GERÇEKLER

1209 Words
"Bana...Nasıl inandın? Babam bile inanmazken üstelik." dediğinde nefesimi büyükçe içime çektim. Büyük ihtimalle bunlar başıma gelmeseydi ben de inanmayacaktım. Babasına da kızamıyordum ki, kim böyle bir şeye inanabilir? "Ona kızgın mısın?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Elbette hayır. Ben bile kendime inanmadım. Şizofren olduğumu bile düşündüm ama o kadar gerçekçi ki!" yanına oturmak için hareket ettiğimde bunu anlayıp yer açtı. "Gerçek zaten." dedim kendimden emin şekilde. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Gülümsedim. "Sana bunları en başından anlatmak çok isterdim ama yeri ve zamanı değil. Bu hastaneden çık ve sana söyleyeceğim adrese gel." çantamdan çıkardığım bir not defterine adresi karalayıp ona uzattım. Elimden alarak yandaki çekmeceye koydu. "Ne yapacağım?" omuz silktim. "Bence kendin olsan her şey hallolur." dediğimde başını anlamadığını belirtircesine yana yatırdı. "Diyorum ki...Kendin ol. Birkaç dakika önce bana davrandığın gibi." güldü. İşaret parmağıyla gel deyince gözlerimi kıstım, bu halime yeniden sırıttı. "Gel, kötü bir şey demeyeceğim." Kulağımı dudaklarına yaklaştırdım ve sıcak nefesin kulaklarımı deldiğini hissettim. "Siktir git." büyük bir şaşkınlıkla geri çekildiğimde tam söyleniyordum ki beni konuşturmadı. "...mi demeliyim doktora?" gözlerimi kıstım. Anlaşılan Mete Er ile fena bir biçimde uğraşacaktım. "Sen kendini komik mi zannediyorsun?" iki kolunu başının altına aldı, dudağının bir yanı kıvrıldığında "Evet." dedi. "Biliyor musun Mete, ben geleceği de görebiliyorum." gözlerini kısıp "Harbi mi?" dediğinde sırıttım. "Aynen. Beş dakika sonra acil servise çenesi kırılmış birisi girecek." beni dikkatlice dinlerken devam ettim. "Adı da Mete." Onunla dalga geçtiğimi anladığında kafasının arkasındaki yastığı bana fırlattı. "Ya, ne yapıyorsun!" çemkirdim. "Tüh!" dedi alayla. "Yastığım elimden kaydı görüyor musun?" ona dik dik bakmaya başladığımı görünce sırıtışını yüzünden silmeye çalışıyordu ama nafile. "Ben şimdi sana bir kayacağım!" yastığı geri yüzüne fırlattığımda söylediğim şeyin gerçekliğiyle duraksadım. Ellerim ağzıma gitmişken, Mete daha çok gülüyordu. "Senin yüzünden terbiyem bozuldu." "Eminim benim yüzümdendir...eminim." "Uğraşma benimle." dediğimde "Kim kiminle uğraşıyor?" diye sorunca ofladım. Cidden şuan son yapacağım şey ona laf yetiştirmek olacaktı. Bundan dakikalar önce boş bir yüz ifadesiyle camdan dışarıyı izleyen o değilmiş gibiydi. Bu anın büyüsünün bozmak istemedim. Aslında insanları güldürebilmek bu kadar kolaydı. Ona güvendiğim, inandığım için mutluydu. Oysaki onun için bir yabancıydım. Anlıyordum ki birilerine inanmak için bile tanımaya gerek yokmuş. Herhangi biri çıkagelip birkaç sözle mutlu edebiliyormuş insanı. İnsanların inanılmaya ihtiyacı vardı. Yalancıların bile. "Gidiyorum." yanından kalktığımda bileğimden sıkıca kavradı. Gözleri yüzümde gezinirken "Geleceksin, değil mi?" dediğinde gülümsedim. Hala inanamıyor olmalıydı...Ama karşısında duran ben, en az annesi kadar gerçektim. Ona gerçekleri anlattığımda kim bilir nasıl tepki verecekti? Bunu o kadar merak ediyordum