GİRİŞ 1
Koğuşun dört duvarı üstüne geliyordu genç adamın. Her derin nefes çektiğinde ciğerlerine içi daha çok sıkıntıya düşüyordu. Yanıyor, kavruluyor yine de ölmüyordu. Görev icabı mahkûm gibi buraya girmiş, sayılı günlerin bir an önce bitmesini bekliyordu.
Beş aydır buradaydı ama o yıllardır buradaymış gibi hissediyordu. Zaman hızlı akmıyordu ve o boğulmak üzereydi. Kalbini yakıp kavuran bu his her gün biraz daha çoğalıyor, yanmaktan küle dönen yüreği sevdasını göremedikçe acıdan tekrar dirilerek yine aynı şekilde yanıyordu.
Eli boğazının üstünde tavanı izlerken açılan demir kapıyla bakışlarını kapıya çevirdi.
"Mirza Karadağ, ziyaretçin var."
Bacaklarını ranzadan aşağı sarkıtıp yere atladı. Kapıya doğru ilerlerken bazı mahkûmların ağızlarının içinden söylendiklerini duysa da arkasını dönüp hiçbirine cevap vermedi. Birçoğu onun tarafından yakalanıp içeri atılmış insanlardı. Amirleri ilk başta onlarla aynı koğuşta olması konusunda tedirgin olsalar da Mirza baş edebilirim diyerek içlerine girmişti. İlk başlarda gözlerini üzerine dikseler de Mirza'nın öfkeli bakışlarını gördükçe kendilerini geri çekmeye çalışmışlardı. Karşılarında duran adam uyurken bile dışarıdaki tehlikeyi gören bir adamdı. Yanına gizli yaklaşsalar anında fark edip hepsini engelleyebiliyordu. Banyo esnasında onu şişleyecek olan bir mahkûmun boynundan tutarak başını fanyansa çarptığında onun ne kadar tehlikeli bir adam olduğuna emin olan mahkûmlar uzak durmaya başlamışlardı o zamandan beri. Zaten güç olarak hiçbir şeyini kaybetmeyen Mirza'nın bedenen çöktüğünü gördükleri için yakında öleceğini düşünüyorlardı.
Sandalyeye oturduğunda onu ziyarete gelen arkadaşını bekledi. Günlerdir gelmesini dört gözle bekliyordu. Açık açık soramasa da kalbini yakan kadından tek bir haber almak adına yalvaracak durumdaydı.
Demir kapı ağır hareket ederek açıldığında arkadaşı içeriye girip kapıyı kapadı. Birbirlerinin üstünden gözlerini ikisi de çekmiyordu. Arkadaşı Cihangir karşısına oturduğunda sırtını sandalyeye yasladı.
"Zayıflamışsın. Yemek yemiyor musun?"
Siyah sakallarla kaplanmış olan yanaklarını ovuşturdu. "Ölecek gibi hissettiğimde yiyorum."
Arkadaşı sağ ayağını sol bacağının üstüne alıp işaret parmağını öne doğru uzattı. "Buradan çıkmana bir ay kaldı, kendine bakmalısın. Dışarıda seni bekleyen bir annen, baban, kız kardeşin var. Beni ne zaman görseler bana sordukları ilk soru Mirza nasıl, onları üzmeye hakkın yok."
Boş ver der gibi bakışlarını küçük odanın içinde gezdirdi. Kurumuş dudaklarına yerleştirdiği ıslığı çalarken başını geriye atıp yutkundu.
"O nasıl?"
Derin nefes aldı Cihangir. "Buradan çıktığında nerede çalışacaksın?"
Kendi gibi polis olan arkadaşı onun görevde olduğunu bilmediği için birini öldürerek hayatını bitirdiğini düşünüyordu. Bu durumu ona söylemediği için kendini kötü hissetse de buna mecbur olduğunu kendine hatırlatıp rahatlıyordu.
"O nasıl?"
Ona cevap vermeyen arkadaşına yavaş yavaş öfkeleniyordu. Gözlerini üzerine dikip tek bir kelime söylemesini sabırsızlıkla bekliyordu. Karşısında rahat tavırlar sergileyen arkadaşı deri ceketinin cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal alıp dudaklarına yerleştirdi. Bu adamı sevmese yumruğunu suratına geçirecekti az kalmıştı. Hâlâ konuşmuyordu.
"Sen hayırlısıyla bir çık da çalışırsın bir yerde. Bu arada yarın Kuzey'in düğünü var. Bugün o da gelecekti ama Reyhan faktörüne yakalandı. Görev görev diye kızı ihmal etti beyinsiz, düğün olmadan ayrılacaklardı."
Masanın üzerinde duran sigara paketine uzandı. Cihangir gibi içinden bir dal alıp gümüş rengi çakmağı yaktı. Sigaranın zehirli dumanı ciğerlerine doğru yol alırken, alt dudağının üstünde dilinin ucunu gezdirip ruhsuzca sırıttı.
