bc

Seni Bana Getiren Yollar

book_age16+
1.0K
FOLLOW
11.9K
READ
friends to lovers
office/work place
like
intro-logo
Blurb

Yasemin'de herkes gibiydi aslında. Bazı güven problemleri, işi, arkadaşları ve ailesi vardı. Bazıları bunların daha sorunlularına sahipken bazıları daha iyisine sahipti ama Yasemin sorunlu olanları bile daha iyi kontrol etme yeteneğine sahip olduğunu düşünüyordu. Sorunlu olan ailesi ya da diğer şeylerden uzak durmaya çalışıyor ve hayatını olabildiğince sakin yaşamaya çalışıyordu çünkü yıpranmak istemiyordu. Ama bazen başkalarının başımıza açtıkları işler yüzünden kendimizi bambaşka bir yerde ve başka insanlarla tanışırken bulmamızda kaçınılmazdı ve Yasemin o kaçınılmazı yaşıyordu.

chap-preview
Free preview
Bölüm1
Gün sonu gelmek üzereydi ve ben yorgundum. İşin doğal akışı zaten kafa karıştırıcıyken üstüne memnuniyetsiz bir müşteri için mesaim uzamıştı ve ben daha da yorulmuştum. Evime gidip dinlenme hayalleri kuruyordum yoldayken ama sonuçta bu hayat hepimize saçma da olsa sürpriz yapmayı seviyor. Fazladan mesaiye kaldığım bir günde, eve dönüşte saçma bir kavga yüzünden evden kendimi dışarı attığım gün diğer günlere nazaran daha zor geçiyor. İşin garip olan ve en saçma tarafı evin kirasını ben ödediğim halde sakinleşmek için evden benim gitmemdir. Yani yorgun argın işten geldiğimde evde beni ablamın karşılaması yerine boş bir evin karşılamasını isterdim kesinlikle. Ama hayat bana isteme öyle şeyler ben ne vereceğimi biliyorum sana diyerek ablamı vermişti. Arada ki 3 yaşla ablam olduğuna, abla dediğime bakmayın bence ben onun ablasıyımdır çünkü benim evimde benim paramla geçiniyor kendileri. Bu duruma nasıl geldiğimizi sorumlusunu biliyordum ama her ne kadar bu durumdan kaçmaya çalışsam da bir şekilde ayağıma dolanıyordu.   Ayrı şehirlerde yaşıyorduk ailemizle yani çok şükür ölmüş falan değiller ama ablam sanki tek ailesi benmişim gibi gittiğim yerde peşimden gelmeye devam ediyordu. Anne, baba ve iki kız çocuğundan oluşan çekirdek ailemizle Ankara'da yaşıyorduk. Babam memur olduğu için memurlar şehrinde yaşamamız çok normaldi ve bana sorarsanız bir şekilde seviyordum da o şehri çocukluğumda.  Ama büyüdükçe Yıldız ablamın benden daha farklı sevildiğini, daha farklı şekilde aile içinde değer gördüğünü fark edince olabildiği kadar onlardan kaçmam gerektiğini fark ettim. Elbette insan ailesiyle yakın olup bir şeyler paylaşmak istiyor ama ne kadar başarılı olursam olayım ablamın başarısızlığı yanında bir hiç olduğum duygusu içime yerleşmişti. Kendimi sevdirmek için ne kadar çabalasam da alamadığım tüm o sevgi zamanla içimde yara yapmaya başlamıştı ve yara artık acıtmaya başladığında çabalamaktan vazgeçmiştim. Ben yani Yasemin bu durumdan kaçmak için liseyi ve üniversitenin büyük bir kısmını yurtta geçirmiştim ama üniversitenin ikinci yılı eve çıkmış ve rahatlığımı bir adım daha ileriye götürmüştüm. Benim yurtta kaldığımı düşündükleri içinde ablam o sıralar peşime takılmıyordu tabi ben mezun olmadan iş bulunca eve çıktığım anlaşıldı ve canı sıkıldıkça gelip gitmeye başladı. Çocukluktan itibaren kendim dik durmayı öğrenmiştim ve bu sayede İstanbul gibi bir şehirde ayakta kalmak beni o kadar da zorlamamıştı. Yeditepe'de burslu olarak insan kaynakları okumaya başlamıştım ve mezun olmama çok az kala küçük bir şirkette iş bulmuştum. Bu sayede Ankara'ya dönmeden burada kalmanın bir yolunu bulmuştum. 