Yer Değişikliği

2008 Words
Bugün o malum kokuyla uyanmadığım için mutluyum. Az da olsa koku yok gibi bir şey. Mahir’e hiç bakmadan yataktan kalktım. Biraz gerindikten sonra kendimi banyoya attım. Yüzümü yıkamadan önce tuvaletimi yapmalıydım. Pijamamı indirip klozete oturduğumda bir tuhaflık vardı. Uyku mamurluğundan olmalı diye düşündüm. İşimi bitirdiğimde çeşmeyi açtım. Temizliğimi yapacaktım ki… Elime bir şey geldi. Olmaması gereken bir uzuv vardı bacaklarımın arasında. Ellerimde farklıydı. Apar topar ayağa kalktığımda bacaklarımın arasındaki uzvu gördüm. Üstümdeki pijama da farklıydı. Aynada yansıyan suretime baktım… Bu olamaz! Kendimin Melek olduğumu ve kadın olduğumu biliyorum ama görüntüm kocam Mahir ve onun bedeni. Sanırım bir rüyanın içindeyim. Birazdan uyanacağım ve bu korkunç rüya son bulacak. Gözlerimi kaptım. 1… 2… 3… Saydım e gözlerimi açtım. Ama görüntü değişmiyordu. Kendime tokat attım. Arkamı dönüp sonra tekrar aynaya baktım. Eğilip kalktım yine aynaya baktım ama görüntü değişmiyordu. Yine aynı. Aynı. Aynı! Aaaaa…  Avazım yettiği kadar bağırdım. Sesimde Mahir’in sesiydi. Bu nasıl olabilir? Ben Melek’im bunu biliyorum ama Mahir gibi görünüyor, sesim onun gibi çıkıyordu. “Ne oldu!” diye içeriden gelen ses bana ait. Ben konuştuğumda Mahir’in sesi çıkıyorsa Mahir konuştuğunda da … Benim bedenimde olabilir mi? Banyo kapısını açıp yatağa baktım kapı ağzından. Kendimi gördüm yani bedenimi. Biz yer değiştirmiş olamayız. Bu imkansız. Mahir’de gözlerini açıp bana baktığında ufak bir çığlık patlattı. Banyo kapısının ağzında belden aşağım çıplak vaziyette onun bedeniyle ona bakıyordum. Pijamamı yukarıya çektim hemen. Benim verdiğim tepkileri vermeye başladı. Gözlerini kapatıp kafasını salladı rüyasından uyanmak için. Keşke rüya olsaydı da uyansaydık. Aynaya bakıyormuşum gibi hissettim bir an. “Ne bu şimdi? Ben Mahir’im ama sen ben gibisin. Ben…” Yataktan fırlayıp aynadaki haline baktı. Ben gibi görünüyordu yani Melek gibi. O da delirdiğini düşünüyor olmalıydı. Çünkü bende öyle düşünüyorum. “Dün beyin sarsıntısı falan geçirmedik dimi? Komada olabilir miyiz?” başka bir açıklaması olamazdı. Beynimiz bize oyun oynuyor olmalıydı. Mahir yani benim bedenim aynanın karşısında kendine dokunmaya başladı. Bu kesinlikle normal değil. Mahir bir şey söylemek istedi ama ne söyleyeceğini bilemediğinden sustu. “Yer değiştirdik ama bu nasıl olabilir?” Kafayı yiyeceğim. Elimi saçlarıma atayım dedim ama elime Mahir’in kısa saçları geldi. Mahir hala konuşmayınca şoka girdiğini düşünüp tokat atım. “Kendine gel. Bunu çözmemiz lazım.” Demesi çok kolay geldi ama yapmasına gelince nasıl kendi yerimize geçeceğiz? “Bunu nasıl çözeriz. Nasıl yer değiştirdiğimizi bile bilmiyoruz. Dediğin gibi beyin kanaması mı geçirdik?” Benim düşündüklerimi Mahir’de düşünüyordu. Ama bu düşünceyi def ettim kafamdan. “İkimiz aynı anda sarsıntı geçiriyor olamayız. Başka bir şey olmalı.” Mahir’in ses tonuyla konuşmak çok tuhaf geliyordu. Bağırışlarımızı duyan Naide anne kapıya gelmişti. Kapıyı tıklatmadan içeri girmeyi huy edindiğinden o kapı kolunu indirirken Mahir bir anlık refleksle kapıyı kilitledi. “İyi misiniz? “ diye seslendi kapının ardından. “İyiyiz anne. Bugün kahvaltıyı sen hazırlar mısın? Melek’in işi var.” Aslında konuşan bendim, geliniydi ama çıkan ses oğlunun sesi olduğundan itiraz etmeden aşağıya indi. Bu bize biraz daha zaman kazandırırdı. Gerçi ne için zaman kazanacağımızı da bilmiyorduk ya. Naide annenin ayak sesleri kesilince Mahir konuştu. Kendi sesimi dışarıdan duymak çok tuhaf. “Dışarıdan bakıldığında sen ben olarak görünüyorsun. Bende sen olarak. Annem bile kapının arkasında seni oğlu sandı. Bir gecede nasıl yer değiştirmiş olabiliriz? Bu mümkün mü?” Mahir odanın içinde benim bedenimle volta atıyordu. “Bir şekilde mümkün olmuş işte.” Telefonu elime alıp her şeyi sorduğumuz gibi internete beden değişikliğini arattım. Ama karşıma kitaplar ve filmler geldi. “Aklımı oynatacağım hiçbir şey yok.” Panikle telefonu yatağa fırlattım. “Sakin kalmamız gerekiyor. Bir düşünelim. Dün akşam kafeden döndüğümüzde kendi bedenlerimizdeydik. Ne olduysa gece biz uyurken olmuş olmalı. Yıldırım mı çarptı bize?” bu ihtimali de düşündük ama yıldırım çarpsa bilirdik herhalde. Eve gelirken bırak yıldırım çarpmasını ayağımız taşa bile takılmadı. Boş boş düşünürken alarm çaldı bile. İşte tekrar panik zamanı. Bu halimizle çocukların yanına nasıl giderdik. “Şimdi ne yapacağız? Aşağıya inemeyiz.” Gerçi bir noktadan sonra bu odadan çıkmak zorunda kalacağız. “Sakin kalacağız. Önce kahvaltıya ineceğiz, her şey normalmiş gibi davranacağız. Bugün işe gitmeyelim. Bu durumu çözelim.” Mahir şuan beden daha soğukkanlı davranarak mantıklı düşünüyordu. Kıyafetlerimizi giyerken farkında olmadan kendimize ait olanları giymeye çalışıyorduk. Mahir’in bedeninde olduğum için onun kıyafetlerinde giymem gerekiyordu. Mahir’e de kendi kıyafetlerimden, iç çamaşırlarından çıkarttım. İkimiz de rahat edebilmek için yeni bedenlerimizde pantolon, gömlek giydik. Odadan çıkmak için hazırdık ama çıkmaya çekiniyorduk. Benim Mahir gibi, Mahir’in de ben gibi davranması gerekiyordu. “ Hadi.” Deyip kapıyı açtı ve aşağıya indik. Naide anne kahvaltı sofrasını hazırlamıştı. “Günaydın oğlum.” Deyince Mahir’de gayri ihtiyari; “ Günaydın anne.” Dedi. “Gelin hanım, kendini oğlum sandın herhalde. Hadi neyse sana da günaydın. “ İlk açığımızı verdik ama durumu anlamadı Naide anne. Mahir alışkanlığından dolayı masanın başına geçmişti. Ama görünürde ben geçmişim gibiydi. Naide anne yine şaşırdı. “Melek, oğlumun yerinde gözün var herhalde. Ayça ağlayıp duruyor git bak kızına. Oğlum sende geç yerine.”  Mahir annesi bir şey anlamasın diye yukarıya Ayça’nın yanına çıkarken bende Naide annenin oğlu (!) olarak başköşede yerimi aldım. Böyle ne güzelmiş ya. Sabah kalkar kalkmaz koşturmaca yok, kahvaltı hazırlamak yok. Hazır kahvaltıya direkt oturmak da zevkliymiş. Çocuklar da yine tepişe tepişe sofraya oturdu. Mahir kucağında Ayça ile geldi masaya. Ben her Allah’ın günü hem kendimi hem de Ayça’yı doyurmaya çalışıyordum. Melek gibi görüne Mahir daha önce Ayça’yı beslemediği için zorlanıyordu. “ Sen ver Ayça’yı bana. Kahvaltını yap.” Aslında onu düşündüğümden değil kızım aç kalmasın diye söyledim. Çocuklar da Naide anne de daha önce Mahir’in Ayça’yı beslediğini görmediği için şaşırmışlardı. “Baba, bana harçlık verebilir misin?” Arda direkt bana bakıyordu babası olarak. Tabi çocukların harçlıklarını hep Mahir verirdi. Lokmamı yutma bahanesiyle Arda’yı bekletirken Mahir konuştu. “Paltomun iç cebinde git al ordan.” Deyince Mahir, görüntüsünü hatırlayıp toparladı. “ Yani babanın paltosunda.” Bizdeki tuhaflığı Naide anne fark etmişti sanki ama bir şey söylemedi. Naide anneyi biraz olsun tanıyorsam evden çıkmadan önce beni kenara çekip ne olduğunu sorar. Yani Mahir’i… Yanı beni… Aman hepten karıştı kafam. Arda harçlığını almaya giderken Emir sessizce oturuyordu. Çocuğun kendi içinde ne yaşadığını bilmiyoruz bile. “Emir sana yeni boya kalemleri alalım mı, ister misin?” dediğimde Emir’in hoşuna gitti.  “Hangi markayı istersen at bana sipariş vereyim.” “Tamam atarım baba.” Tabi ya, bunu annesi olarak değil babası olarak söylemiştim. Mahir kahvaltısını seri şekilde yapıyordu. Naide annenin fazlasıyla dikkatini çekmişti. Çünkü ben küçük lokmalar yerim. Mahir koca ekmeği ağzına tıkmaya uğraşıyor. “Hadi kalkalım mı geç kalacağız.” Çocuklar hızla çantaların alıp arabanın yanına geçti. Bende Mahir’in paltosunu giyerken Naide anne tam da tahmin ettiğim gibi beni yani bedenimdeki Mahir’i kenara çekmişti. Dışarıya çıktığımda başka bir sorunla karşılaştım. Arabayı her gün Mahir kullanırdı. Hepimizi o bırakırdı. Benim de ehliyetim var ama yıllardır araç kullanmadım. Mahir’in gelmesini bekledim araba binmek için. “Hadi Melek geç kalıyoruz.” Böyle seslenmesi de güzelmiş. Mahir yanıma gelirken Naide anne ona kol çantamı verdi. “Ne biçim çanta bu. Niye ağır?” “Bırak çantayı şimdi. Arabayı ben kullanamam. Ne yapacağız?” yeni sorunumuzu o da fark etmişti. “Sen kullanırsan okula değil öbür dünyaya gideriz. Ben kullanacağım.” Mahir şoför koltuğuna geçince bende yan koltuğa oturdum. Çocuklar annelerini direksiyon başında görünce anlam verememişti.  