"Sevdiğin kadın ihmal edilir mi oğlum? Candır o, nefestir o, özlemdir o, rüyanda adına sayıklarsın diye korka korka düşlemektir o. Nasıl ihmal etmiş?"
Omuzlarını kaldırdı Cihangir. "Hatasını fark etti, şimdi de toparlamaya çalışıyor."
"İki tokat atamadın mı yüzüne? Aklını başına getirseydin ya."
Ciğerlerinden gelen dumanı üfledi Cihangir. "Beni bilirsin özel meselelere karışmam. Dostlarımın yanında her zaman olurum ama akıl vermem."
"Tıpkı bana veremediğin gibi."
İzmariti masanın üstünde söndürdü. "Sen sevdadan yanıp kül oluyorsun, gözlerinin feri gitmiş, dudakların kurumuş, hasretinden yaşayan cenazeye dönmüşsün. Sana vereceğim akıl yok."
Üst dudağı ruhsuzca kıvrıldı Mirza'nın. "Beş aydır buradayım sorsan sittin senedir buradaymışım gibi hissediyorum. Anamı, babamı, bacımı özlemiyorum onu özlüyorum. Dümdüz duvara bakarken hayalini kurmaya korkuyorum benim düşlediğimi biri görür diye. Fotoğrafını istemeye korkuyorum yanlışlıkla bile olsa birinin gözü değer diye. Şu bedenim var ya yanıyor yanıyor kül oluyor. Bitiyor mu? Hayır. Tekrar dirilip tekrar aynı acıyı çekiyorum. Ne kaybettiğim mesleğim gözümün önüne geliyor ne elimden alınan silahım. Sadece o Cihangir, sadece onu istiyorum."
Oturduğu yerde kasıldı Cihangir. Kardeşim dediği adamın yıllardır çektiği acıyı biliyordu. Dayanamayıp bir kere neden gidip duygularını kıza açmıyorsun diye sorduğunda beni ağabeyi olarak görüyor cevabını almıştı. O gün bugündür bu konuyu açmıyor, sadece Mirza'yı dinliyordu.
"Bir ayın kaldı Mirza, rahat dur bu süreyi uzatma. Bir dahakine ben değil sen gel yanıma."
Burada değil bir ay bir gün bile kalmak istemiyordu artık. Üstlerden seste yoktu hâlâ. Görevden Cihangir'in de haberi olmadığı için ona olan biteni de soramıyordu. Arkadaşı mesleğini kaybettiğini düşünürken aslında ben görev için buradayım derse suratına yiyeceği yumruğu çok iyi biliyordu. Belki o yumruk canını acıtmazdı ama bana güvenmedim mi demesinden korkuyordu. Yedikleri içtikleri bir gitmeyen ikili aynı ekipte olmalarına rağmen ilk kez Cihangir'den habersiz bir operasyon yapılıyordu. Elbette ki öğrenecekti olaylar çözülünce. O zaman kızacaktı ama büyük beladan kurtulmuş olacaklardı. O, bu beladan kurtulmadan arkadaşının hiçbir şeyden haberi olmasın istiyordu.
Sağ bacağının üzerinde duran ayağını yere indirdi. Ellerini dizlerinin üstüne bastırıp ayağa kalktığında deri ceketinin altında bedenini saran siyah boğazlı kazağının yakasını çekiştirdi arkadaşı. Gidiyordu ve tek kelime etmemişti sevdiği kadın hakkında.
"Vakit doldu, gitmem gerekiyor."
"Evlendi mi?"
Geriye adım attı Cihangir. "Görüşürüz kardeşim." Arkasını dönüp kapıya doğru ilerlediğinde sandalye gürültüyle yere devrildi. Eli kapının üzerinde, sıkıntıyla nefesini bırakıp omzunun üzerinden öfkelenen Mirza'nın yüzüne dümdüz bakışlarla bakmaya devam etti.
"Tek bir cevap lan. İyi mi diyorum susuyorsun, evlendi mi diyorum susuyorsun, sadece bir cevap istiyorum senden!"
Öfkeden bağıran arkadaşının yakalarını tutup duvara doğru itekledi. Mirza'nın sırtı sert bir şekilde duvara çarparken bunu umursamadı. Bu adamın aklının başına gelmesini istiyordu.
"Onun hakkında sana haber getirmek istemiyorum. Ya kıza gidip onu sevdiğini söylersin ya da sevdanı tek başına içinde yaşarsın. Gebereceksin amına koyayım düşünmekten. Verem olacaksın çektiğin aşk acısından. Ulan ağzıma gelen küfürleri sana etmek istiyorum sevdana saygım var susuyorum. Seni yakıp küle çeviren bu aşkı yüzüne avazın çıktığı kadar söyle. Kendine eziyet etme artık."
