyacak yer bulamadı. Herkesin karşısında dik duran adam şu an neredeyse utançtan kaçacak durumdaydı. Yanağının içini ısırdı. Sahiden ona geliyordu. Saçma sapan hareketler yapmamak adına ellerini belinin arkasında buluşturdu. Bu duruş meydan okuma gibi mi duruyordu? Evet, öyle duruyordu. Anında ellerini serbest bırakıp kapüşonlusunun içine soktu. Hay Allah bu akşam ellerini sığdıracak bir yer bulamamıştı.
İyice yanına yaklaşan genç kız ufak tebessümüyle, "Hoş geldin Mirza abi," dedi. Ceplerinde olan elleri anında yumruk haline geldi. İlk kez ona tebessüm eden kızın gözlerine ilk kez uzun bakıyordu. "Hoş buldum," dedi ses tonunu mümkün olduğunca yumuşak çıkarmaya çalışarak. Ses tonu kalın olduğu için onunla konuşan insanlar neden bağırıyorsun ya da neden kızıyorsun diyerek ona takılıyorlardı arada sırada. Miray'la konuşurken ses tonunun sert çıkmamasına olabildiğince dikkat ediyordu.
"İyi akşamlar abi."
Yanından uzaklaşan kızın arkasından bir adım attığında sırıtan yüzünü toparlayıp bakışlarını etrafta gezdirdi. Cenaze evinin önünde sırıtmak yakışık almazdı. Eve gitse iyi olacaktı. Kalbini şu an kontrol altına alamıyordu.
Evine doğru ilerlerken gözleri hâlâ açık olan kapının üzerindeydi. Hoş geldin demez diye düşünüyordu ama demişti. Hiçbir zaman birlikte olamayacaklarını da düşünüyor belki bir gün olur muydular?