Bölüm 1
04 Haziran 2018, Pazartesi
DURU YATMAN Karanlık her yanımı sarmış.. Artık nefes almak neredeyse imkansız.. Gücümün son damlasına kadar harcadım, koştum.. koştum.. Arkama bakmadan sadece hedefime odaklandım. Konteynırların oraya ulaşmama az kaldı. Biraz daha dayanırsam aralarına girip, saklanabilirim. Göğsüm artık nefes alamadığım için yarılıyormuş gibi hissettirirken, bacaklarım uyuştu. Nihayet konteynırlara ulaştığımda hemen kapılarını yokladım. Hızlı bir şekilde tek tek denedim. En sonunda aradığımı bularak bir tanesinin kapısını açıp kendimi içeri attım. Kalbim gümbür gümbür atarken, bir yandan da sessiz nefesler almaya çalıştım. "Sevgiliiiim.. Nerdesiiiiin?"
Sesi duyunca; korkuyla nefesimi tuttum. Titremeler bedenimi sarmış, mani olamıyordum.
"Hadi ama.. Sinirleniyorum! İkimizde biliyoruz benden kaçamazsın!"
Gözyaşlarım, sanki sel olmuş akıyordu.. Görüşüm bulanıklaştı. Sessizce nefes almaya çalıştım. Kalbim öyle güçlü çarpıyordu ki, duyulmasından korktum. Yaklaşan adım sesleri ile tekrar nefesimi tuttum. Kapının arkasındaydı, hissediyordum. İçimden beni bulmasın diye defalarca tekrar ettim. Sessiz dualarımla yalvarırken kapının yavaşça açıldığını gördüm. İri gövdesinin arkasından vuran ay ışığı ile gölgesinin karanlık silüeti önüme düştü, tüm korkularımın şekil bulmuş hali gibiydi. Gülerek yavaşça kapıyı daha çok açtı ve ay ışığı konteynırın içini aydınlattı. O iğrenç gülüşünü gördüğüm an midem ağzıma geldi.
"NEREYE KAÇARSAN KAÇ SENİ DAİMA BULURUM!"
Çığlık atarak gözlerimi açtım ve rüya ile gerçeklik arasında gidip, geldim. Yıllardır hep aynı kabusu görsem de hala ilk gün ki gibi hissetmekten kendimi alamadım. Nefes nefese gerçekliğe döndüğümde gözyaşlarımı silip, saate baktım. Daha saat beşti. Şaşırmadım. Zaten her gün en fazla üç dört saat uyuyabiliyordum. Güneş henüz doğmamış olmalıydı.
Karanlıktan korktuğum için ışıklarım her zaman olduğu gibi açıktı. Sessizce odamı inceledim. Her şey normal görünüyordu. Yatak odamda altı kapalı yatağımdan, iki komodin ve başucu lambalarımdan başka bir şey yoktu.
Evin bir kısmı sadece bana özel olarak yaptırıldı. Çünkü kullandığım tüm alanlarda ki odaların penceresi yoktu. Kendi kendimi hapsettiğimi düşünebilirsiniz ancak yıllarca ne kadar uğraşsam da daha fazlasına cesaret edemedim. Pencerelerin; duvarların zayıf noktası olduğunu düşünmekten de kendimi alamadım. Benim hayatımda da artık verebileceğim zayıf noktalara kesinlikle yer yok..
Yaşam alanım içerisinde yatak odam (ki içinde banyom ve giyinme odamda var), kütüphanem ve bir adet dört tarafı yüksek duvarla çevrili, tavanı açık olan bahçem var. Hayatımın çoğunu çok uzun zamandır burada geçiriyorum. O olay yaşandıktan sonra günlerce hiç uyuyamadım. Yorgunluktan bitkin düştüğüm her anda da çığlıklarla uyanınca babam benim için çözüm buldu. Çünkü ilaç almadan uyumam artık imkansız hale gelmişti. Kendimi nasıl güvende hissedeceğimi sorduğunda verdiğim yanıtlardan ortaya böyle bir şey çıktı. Böylelikle o zamandan beri ev içinde ayrı bir evim var.
Benim alanım dediğim yere benden başka sadece Sultan teyzem girebilir. Her gün etrafı derler, toparlar, temizler ve bana yemek getirir.
Herkes bu hayatta bir şekilde ayakta kalıyor. Benim için bu durum biraz daha zor olsa da kendi dünyamda, bu şekilde, güvenle yaşamaya mecburum. Yıllardır ne kadar psikolojik destek aldıysam da bir türlü bu durumun önüne geçemeyince, kabullendim.