26 yaşındaydım hatta yakında 27 olacaktım ve ablam 30un sınırlarında geziniyordu yine de evin küçük çocuğu ablammış gibi davranılıyordu. Bununla ilgili bir sorunum yok diyemem çünkü ne zaman evdekilerle kavga etse benim yanıma geliyordu ve bu beni işten daha fazla strese sokan bir şeydi. Gelse uslu bir misafir olsa sorun yapmazdım ama kafasına göre gelip gitmeleri, 1+1 olan eve yatılı misafir getirmeleri gibi durumlardan dolayı sadece yük oluyordu benim için. Şu anda öyle bir andı işte... Saat neredeyse 11 olmuş ve ben işten yeni gelmişken salonumda yarı çıplak bir adam görmek istediğim son şeydi. Kiminle birlikte olduğuyla ilgilenmiyorum sadece kendi evimde kendi evimmiş gibi davranmak istiyordum. Salonun ortasında gördüğüm adam yüzünden ablamla tartışmaya başlamıştık, geleli bir ayı geçmişti ve 'sen giderken uyanıyorum kapı sesine' gibi gereksiz bir bahaneyle benim yatak odama geçmiş ve ben salonda ki koltukta yatmaya başlamıştım ama sanırım sabrımın sınırlarında olduğum için patlamam çok normaldi.  Geleceğe dair herhangi bir endişesi olmayan, günübirlik ilişkiler yürüten birisiydi ablam ve ben onu olduğu gibi kabul ediyordum ama benim evimin sınırları içinde bu kabul durumu rafa kalkmıştı. İnsan kendi evinde de rahat edemeyecekse nerede rahatlamak için ayaklarını uzatabilirdi ki, değil mi? Daha fazla dayanamayıp "Senin ne yaptığınla, kiminle takıldığınla ilgilenmiyorum ama evime günü birlik tanıdığın adamları getirmekten vazgeç." dediğimde "Zaten küçücük ev gelen adamlar kalmıyor bile evde, laf kalabalığı yapma." demişti umursamaz bir şekilde.  Kendisi gittikten sonra bile o evde yaşayacak olan bendim ve ben bile evime doğru düzgün erkek arkadaş getirmemiştim ama kendisi getirdiği adamların evde yatıya kalmadığından şikayetleniyordu. "Sen gittikten sonra ya bu adamlar tekrar eve gelirse n'apacağım, beni hiç mi düşünmüyorsun?" diye sorduğumda gözünün ucuyla beni baştan aşağı süzmüş ve "Bu halini gördükten sonra birilerinin geleceğini düşünüyorsan aptal olmalısın." diyerek beni küçümsemeye devam ediyordu. Kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatıp evde boğulmaya başladığımı hissettiğim için "Ben geri gelene kadar arkadaşın evden gitmiş olursa çok iyi olur." diyerek kendimi dışarıya zor atmıştım. Yaşadığım apartmanı ve çevresini seviyordum biraz yokuş indikten sonra denize kavuşan sokakları vardı bu mahallenin bu yüzden burayı seçmiştim ama şu an kaçabildiğim kadar kaçmak istiyordum. Bu yüzden üzerimde sabah işe giderken ki giydiğim kumaş ceket-pantolon takımım olmasına rağmen dışarı çıkmıştım. 1+1 olan bir apartman dairesinde ablamdan uzaklaşabileceğim bir yer olmadığı için sadece telefonumu ve anahtarımı alıp kendimi sokağa atmıştım. Nisan ayının akşam serinliği vardı ve yavaş yavaş sahile inmeye başlamıştım. Yokuşu indikten sonra gecenin karanlığında gördüğüm deniz manzarasından çok memnundum. Karşıdan izlemeye başladıktan sonra daha da yakınlaşmak için ilerlemeye başlamışken tekel bayiye çevirdim yönümü. 26 yıllık yaşamımda alkol kullanımım en alt seviyedeyken hiç sigara kullanmamıştım bu yüzden içeri girip susuzluğumu gidermek için iki tane caprisun meyve suyu alıp cebimde olan bozukluklarla parasını ödedikten sonra sahil kenarına geçtim. İstanbul'un en sevdiğim yanı buydu işte. Asla hayat durmuyordu. Kimisi yürüyüş yapıyor, kimisi çimlerde arkadaşlarıyla muhabbet ediyor kimisi de banklarda oturuyordu. Bu yüzden kendime uygun bir yer bulmak için biraz yürümeye başladım eğer üzerimde iş kıyafetlerim yerine normal kıyafetlerim olsaydı bende çimlere oturmayı tercih ederdim ama kumaş pantolon ve topuklularla rahat edemeyeceğim için boş bank arıyordum. Her bankta oturan birileri vardı bu yüzden içlerinden en düzgün olanını bulmaya çalışıyordum. Alkol alanlardan ya da tekinsiz insanlardan uzak durmaya çalışırken bankın birinde tek başına oturan bir adamı gördüm. O da benim gibi takım elbiseliydi ve arkasında başka takım elbiseli birisi bekliyordu bu yüzden onlarında benim gibi işten geç çıktığını düşündüm ve yanlarına ilerlemeye başladım. Ayakta bekleyen adama "Affedersiniz, acaba oturacak mısınız?" diye sordum bankı göstererek. Kaşlarını çatarak kafasını salladı ve "Başka bir yere oturun hanımefendi dolu orası." dedi. Bankın kenarında oturan adam sessizce duruyordu ve bizi dinlediğini dahi sanmıyordum ama bu sefer ona yanının boş olup olmadığını sordum ve sadece kafa salladığı için boş olduğunu düşünerek diğer adama nispet yaparak bankın diğer ucuna da ben iliştim. Cebimden anahtarı ve telefonu çıkarıp aramızda ki boşluğa bıraktım ve ardından pipeti takıp meyve suyumu içmeye başladım. Yanımda oturan adamın gözünün ucuyla bana baktığını hissediyordum ama kafamı çevirip bakışlarına karşılık vermedim. Yine de çok sevdiğim için iki tane aldığım meyve suyumun diğerini "İçinde alkol yok ama yine de derdini atmana yardımcı olur belki" diyerek ona uzattım. Oturan adam herhangi bir şey söylemeden önce ayakta olan adam elime uzandı ve bileğimi tutarak "Elinizi çekin." dedi. Bu kaba davranışı karşısında şaşırmıştım ama asıl oturan adam konuşmadığı halde arkada bekleyenin kim olduğunu merak etmeye başlamıştım. Bileğimi sertçe adamın elinden çekecekken "Salih adına özür dilerim sizi tanımadığı için biraz büyük tepki gösteriyor." diyerek diğer adamın eli uzanıp Salih dediği adamın elini bileğimden çekti ve meyve suyunu elimden aldı. Pipeti takıp ilk yudumu aldıktan sonra "Teşekkür ederim." dedi ve karşıya bakmaya devam etti. Bende onun gibi kafamı karşıya çevirdim ve çevre aydınlatmalarına karşı hala karanlık olan denizi seyretmeye başladım. Meyve suyumun sonuna geldiğimi biliyordum ve en sevdiğim şey o en son yudumda paketten çıkan sesti ama yanımda başkaları olduğu için sesi çıkarmadan meyve suyunun paketini elimde tutmaya devam ettim.Bu sırada yan tarafıma koyduğum telefonum titremeye başlamıştı ve ekranda annem adını görünce telefonu meşgule attım. Belli ki ablam her zaman olduğu gibi tartışmamızı anneme yetiştirmiş ve o da vakit kaybetmeden beni aramaya başlamıştı. Normalde ilk seferinde açacağım telefonu bu sefer haklılığımı daha fazla hissederek açmadım. Annem bana karşı kolay vazgeçen biri olmadığı için tekrar aramaya başladı ve ben tekrar telefonu meşgule attım ama bilirsiniz bazı insanlar için meşgule atılan telefonun önemi yoktur bu yüzden tekrar ararlar ve annemde öyle yaparak üçüncü kez aramaya başladığında telefonu açmaya karar verdim. Toplum içinde telefon konuşması yaparken insanlardan olabildiğince uzaklaşıp kimseyi rahatsız etmemeye çalışırdım ama şu an hem zihinsel hem fiziksel olarak o kadar yorgundum ki yanımda ki insanları düşünmeden oturduğum yerden telefonu açtım. "Efendim anne." dedikten sonra sadece onun konuşmasını dinlemeye başladım ablama karşı nasıl saygısızlık yaptığımı, gidip ondan özür dilememi söylüyordu bağırarak ama bunları duymazdan gelerek "Ne zaman dönecek sizin yanınıza artık bu misafirlik uzamaya başladı." dedim ve annem daha çok köpürmeye başladı. "O senin ablan istediği kadar orada durur, isterse yarın çıkar gider karışamazsın." dediğinde "O ev benim istersem yarın onu kovarım ve çıkıp gitmek zorunda kalır. Bu yüzden söyle ona toplanıp gitsin yanınıza dedim." ablam konusunda ilk kez anneme karşı böyle dik duruyordum her zaman yok saydığım durumlar birikerek beni dayanamayacağım bir noktaya getirmişti çünkü. Buna rağmen annem beni hiç anlamak istemediği için "O ev senin mi, sen sadece kiracısın ve ablan orayı seviyor." diye cevaplamakla yetindi. "Evet ev kira ve kirasını ben ödüyorum. Bu yüzden daha fazla onu ve evime getirdiği erkek arkadaşlarını evimde görmek istemiyorum. Madem seviyor burayı ona ayrı bir ev tutun." diyerek telefonu yüzüne kapattım. Aklım ermeye başladığı günden beri bu döngünün içindeydim. Ablam istediği gibi davranır, bir sürü hatalar yapar ve buna rağmen övülürken ben ilk hatamda sertçe uyarılırdım. Ablamla normal bir abla-kardeş bağımız olmadığı için her kız kardeşin yaptığı gibi konuşmalarımız ve tartışmalarımız da olmadı. Ben sadece haklı olduğum konularda sesimi çıkarırken ablamın anne ve babama olayı farklı şekillerde anlatması yüzünden hep ben haksız olurdum. Bu duruma alışkındım yani hatta evden çıkarken bile ablamın saati önemsemeden evi arayıp anlatacağını biliyordum ama tutamamıştım kendimi. Yine de ablama ve anneme karşı biraz içimi döktüğüm için kendimi rahatlamış hissediyordum. Şimdi eve gidip ablamın yüzünü görecektim ama kendi kendime 'biraz daha sabret Yasemin yarın kovarsın' diyerek sakinleşmeye çalıştım. Şu an istediğim tek şey uyumakken bir bankta, tanımadığım bir adamın yanında ailemle tartışmıştım. Ama umurumda değildi sakinleşmek için geldiğim bu yerde bile asla rahat vermeyeceklerdi bana bu yüzden derin bir nefes aldıktan sonra anahtarı cebime koyup yanımda oturan adama iyi geceler dileyerek kalktım. Meyve suyunun poşetini çöpe attıktan sonra eve doğru yol aldım. Eve geldiğimde ablam çoktan odaya çekilmiş ve evin ışıklarını kapatmıştı bende duşa girip üzerimde ki stresi atmak için suyun altında biraz daha uzun bekledikten sonra iyice kurulanıp giyindim. Salondaki koltuğa çarşafı serdikten sonra kendimi koltuğa bıraktım ve uyumak için uygun pozisyonu bulmaya çalışırken ablam odadan çıkıp banyoya girdi. Bu gece başka tartışmaya girmeden sadece uyuyup dinlenmek istiyordum ama yarın gitmesi gerektiğini söylemeliydim. Bu yüzden banyodan çıkmasını bekledim ve çıktığında "Yarın akşam işten geldiğimde seni evde görmek istemiyorum artık Ankara'ya, eve dönme vaktin geldi." dedim ve bir şey demesine fırsat vermemek için gözlerimi kapattım. Ablamda biraz başımda bekledikten sonra odaya geçti ve kapısını kapattı. Umarım yarın gerçekten gider diye düşünerek, yarının bugünden daha kolay geçmesi için dua ettim ve kendimi uykuya bıraktım. Sonunda gelmişti o cumartesi ve hafta içi işleri toparlayamadığım için yarım gün daha çalıştıktan sonra evime gidip dinlenebilecektim. Ablam ona eve gitmesini söylediğim günden sonra çarşamba günü Ankara'ya dönmüştü ama hafta içi işler yoğun olduğu için evi temizleyememiştim bile.  Çarşamba günü eve gittikten sonra anneme benim onu evden kovduğumu, benim ona saygı duymadığım gibi bir sürü şey zırvalamıştı ve annem her zaman olduğu gibi beni arayıp bir sürü şey saymıştı. Hatta bu sefer uzun zamandır aramayan babam bile arayıp kızmış, ablamdan özür dilememi söylemişti. Ama ablamdan özür dilersem kalkıp tekrar buraya geleceğini biliyordum bu yüzden tüm bunlarla uğraşmak istemediğimi fark ettim ve o andan sonra anne ve babamın aramalarını cevapsız bırakmaya başlayıp ablamı da aramadım. Zaten bugün eve gittiğimde tüm evi temizlemem lazımdı. Ablamın eve kaç kişiyi getirdiğini, ne yaptıklarını bilmediğim için o gittikten sonra koltukta uyumaya devam etmiştim. Ama bugün evi temizledikten sonra sonunda kendi yatağıma geçebilecektim. Eve, bu gece kendi yatağımda uyumanın hayalini kurarak gittim. Saat 2'ye doğru eve vardıktan sonra önce iş kıyafetlerinden kurtulmuş temizlik yaparken rahat edebileceğim şeyler giymiştim ve ardından kirli kıyafetleri makineye atıp çalıştırmıştım. Ardından yatak odasına geçip pencereyi açtıktan sonra çarşafları kaldırıp yatağı havalanması için üstünü boş bırakmıştım. Evlerin içinin kalabalık olmasını sevmediğim için yatak odam diğer evlerin odalarına göre boş sayılabilir. Çift kişilik yatağım, gömülü dolabım ve bazen kitap okumak için bazen de eve getirdiğim işleri bitirmek için kullandığım pencere önünde ki masamdan başka bu oda da birinin yaşadığını gösteren tek şey pencerenin önünde ki küçük saksıya dikili erik ağacımdı. Ağaç dediğime bakmayın küçücük saksının içinde ne kadar büyüyebildiyse o kadar ağaçtı kendisi yani bir fidan demem daha doğru olabilir. Bu Ankara'da ki evimizin bahçesinde ki erik ağacının fidan haliydi ve evden ne kadar kaçmak istesem de yanımda evden küçük bir parça getirmiştim. Lisede ve üniversitenin bir kısmında kaldığım yurt hayatından sonra hayatımda daha fazla kalabalık istemediğimi fark etmiştim ve çevremi buna göre düzenlemiştim. Bu yüzden yatağımın yanına bile komodin koyma ihtiyacı hissetmemiştim. Önce dip bucak iyice süpürdükten sonra eşyaların az olması sayesinde hazırladığım ilaçlı suyla yatak odasını temizlemek kısa sürmüştü. Yeni ve temiz çarşafı yatağa serip yastığın yüzünü değiştirdikten sonra temiz olan pikeyi de yatağımın üstüne serip yerleri sildikten sonra odadan çıkmıştım. Ardından salonda bulunan tv ünitesini ve kitaplığımı silip yerleri de iyice süpürdükten sonra mutfağa geçip akşam için kendime bir şeyler hazırlamaya koyuldum. Hem haftanın yorgunluğu hem de ev temizliği derken bir hayli yorulmuştum ve bu yüzden sadece makarna ve salata ile bu akşamı geçiştirmeye karar verdim. Kendime yaptığım bir tabak makarna ve salatayla salona geçip tv karşısında bir şeyler izlerken yedikten sonra mutfağı da toparlamıştım. Saat nerdeyse 6 olduğunda banyoya geçip haftanın stresini atmak ve temizlenmek için sıcak suyla güzel bir duş alıp havluya sarındıktan sonra saçlarımı kurutmadan ve hatta kıyafetlerimi giymeden evde yalnız olmanın keyfini çıkarmak için yatağın içine girip battaniyeyi üzerime örtmüştüm bile. Uyandığımda üzerimi giyinip telefona baktığımda yaklaşık 3 saattir uyuduğumu fark ettim ve saat çoktan 10 olmuştu. Ben uykumu almış ve dinçken kendime bir kahve yapıp uzun zaman önce okumaya başladığım ama hala doğru düzgün yol kat edemediğim Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabımı alıp okumaya başladım. Farklı kültürlerden derlenen masallar, kadınların ilişkileri, kişisel güçleri ve kökenlerini aramaya iten bir çerçevede yazılmış bir kitaptı ve kendimi ve içimde ki kadını keşfetmek için bu kitabın bana etkisi olacağını düşünerek almıştım. İlk sayfalarından itibaren de beni içine çekmişti, kitap gerçekten beni düşündüğümden fazla etkileyecekti. Bir kız çocuğu olarak yürümeye başladığım bu yolda zamanla genç kız olmuş ardından kadın olup yürümeye devam ediyordum. Hatta bazen hızımı alamadığım ya da bir şeylere yetişme ihtiyacı hissettiğim zamanlar olmuştu ve ben o zaman koşmaya başlamıştım. Yorulduğum, tökezlediğim zamanlarda pes etmek istesem de biraz dinlendikten sonra yola devam etmiştim. Çünkü hayat bu değil miydi? Bu yüzden bu kitabı görünce okumam gerek diyerek almıştım ama hala tam haliyle okurken odaklanamıyordum. Ertesi günün pazar ve tatil olduğunu bilerek ikinci bardak kahvemi de almış kitap okumaya devam etmiştim. Pazar günü ise evde kendimle vakit geçirmiş, yeni bir film izlemiş ve iyice dinlenmiş bir şekilde yeni haftaya hazır başlamıştım. Ama ne kadar dinlenirsem dinleneyim hafta ortasına geldiğimde plaza hayatı benden tüm yaşam enerjimi almıştı. Düzenli hayat iyi güzeldi de bu kadar çok çalıştıktan sonra yaşamaya, yeni şeyler yapmaya vaktim olacak mı diye düşünmeden edemiyordum. Çalışmayı seviyordum, aslında kafamın kendi dertlerimle değil de işle ilgili meselelerle dolu olmasını seviyordum. İşe yoğunlaşmak hayatımda ki bazı sorunlardan kaçmamı sağlıyordu ki yaptığım işi ve çalıştığım yeri de seviyordum. Ama bazen boş anlarımda düşüncelerin beynime dolmasına engel olamıyordum.   Kafamda ki bu düşüncelerle bazen evde duramadığımda kaçış için kendimi yine sahile atıyordum. Elimde bazen meyve suyum bazen de kulağımda kulaklıklarımla yürüyordum. Bir kez daha aynı bankta oturan ve arkasında bekleyen takım elbiseli adamı görmüştüm ve aralarında ki ilişkiyi merak etmeye başlamıştım. Ama yine de öylece yanlarından geçip gitmiştim. Bu yürüyüşler içimi ferahlatıyor ama aynı zamanda boşa geçirdiğim zamanları hatırlatıyordu bana. Herkes arkadaşlarıyla, sevgilisiyle zaman geçirirken ben herkesle arama mesafe koymaktan yalnız dolaşıyordum. Elbette yakın arkadaşlarım vardı ama ne kadar yakın olursak olalım kendimi tam açamamıştım onlara bu yüzden onlar yanımdayken bile kendimi yalnız hissederdim. Gerçi en yakın arkadaşım dediğim Selvi öğretmen olup atandıktan sonra aramıza girmişti bu mesafe biraz da. Üniversitede oda arkadaşıyken tanışmış sonra birlikte eve çıkıp bu arkadaşlığımızı daha da ilerletmiştik. Mezun olduktan sonra da Mardin'e sınıf öğretmeni olarak atanmıştı. O öğrencileriyle bende burada ki işlerle meşgul olunca haftada bir ancak telefonlaşıyorduk ama aramızda mesafe yokmuş gibi hissettiriyordu hep. Belki de bu hayatta ki en büyük şansım onunla tanışmaktı ve ben bu şansı kullandığım için çok mutluydum. En yakın arkadaşımın kız olduğuna bakmayın ben her zaman erkeklerle daha iyi anlaşmışımdır. Sanırım ablamla büyümenin bir yan etkisi olarak kadınlardan uzak durmayı tercih etmiştim ve bu sayede erkeklerle kendi hem cinsleri gibi takılmaya başlamıştım. Lisede ve üniversitede ki yakın erkek arkadaşlarım benimle aramızda hiçbir sınır olmadan konuşur ve bazı durumlar için benden fikir alırlardı. Kız arkadaşlarıyla tanıştırıldığımda "Yasemin'in yeri ayrı kendini onunla kıyaslama" denilirdi kızlara önce. Yani bazı ilişkilerinin benim yüzümden bitmişliği vardı ama bazı ilişkileri de benim varlığımın kabul edilmesiyle devam ediyordu. Hatta yakın zamanda evlenecek olanlar bile vardı. Düzenli ilişkileri olmadığında tek gecelik ilişkilerinde de yanlarındaydım. Onların yanında da Yasemin'dim ama cinsiyetsiz bir insandım ki benimle sırlarını paylaşmaktan bu yüzden çekinmezlerdi. Ama iş yaşamına geldiğimizde başımızı kaşıyacak vaktimiz olmadığı için arkadaş edinmek, muhabbet etmek için fazla zaman yaratamıyorduk. Ancak aynı ofis içinde çalışanlar birbirini tanırken diğer ofistekilerle sadece merhabamız vardı ve iş yemeğinden iş yemeğine muhabbet ediyorduk. Aslında bu yalnızlık durumu biraz hoşuma gidiyordu çünkü insan olmayınca sorunları da olmuyordu ve bu durum benim için fazlasıyla rahatlatıcıydı.  Şirkette bir haftayı daha devirmiş cumartesi gününe kadar hiç bir sorun olmadan gelmiştim. Annemin aramaları da zamanla azalmış ve aramayı bırakmıştı. Sırtımdan atmak istediğim, benim için yük olan ailem nereye gidersem peşimden gelmeye devam edecekti bu yüzden onları olduğu gibi kabullenip yoluma devam ediyordum. Nisan ayının bitip mayısa başlamasına bir kaç gün kaldığı cumartesi akşamı yine evimdeydim. Akşam için kendime pizza yapmış yanında cola ile Netflix izleyip eğleniyordum. O sırada telefonum çalmaya başlayınca Selvi'nin aradığını görüp hemen telefonu açmıştım. "Ev arkadaşlarının gülü, kankaların hası nasılsın?" diyerek başlamıştı konuşmaya Selvi. Bu ve buna benzer bir sürü hitap şekli vardı ama her duyduğumda gülmeden edemiyordum yine de takılmasına karşılık "Artık birlikte yaşamıyoruz, boş yere yağ yakmana gerek yok istediğin yemeği yapamam sana." diyerek karşılık vermiştim. Karşı taraftan Selvi'nin kahkaları kulağıma dolduğunda onu neden uzun zamandır aramadığım hakkında kendime kızdım. Eğer onu geçen hafta arasaydım eminim ki bu kadar stresli bir hafta geçirmezdim çünkü telefondan bile o mutlu enerjisini bana ulaştırabiliyordu. "Ben yağımı yakayım yine de okullar tatil olunca gelirim yemeğini o zaman yerim." diye cevapladı beni. Aslında Kayserili olan oydu ve güzel yemekler yapmayı bilen de annesiydi ama kendisi aç kalmamasına yetecek kadar yemek yapmayı bilmenin yeterli olduğunu söylüyordu bu yüzden evde genelde yemeği ben yaparken bulaşık ona kalırdı.  Yaklaşık bir saat boyunca telefonda havadan sudan konuştuktan sonra telefonu kapatmaya yakın kapımın önünden sesler gelmeye başlamıştı. Başta Selvi'ye fark ettirmeden kapının önüne gidip deliğinden baktığımda sadece bir karartı gördüm ve kapımı kilitlemiş olmama rağmen tekrar kontrol ettim. Ardından üstündeki zinciri de her ihtimale karşı taktıktan sonra kapının önünden çekilip koltuğa geçmiştim. Ama kapıda ki her kimse kapıyı zorluyordu ve anahtar deliğiyle uğraştığının sesi geliyordu. Durumu Selvi'ye anlatınca bir sarhoşun evini karıştırdığını sakin olmamı söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Cumartesi akşamı bir sarhoşun kapıma dayanması ne kadar saçma olsa da bir yandan da mantıklı gelmişti aynı binada yaşadığım birisi katı karıştırmış olabilir diyerek düşünmeye başlamıştım.  Ama kapının kilidinden ses gelince daha fazla korkmaya başladım. İki kez kilidi çevirdikten sonra adam kapıyı açtı ama zincir takılı olduğu için içeriye giremedi. Adamın kapıyı anahtarla açtığını görünce çığlık attım ve hemen elime kendimi korumak için bir şeyler alırken Selvi'ye de adamın içeri girdiğini söyledim. Selvi "Hemen telefonumu kapatıyorum ve sende polisi ara sakın kendi kendine bir şey yapmaya kalkma!" dedikten sonra telefonu kapattı.  Kapıda ki adam içeriye doğru "Yıldız, ben geldim aç şu kapıyı." diye seslendiğinde adamın ablam için geldiğini anladım ama anahtarı nasıl elde ettiği konusunda bir fikrim yoktu. Adamın sarhoş olduğu kelimelerinden belliydi ve konuşurken peltekliyordu yine de ablamı sorduğu için polisi karıştırmadan adamı gönderebilirim diye düşünerek "Yıldız burada yaşamıyor, git buradan." diyerek kapıya yaklaştım. Ama adam bunu duyunca çıldırdı ve küfürler ederek daha geçen hafta bu eve geldiğini kapıyı açmamı söyleyerek beni tehdit etmeye başladı. Bende daha fazla sakin olmayı bırakıp kapının arkasına geçtim ve gitmezse polisi arayacağımı söyleyerek adamı göndermeye çalıştım. Benim seslenmem adamı daha da çıldırtmış olmalı ki ablamın adını bağırmaya başladı ve aynı zamanda kapıya yüklenmeye devam etti. İçten içe korkuyordum ama dışarı yansıtmak yerine ipleri elimde tutup telefondan hemen polisi arayıp kapımın önünde biri olduğunu ve zorla eve girmeye çalıştığını anlatıp adresi verdikten sonra tekrar adamı sakinleştirmeye çalıştım. Aslında korkudan ne yapacağını bilemeyen, sakinleştirilmesi gereken kişi bendim ve içten içe ablam yüzünden başıma daha neler gelecek diye düşünüyordum. Yine de iki taraftan birinin daha soğukkanlı olmasını gerektiğini bildiğim için korkumu dışarı yansıtmamaya çalışıyordum. Kapıda ki adam iyice kapıya yüklenmeye başladığında kapının arkasından çekilmiş ve koltuğun arkasına doğru geçmiştim. Apartman sakinlerinin de sesleri dışarıdan geliyordu ve polisi aradıklarını duyuyordum ama kimse kapımın önüne gelip adamı engellemeye çalışmıyordu. Kendilerince haklı olduklarını onların da kendi güvenliklerini sağladığını biliyordum ama şu an yardıma ihtiyacım vardı ve ben korkudan ne yapacağımı bilemez bir şekilde donup kalmıştım. Adamın birkaç yüklenmesinden sonra kapının zinciri kırıldı ve adamla göz göze geldik. "Yıldız çık dışarıya." diyerek bağırıp evin içine girdiğinde hiçbir şey yapamadan beklemeye başladım. Önce sarsak adımlarla yatak odasına girdiğini gördüm ve ardından bir kırılma sesi geldi sonra oradan çıkıp benim üzerime doğru yürümeye başladığında çığlık atıp yere çöktüm. Salonda ki vazoyu devirip "Yıldız nerede?" diye sorarak üzerime eğildiğinde aldığım alkol kokusuyla midem bulandı. Eminim ki bir çakmak çaksak yanacak kadar alkollüydü ve ablamın evde olmamasının suçlusu benmişim gibi bakıyordu bana. Ablamın burada olmadığını, eve döndüğünü söylesem de beni anlayamayacak kadar sarhoştu ve beni dinlediğinden bile emin değildim.  Sinirli bir şekilde elini kaldırdığında korkumdan bende kendimi korumak için elimi kaldırdım ama adam kolumdan tutup beni sarsmaya başladığında polisler gelmeden korkudan öleceğim diye düşünmeye başladım. Ölecektim... Bana hayrı hiç dokunmamış sürekli zarar veren ablam uzaktan bile bana zarar vermeyi başaracak bir yol bulmuştu. Ona kinlenmek istemesem de yaşadıklarım daha çok diş bilememi sağlıyordu. Bu yüzden adamın bana zarar vereceğini kabul etmiş çaresizce beklemeye başlamıştım.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.3K
bc

Sessiz Çığlık

read
10.0K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.2K
bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.4K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook