Güneş
Ellerim hâlâ titriyordu. Kalbim sanki göğsümden fırlayacakmış gibi çarpıyordu ama belli etmemeye çalıştım. Dimdik durdum. Korkumu, öfkemi, her şeyi içime gömerek.
Şahin Beyoğlu karşımda duruyordu. Uzun boyu, sert yüz hatları, o keskin bakışları... İnsanın iliğine işleyen bir soğukluğu vardı. Babamın kanı pahasına buraya getirilmişken, bu adamın merhamet göstereceğini düşünmek aptallık olurdu.
“Babamı görmek istiyorum,” dedim. Sesim beklediğimden daha güçlü çıktı.
Şahin başını yana eğdi. Dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleşti. “Görmeyeceksin.”
İçim buz kesti.
“Ne demek görmeyeceğim? Babamın yaşadığını bile bilmiyorum!”
Omuz silkti. “Yaşıyor. Ama daha ne kadar yaşar, senin kararına bağlı.”
Bedenim buz kesti. Gözlerimi kısıp ona adeta meydan okuyan bir bakış attım. “Ne istiyorsun?”
Şahin ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Gözlerinde o tanımlayamadığım, tehditkâr ışık yanıp sönüyordu. “Sana söyledim, Güneş. Berdel olacak. Benim karım olacaksın.”
Bir an nefes alamadım.
Geriye bir adım attım, sonra bir tane daha. Ama sırtım sert duvara dayandığında kaçacak yerimin olmadığını fark ettim. Şahin iyice yaklaştı. Eğilip gözlerimin içine baktı. “Evleneceğiz.”
Kelimeleri tane tane, vurgulayarak söyledi. Sanki zihnime kazımak istiyormuş gibi.
Kafamı iki yana salladım. “Hayır. Asla.”
Şahin başını yana eğdi. “Hayır mı?” diye tekrarladı, sesi ürkütücü bir sükûnet içindeydi. “O zaman babanın hayatına veda et, Güneş.”
Bacaklarımın bağı çözüldü. “Bunu yapamazsın.”
Gözleri kısıldı. “Yapamam mı?”
Arkasını dönüp kapıya yöneldi. Bir işaretle adamlarını çağırdı. “Götürün Yusuf Yaman’ı. Gerekeni yapın.”
Damarlarımda kan çekildi. “Hayır!” diye bağırarak ona doğru koştum. Kolunu yakaladım. “Lütfen, hayır! Babama dokunma!”
Şahin döndü. O buz gibi bakışları üzerimdeydi. “O zaman kabul et.”
Titredim. “Bunu bana yapamazsın.”
Parmaklarını çeneme koyup yüzümü yukarı kaldırdı. “Benim dünyamda ya savaşılır ya teslim olunur, Güneş. Savaşamayacağına göre, teslim olacaksın.”
Yutkundum. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Yalvarmayacaktım. Diz çökmeyecektim. Ama babamı da ölüme terk edemezdim.
Derin bir nefes aldım. “Eğer evlenirsem... Babama zarar vermeyeceğine söz ver.”
Şahin başını yana eğdi. “Bunu yaparsan, baban yaşayacak. Ama bir şartım var.”
Kelimeleri bile zehir gibiydi. “Ne şartı?”
Gülümsedi. Ama o gülümsemede tek bir sıcaklık yoktu. “Bana ait olacaksın, Güneş. Benim karım, benim kadınım olacaksın. Ve asla kaçmaya çalışmayacaksın.”
Gözlerimi kapattım. Son bir kez içimde kalan özgürlüğe veda ettim.
Sonra gözlerimi açtım. Ve kelimeler dudaklarımdan döküldü.
“Kabul ediyorum.”
.
.
.
ŞAHİN
Güneş’in gözlerinde korku vardı ama hâlâ dik duruyordu. Bu kız, babasının kanını taşımasına rağmen bir korkak değildi. Ama onun cesareti, benim gözümde hiçbir şey ifade etmiyordu. Önemli olan tek şey, babamın kanının yerde kalmamasıydı.
“Alın bunu yukarı,” dedim adamlara. “Hazırlansın. Nikâh kıyılacak.”
Güneş, bir an ne dediğimi anlayamamış gibi yüzüme baktı. Sonra, gözleri dehşetle büyüdü.
“Ne? Ne nikâhı?” diye haykırdı. Kollarını çekiştiren adamlara direnmeye çalıştı ama boşunaydı.
Sertçe ona yaklaştım. O an benimle göz göze geldiğinde, içindeki ateşi gördüm. Öfke ve isyan… Ama umurumda bile değildi.
“Babanın ölümünü mü, yoksa benim karım olmayı mı seçiyorsun?” diye sordum, sesim buz gibiydi.
Titrediğini gördüm ama yine de geri adım atmadı. “Sen bir canavarsın!” diye fısıldadı.
Gözlerimi kıstım. “Ve sen de artık o canavarın karısı olacaksın.”
Güneş, nefes nefese kalmıştı. Çırpınmasını izlerken içimde en ufak bir pişmanlık yoktu. O, Yusuf Yaman’ın kızıydı. Babasını hayatta tutmak istiyorsa, bedel ödeyecekti.
Adamlarıma başımla işaret verdim. “Götürün.”
Bağırdı, tekme attı ama faydasızdı. Çırpınışları, konağın taş duvarlarında yankılandı. Adımlarını sürüyerek yukarı çıkardılar. Odanın kapısı hızla kapandı ve arkasından kilit sesi duyuldu.
Derin bir nefes aldım. Tam o sırada, annem kapının eşiğinde belirdi. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, bana sert bir bakış atıyordu.
“Bu yaptığın, doğru değil,” dedi, sesi sert ama soğukkanlıydı.
Gözlerimi anneme diktim. “Doğru ya da yanlış, umurumda değil. Babamın kanı yerde kalmayacak.”
Annem başını iki yana salladı. “Babanın kanı, bir masumun hayatını karartarak temizlenmez.”
Kaşlarımı çattım. “O, Yusuf Yaman’ın kızı! Onun masum olduğunu nereden biliyorsun?”
Annem derin bir iç çekti. “Kendi ellerinle onun kaderini çiziyorsun, Şahin. Bunu yaparken dikkatli ol.”
Başımı çevirip pencerenin dışına baktım. Uzakta, dağların ardında güneş batıyordu. Kızıl, kanı andıran bir ışık gökyüzüne yayılıyordu.
“Ben çoktan kararımı verdim, anne,” dedim. “Güneş Yaman artık benim. İstese de, istemese de.”