Yıkılmışlıkla aşağı doğru kaydı Mirza. "Polis olduğum için yüzüme bakmak istemeyen kız şimdi katil olduğum için beni ister mi? İstemez Cihangir, masal dünyasında yaşamıyoruz. O beni hiçbir zaman görmedi görmeyecekte. Ben yüzüne yüzüne bağırsam da değişen bir şey olmayacak."
Göğsünü sıkan his Cihangir'i rahatsız etti. "Denemeden bilemezsin." Kapalı bir kutunun içinde sıkışıp kalmış arkadaşına istemeyerek arkasını dönüp kapıyı açtı.
"Mirza ağabeyin kendini dikkat etmeni istiyor der misin?"
Kızarmış gözlerini perişan halde duran adamın yüzüne son kez çevirdi. "Söylerim." Başka bir şey demeden koridora çıkıp uzaklaştı.
Duvar dibinde oturan adam ise çaresizce yeri izlerken başını iki yana sallayıp ayağa kalktı. Kapıda onu bekleyen gardiyanın yanına ilerlerken kızaran gözlerini sakladı.
"Beni hücreye koy."
Başını sallayan gardiyan Mirza'yla birlikte hücrelerin olduğu koridora ilerlerken bağıran mahkûmların bağırışları koridoru inletiyordu. Elindeki copla kapılara vuran gardiyan susmaları için bağırırken kapının kilidini açıp Mirza'nın içeri girmesini bekledi. Simsiyah duvarları olan hücrenin içine girip yere uzandı genç adam. Ellerini ensesinin arkasında birleştirirken azalan sesler ağrıyan başını biraz olsun rahatlattı. Az önce kızaran gözlerini artık kimse görmüyordu, göz pınarlarından akan yaşları durdurmadı. Sızlayan burnuna kolunu bastırmadı. Ağrıyan kalbini sakinleştirmedi. Titreyen dudaklarını dişleriyle ısırarak durdurmadı.
Duvara doğru dönüp ellerini yanağının altına aldı. Bacaklarını karnına doğru çekerken tıpkı savunmasız küçük bir çocuk gibiydi.
"Söküp atılmıyor, bende mi kusur? Doğarken kök salmış öze saçların."
Kısık sesle söylediği türkü gözlerini daha çok doldururken elini duvara doğru uzattı. Simsiyah duvarda hayalini kurduğu kadının yüzüne dokunmaya çekiniyordu. Duyguları ne kadar büyük olsa da asla ona uzun uzun bakamıyor, o güzel saçlarını izleyemiyordu. Gözünden akan yaşı silip, "Ne olacak halim?" dedi varla yok arası sesiyle.
"Bir kara sevda ki ya büyü ya sır. Sığmıyor kaleme, söze saçların."
Elini duvara bastırıp aşağı doğru kaydırdı. Dokunmaya çekindiği saçları gözlerinin önüne getirdi. Dudaklarında gülümseme, kalbinde gözyaşı utanarak duyumsamadığı kokusunu içine çekti. Bazen yok olmak istiyordu. Baş edemiyordu hissettiği duygularıyla. Durduramıyordu kalbinin ağrısını. Her şeyle baş eden, girdiği operasyonlarda yara almadan çıkan, mahallesinde sevilip sayılan bir delikanlı olmasına rağmen hissettikleriyle baş edemiyordu. Sadece Cihangir'e anlattığı hisleri onu boğuyordu. Bedenen çökmüş, ruhen perişan halde olmak canını fazlasıyla sıkıyordu. Rahat nefes almak istiyordu artık.
"Bir kere uzun uzun baksam yüzüne geçer mi kalbimin ağrısı? Belki gözlerinin içine bakarsam fark edersin sana olan hasretimi, özlemimi, sevdamı. Bu öyle bir acı ki artık kaldıramıyorum. Nasıl işledin içime bu kadar? Ailemi düşünemiyorum. Sadece sen, sadece sen varsın yüreğimde."
BİR DİĞER TUTKULU HİKAYEM KADERİN İZİNDE & BERDEL'E BEKLERİM SİZİ.
Konusu: Doğunun sert rüzgârları, yıllardır birbirine düşman iki aşireti bir araya getirdi. Korhan aşiretinin cesur oğlu Cihan ve Acem aşiretinin inatçı kızı Dilan, bir düğünün gölgesinde bir araya geldi. Gözlerinde öfke, kalplerinde isyan vardı.
Bir adam bir kızı kaçırdı, iki aile arasında kan dökülmesin diye berdelin acımasız kuralına boyun eğildi. Cihan, Dilan'la evlenmek istediğini açıkladığında, aşiretler arasındaki nefretin tavan yaptığı an geldi. Ancak bu evlilik, sadece iki kalbi bir araya getirmekle kalmadı, aynı zamanda kavga ederek öğrenilen aşka tutsak olunacağını gösterdi.
“Allah şahidim olsun ki, Dilan Korhan Cihan Acem’in karısı olacaktır…”