Şu an sıcak suyun altına girmekten başka bir şey istemiyordum. Banyoma gidip suyu ayarlayıp küvetimi doldurmaya başladım. Banyom da tabi ki benzer kurallarla oluşturuldu. İçine kayısılı banyo köpüğümü sıkıp, su dolunca içine girdim. Kabusumdan kalan görüntüler zihnimi kuşattı.
Yıllar önce olanlar hala ilk gün ki gibi aklımdaydı. Unutmak isterdim. Her şeyi unutmak.. Bende herkes gibi korkuları olmadan normal bir hayat yaşamak isterdim. Sevmek isterdim.. Hiç aşık olmadım mesela.. Olamadım.. Olmak istedim ama buna fırsatım hiç olmadı..
Olaydan önce lisedeyken bir kaç çocukla çıkmıştık, ama adı 'çıkmak'tı. Bir kaç kez görüşmekten öteye gitmedik. Ama ne yazık ki aşka dair o şansı bulamadan küçücük yaşımda kaybettim. Aşk artık sadece bir hayal.. Benim asla bulamayacağım bir hayal.. Anca filmlerden, kitaplardan hayallerimde yaşayabilirim.
Oysa ki başta her şey ne kadar güzeldi.. Daha on yedi yaşındaydım ve hayatın tüm kötülüklerinden habersiz yaşayıp, sürekli eğlenirdim. O zamanlar çok neşeli, pervasız, birazda şımarıktım. Anne, babamın biricik kızları olarak ne istesem bana sunulurdu.
Sonra hayatıma o girdi. Aile dostumuzun oğlu ve ben büyürken yanımda sayılırdı. Sayılırdı, çünkü abimle aynı yaşta oldukları için beni aralarına pek almazlardı. Sonra da üniversite için yurtdışına çıktıkların da üç sene boyunca onu hiç görmedim.
Abimle ikisi yurt dışına gittikten sonra abim ara ara tatillerde yanımıza gelse de o hiç gelmedi. Yıllar sonra tatil için geldiğinde ise; onu gördüğüm ilk gün hayran oldum. Ona baktığım da abim gibi hissettim desem değildi, aşıktım desem değildi. Sanırım sadece hayrandım. Onun yanındayken prensesmişim gibi hissederdim. Tabi ki bana kendimi öyle hissettiriyor olmasından dolayı ayaklarım yere basmazdı.. Hangi genç kız; henüz on yedisinde, böylesi bir ilgiden hoşlanmazdı ki?
Yanıma her geldiğinde çiçeklerle gelir, ne istersem yapardı. İşin acı tarafı biz birlikte iken gerçekten çok iyi hissederdim. Ona güvenirdim. Abime hatta anneme bile anlatamadığım her şeyi ona anlatırdım. Nereye gidersem benimle gelir ne yapmak istersem destek olurdu. Tek gerçek dostumdu ve .. 'Ve'sini ben bile bilmiyorum. Ona aşık değildim ama kendimce seviyordum. Bunu nerden mi biliyorum? Çünkü ona karşı hiç bir zaman çekim hissetmedim. Mesela onu öpmeyi istemeyi bırakın hiç aklıma bile getirmedim.
Geçmişin tozlu sayfalarında kaybolduğumu fark ettiğimde sudan iyice buruştuğumu gördüm. Hemen hızlıca durulanıp, çıktım ve giyinme odama gittim.
Burada da durum diğer alanlarımdan pek farklı değildi. Mesela burada dolap bile yok. Tüm kıyafetlerim açık askılara asılı, eşyalarım açık raflarda dizili.. Çünkü benim bulunduğum yerlerde asla saklanılacak bir yer olamaz. Odaya girdiğim anda her yeri görmek isterim ve acil durumlar için hep bir arka kapım olmak zorundadır. Başka türlüsü imkansız.
Biraz abarttığımı düşünebilirsiniz ama elimde değil. İnsan hayatta en güvendiği insanlardan biri tarafından ihanete uğrayınca bir daha güvende hissedemiyor.. Bana kalan sadece iki kişi olduğu halde onlara bile dokunamamak, sarılamamak acı veriyor.. Bazen eskiden hissettiğim o sıcaklığa ihtiyaç duyuyorum ama yine de cesaret edemiyorum..
Babam ve abim.. Onları çok seviyorum; fakat bir türlü eskisi gibi güvenemiyorum. Onların suçu yok biliyorum; ama yine de onlara yaklaşamıyorum. Gündüzlerimi mantığım ve duygularımın arasında ki savaşla, geceleri ise hep aynı kabusu görerek geçiriyorum..
Hayatım çok acınası görünüyor değil mi? Bende öyle düşündüm ve bir kaç kere ölmeyi denedim. Ama bir türlü izin vermediler. Hep bir şekilde yaşatıldım. Şu hayatta ölmeyi bile doğru düzgün beceremeyen beceriksizin biriyim aslında.. Ölmek istesem ölemezken, yaşasam yaşamayı da beceremiyorum. Araftayım sanki, hayatın bir yerlerinde sıkışıp kalmış gibiyim.
Üzerime; sade, bol, siyah, kısa kollu ve yakası kapalı bir elbise alıp, giyindim. Makyaj da yapmadım. Saçlarımı da at kuyruğu yaparak kadife, koyu yeşil kurdelemle bağladım. Uzun yıllardır ne zaman mecburen evden çıkmak zorunda kalsam olabildiğince sıradan, bol ve kapalı şeyler giymeye çalışıyorum. Amacım; evimin dışında, yani güvende hissettiğim tek yerin dışında dikkat çekmeden işlerimi halledebilmek.. Her kadın gibi bende giyinip süslenmeyi elbette ki severim fakat bunu sadece kendim görebileceğim anlarda kendi evim sınırlarında yapabiliyorum.
Saate tekrar baktığımda daha altı buçuk olduğunu gördüm ve kahvaltı etmek için kendi evimden (Benim evim aslında mimari açıdan babamın evinin içinde bulunuyordu. Dışarıdan tek ev gibi görünse de içeride bir tane daha daire vardı ve o kısım sadece bana aitti.) çıkıp mutfağa gittim. Sultan teyzem yine erkenden kalkmış Zeynep ve İpek'le kahvaltı hazırlıyordu.
Sultan teyzem; abim doğduğunda işe alınmış ve o zamandan beri bizim evde çalışmaya devam etmişti. Aslında evin çalışanından çok aileden biri gibiydi. Hatta kendisi benim için 'anne'ye en yakın olan kişidir.
Annem.. Canım annem.. Benim kaçırıldığımı duyunca kalbi bu habere dayanamamış, kalp krizi geçirmiş, götürüldüğü hastanede de bir süre sonra ölmüş.. Bütün yaşadıklarımın üzerine annemi de kaybettiğimi söylediklerinde tek desteğim Sultan'ım olmuştu. O gün bana dokunmasına izin verdiğim tek kişi Sultan teyzem oldu ve saatlerce onun koynunda ağladım. Sabırla gecelerce yanımda yattı ve sevgisiyle beni sarıp sarmaladı. Hakkı kesinlikle ödenmez..
Etrafımı saran anılardan sıyrılarak, buruk bir gülümsemeyle gidip Sultan teyzeme sarıldım, yanağına bir öpücük kondurdum. O da hemen elindeki işi bırakıp, beni sardı. Anlardı ne zaman ne hissettiğimi hemen de merhemim olurdu.
"Kızım günaydın, nasılsın?"
"Günaydın. İyiyim Sultan'ım, sen nasılsın?"
"Sen iyi ol da ben iyi olurum Duru'm."dedi şefkatle.
"İyiyim ben, merak etme bak üniversiteden bile mezun oldum. Biraz farklı olsa da bir şekilde devam ediyorum Sultan'ım, merak etme sen."
Bugün tüm emeklerimi sonunda kullanmaya başlayacağım gündü.Yaşanan o olaydan sonra tabi ki okulu bıraktım. Bir süre sonra babam ve Sultan teyzemin ısrarıyla liseyi evden bitirdim, hatta üniversiteye bile gittim. Gittim derken; açık öğretim ile okudum. Sadece sınavlara giderdim onda da babamın özel isteği üzerine tek başıma sınava girerdim. Üniversiteye yaptığı bağışlarla yapılmayacak bir şey değildi ve sırf bu yüzden bile olsa babama minnettardım. Sonunda da bu sene mezun oldum.
Ekonomi okudum ve bugün babamın yanında çalışmaya başlayacağım. Mümkün olduğunca yine evden çalışmayı planlıyorum; fakat ilk günüm olduğu için babam şirkete gelmem konusunda kesin bir emir vermişti.
Tabi ki yaşam alanımdan hiç çıkmıyor değilim. Mesela ara sıra arabama atlar ve sahile gidip denizi seyrederim. En sevdiğim eylemlerden biridir bu.. Kokusunu içime derin derin çekip eskiden annemle geçirdiğim günleri anarım. Tabi ki arabamdan çıkmadan. Ya da okurken işi öğrenmek için babamın yanına şirkete giderdim. Tabi benim geleceğim saatlerde şirkette benim bulunacağım yerler tamamen boşaltılırdı. Bugün yine öyle bir gün olacağı için o kadar da tedirgin değildim. Sadece biraz gergindim o da kendi evimden her çıktığımda hissettiğim huzursuzluktu. Ve onunla da bir şekilde yaşamaya alışmıştım. Çünkü o olaydan sonra diken üzerinde olmadığım tek bir günüm bile geçmemişti. Evet ben bir korkağım. Öyle ki artık kendi gölgemden bile korkarak yaşar hale geldim. Ama dediğim gibi başka türlü nasıl yaşarım bilmiyorum. Korkuyorum..
Babam ve abimde uyanıp aşağı indiklerinde hep beraber şirkete gitmek için yola çıktık.
❣ ⌠YATMAN: Boyun eğen, uysal, yumuşak başlı kimse⌡ KARAHAN ÇİTRA Bir gün önce..
Sabah evden çıkarken kapının önünde Aylin'i gördüm. Kendisi hayatımda ki sevgiliye en yakın olan kişiydi. Aşık değildim. Aslında ne yazık ki o duyguyu tatmak hiç nasip olmadı. Zaten buna ayıracak ne vaktim ne de uygun hayatım oldu. Mecburen; gelip geçer ilişkiler benim işimde daha mantıklı olduğu için bu yaşıma kadar böyle yaşadım.
Çünkü kısa süre öncesine kadar gizli bir teşkilata bağlı olarak ülkeme aktif olarak hizmet ediyordum. Teşkilatımız terör ve kaçakçılarla savaşmak üzere kurulmuş devlete bağlı fakat çok gizli bir teşkilattır. En fazla dört beş kişinin oluşturulduğu ekiplerimiz dünyanın dört bir yanına giderek birbirinden tehlikeli görevlerde yar alırlar.
Görevler için sık sık yurt dışına gittiğim zamanlarda iş adamı kimliğim iyi bir kamuflaj oluyor. Bu sayede pek çok belge, delil, bilgi ele geçirerek ülkemiz için bir çok tehlikeyi ortadan kaldırdık. Benim ekibimde ünlü iş adamları, doktorlar, avukatlardan oluşuyordu. Bu sayede sadece yurt dışında değil yurt içinde de dikkat çekmeden bir çok görevi başarıyla yerine getirdik. Özellikle ülke de önemli yerlere gelmiş olan kaçakçıların ve terör örgütlerine destek veren iş adamlarının mal varlıklarına el koyduk. Şirketlerini, fabrikalarını kendi bünyemize katıp ülkemize destek veren kuruluşlar haline getirdik. Hatta bu şekilde ele geçirdiğim benimde artık ortaklarından biri olduğum büyük bir hastanemiz bile var. Tabi ki tutuklandıklarını teşkilatımızın üst düzey yöneticileri dışında kimse öğrenmedi. Herkes genelde iflası kaldıramayarak bir yerlere saklandıklarını ve ortadan yok olmayı seçtiklerini düşündü.
Tabi bu şekilde iki farklı hayat yaşadığımız için, mecburen bazı şeylerden fedakarlık gerekliydi. Aile gibi.. Sonuçta bizi yetiştirmek için kimsesizlerden seçmelerinde bir sebep var. Biz soyadlarımızı bile teşkilata girdiğimizde alırız. Benim soyadımı eğitmenim ve ekip liderim olan Ateş Karan verdi. O günden sonra da kimse adımı kullanmadı.
Ateş Karan; hocam, en eski dostum, yoldaşım, ailem..
Beni almak için yetiştirme yurduna geldiği ilk günü asla unutmam. On iki yaşındaydım.
"İsmin ne çocuk?" diye gürledi. Hayatımda daha önce o kadar büyük bir adam daha görmemiştim. Bense o yaşta bile herkese kafa tutabileceğimi sanırdım ve aslında da tutardım. Kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramazdı. Kafama koyduğumu da bir şekilde yapardım. Kafamı kaldırıp karşısında dimdik durdum. O kendinden emin tavrının karşısında zayıf görünmem imkansızdı. "Karahan. Senin?" dedim aynı bilmişlik ve özgüvenle. Aptal bir çocuk değildim. İstese adamın tek eliyle bile beni öldürebileceğinin farkındaydım ama içimi ateşleyen başka bir şeydi. Siz buna deli cesareti de diyebilirsiniz. Adam kızacak diye tedirgin olsam da bunu belli etmeden beklerken, o tavrımdan hoşlandı ve hafifçe gülümsedi. "Ateş. Seni sevdim çocuk!" "Ben henüz karar vermedim." "Neye?" "Seni sevip sevmediğime." Söylediğim yine hoşuna gitti sanırım ve bir kahkaha patlattı. "Sevmezsen ne yaparsın?" "Seninle görüşmem!" "Ama ben buraya seni almaya geldim!" "Aptal değilim almaya geldim, diyorsan alabilecek biri olduğunu anladım. Ama seni sevmezsem ya da bana zarar vermeye çalışırsan kendimi korumasını da bilirim."
"Peki kendini nasıl korumayı planlıyorsun?" "Elbet zayıf bir anını yakalarım." dedim kendimden emin bir gülümsemeyle. "Peki insanların zayıf anlarını kollamak delikanlılığa sığar mı?" "Kişiden kişiye göre değişir." "Anlamadım. Nasıl?" "Senin cüssende bir adamı en güçlü anında alt etmem imkansız, zayıf anını bulduğum anda şartları eşitlemiş oluruz." söylediğim şey yine hoşuna gitmişti ki tekrar kocaman bir kahkaha patlattı. "Seni sevdim çocuk! Seni gerçekten de sevdim. Zekisin ve daha önemlisi zekanın farkındasın. Birazda delisin ama bunu öyle bir doğallıkla ortaya koyuyorsun ki herkesi karşındakileri kendilerinden şüphe ettirirsin. Cesaretlisin. Sertsin yaşına göre fazla sertsin. Ülkene hizmet etmek ister misin?" "Ülkeme canım feda!" "Karar verildi. Seni eğiteceğim Çitra!" "Çitra? Çitra da ne demek?" "Çitra.. Çitra; sensin evlat."
O zaman ne demek istediğini anlayamamıştım. Daha sonradan Afganistan'a gittiği bir görev sırasında gördüğü bir kabilenin adı olduğunu öğrendim. Beni görünce onlara benzetmiş ve böylelikle adımı almıştım.. O zamandan beri de herkes bana 'Çitra' der. Soyadımdan ziyade adım oldu. Gerçek adımı duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki kendim bile neredeyse unutmuştum.
❢ ⌠ÇİTRA: Afganistan'da bir kabile. Büyük ekseriyetle ari ırktan olup, güzel gözlü ve gür saçlı, hoş ve cazip tavırlı olmalarına rağmen haşin, sert yapılı ve gaddardırlar⌡
Ateş emekli olurken liderliği bana bıraktı. Onun yokluğunu görevlerde ararken geçen yılların ardından artık bende yorulduğumu fark ederek saha görevlerini bıraktım, ve emekli oldum. Benim ardımdan da Sinan emekli olma kararı aldı.
Sinan; nam-ı diğer Atmaca. Kardeşim, dostum, görev arkadaşım.. Yıllarca sırt sırta verip omuz omuza bir çok göreve çıktık. Çok şükür ki her seferinde de alnımızın akıyla döndük. Terslikler olmadı mı? Hem de defalarca.. Yine de bir şekilde hayatta kalmayı başardık. Özellikle son görevde olanlardan sonra şansımı daha fazla zorlamamaya karar verdim ve emekli oldum.
Son görevimiz de yurt dışına kaçmış olan bir terörist grubunu ülkeye yine gizli yollarla geri götürmeye çalışırken; teröristlerden biri kendi de dahil olmak üzere herkesin içinde bulunduğu tırı patlattı. Bizim ekipten içeride neyse ki sadece ben vardım ve son anda farkına vararak kendimi tırdan aşağı atmayı başarmıştım. Yine de çok daha erken davranamadığım için üç ay boyunca hastanede yattım. O olaydan sonra doktorlar yaşamamın mucize olduğunu hastanede kaldığım her gün tekrar tekrar dile getirince sonunda bende pes ederek şansımı daha fazla zorlamama kararı aldım. O yüzden artık sadece gerektiğinde sadece iş adamı kimliğimi kullanarak ülkeme hizmet ediyorum.
Ve böylece tabi ki artık aile kurmam için de bir engel kalmadı. Yıllarca ailesi; vatanı ve görev arkadaşları olan birisi için sıcak bir aile sohbeti ne demek bilinmez. Sadece merak edilir. Son zamanlar da bende bir gün böyle şeyler yaşayabilir miyim diye sık sık sorar oldum?
Aylin'i süzdüm güzel kadındı. Ama ailem diyeceğim kadının o olmadığı kesin olduğu için ilişkimizi bitirme kararımdan bir kere daha emin oldum. Güzeldi, güzel olmasına fakat sahteydi. Derdi sadece statü olan ve gücümü kullanmak isteyen diğer insanlardan bir farkı yoktu. Çitra'nın sevgilisi olarak bir çok kapı açtırdığından haberim vardı. Ancak çok önem vermediğim için görmezden gelmeyi seçmiştim.
Sonuçta hayatta gerçek dost olarak gördüğüm bir kaç kişi dışında yanıma yaklaşan herkes hep bir şekilde kullanmak için gelmişti. Kimse kalbimle ilgilenmemiş paramın, işimin, statümün, gücümün ya da geçirilecek bir kaç güzel gecenin peşine düşmüştü. Yıllardır bende zaten kimin ne amaçla geldiğini biliyordum. Bu yüzden izin verdiğim ölçüde kullanmalarında bir sakınca görmedim. Sonuçta bu karşılıklı bir şeydi.
"Burada ne işin var?" dedim huysuzca.
Böyle sürprizlerden hiç hoşlanmadığımı şimdiye kadar anlamış olması gerekirdi.Geldiğimi yeni gördü ve korkarak bakışlarını bana çevirdi. Sessiz hareket etmek bizim için artık bir yaşam tarzı olmuştu. Bu yüzden korkması normaldi fakat bu tamamen aldığımız eğitimlerden kalma bir alışkanlıktı. Çoğu zaman farkında bile olmadan sessiz hareket ediyordum.
Kendini hemen toparlayıp "Ben seni özledim." dedi neşeyle.
Bakışları her zaman ki gibi değildi. Farklı bir şeyler vardı. Sanki daha yoğun.. Anlaşılan Aylin anlaşmamızı unutarak aramızda olana başka duygular yüklemeye başlamıştı. Yani bu demek oluyordu ki; vakit tamam. Konuşmayı bir an önce yapıp kendimi işe atmak isteyerek söze girdim.
"Aylin üzgünüm ama anlaşmıştık. Duygulara yer yoktu. Anlaşılan sen buna pek aldırış etmemişsin. O yüzden bunu daha fazla büyütmeden bitirelim."Dediğimde önce acıyla sonra da büyük bir sinirle gözlerini gözlerime dikti.
"Ne demek bitirelim? Benimle dalga mı geçiyorsun? Senin için şu kadarcık bile değerim yok mu? Nasıl bu kadar duygusuzca konuşabilirsin? Sen beni kullandın!"dediğinde sabrım tükenmeye başladı.
"Baştan sana söyledim. Duygu yok, olmayacak! Sana her zaman dürüst davrandım. Açıktım. Şimdi lütfen saygı sınırını aşmadan bitirelim. Hem kullanma meselesini istersen hiç açma! Unuttun sanırım ben Çitra'yım. Adım nerde geçerse duyarım. Şimdiye kadar sana bir şey söylemediysem umursamadığım içindi, ancak o güzel ağzından adımı tekrar duyarsam sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın!"
"SENDEN NEFRET EDİYORUM!"
"Bu da bir duygudur. Bense duygusuz olmanı tercih ederim. Sana bir tavsiye; bana nefret edecek kadar bile değer verme!"dediğimde elini kaldırarak tokat atmaya çalıştığında bileğinden yakalayıp kenara çektim.
"Sana saygı sınırını aşmayalım demiştim! Ve ben bir şeyi bir kere söylerim. Zaten beni baştan dinlesen bunların hiç biri olmazdı. Haddini aşma!"derken dişlerimi sıkarak konuştum.
"Aşk isteyerek ya da istemeyerek olan bir şey değildir. KALP KENDİ SEÇER!" Diyerek bağırdığında ona son kez dönüp baktım.
Ağlıyordu. Sabah sabah bunu hiç çekemezdim. Böyle anlardan gerçekten nefret ediyordum. Sıkıntıyla konuşmaya başladım. "Seninkini sen seçtin ve çok yanlış bir adamı seçtin! Üzgünüm. Hoşça kal.."Dedim ve çıkıp işe doğru yola koyuldum.