İlk tepki Arda’dan geldi. “Anne sen araba kullanabiliyor musun?” dedi dalga geçerek. Haklıydı. Beni araba kullanırken hiç görmemişti. Mahir böyle bir soru geleceğinin farkındaydı bu yüzden hazırlıklıydı. “Babanız sağ olsun çalıştırıyordu beni. Birkaç gün ben kullanacağım. “ yalancıya bak. Araba kullanmayı öğretsin diye yalvarmıştım ama vakti olmadığını söyleyip geçiştirmişti beni. Bir de kendini övüyor. Azra bile duyduklarına şaşırıp kafasın telefondan kaldırıp dikiz aynasından annesine bakıyordu. “Tartışmaktan vakit buldunuz yani? İkiniz de yoğun çalışıyorsunuz, ne ara öğretti babam.” Çocuklar bizi hep tartışırken gördüğü için bir araya geldiğimizde faydalı işler de yapacağımızda inanamıyorlardı haliyle. “Annenizi kırmak istemedim. Size de sürpriz olsun istedik.” Bu defa ben cevap verdim. En çok sevinen ve sevinçle tepki veren Emir’di. “Hadi anne bas gaza.” Ben çocukların bu kadar sevineceğini bilseydim Mahir’i beklemez özel oca tutar öğrenirdim araba kullanmayı. Bedenime geri döndüğümde araba kullanmayı hemen öğrenmeliyim. Mahir yani anneleri araba kullanırken Azra telefona bakmıyordu. Arda kardeşlerine sataşmıyor, Emir gözünü yoldan ayırmıyordu. Okula geldiğimizde arabadan inmeden önce Arda ve Emir annelerinin çok güzel araba kullandığını söyledi. Azra da inmeden önce; “ Baba tebrik ederim. Anneme anı kendin gibi kullanmayı öğretmişsin.” Ah kızım bir bilsen annenin içindeki baban! Çocuklar arabadan indiğinde biraz olsun rahata ermiştik. Birkaç pot kırmamızın dışında durumu iyi idare ettik. Mahir arabayı çalıştırmadan önce biraz bekledi. Ne yapacağımızı düşünüyor olmalıydı. Benim de aklıma bir çözüm gelmiyor. Nasıl yer değiştirdiğimizi bilmeden de nasıl çözeceksek… Öncelikli olarak iş yerlerimizi arayıp ailevi durumumuz olduğunu söyleyerek izin aldık. “ Şimdi ne yapacağız peki?” Mahir durumu kurtarmak için ani kararlar verip uygulamakta çok iyiydi. Ama sorunu kalıcı olarak çözmek konusunda başarılı olduğu söylenemez. Aklıma bir fikir gelmişti ama işe yarar mı bilmiyordum. Bu yüzden Mahir’le paylaştım. “Hastaneye mi gitsek? Belki bize ne olduğunu söylerler.” Mahir bıkkınlıkla bana döndü. “Hangi bölüme gitmeyi düşünüyorsun? Deli diye bizi içeri atarlar.” “Hiç yoktan ben bir fikir sunuyorum. Beğenmiyorsan sen söyle ne yapalım.” Bulduğum fikri de beğenmiyor. Biraz durup düşündükten sonra abrayı çalıştırdı. “ Nörolojiye ya da beyin cerrahisine gidelim bari. Deli gömleğini getirmeden kaçarız.” O kadar ciddi söylemişti ki komiğime gitti, gülmeye başladım. Ağlanacak halimize Mahir’le gülüyorduk. *** *** *** Hastanede sıramızın gelmesi için beklerken sıkıntıdan patladık. Randevumuz olmadığı randevulu hastaları beklemek zorundaydık. Bulunduğumuz bölümde çok sayıda danışan vardı. Sonunda sıra bize geldi. Doktorun odasına girerken kalbim yerinden çıkacaktı. Peşimden Mahir girdiğinde arkasından kapıyı kapattı. Doktor Bey bilgisayar ekranından kafasın kaldırıp bize baktı. “Hasta hanginiz?” ne kadar güzel bir soru. Sorun buna nasıl cevap vereceğimiz. Mahir’le birbirimize baktık. Bana kaş göz işaretiyle ‘sen konuş’ deyince doktora döndüm. “Sanırım ikimizde hastayız, eşimle. Sorunumuz da.. Biz kendi bedenlerimizde değiliz. Aslında Melek Savar benim ama kocamın bedenindeyim. Kocam da Mahir Savar ama benim bedenimde.” Böyle birine söyleyince çok tuhaf göründüğünün farkındayım. Doktor hiç şaşırmadan dosyasına not aldı. “Bu durumu ne zamandır yaşıyorsunuz?” doktor bizi gerçekten anladı mı? “ Bu sabah itibariyle…” doktor bize bir kartvizit uzattı. Bir psikoterapistin kartıydı. “Kendi sorununuzun farkında olmanız tedavi sürecini hızlandırır. Bence sizde çoklu kişilik bozukluğu…” Doktorun konuşmasını kesip Mahir ayağa kalktı.  “Bırak Melek. Gelmekle hata ettik. Kalk gidiyoruz.” Apar topar kalkıp çıktık hastaneden. Hastaneye gitmenin birazcık saçma olduğunu kabul ediyorum. Ama bu girdaptan nasıl çıkacağız ki? Arabaya geçip düşünmeye başladık. Aklıma kafedeki falcı kadının getirdiği dilek kartları geldi. Kartlar elimizdeyken dilek dilemiştik. Hata dileklerden sonra parmaklarımız kanamıştı. “Ne düşünüyorsun?” Mahir derin düşüncelere daldığımın farkındaydı. “Kafedeki falcıyı hatırlıyor musun? Dilek kartı vermişti. Bizde birbirimizi anlamayı, yer değiştirmeyi dilemiştik. Gerçekleşmiş olabilir mi?” hatta falcı kadın; ‘Dikkat edin. Dileklerin gerçekleşebilmek gibi kötü huyları vardır.’ Demişti. Tüylerim diken diken oldu. “Yok daha neler. … Olabilir mi? … Gidip konuşsak mı?” Mahir de ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşırmıştı. “Gidelim. Ne kaybederiz ki. Rezil olacağımız kadar olduk.” En azından bir çözüm buluruz. Mahir arabayı çalıştırdığı gibi kafeye gittik. Garson bizi bir masaya yerleştirmek istedi. “Biz dün burada falcı bir kadınla konuştuk nerde o?” Konu acil olduğu için hemen garsonla konuştum. “Yanlışınız olmasın bizim falcımız yok.” Deyince hepten şaşırdık. Dün o kadınla konuştuğumuza yemin edebilirim. “Nasıl yok. Kadın yanımıza geldi iki sefer. Kameranız yok mu?  Bakalım. Hayat memat meselsi kardeş yardımcı ol.” Mahir’in yalvarmasına dayanamayan garson yetkilisiyle görüşüp kamera kayıtlarını açtı. Falcı kadın diye bildiğimiz kişi arka masamızda oturan biriydi. Bize verdiği kartları da çantasından çıkartıyordu. “Bu kadını nerde buluruz?” diye garson ve kafe yetkilisine sordumsa da bilmediklerini söylediler. Kadının yüzünün açıkça göründüğü bir karenin fotoğrafını çektik. Falcı kadının verdiği kartların bizim yer değiştirmemizle bir ilgisi var mı yok mu bilmiyoruz ama kadının şüpheli olduğu apaçık ortada. Kafeden çıktığımızda ne yapacağımızı bilmediğimiz halimize geri dönmüştük. “Şimdi ne yapacağız Mahir? Tüm yollarımız kapandı.” “Bende falcı kadının bir şeyler bildiğini düşünüyorum artık. Ne yapıp edip onu bulmalıyız. Ben senin bedeninde yaşayamam.” Diye isyan etti Mahir. “Bende senin bedenine bayılmıyorum.” Birbirimize düşmeyi bırakıp kafenin yakın çevresinde falcı kadını aramaya başladık. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD