Güneş
Sinirlerim artık tel tel dökülüyordu. Günlerdir içimi kemiren o karanlık ruh halinden çıkamıyordum. Ama bir şeyden emindim: kendimi bu lanet adamın ayakları altına ezdiremezdim. Ben suçlu değildim! Babası ölmüş, acı çekiyor olabilirdi; ama öfkesini benden çıkarmaya hakkı yoktu. Nefret edebilirdi, hatta gözlerimin içine bakarken beni yok sayabilirdi… Ama ben katil değildim!
Hatta… Babamın böyle bir şey yaptığına da inanmıyordum. Meryem haklıydı; babam iyi bir adamdı. Onun kalbi, Şahin’in babasını öldürecek kadar karanlık değildi. Bu işin içinde başka bir şey vardı. Birilerinin gizlediği karanlık bir gerçek…
Bense bu yalanın ortasında, Şahin’in her kelimesiyle, her bakışıyla biraz daha eziliyordum. O bastırdıkça ben patlamaya yaklaşıyordum. Kendimi ezdirecek kadar korkak olmadım hiçbir zaman. Şimdi de o canavara gösterecektim. Ben suçlu değildim ve bunu hak etmiyordum. Benimle böyle konuşamazdı.
Kapının çarpma sesiyle içimde bir şeyler kopmuştu. Dişlerimi öyle sıkmıştım ki çenem ağrıyordu. “Sen anca yatağını süslersin, katilin kızı,” demişti. Ne kadar kolaydı, değil mi? Yargılamak… Ezmek… Adını bile bilmediğin bir suçun yükünü başkasına yüklemek… Ama ben artık susmayacaktım.
Gözlerim karanlığa alışırken, zihnimde tek bir cümle yankılanıyordu: “Ben suçlu değilim.”
Hızla ayağa kalktım. Kalbim deli gibi çarpıyordu ama bu korku değildi; öfkeydi. Bileklerimdeki titremeyi yumruklarımla bastırdım ve odanın kapısını tek hamlede açtım. Koridora çıktığımda Şahin merdivenlerden aşağı inmek üzereydi.
“Hey!” diye bağırdım, sesim evin duvarlarında tokat gibi çınladı.
Şahin durdu. Başını çevirdi ama gözlerini kaçırmadı. “Ne var? Ağlayacaksan odanda ağla,” dedi, dudaklarının kenarında küçümseyici bir gülümsemeyle.
Adımlarımı yere vura vura ona yaklaştım. Onunla aynı basamakta durana kadar merdivenleri hızla çıktım. Aramızda bir karış bile mesafe yoktu artık.
“Ben katil değilim!” dedim, her kelimeyi içimden koparırcasına. “Ve o iğrenç dilini bir daha üzerime uzatırsan, bu sefer canı yanan ben olmam. Canavar kimmiş, görürsün.”
Şahinin gözleri bir anlık şaşkınlıkla irkildi ama hemen toparladı. “Baban o tetiği çekti. Gözümle görmedim ama kalbim biliyor,” dedi. “Sen de onun kanını taşıyorsun.”
“Bense senin gibi kör bir intikamın çürüttüğü biri değilim,” dedim. “Benim kalbim hâlâ sevmesini biliyor. Seninki ise sadece yakıp yıkmayı…”
Gözleri kıstı. O tanıdık öfke yeniden yüzüne yayıldı. Ama bu kez farklıydı. Sözlerim içine işlemişti, inatla bastırmaya çalışıyordu.
“Sen her şeyi bildiğini sanıyorsun, ama hiçbir şey bilmiyorsun,” dedi. “Hayat senin için toz pembe miydi? Baban hapse girdiğinde gökyüzü yıkıldı sanıyorsun ama senin baban hâlâ nefes alıyor. Benimse tek gerçeğim toprağın altında!”
Sesinde öfke kadar acı da vardı. O an anladım ki, Şahin’in içindeki canavar onun acısıyla büyüyordu. Ama bu onun beni ezmesine izin vereceğim anlamına gelmezdi.
“Eğer gerçekten adalet istiyorsan, gözünü kinle değil, gerçekle aç,” dedim. “Ama beni hedef alırsan, ben de artık susmam. Çünkü senin korkun kadar benim cesaretim de var!”
Şahin, dişlerini sıktı. “Cesaretin seni kurtarmaz, Güneş,” dedi kısık bir sesle. “Burası savaş meydanı ve ben acıyan taraf değilim.”
“Ben de kurban değilim,” dedim. “Ve seni yeneceğim, Şahin. Hem de kendi oyununda.”
Aramızda gerilim titreşiyordu. Sessiz bir savaş gibi… Sözlerin silah olduğu bu savaşta artık geri adım atmayacaktım. O beni ezmeye çalıştıkça, ben daha da dik duracaktım. Bu sadece bir başlangıçtı.
Şahin bana doğru bir adım daha attı.
Artık aramızda neredeyse nefes mesafesi vardı. Gözlerinin derinliğinde hâlâ o öfke kıvılcımı vardı ama altından başka bir şey sızıyordu… Bir merak, belki de bir kabul. Kokusunu görmezden gelmeye çalışıyordum ama bu adam sanki doğanın ta kendisi gibiydi. Öyle güçlü, öyle kararlı… Ve bir o kadar da tehlikeli.
“Senin oyununda yenilmem,” dedim tekrar dişlerimi sıkarak. Ama sesim… Lanet olsun, biraz titremişti. Korkudan değil, onun bu kadar yakın olmasından!
Şahin eğildi, başını biraz yana eğdi. Dudaklarının kenarında yine o sinir bozucu gülümseme. Burnumun hemen ucunda, nefesi tenime çarpıyordu. “Korkuyorsun,” dedi fısıltıyla, sesi karanlık bir şarap gibi akıyordu.
“Öyle mi düşünüyorsun?” dedim başımı dik tutarak. “Korkunun neye benzediğini inan bilsem inan tam şu an gözlerinin içine bakamazdım. Ben senden değil, kendimi kaybetmekten korkuyorum.”
Sözüm onu afallattı. Gözleri küçüldü, bir anlık sessizlik aramıza doldu. Bense öyle sinirle dolmuştum ki ellerimi iki yana yumruk yapmıştım ama aynı zamanda onunla bu kadar yakın olmaktan utandığımı da inkar edemezdim.
Bana bir adım daha yaklaştı ve neredeyse yapışmıştık tam o anda…
“EĞER BİRBİRİNİZE YAPIŞACAKSANIZ, EN AZINDAN ODANIZA GEÇİN DE MİLLETİN AĞZINA MALZEME VERMEYİN!” diye bir ses çınladı koridorda.
Meryem.
Şahinle aynı anda başımızı çevirdik. Merdivenlerin başında, elinde kahve kupasıyla dikiliyordu. Yüzünde koca bir sırıtış, kaşını da havaya kaldırmış. “Ne o Güneş? Hararet bastıysa klimayı açayım. Ama bu kadar yakınsanız, vücut ısınız yeter gibi ha,” diye mırıldandı.
“Ne diyorsun sen ya?” dedim panik ve utançla. Yanaklarım o kadar yandı ki sanırım saçlarım bile kıpkırmızı oldu. Geriye bir adım attım, ama ayağım basamağa takıldı, neredeyse düşüyordum ki Şahin kolumdan tuttu. Bu da yetmezmiş gibi Meryem’in kahkahası patladı.
“Eyvah! Düşme Güneş! Şahin düşeni severmiş, malum…”
“Yeter artık Meryem!” dedi Şahin dişlerini sıkarak. Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu. Ama bu sefer öfkeyle değil… utançla.
Şahin hafifçe gülümsedi, hâlâ elim kolundaydı. “Ne oldu, kurban değilim diyordun? Şimdi biraz sarsıldın,” dedi alayla ama sesi yumuşaktı, iğnelemiyordu.
Meryem gözlerini devirdi. “Abi, hadi sen git biraz oksijen al. Yoksa Güneş’i eritip sıvı hâle geçireceksin,” dedi, sonra bana dönerek kıkırdadı. “Sen de güzelim, dik duramadın adamın karşısında. Bu ne hız? Ne bu gerilimli flört dizisi gibi?”
Ben ise sadece bakakaldım. Aklım karmakarışık, yüzüm al al olmuştu. Şahin kahkaha atmamak için kendini zor tutar gibiydi, sonra gözlerini bana son kez dikti.
“Bu seferlik seni bağışlıyorum,” dedi hafifçe eğilip kulağıma. “Ama dikkat et… Cesaretinin sınırları beni geçmesin.”
Sonra dönüp koridordan uzaklaştı.
Meryem yanıma geldi. “Kızım sen adamın gözlerinde boğuldun yeminle,” dedi. “Ama kabul et, yakışıklı ya. Neyse… Hadi odana geç. Yoksa millet ‘bunlar evin ortasında neler yapıyor’ diye senaryo yazar vallahi.”
O an artık sinirden, utançtan ve yaşadığım gerilimden patlamak üzereydim. “Meryem yaaa...” dedim utançla.
O ise kahkaha attı. “Hadi canım. Adamın babası ölmüş ayıp etrafta cilveleşmek hiç hoş değil," dedi hala takılarak.
" Adam kıskançlıktan odana yollamış demekki ara sıra da yakınlaşmak için yukarı çıkıyormuş bende diyorum niye aşağıya inmesin diyor. Sizi haylazlar." Sesi gayet mutlu çıkıyordu. Beni utandırmak hoşuna gitmişti.
Onun sözleriyle cesaretin yerini bir ateş aldı. Kesinlikle onunla Flörtleşmek için gelmemiştim. Bir canavarla olmayacak kadar parlıyordum.
Meryem’in kahkahası hâlâ kulaklarımda çınlarken, birden yüzü ciddileşti ve gözlerimi çevirdiğimde Azat’ı merdivenin başında gördüm. Şahin’in kardeşi, her zamanki soğuk bakışlarıyla bizi süzüyor, gözlerinde hafif bir alay vardı.
"Yine millete mi bulaşıyorsun Meryem?" diye sordu, sesi o alaycı tonuyla yankılandı.
Meryem, gözlerini devirdi ve burnundan soluyarak dönüp ona bakarken, "İstediğimi yaparım Azatcım. Bu seni ilgilendirmez," dedi, o alaylı tonuyla.
Azat bir adım öne doğru atarak, elleri yumruk olmuş şekilde "Cadı," dedi, "Yine ne yaptın? Kızcağızı utandırdın, görmüyor musun?"
Meryem, başını sağa sola sallayarak, "Utanacak bir şey yok Azatcım, hem sana ne?" diye karşılık verdi. Gözlerim büyüdü, Meryem’in suratındaki o oyunbaz ifadeyi görünce bir yanda gülümsedim.
Azat sinirle, "Abi! Abi de kızım! Kaç yaş küçüksün, utanmadan ismimle sesleniyorsun!" diyerek sesini yükseltti.
Meryem ise o rahat tavırla, "Abi diyemem lazım, olursun falan," diye göz kırptı, bir yandan koşarak uzaklaşmaya başladı.
Azat iyice kızardı, burnundan soluyarak, "FesuphanAllah… Delisin kızım, deli!" dedi.
" Bende seni seviyorum hayatım," diye bağıran meryemle Azatta başını iki yana sallayıp sabır çekerek uzaklaştı.
Gülümsedim, kuzenler arasındaki bu eğlenceli çekişme baya iyiydi. Azat’ın sabrı bitmişti, ama Meryem için her şey bir oyun gibiydi.