Aleck Kaç dakika veya saattir çöktüğü yerde kıpırdamadan durduğunu bilmiyordu. Kardeşi haklıydı belki de vazgeçmesinin zamanı gelmiştir.. Yani tamamen değil belki bir süre ara vermesi aklını toplamak için yeterli olabilirdi. İçine düştüğü çıkmazın sonucunu göremez olmuş o kadar kendini düşündüğünün farkında olamamıştı bugüne kadar klanına savaşçılarına ve en önemlisi kardeşine bile zarar verecek duruma gelmişti.. Katıldığı her savaşta kaç yoldaşını kaybetmişti on, yüz, bin belki de daha fazla. Ama Ne için? Tabi ki içine düştüğü siyah ve griden ibaret dünyasından kurtulmak için ve bunu yapabilmesinin tek yolu esini ruhunun diğer yarisini bulmaktı.
Yavaş yavaş içindeki karanlığın ona hükmettiğini hissediyordu kurdu gittikçe vahsilesiyordu. Sona yakındı. Eğer yenilgiye uğrarsa ne olacaktı. Ya sonsuza kadar karanlığa hapsolacak yada atalarına yürüyecekti. Aleck in tercihi tabi ki ikinci sıradakiydi. Ölüm... belki de huzuru bu sayede bulabilirdi.
"Aleck iyi misin?" odadaki kırılma sesleri kesildiğinden beri Marcus kapının önünde Aleck in sakinleşmesini bekliyordu. Ne kadar yaptıkları canını yaksa da o ailesiydi. Ondan asla vazgecemezdi. Aleck onu hep korumuştu. Ve şimdi sıra ondaydı.
"gel!"
Marcus odanın içler acısı halini gördüğünde hala yatağa çökmüş ve başı elleri arasındaki abisine üzgün gözlerle baktı. Abisi dakikalar içerisinde bir asır daha yaşlanmışti sanki. Önündeki renkli kilime gözlerini kırpmadan bakıyordu.
"artık renkleri görmek istiyorum Marcus" diyerek kendisine bakan kardeşine gülümsedi. "zamanla alışırım sandım ama artık çok zor kardeşim"
Marcus duyduklarıyla donup kalmıştı.
Aleck renkleri göremiyorsa eğer sona yakındı. Bunu asla düşünmemişti. Sıradan bir takıntı olduğunu düşünürken Aleck in bu kadar tükenmiş olduğunu anlamadığı için kendine sessizce küfretti. O kadim bir soyluydu. Neredeyse bin yaşındaydı. Nasıl böyle bir şey başına gelmiş olabilirdi ki. Panik düşünmesini engelliyordu. O Aleck ti güçlüydü yenilmezdi. Kurt Kralliginin kadim kurduydu.
"bir çaresi olmalı böyle.. Tanrım Aleck kahine gidelim. Gerekirse Elf büyücülere gidebiliriz" Marcus çaresizce bir şeyler bulmaya çalışıyordu.
"bunları düşünmedim mi sanıyorsun Marcus neredeyse son çeyrek asırdır gözlerim rengini kaybetti birden bire ilk işim büyücüye gitmek oldu. Ama sonuç yok"
"belki de eşin doğdu Aleck bunu biliyorsun. Onu hissetmişsindir." Aleck umutsuzca başını sallasa da Marcus nedense ümitliydi. Atladiklari bir şey mutlaka olmalıydı. Bu kadar kolay vazgeçmeyecekti abisi den.
"hissediyorum Aleck yakında... Onu bulacaksın ve ben her zaman yanında olacağım majesteleri" Aleck kardeşi kadar umutlu olmayı dilemişti.
"yarın gece Elf kahine yeniden danışabiliriz bize bir iyilik borcu var ve hatırlatma vakti geldi" Marcus elindeki tek şansı yarın gece abisi için kullanacaktı. Yasayan en güçlü kahin bir elfti ve Elf krallığında yasiyordu. Davet bunun için büyük bir fırsattı. Gidecek kahini bulacak ve tek iyilik hakkını abisi için kullanacakti. 50 yıl önce kahinin hayatini kurtarmıştı ve kahin yıllar sonra ihtiyacı olduğu anda iyilik için onu beklediğini söylediğinde bunu çoktan bildiğini ve onu beklediğini biliyordu.
Elf Krallığı
"Keily iyi misin? Tatlım. Neden geldiğinden beri farklısın. Yoksa kardeşinin olması mı? ben...ben üzüleceğini tahmin edemedim"
Kraliçe kendini ilk kez kızına karşı mahcup hissediyordu. Ama yine de yeniden anne olma fikri onu her zamankinden mutlu etmişti. Keily için mükemmel bir anne olmaya çalışmıştı. Onun yarı bir elf olması ise işi iyice zorlaştırıyordu. Diğer çocukların onu dışladığına defalarca şahit olmuş kalbi defalarca kırılmıştı. Bunu ona yaşattığı her gün için kendine lanet etmediği bir gün bile olmamıştı. Bazen o kadar üzülüyordu ki onu alıp dünyaya bile dönmeyi düşünmüştü. Ama ya Tristan... onun biricik eşi.. . Kendini en yalnız ve çaresiz hissettiği bir gece ansızın ortaya çıkan yabancı. Yalnız başına o sahile gittiği her gün için tanrıya şükrediyordu. Ölüme giderken tanrı ona yeni bir hayat bağışlamıştı. Tristan ile bir hayat. Bu onun en büyük şanslıydı ve hediyesi de Keily di ama onun üzüldüğü her gün oda onunla perişan olmuştu. Yine de elflere karşı her zaman güçlü durarak sonunda kendini kabul ettirmemis miydi?
"babanı ilk kez o sahilde gördüğümde gerçekleşmesi imkansız bir hayal gibiydi. Tanrının bana hediyesiydi Keily. Ve sen... sen babanın bana verdiği en değerli hediyesin. Başka bir bebek asla kalbimdeki yerini alamaz. Sen ve baban benim yaşam kaynağımsin ve şimdi bu bebek bir mucize gibi keily seninle o kadar acemiydim ki. Bu tanrının bana verdiği ikinci şans tatlım. Ama asla sana olan sevgim azalmayacak"
Kraliçenin her cümlesi içini o kadar ısıtıyordu ki. Kötü bir fikri asla düşünmemişti. Annesi Keily nin bu diyardaki tek dostuydu.
"seni paylaşmak çok zor anne"diyerek boynuma sımsıkı sarıldı.
"ah... Bebeğim benim... sen benim ışığımsın ve bu hep böyle olacak" işte kraliçe Ashley böyle bir kadındı. Yüreğine koskoca bir elf diyarını sığdırabilecek kadar yüce bir kraliçeydi.
"küçük hanım şimdi kalkıyorsun ve bu gece bu diyarın en güzel prensesi olarak o kendini beğenmiş asillere gününü gösteriyoruz. Unutma sen benim kızımsın" diyen Kralicenin zafer dolu sözleri odada yankılanırken çoktan hizmetliler odaya dolmuş oradan oraya koşturuyordu. Bir yandan saçlarıni tarayan May diğer yandan herkese emirler yağdıran kraliçe. Bu gece gerçekten uzun olacaktı. Buna artık çok eminindi.
" işte hazırsın" gözyaşlarını silen kraliçe gururla kızını izliyordu. "ah... Bebeğim mükemmelsin. İşte benim eserim" diyen Ashley zafer kazanmış gibiydi.
"hadi ama majesteleri bizi de unutma" derken May odada bekleyen kızlara bakıyordu.
"haklısın May. Tebrikler mükemmel bir iş çıkardınız" diyen kraliçe çocuklar gibi gülümsüyor ve el çırpıyordu. Ne kadar da elf diyarının kraliçesi olsa da o hala insan doktor Ashley Smith di. Çocukların sevgilisi harika doktor.
Kabul salonunda müzik çoktan başlamış eğlence sesleri odaya kadar geliyordu ve Keily şuan heyecandan ölüyordu. Güçlü dur Keily bu gece senin gecen diyerek kendini sakinleştirmek için büyük çaba harciyordu.
"hazır mısınız? Güzel bayanlar"
Odadaki heyecanı kral Tristan ın sesi bölmüştü. Ashley heyecanla kocasına sarılırken Keily küçük bir kızken yaptığım gibi onları hayranlıkla izliyordu. Belki bir gün onu da heyecanlandıran bir erkek çıkardı karşina. Kim bilir.
Bir kolunda Keily bir kolunda Kralice Ashley Kral Tristanin kolunda kabul salonuna inen merdivenlerde duruyorlardı.
"seninle gurur duyduğumu asla unutma keily. Annen ve ben seninle her zaman gurur duyduk" kralice gülümseyerek Keily bakarken sımsıkı sarılmıştı o an babasına şuan ihtiyacı olan tek şey buydu.. O ciddi ifadesini korurken Keily kocaman bir öpücüğü çoktan yanağına kondurmuştu.
"haydi eğlence başlasın" diyen Kralicenin sesiyle Keily babasından ayrıldığında ikisi de gülüyordu.
Merdivenlerden inerken tüm salon onlari gördüğünde müzik susmuş davetliler kraliyet ailesinin önünde saygıyla eğilmişti. İşte kral Tristan ın gücü. Kralın gücü dalga dalga tum salona yayiliyordu.
"sevgili dostlarım ve diğer diyarların kudretli liderleri" tüm salon kralin sesiyle dolmuştu. Herkes susmuş krali dinliyordu.
"bu gece sevgili kızım keily nin kabul töreni ve gelecekteki elf kraliçesinin takdimi için toplandık"
Herkes kralı dikkatle dinlerken Keily nin gözleri kalabalıktan çok geride tek başına duran delici bakışlarıyla onu izleyen o mavi gözlü adama takılmıştı. Hayatında gördüğü en iri ve yakışıklı adamdı ve anlamlandıramadigi bir cekiciligi vardı ve Keily nedensizce ona gitmek isterken buldu kendini. O kadar saçmaydı ki kimdi bu adam ilk kez görüyordu. Birden sanki tüm salon buz kesmişti ürpermişti. Tüm bedenimi ele geçirmişti bu his. Eli istemsizce kolyesine gittiğinde elf ustalarının elinden çıkan ve defalarca kırmaya çalıştığı halde asla bir çizik bile atmayı başaramadığı kolye ellerimde tuz ve buz olduğunda babasinin kocaman gözleri ilk kez korkuyla ona bakıyordu. İşte o an tüm kabul salonunu inleten uluma tüylerini diken diken ettiğinde sesin geldiği yöne baktığında hızla ona doğru koşarak gelen dev gibi bir kurt adamı görmekle donup kalmıştım.
Az önce gözlerini alamadığı yakışıklı adamın yerinde artık devasal bir kurt adam duruyordu. Dönüşmüştü ve o önüne çıkan tüm askerleri parçalamaktan çekinmeyerek hızla Keily ulaşmaya çalışıyordu.
Aleck tüm benliğini yitirmiş durumdaydı . Düşündüğü tek şey esine ulaşmak onu koklamak ve isaretlemekti aklını yitirmek üzereydi. Herkesten gizlenen o meçhul prenses esiydi. Ondan yillardir büyü ie saklanmisti. Bunu o hain elflere ödeyecekti. Esine ulasmaliydi. Kral Aleck onu çekiştirerek götürürken gözlerini kör eden bir ışık tüm bilincini alıp götürmüştü. Kendine geldiğinde elf topraklarının sinirindaydi ve önündeki engel eşine ulasmasini engelliyordu. Bu onu durduramazdı durdurmayacakti da.