Arafta? Ölüm ile yaşamın arasındaki incecik çizgiden mi bahsediyordu? Bir kadın, kaç yıllık hayatında hem yaşamış hem de ölmüş müydü...ah. Normalde her şeyin pamuk ipliği gibi sökülüp gelmesi lazımdı ancak bu iş, gittikçe daha da karmaşıklaşıyordu. "Bunu nasıl normal karşılayabiliyorsun?" diye mırıldandım.
"Normal karşıladığımı kim söyledi?" saçlarını geriye atarak ciddiyetle bana baktı. "Söylenmesine gerek yok. Görüyorum." başımı iki yana sallayarak dudağımın kenarını ısırdım. İnsanın en büyük düşmanı belirsizlikti ve ben onun en büyüğünü yaşıyordum. "Oyunun kurucusu insanlara ders vermek istemiş, peki ya Süheyla Ateş? Onun ne suçu vardı? Ya da diğerlerinin suçu neydi? O kadın..." derin bir nefes aldım.
"Bak Nazlı, seni anlayabiliyorum. Buraya senin gibi bir sürü insan geldi. Hayatını kurtaran ise kimse yok. Daha doğrusu benim bildiğim. Ve ben sana yeni bir hayat bahşediyorum. Oyunun kurucusunu bulalım ve hayatın bağışlansın. Ya da sen burada ağlamaya devam et."
Sinirle güldüm. "Farkında mısın bilmiyorum ama hayatım bir anda alt üst oldu. Keşke her şey senin dediğin gibi kolay olabilseydi!" nefesini büyükçe içine çektiğini duydum, sakince çektiği nefesi geri vererek, "Bir yerden başlamak lazım." dedi.
"Peki nereden? Nasıl? Of!" başımı geriye atarak tavana baktım. "Oyunun kurucusunu o yerini belli etmediği müddetçe bulamayız. Ama diğerlerini?" sessizce güldüğünü duyunca büyük bir merakla gözlerim açıldı. Hemen heyecanla ona bakmaya başladım. "Diğerleri?"
"Araftakiler." dondum. Onlara ulaşabilmek mümkün müydü? "N-nasıl yani?" sesim titrerken, falcının şefkatli bakışları yüzümde gezindi. "Elbette. Onlar o kadar fazla ki, her an hepsi her yerde olabilir."
Yerimde kıpırdamadan duramazken, "Hadi ya," dedim. "Peki nasıl ulaşabileceğim?" yerdeki siyah mindere oturdu ve düşünceli gözleriyle halıya bakmaya başladı. Nasıl ulaşabileceğini düşünüyor olmalıydı, ben de bu yüzden olabildiğince sessiz davranmaya çalıştım. Masanın etrafında dolanıp kitaplığa baktım.
Siyah, renkli ahşap bir kitaplıktı. Kenarlarında yer yer tütsüler yanıyordu ve kokusu bir insanı sarhoş edecek kadar hoştu. Elimle dokunurken kenarlarındaki yazıları okuyordum. Büyü kitapları, falcılık, astronomi ve daha fazlası vardı. Kaşlarımı çattım. "Hani büyüyle uğraşmıyordun?" dediğimde simsiyah gözlerini gözlerime dikti. Bakışlarındaki çözemediğim duygular beni sekteye uğrattı ve ben bir iki adım geriledim. Ardından gözlerini yumdu, saniyeler içinde yeniden açtığında ise o duygular yerinde yeller esiyordu. "Büyüyle uğraşmıyorum. Sadece yapılan büyüleri bozuyorum." diyerek sigara paketinden dal çıkardı.
Oldukça sakinleşmiş görünüyordu.
"Sen iyi misin?" diyerek yanına adımladım. Çakmağı ile sigarasını yaktı, dumanı içine çekerken aramızdaki sessizlik devam etti. Sakindi, evet oldukça. Ama iyi göründüğünü söyleyemezdim. "Hey." deyip koluna dokunduğumda "İyiyim." dedi sessizce.
"Sadece onlarla iletişime geçmeye çalıştığım için yoruldum." sigara külünü halıya atarak bir fırt daha çektiğinde, "Nasıl yani?" dedim az önceki olanları görmezden gelerek. "Araftakilerle iletişime mi geçtin?" heyecanla vereceği cevabı beklerken, "Hayır." dediğinde omuzlarımı düşürdüm.
"Sadece çalıştım ama bağlanmışlar. Oyunun kurucusu dışındaki herkese duvar örülmüş gibi...onlara ulaşamadım." bana baktı. Siyah ojeli elleriyle yanağımı okşarken "Üzgünüm." dedi. "Çabaladım."
Başımı iki yana sallayarak ayaklandım. "Bunun da bir çözümü vardır belki? Bu kitaplar boşuna mı?" diyerek kitaplığını gösterince sigarasını duvarda söndürerek omuz silkti. "Bir şey bulacağımızı sanmıyorum." sesindeki umutsuzluk benimde içime işledi.
Onayladım. "Haklısın." sessizce yerdeki çantamı omzuma astım, kapıya doğru yürümeye başladım. Her zamanki gibi beni durdurmasını istedim ama olmadı. Omuzlarım düşerek o evden ayrıldım. Kapıdan çıkar çıkmaz havayı soludum. Birkaç dakika orada durdum ve soğuktan üşüyen bedenimi umursamadan bekledim. Bir umutla kapıya baktım, gelmedi. Dudağımın kenarında kısacık bir gülüş kondu, boğazıma oturan yumru yutkunmamı engelliyordu ve ben avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Bağırsam her şey hallolacak gibi geliyordu, geçeceğini düşünmüyordum. İhtiyacım vardı. Ya da birisinin omzuma dokunup 'her şey hallolacak.' demesine de ihtiyacım vardı. Bilmiyorum.
Şimdi her şeyi kabullenmenin vakti gelmişti belki de.
Sokak ışığının eşliğinde dar sokaklardan yürümeye başladım. Bir metroya bindim ve kulaklıklarımı takarak başka bir evrene ışınlandım. En azından burada daha güvenliydim. Kısa bir süre sonra sıkışık kalabalığın içinden çıkmak zor olsa da başarmıştım ve evime doğru gidiyordum. Ta ki Süheyla Ateş'in evindeki ışığı görene dek. Durdum.
Süheyla'nın ruhu belki de buradaydı. Bunca zaman oğlunun onu görmesini istemişti ama oyunun kurucusu bunu engellemişti. Oyunun kurucusu başka bir bedene girdiğine göre belki de engel kalmamıştı? Ya Alp, annesini görmeye başlamışsa? Heyecanla yerimde kıpraştım.
Belki de iletişime geçmesi gereken biz değil araftakilerdir?
"Evimi bir sapık gibi gözetlemeyi ne zaman bırakacaksın?" kulağımın dibindeki kısık sesle yerimde sıçrayarak çığlık attım. Elimi kalbime götürerek yavaş yavaş arkama baktım. Alp'i gördüğümde gergince gülümsedim ve ne yaptım biliyor musun? El salladım! Evet sanki onun evini gözetleyen bir sapık değilmişim gibi utanmadan el sallamıştım.
Alp şaşkınca elime baktı, sonradan yüzüme bakarken o da ne yapacağını şaşırmıştı ama çabuk geçmiş olmalıydı. Dibime girdiğinde yutkunmaya çalıştım. Benden çok uzun değildi, en azından gövdesine gelmiyordum. Altına gri bir eşofman, üstüne de siyah bir sweatshirt giymişti. Elleri cebindeyken bana merakla bakıyordu.
Dediğim gibi çok uzun değildi. Yalan söylemeyi beceremediğimden olsa gerek gözlerine bakamıyordum. "Ne yapıyordun?" dedi aramızdaki sessizliği bozarak. "Hiç." dedim. Gerçekten bulduğum yalan beni benden almıştı.
"Dalga mı geçiyorsun? Evimi gözetliyordun?" sesi bana tahammül edemiyormuş gibiydi ve bu beni daha da gerdi. Ellerimle oynarken "Bu apartmanda tek sen mi oturuyorsun?" diyerek üste çıkmaya çalıştım. Tek kaşı havalanıp dudakları kıvrıldı. "Yani başka bir evi gözetliyordun?" evet. Bu tarafından bakmak aklıma gelmemişti.
"Yoo." diyerek etrafta gözlerimi gezdirdim. Zaman kazanmaya çalışıyordum ama Alp bir anda kolumdan tutarak beni apartmana çekiştirmeye başladı. "Ne yapıyorsun ya?" kolumdaki eline vurduğunda duraksadı. "Bir sapık cezasız kalmamalı. Şimdi güvenliğe gidiyoruz." kalbim telaşla çarpmaya başladı ama ne yapmaya çalıştığını anlatarak kıkırdadım.
Böyle bir apartmanda güvenliğin işi neydi? Amacı sadece korkutmaktı. Rahat tavrım onun dikkatinden kaçmazken "Umarım beni geri zekalı sanmıyorsundur." dediğinde alaya alarak "Tabii ki." dedim.
Oldukça zekiydi. Yani, sanırım.
Aparmana girmeden arka bahçeye yöneldik ve kapısından çıktık. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum, ta ki ileride bulunan güvenlik kabinini görene dek. Bir anda gözlerim fal taşı gibi açıldı ve ayaklarımı sertçe yere bastırdım. Alp, kolumdan sertçe tutmadığından olsa gerek, benim tutumum karşısında kolumu bırakmıştı.
Oldukça zekiydi. Kesinlikle.
Geri geri giderken, "Konuşabiliriz." dedim. Başını salladı. "Yalan söylediğini anladığım an seni polise veririm."
"Tamam ama burada mı konuşacağız?" ellerimle sokağı gösterdim. Gülümsedi. "Merak etme, seni evime atacağım." imalı imalı konuşurken gözlerimi devirerek, "Çok meraklıyım senin evine!" diyerek sertçe konuştuğumda yürümeye başlamıştım. "Tabii meraklısın. Bundan önce, benden izinsiz evime giren sen değil miydin? Ya da evimi gözetleyen?" sesi yüksek çıktığı için geri döndüm ve işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm.
"Sussana be!" diye çığırdığımda omuzlarını silkti. Ya sabır, ya sabır...
Önüme dönerek kara kara düşünmeye başladım. Pekala. Durumum içler acısıydı. Polise gitsem onlara ne söyleyecektim, veyahut şimdi Alp'e ne diyecektim. Mesela şey mi? 'Alp, bak senin annen öldü ama tam da ölmedi. Kendisi arafta. Onunla iletişime geçmemiz için sen gereklisin.'
Sanırım beni polise götürmek yerine en yakın hastaneye götürürdü. Her neyse. Başka şansım da yoktu zaten, ben önde, o arkada yürüyorduk. Apartmandan içeri girdiğimde yoğun küf kokusuyla yüzümü buruşturdum. Yandan yandan küçük bir sırıtmayla bana baktığını görüyordum ama umursamıyordum.
Dayanamayarak sordum, "Bu koku ne?" omuz silkti. "Bilmem. Büyük ihtimalle birisi ölmüştür." duraksadım ve yaşadığım büyük bir şokla ona baktım. "Ölüler küf mü kokar?" diye mırıldandığımda evin kapısına gelmiştik.
Aniden kafama dank eden şeyle, "Birisi mi öldü!?" diye bağırdığımda sertçe soluk aldığını işittim. Kapıyı açarak beni sırtımdan itti. "Şaka mı yapıyorsun ya?" dedim. Sesimin ayarını kaçmış bir de bağırıyordum. "Şaka yapmıyorum." üzerindeki montu çıkartıp portmantoya astı. Elim fermuarımda kalakaldığında gözlerimi kırpıştırdım.
Uzunca oflayıp bir odaya girdiğinde onu takip ettim. Mutfağa girmişti ve bir bardak alıyordu. "Bugün sabah ambulans geldi. En alttaki bir adam ölmüş, yakını olmadığı için de bayağıdır oradaymış. Üst komşu kokuyu alınca ambulans çağırmış." bardağı fayansa bıraktı. "Oldu mu?" başımı salladım.
Artık ölüm fobim vardı.
Resmen 'ölüm kartı' her yerde karşıma çıkıyordu. Ölüm zaten hayatın bir gerçekliğiydi ancak bu kadar yakınımda olması gerekli miydi?
"Oldu. Kusura bakma ölümü dalgaya almadığım için(!)" dedim kinayeyle. Başını sallayarak, "Haklısın." dedi. Benimle uğraşmak istemediği apaçık belliydi. O zaman sıra, ona istediğini vermeye gelmişti. Sırtımı fayansa yaslayarak cesaretimi toplamaya çalıştım.
Alp suyunu içerek benim gibi arkadaki fayansa yaslandı. Bakışlarımı o dışında her yerde gezdirirken, "Eee." dedi. "Sanırım polisi arayacağım." alayla telefonu çıkarttığında doğru zaman olduğunu düşünerek üstüne doğru yürüdüm. Bunu beklemediği için kaşlarını çatmıştı. Gergince gülümsedim, az sonra yapacaklarıma ben bile şimdiden inanamıyordum.
Benim ölmemem için gerekli şeyin Alp olduğunu düşünüyordum. Beni bir deli sanması umurumda değildi. Çünkü bana elbet inanacaktı.
Ellerime birbirine kavuşturdum. "Biliyorum..." diyerek mırıldandığımda elindeki telefonu tezgaha bırakmıştı. Rahatsızca olduğu yerde doğruldu, üstten üstten bana bakarken, "Neyi?" dediğinde derince bir nefes aldım.
"Süheyla Ateş'in sana göründüğünü biliyorum, Alp."