5. BÖLÜM / ÖNYARGI
“ALİZE TABAKÇI”
2 Hafta Sonra
***
Aşk insanı iyileştirir mi sizce? Galiba aşk beni iyileştirdi ve adım adım ilerleyen tedavim uçuş hızında devam etti. Artık neredeyse eskisinden iyi yürüyor ve hareket ediyorum. Baya baya atlattım kazanın vücudumdaki izlerini.
İki haftadır Deniz’i görmüyorum, ne yapıyor bilmiyorum. Haftada bir gün olan radyo programına girip dinliyorum sadece. Sesini duymak iyi geliyor, iyi hissettiriyor bana kendimi. Bir de o benim dinlediğimi bilmiyor ya belki bir ip ucu yakalarım diye can kulağı ile dinliyorum. Ama havadan sudan konuşup şarkılar dinletiyor hep. Zaten sesi keyifsiz gibi geliyor bana. Daha çok az tanıyorum gerçi ama sesi çok puslu gibi hissediyorum. Beni uzun zamandır görmediği için mi diye de heyecanlanmıyor değilim. Umut aşığın da ekmeği nihayetinde…
İyice yürüyüp koşabilecek hale gelmeden onun karşısına bir daha çıkmak istemedim. Beğenmez diye değil de bana öyle acıyor gibi bakmasın diye sanırım. Ama artık iki hafta benim de sabrımın içinden geçti ve bugün onu görmeye gideceğim.
Buz mavisi bir bluz ve bol bir kot pantolon giyip saçlarımın yarısını topuz yaparak topladım. Upuzun sarı kumral karışık bir saç rengim var ve her gören çok beğendiğini söylüyor. Benim de kendimde en çok beğendiğim şey saçlarım kesin. Bir de annemden aldığım yeşil gözlerim var. Karanlık ortamlarda daha koyu ama güneşte yemyeşil olan gözlerimi de çok seviyorum. Ailede bir tek ben ve annem renkli gözlüyüz zaten. Abimler anneme hep kızıyor bu konuda bizim gözlerimiz neden yeşil değil diye. Alize’yi özenerek mi yaptınız diye de sıkıştırıyorlar annemle babamı.
Hoplaya zıplaya neşeli neşeli kahvaltıya indim. Evin erkekleri annemin bir saatte hazırladığı her şeyi 3 saniyede yiyip tüketiyorlardı yine.
“Bugün sınav için kitaplar alıp dershaneye kaydolacağım. Ondan sonra tesise gelirim” dedim ortaya doğru.
“Tamam gel, sana son planlarımdan bahsedeyim de heveslenip iyi çalış derslerine. Turizm oku da birlikte kitabına uygun işler yapıp oteller açalım istiyorum” dedi Rüzgar abim.
İnşallah Deniz de orada olur diye düşünüyordum ki bunu sormanın bir yolu olmadığını fark ettim. Abimlere normal denizden bile bahsetsem gözleri fal taşı gibi açılıp hesap sorma pozisyonu alıyorlar çünkü. İçimin Deniz’e doğru aktığını fark mı ediyorlar acaba? O kadar mı belli ediyorum ki?
Hiç sormuyorum aslında ama onlar Deniz ile ilgili bir şey anlatıyorlarsa can kulağımla dinliyorum. Aşkıma kavuşmadan abimlere yakalanacağım ben bu tecrübesizlikle. Yakalanırsam da ya Deniz’i çıkarırlar ya da benim tesise gitmemi yasaklarlar.
Yine kurduğum hayallerin mükemmelliği… Henüz Deniz Atının hiçbir şeyden haberi yok üstelik. Kendi kendime gelin güvey oldum da gelinliğimi giyindim düğüne bile gittim ben. Ben bu düşüncelerden nasıl sıyrılır da ders çalışırım bu yıl bilemiyorum. Trabzon’da Turizm Otelcilik kazanmak için üstün bir çabaya da gerek yok aslında ama benim aklım fikrim Deniz’le uçtu gitti sanki.
Kahvaltıdan sonra hepimiz çil yavrusu gibi sağa sola dağıldık. Annem hepimizin silip süpürdüğü sofra ile baş başa kaldı en son sadece. Kitaplarımı almak ve dershaneye yazılmak için merkeze indim. Kulaklığımı taktım ve bu sefer kendim bile isteye bir şarkı açtım. Çelik’ten Dilberim şarkısını dinliyorum sürekli. Ne zaman Deniz’i düşünsem bu şarkı çalıyor beynimin bir köşesinde. Deniz ile özdeşleşti artık. Düğünümüzde çalar belki bu şarkı derken yine ayaklarım yere basmak değil gökyüzünü bile geçti gidiyordu galiba.
Merkeze geldiğimde çok sevdiğim bir çikolatacı var ilk fırsatta oraya gidiyorum. Karnım tok bile olsa orada bir çikolatalı magnolia yemeden işlerime başlamıyorum. Yine oraya doğru döndüm gidiyordum ki Deniz’i gördüm. Karşısında bir kız vardı ve tartışıyor gibiydiler.
Kalbimde on yüz bin baloncuk aynı anda patladı sanki. Kız ellerini sağa sola açıp bir şeyler söylüyordu o da kızın ellerini tutmaya çalışıp sakinleştirmeye uğraşıyordu. Deniz Atının sevgilisi olmuş iki haftada ve kavga etme aşamasına bile geçmişler.
Kendime odaklanmalıyım diye güçlükle toparlandım. Üç çocukla ortada kalmış gibi yıkılmam çok saçmaydı. Önce Uğur ile buluştum biraz hasret giderdikten sonra dershane ve kitap işlerini halledip abimlerin yanına tesise geçtik. Bu üzüntü ile çikolatalı magnolia da yalan oldu yiyemedim.
Deniz Atı bizden önce gelmişti tesise. Tura çıkmak için hazırlanıyordu. Artık yürüyebildiğimi görünce yanıma geldi ve “Çok iyi görünüyorsun tebrik ederim başarmışsın” dedi.
“Teşekkür ederim” dedim ve Uğur’un olduğu masaya doğru hareket ettim. Sevgilisi varken durup onunla konuşacak değilim. Ne kadar çabuk aklımdan silsem o kadar iyi olacak benim için. Ben öyle hızla ilerleyince yalı kazığı gibi kaldı ortada. Bir süre etrafına bakındıktan sonra yanımıza doğru gelmeye başladı.
‘Tamam oğlum sevgilin var ona git işte ne zorluyorsun’ dedi iç sesim. Canım iç sesime gönülden katılıyorum şu an için.
“Selamlar ben Deniz” dedi Uğur’a elini uzatıp. Ben şaşkınlıkla bakarken Uğur da elini uzattı ve tokalaşıp tanıştılar. Yanımıza oturdu pat diye ve “Tura gelmiyor musunuz?” dedi.
“Gelmiyoruz sen işine bak” dedim bir çırpıda. Kendi canım çok yanıyordu ve ne dersem onun da canını acıtırım acaba düşüncesi içime yayılmıştı. Hem iki haftada yeni bir sevgilisi olup buraya gelince de “Toro golmoyor mosonoz” diyemezdi. Ona neydi.
Belki de beni kardeşi gibi görüyordu bilmiyorum ki. Ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum ki. Deli gibi öğrenmek isteyen kalbime de ‘Her şey için çok geç kaldık’ dedim. Biraz sesli dedim sanırım yine. İkisi de dönüp bana baktı.
“Neye geç kaldık küçük hanım” dedi Deniz Atı.
‘Anlaman için sormana gerek kalbimden çıkan dumanlara bak’ demek isterdim ama Uğur’a dönüp “Sana demedim Deniz Atı Uğur’a dedim” deyiverdim.
Deniz Atını da sesli mi söyledim diye kızarıyordum ki onu tura çağırdılar en sevdiği bikinili ateşli müşterileri. Yanımdan geçerken kulağıma eğilip “Deniz Atını görüşeceğiz” dedi. Omuz silktim ‘Ne görüşeceğim be ben seninle. Deniz Atında iğne sende manita’ dedi iç sesim ve acı dolu bir tebessüm ettim.
Uğur, beni benden iyi tanıyan canım dostum kimsenin görmediği bütün elektriği gördü sanki. Adama doğru sonsuz sınırsız bir istekle çekildiğimi görmemek için deli olmak lazımdı zaten. Yanında olduğum her an saçmalıyor, asla kendime mukayyet olamıyordum.
Uğur o esnada;
“Anlat, anlat ne iş” dedi.
“Ne işi Allah aşkına hödüğün teki. Sürekli benimle uğraşıyor” dedim.
“Sen de onun seninle uğraşmasını istiyorsun gibi bir koku yayıyorsun farkında değil misin?”
“Ya saçmalama. Nefret kokusudur o. Fazla yavşak ve karı kız düşkünü biri. Ben öyle birine değil koku, fotosentez bile yapmam dostum” dediğim anda kaşı gözüyle arkamı işaret ediyordu.
Abimler geldi kesin diye yüreğim ağzımda yüzüm kıpkırmızı geri döndüm ki dibimde duran memeler ile karşı karşıya kaldım. O kadar yakın olmasını beklemiyordum. Kafamı hafif hafif yukarı yüzüne doğru kaldırdım bir baktım ki Deniz Atı.
“Hiii” dedim ama neye dedim ben de bilmiyorum. Beni bir hışımla omuzlarımın altından tutup hemen arkamdaki masaya oturttu. Çantasını alıp koyar gibi rahatlıkla bıraktı. Kaslı kollarının hakkını verdi hödük.
“Ben mi karı kız düşkünü yavşağım Alize hanım?” dedi.
“Bana ben izin vermeden dokunamazsın. Ben senin botundaki o bikinili kızlar değilim” dedim masadan aşağıya inerken.
Her bir kelimesini yavaş yavaş üstüne basa basa “Ben mi karı kız düşkünü yavşağım Alize hanım?” dedi tekrar.
‘Demirden korksak trene binmezdik aslanım, yapıştır lafı’ dedi gaza getiren iç sesim.
“Evet. İnsan kendinin farkında da olmalı bana göre” dedim.
Uğur masada oturup pinpon topu izliyor gibi bir ona bir bana çeviriyordu kafasını. O esnada tekrar müşterileri çağırdı Deniz Atını. Saçma sapan Türkçeleri ile “Deniiiizzz seni istiyoruzzz” diye böğürüyorlardı.
“Müşterilerini bekletiyorsun ayıp değil mi?” dedim artık gitmesini ve rahat bir nefes almayı istedim.
Sonra yıllarca hafızamdan silinmeyecek o cümleleri söyledi tane tane.
“Bana başka birisi yavşak ya da karı kız düşkünü dese kafayı gömmüştüm şu an yerde yatıyor olurdu. Ağzından çıkanı kulağın duysun küçük hanım. Anlamını bilmediğin cümleler kullanıp kimseyi itham altında bırakma. Yakışmıyor sana” dedi ve kaskını alıp gitti.
Tamam yavşak olduğunu karı kız peşinde olduğunu düşünüyor olabilirdim ama duymasa iyi olurdu. Neyse sevgilisi onu toparlar kendine getirir diye düşünüp Uğur’a kafamla hadi anlamında işaret ettim. Abimlerin turdan dönüşünü beklemeye niyetim yoktu. Üzerimden tır gibi geçti Deniz Atı bugün zaten.
Tesisten çıktıktan sonra Uğur ile vedalaşıp eve geçtim. Hemen ılık bir su ile duş alıp yeni kitaplarımı masama yerleştirdim ve ıslak saçlarım ile kendimi yatağıma attım. Aramızda bir şey olma ihtimali vardıysa da kesin bugün öldürmüştüm. Yavşak, karı kız düşkünü dediğim biriyle sevgili olmak kendime hakaret olurdu.
Zaten adamın da hayatında başka biri ve sınırsız güzel müşterisi vardı. Ne olacaktı ben erkek Fatma bir kızın aşk hayatı da bu kadar sürebilirdi sadece. Başlamadan bitti en güzel hayallerim. Bundan sonra derslerime çalışır kendimi okuluma işime veririm diye düşünürken kulaklığımı takıp her zaman dinlediğim yerel radyoyu açtım.
Son zamanlarda duymayı en sevdiğim sesi duydu kulaklarım. Aslında bugün onun program günü değildi neden onu duydum hiçbir fikrim yoktu ama “Önyargı” konu başlığına gelen mesajları okuyor, kendi fikirlerini paylaşıyordu.
“Tüm çıkarlardan,
Tüm önyargılardan,
Tüm peşin hükümlerden,
Tüm yargısız infazlardan kurtulmuş, uzak...
En saf, en gerçek, en temiz hisle yapılan, yapılabilen empati!..
Şu yaşlı dünya üzerindeki en değerli şeylerden bir tanesi!” dedi.
Dinleyen herkes kendi hayatından ve kendinden bir şeyler buldu bu satırlarda ama o, bana söyledi bu sözleri. Kalbime işledi sesi de söyledikleri de.