ki...bir yandan da hiç tanımadığım birine bu sırrı açmaktan ölesiye korkuyordum. "Ben değil sen geleceksin." bileğimi ellerinin arasından çekerek "Yazdığım nota iyi bak. Hoşça kal." çantamı da bir omzuma asarak odadan çıktığımda arkamdan söylenişini duyuyordum. Pek güzel, hatta hiç de iyi başlamamıştık ama güzel devam edeceğimizi hissediyordum. Yansımam diyebilecek kadar benzemiyorduk daha çok bir yapbozduk aslında. Kilit bendeydi ama anahtar olmadan kilidin bir önemi yoktu... Önümde uzun bir süreç olduğunu elbette biliyordum. Bu aslında, kayboluş hikayesiydi. Kendimizi bulmaya çalışıyorduk. Ve ben, hiç bu kadar kaybolmamıştım. *** Gün içerisinde yaptığım hareketleri tekrarladım. Metroya bindim, insanların arasına karıştım. Kulaklığımı takıp uzun zamandır okuduğum ama kafam dolu olduğundan hiçbir şey anlamadığım kitaba yeniden başladım. Sonrası klasik...bilirsiniz. Durağım geldiği için metrodan indim ve oturduğum sokağa yürümeye başladım. Aslında minibüs kullanabilirdim ama kendimle başbaşa kalmak istiyordum. Tek başıma yaptığım yürüyüşler beni daha çok rahatlatıyordu. Apartmanıma yürürken birkaç erkek sesi duyduğumda, bu seslerin tanıdık gelmesiyle kaşlarımı çattım ve kulaklığımın tekini çıkarttım. "Size diyeceğim tek şey şu." birkaç patırtı koptu. "Agam, neden bu kadar sinirlisin?" birisinin sesi can çekişiyormuş gibi çıktığında kendimi zorlamaya çalıştım. Evet, bu sesi çok yakından tanıyordum. "Bak hala sinirlisin falan diyor. Söyleyin lan sinirli miyim ben?" eh, sakin olduğunu pek düşünmüyorum. Benim gibi düşünmüş olacaklar ki kimseden ses çıkmadı. Tekrardan patırtı kopunca sesin geldiği yöne gitmeye başladım. "Söyle, sinirli miyim ben?" Ve, onları gördüm. Alp, Yiğit'in ensesinden tutup silkeliyordu. Evet. "Y-yok değilsin agam. Benim yanlışım var." Yiğit'in titrekçe söylediğiyle diğerleri gülmeye başladı. Selim, Alp'in elinden Yiğit'i kurtarıp "Siktir git lan." deyince gözlerimi kocaman açtım. Bu, o Selim miydi? "Oğlum, rahat bıraksanıza adamı." hemen yanlarından gelen boğuk sesle başımı oraya çevirdim. Yüzünü göremiyordum, boyunun uzunluğu gibi saçları da uzundu. Bir elinde sigarası vardı, diğerlerini izliyordu. "Hem misafirimiz var. Sessiz olun." onlara dönüp işaret parmağıyla 'şş' sesi çıkardı. Neler oluyordu ya? Aniden hepsini bana dönmesiyle adeta çivilenip kalmıştım. Alelacele arkamı döndüğüm sırada Alp'in kısık sesini duydum. "Sakın." dediğinde titrekçe bir nefes verdim. Verdiğim nefes buharlaşıp havaya karışırken yutkunamıyordum bile. Bir daha asla görüşmeyeceğiz, demiştim değil mi? Sahi, kader bana tam olarak neresiyle gülüyordu. Yüzüme zoraki bir gülümseme kondurup onlara elimi salladım. "Çok zorlama oluyor. Yapma." adını bilmediğim adam konuştuğunda sessiz kaldım, yine de yüz ifademi korumuştum. Alp, yanındakilere baktı. "Siz gidin. Bizim birkaç işimiz var." ellerimi önümde kavuşturup ovuşturmaya başladım. Allah aşkına bizim nasıl bir işimiz olabilirdi! Yiğit ve Selim bana selam vererek geçtiklerinde gülümsemiştim. Adını bilmediğim adam, sanki beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Bakışlarından ürktüğüm için kaçırdım, bu onu tatmin etmiş olacak ki kıkırdamıştı. Ne güzel...bir manyak daha. "Hadi Hadi Barış, hadi abicim." Alp, az önce adını öğrendiğim kişinin omzuna birkaç kez vurdu. Barış tekrardan son kez bana alaycıl yüz ifadesini sunup ilerlemeye başlamıştı. Tuttuğum nefesi verdim. Çok gerilmiştim. Birlikte kaybolduklarında Alp'e dik dik baktım. "Bana aşık olduğunu düşünmeye başladım." diyerek mırıldandım alayla. Az önce yaşadığım gerginliği unutmuştur bile. Aynı sırıtışla cevap verdi. "Yok." dedi. "Aşkından ölüp bitiyorum, az oldu o." gözlerimi devirerek yanından geçmek için hazırlanıyordum ki kolumdan tutarak önüne geçirdi. "Nereye?" şu alaylı yüzü yok mu...delireceğim! "Ebeninkine Alp!" çemkirdim. "Öldü o öldü. Az saygılı ol." Ne insanlarla uğraşıyorum! "Ne istiyorsun? Uzatma da söyle artık." kollarımı göğsümde kavuşturup onu dinlemeye başladım. "Evde olanları?" sorduğum soruya saçmaymış gibi baktı. "Sana anlattıklarımın neresini anlamadın? Şaka yapıyordum..." diyerek mırıldandım. Elbette yememişti. "Cık." dedi. "Yapmıyordun." "Peki, anlatacağım." pes etmiştim. Madem gerçekleri istiyordu, ben de ona gerçekleri sunardım. "Ben bir gün falcıya gittim. Bana kart seçtirdi." ben seçmiş olabilirdim lakin bunu, onun bilmesine gerek yoktu. "Kartın ismi ölüm. Bir yıl içinde ölmüş olacağım, tabii eğer oyunun kurucusunu bulmazsam." derince nefes aldım. "Oyunun kurucusu ise bedenden bedene dolaşıyor. En son senin annenin bedenindeydi..." yani bir saat öncesine kadar öyle biliyordum. "Ancak geldiğimde annen çoktan ölmüştü ve oyunun kurucusu başka bir bedene girmişti. Şansım olmadığını düşünürken bedenleri ele geçirilenlerin arafta olduğunu öğrendim. Onlar bizimle iletişime geçebiliyordu. Sana sordum...Onu görmemiştin. Ben d--" devam edemedim. Alp'in kahkahası boş sokakta öyle yankılandı ki birkaç adım sendeledim. Bir elini karnına koyup katıla katıla gülerken yanağımın içini ısırıyordum. Bana bakıp bir şey söylemeye yeltendi ama tekrardan gülmeye başlayınca "Hahahaa." diyerek ona eşlik etmeye başladım. Zoraki bir biçimde güldüğüm o kadar belliydi ki ama Alp bunu fark edemeyecek kadar kendinden geçmişti. "Komik kızsın." dedi durulmaya başlayarak. "Severim..." ona boş boş baktığımı gördüğünde "Komik kızları yani." diye devam etti. Alp...Bunların komiklikler olmadığını ve hepsinin gerçek olduğunu bilseydin ne derdin şuan? "Aynen." dedim. "Ama şimdi gitmem gerekiyor." beni yine durdurur sanmıştım. Yanıldığımı anlamam uzun sürmedi. Beş saniye öncesine kadar sanki gülen o değilmiş gibiydi. Dümdüz duvara bakıyordu, düşünceli sayılırdı. Onun bu anından yararlanarak yanından geçip gittiğimde arkamdan izlenildiğimi hissedilmiştim. Boğazımı temizleyip hızlıca atan kalbimi durdurmak istedim. Az önce yaşadığım nedenlerden ötürü çok gergindim. Alp'in bir an inanacağını düşünmüştüm. Durup arkamı döndüğümde hala sokağın ortasında olduğunu gördüm. Beni izliyordu. Sırtımdaki delici bakışların nedenini şimdi daha iyi anlıyordum. Tekrardan önüme döndüğümde yutkundum. Nedenini bilmiyordum ama garip biçimde Alp'e çekildiğimi hissediyordum. Bu ise hiç iyi değildi, hem de hiç.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD