2. BÖLÜM /HIZLANAN KALP

1698 Words
2. BÖLÜM / HIZLANAN KALP “ALİZE TABAKÇI” Trabzon’un Sürmene ilçesinde huzur ve mutluluk içerisinde geçti benim çocukluğum. Hep erkeklere has oyunlar bilsem de hiç kız arkadaşım olmasa da uzun yıllar garipsemedim bu durumu. Ama bu durum bana ne kazandırmış derseniz erkekleri iyi tanıdığımı düşünürüm. Kimin hakkında ne düşünürler kimi gerçekten severler anlayabiliyorum gibi geliyor. Çünkü abimlerin deyimi ile gönül eğlendirdikleri kızları iyi biliyorum. Bir de gerçekten sevdikleri var ki aralarındaki farkı görmemem neredeyse imkansız olurdu. Abimler aşırı kıskançlar. Normal bir kıskançlık değil ama bakın onlarınki. Kıskançlıklarına 1 ile 10 arasında değer ver deseniz bana 100 derim öyle kıskançlar. Beni de belki bu yüzden böyle yetiştirdiler. Kıskanmakla uğraşmamak için. Okulda da bütün arkadaşlarım erkek oldu doğal olarak. Ama onlarla hep kanka, kardeşim gibi nidalarla konuştuğum için hiç sorun edilmediler ailem tarafından. Hayatım boyunca bir tek matematik dersinde çok iyiydim. Sınıftan sevdiğim arkadaşlarım da sık sık onlara matematik çalıştırmam için eve gelirlerdi. Her erkek arkadaşıma kıskançlıktan kuduran abilerim bir tek Uğur’u çok severlerdi. Ama herkes tarafından bilinirdi ki Uğur, benim bu dünyada kan bağım olmayan erkek kardeşim gibi. İkimizin de yüzlerine bakınca kardeş gibi geçindiğimizi anlamamanız çok zor. Uğur’a tıpkı abimler gibi kız ayarlar, sevdiği kızlarla önce gidip ben konuşurdum. Ana sınıfından beri yan yana aynı sıralarda okuduk ve büyüdük onunla. Uğur’un ailesinin maddi durumu çok iyi ve Trabzon’un önde gelen ailelerindenler. Kendi soy isimleri ile kurdukları bir özel okulları da var. Uğur ile benim ilişkimi onun ailesi de bilir ve beni çok severler. Annemler, abimler hep devlet okulunda okuduğu için beni de devlet okuluna göndereceklerdi ama Uğur’un ailesi kendi okullarında Uğur ile birlikte okumam için lise son sınıfa kadar tüm okul masrafımı karşıladılar. Annemler abimlerle konuştu benim özel okula gitme meselesini ve onlar da bunu hiç dert etmediklerini söyleyince Uğur’un ailesinin teklifini kabul edip aynı okulda aynı sınıflarda okuyup birlikte büyümemiz için izin çıktı. Uğur ile bu kadar iyi anlaşıp onu kendime kardeş seçmemin sebebi de abimler nihayetinde. Kız çocuğu gibi büyümektense Balıkçı Azize gibi yetiştirmişler beni. Karadeniz’de kadınlar zaten az çok haşere ve serttir ama benim durumum biraz daha fazlası. Erkekler tarafından büyütüldüğümden mi bilmiyorum ama çat çat konuşan, lafını esirgemeyen, küfretmekten kaçınmayan ve sinirini en uçlarda yaşayan dalgalı biriyim. Annem hep ‘Kızlar her düşündüğünü söylemez’ ya da ‘Son söyleyeceğini ilk söylüyorsun’ der bana. Ben de ona ‘Abimler sanatçı, ben eserleriyim’ diyorum. Bu sözüme de kızıyor ama aklıma gelenin dilimden çıkma gibi bir özelliği var. Kızların aşırı nazlı ve narin olmalarını da hiç kaldıramıyorum mesela. Çıt kırıldım insanları hiç sevemedim hiç de sevemeyeceğim sanırım. Kadın olmak zaten doğası gereği zor bir kavram ama güçlü olmak zorundalar bana göre. Çünkü güçsüz olduğun fark edildiğinde daha çok zorluyorlar sınırlarını. Bana böyle öğütler verilerek büyütüldüm işte. Şimdilerde fark ediyorum da resmen Muhammed Ali yetiştirmeye çalışmışlar benim üzerimden. Ben abimlerim güçlü kadın profili projesiyim anlayacağınız. Hiç aşık olmadım mesela. Erkeklere aşık olunabilecek varlıklar gibi de bakmadım açıkçası. Hödük yapılı kaba saba insanlar kendimden de biliyorum o zamanlar. Erkekler de zaten seksi, narin, nazlı ve en fazla tepkisi susup ağlayan kadınlar sevmezler mi? Kendileri güçlü olsun isterler bir ilişkide. Kendini dövebilecek bir kadın ile kimse evlenmez herhâlde. Aslına bakarsanız ben ömrüm boyunca da birini sevmem ya da aşık olmam zannediyordum. Kendi kendimin patronu Alize’yim ben ve güçlüyüm, başarılıyım hep kendime göre. Bilmiyordum bu konuştuklarımın büyük lokmalar olduğunu. Lise hayatım tam benden beklendiği gibi höd höd bir kız çocukluğu ile geçti. Lise son sınıfı bitiriyoruz o yaz ve Uğur ile birlikte baloya hazırlanıyorduk. Sınıftaki kız arkadaşlarım hep abiye, taşlı tuşlu şeyler giyindiler. Ben düz bol bir gri kumaş pantolon ve beyaz keten gömlek giyinmiştim. Saçlarım o kadar uzun olmasa ya da yüz kaslarım biraz daha sert olsa kız olduğuma kimse inanmazdı bence. Annem kuaföre gitmem için ısrar ettiyse de kendi elimde olan tek makyaj malzemesi dudak nemlendiricisi ile olayı tamamladım. “Düğününde de damatlık giy kızım sen” dedi annem beni öyle görünce. Abilerim ve kardeşim gülüştüler ama üzerlerinde dolaştırdığım sert imalı bakışları görünce benim gülmediğimi fark edip toparlandılar. “Evlenirsem aklımda anne merak etme” dedim yine sinirli bir tonda. Babam da geldi ve herkes hazır olunca çıktık evden. Bir tek babam “Çok güzel olmuşsun kızım” dedi ve buna da yine herkes güldü ama babam ellerimi sıktığımı görünce “Ne var çok güzel bir kere kendine has bir tarzı var benim kızımın herkes gibi değil” diye beni savundu güya. Ama savunmadan önceki karizmam daha iyi durumdaydı sanki. Olsun yine de denedi canım babam. Bizim ailede birinin özel günü varsa hep birlikte katılınırdı. Herkes işini gücünü bırakıp o gün o mutluluğun mimarının yanında olurdu. O yüzden yine 6 kişilik tam kadro çıkacaktık dosta düşmana karşı. Balonun girişinde Uğur ve ailesi ile karşılaşıp kavalyem olduğu için onun kolunda devam ettim. Salonun sol tarafı aileler için sağ tarafı da biz öğrenciler için dizayn edilmişti. Diploma alma kısmında da aileler ile çocukları birbirine karışacaktı. Bir süre eğlence sürdükten sonra dans müziği çaldı. Lise mezuniyetinde dans ne alaka ben bilmiyorum gerçekten. Yine salına salına geçip sahneye ilerleyen kızlara karşı ben balıkçı Azize kaldık öyle. Uğur kavalye olarak benimle gelmiş olsa da asla benimle dans etmezdi çünkü biliyordu ‘belime dokunma, çok yaklaşma, ayağıma basma’ diye diye bunaltacağım onu. Daha önce bunu tecrübe etmiştik ve ilk kavgamızı o zaman etmiştik onunla. O yüzden orada dans etmeyen iki sap biz kalmıştık. Benim üzüleceğimi düşünüp Poyraz abim gelmiş ve dans edelim mi demişti ama ben reddetmiştim. Diplomalarımızın da verilmesi ile gece sona erdi ve biz üniversite sınavı için hazırdık. Sınava girdik ama benim aklım beş karış havada olduğundan pek de mükemmel sonuçlar gelmemişti. Ailem de istemediğin bir bölüme gitme hayatın boyunca bu mesleği yapacaksın ömründen bir sene daha heba edebilirsin ama bütün ömrünü feda etmemiş olursun diye teselli edince bir yıl daha hazırlanmaya karar verdim. 19 yaşındaydım o yaz bitimine doğru ve abimler tam o sırada bir rafting tesisi açıp işletmeye başladılar. Ağustos ayının sonlarına doğru yaklaşıyorduk ki suyun debisi falan da kurak bir yazdan sonra iyice düşmüştü. Ben de çok rahatlıkla rafting rehberliği yapıyordum artık. Hem sevdiğim için hem de çalışmak bana iyi geliyordu. Bütün kış ders çalışacaktım zaten şimdilik böyle bir işte çalışmama kimse karışmadı. Benim de tura çıktığım bir gün çok ani ve hiç beklenmeyen bir şekilde bot devrildi ve ben dizlerimi kafamı kayalara çarpmak suretiyle botun altında kaldım. Normalde kask takarız ama o gün hava 75 derece sıcak olduğundan ve bizim hiç sıcağa tahammülümüz olmadığından su da az diye kasksız çıkmıştık. Botu üzerimden kaldırıp atamayınca fark ettim kız olduğumu desem şaşırır mısınız bana? Gücüm o sıkıştığım yerden çıkmama izin vermedi ve ben su uğultusuna abimlerin bağırış çağırış seslerinin uğultusunu da ekleyip bayılmışım sanırım. Kafamda ve bacaklarımda birkaç yerde sızlama ile hissi ile gözlerimi açtım. Beyaz bir tavan gördüm ve kolumda ağır bir yanma hissettim. “Hiiiii buu neeee” diye bağırdığımı hatırlıyorum ki herkesin kafasının üzerime eğildiğini gördüm. Annem delirmiş gibi bağırıyordu. “Ben size dedim o bir kız. Çok abartınız. Daha ağır bir sonuçla karşılaşsaydık kendinizi nasıl affedecektiniz?” gibi bir sürü şey söylüyordu. “Bir musibet bin nasihatten iyiymiş” dedim onların meraklı gözlerini savuşturup gülümsetmek istemiştim. Ama öyle olmadı kimse gülmedi ve ben o hastaneden çıkana kadar bana hiç olmadıkları kadar kibar davrandılar. Kafamı şaka diye çorba kasesine sokan abilerim elleriyle bana çorba içirdiler. Acaba beyin kanaması falan mı var ölüyor muyum ki diye düşündüm onlar bana öyle iyi davrandıkça. “Beyin kanaması falan mı geçiriyorum, ölme ihtimalim mi var? Ne bu ilgi alaka kesin bir şey var bana söylemiyorsunuz. 2 gün de oldu hala çıkarmıyorlar beni ne oldu hemen söyleyin” dedim elim kolumla kıpırdanmaya çalışırken. Gözlerini benden kaçırdılar ama annem dayanamayıp “Ne biçim konuşuyorsun Allah aşkına hala. Yüreğime mi indirmeye çalışıyorsun hala” dedi. Babama döndüm “Ne olmuş baba sen söyle. Sen bana yalan söylemezsin sen söyle” dedim. “Kızım önemli bir şeyin yok biz sadece sana bir şey olacak diye çok korktuk. Kalbim sıkıştı senin düştüğün haberini aldığımdan beri. Ölüm falan yok ağzını hayra aç. Sadece……” dediği anda derin nefesler alıp verdi. Zorlanıyor gibiydi devam etmeye. “Ne sadece, ne olmuş” dedim bu sefer bağırır gibi çıktı sesim. “Bir süre hareket edemeyeceksin benim hiperaktif kızım. Ama inan bana kısa bir süre. Fizik tedavi ile zamanla düzelecek bebeğim” dedi babam gözleri dolu dolu. “Ama ben hissediyorum bacağımı falan. Nasıl ya? Hayır” dediğim birkaç kez üst üste. O “Bacaklarında sorun yok kızım zaten bir süre diyorum ya bebeğim ömür boyu değil” derken, ben dedikleri doğru mu diye hareket etmeye çalışıyordum. Tuttular kollarımdan ama evet yardım olmadan bacaklarımı yataktan aşağıya indiremedim. Ağladım. O gün belki ilk defa orada ailemin gözleri önünde ağladım. İlk defa gözyaşlarımı görmüş olabilirler. Ertesi gün hastaneden çıkarıldım ve düzenli aralıklarla fizik tedaviye gelmeye başladım. Ben hafif sıyrıklar ve belli bir tedavi ile atlatmıştım ama botumdaki turistlerden birinin bacağı kesilmek zorunda kalmış. Bana bunu çok sonra söylediler. Başka birinde bir şey var mı diye sordum ama her seferinde en ağır olanı sendin işte dediler. Bununla işte ailemin bana karşı yanlışı 2 etti. Yine sezon çok yoğun olduğundan rafting turları devam etti. Ben artık evde çok sıkıldığımı ve beni de götürmelerini istediğimi söyledim. İyi olmayabilir gerek yok şimdilik falan dediler ama inatçılığım ile baş edebilen bir aile üyesi yok henüz. Beni de tesise götürdüler. Tekerlekli sandalyem ile etrafta dolanıp çalışanlara takılıp şakalar yaptım. Benim hala güldüğümü gören herkes rahatlamış gibi nefesler alıp verdiler. Bilmediğim daha doğrusu bana söylenmediğini hissettiğim bir şeyler vardı ama belki kuruntu yapıyorumdur diye geçiştirdim. Rafting rehberi açığımız olduğu için yeni hocalar başlamıştı. Henüz hiçbiri gelmediği için tanışamamıştık ama tesiste kahvaltı yapan turist kızlardan ısrarla; “Deniz… Deniz hoca… Deniz hoca bugün gelecek mi…” nidalarını duydum. Kim bu Deniz hoca be nam yapmış buralarda yokluğumda diye düşündüm. Çünkü ben buradayken erkek turistlerin botundan hep benim ismim söylenirdi. Birkaç haftada ismim Deniz’in ismi ile yer değiştirmiş diye meraklandım açıkçası. Sonra yeni başlayan rehberler gelmeye başladığında hangisinin Deniz olduğunu ve turistlerin neden sürekli onu istediğini anlamam zor olmadı. Uzun boylu, kumral, deniz rengi gözler, düzgün yüz hatları, sakalları ve iri yarı yapısı ile onu fark etmemek de imkansızdı zaten. Allah’ım dedim ne oluyor, benim kalbim mi varmış? Hem de bir erkek için hızlanabilecek bir kalbim mi varmış benim? Yok yok kesin taşikardi hastası falan oldum bir erkek için hızlanmaz benim kalbim…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD