1.BÖLÜM: Kaosun Başladığı Gün
Sonbaharın korkutucu yüzünü tüm çıplaklığıyla gösterdiği bir Kasım sabahı Adin elinde şemsiyesi, koşarak ofisinden içeriye girdi.
Arabasını bıraktığı yerle ofis arasındaki kısacık mesafede bile yağmur sırılsıklam edecek derecede şiddetli yağıyordu. Neyse ki genç kadın sabah evden çıkarken kahverengi şemsiyesini yanına almayı ihmal etmemişti.
Ofisin kapısını kapatır kapatmaz kapıya yaslanıp şemsiyesiyle uğraşan kadın yağmurdan kaçma telaşıyla ne dışarıdaki siyah arabaları ne de yanlarında duran adamları fark edebilmişti. Nitekim kafasını kaldırıp yüzü korkudan bembeyaz olmuş sekreteri Ela’yı görene kadar da fark etmedi.
Sekreter Ela, bu sabah da diğer sabahlar gibi erkenden ofisi açmış, avukat hanımın kahvesi için gerekli hazırlıkları yapmış, önündeki ajandasından bugün halletmesi gereken işlere bakıyordu ki ofisin kapısı siyah takımlı bir izbandut tarafından sertçe açıldı. Pek tekin tipler olmadıkları belli olan bu adamlar birer birer ofisin içini doldururken genç kız adeta korkudan bayılacaktı.
Adamlarından sonra içeriye giriş yapan Çetin Yalçın kızın bu haline acıyıp adamlarını azarlamaya başladı.
“Lan it oğlu itler bir insan gibi kapı çalmayı öğrenemediniz. Baskına mı geldik lan biz? Alt tarafı avukat hanımın bir kahvesini içeceğiz ne içeriye doluştunuz hepiniz? Çıkın lan dışarı!”
Çetin Yalçın adamlarını azarlayıp bir kısmını dışarıya kovalarken hala korkudan harekete geçemeyen genç kız donmuş bir halde olanları izliyordu.
Orta yaşlarına gelmiş, saçlarında uzun süredir akları ağırlayan adam Ela’ya en babacan ifadesiyle döndü.
“Sen benim bu itlere bakma kızım. İnsanlıktan nasiplerini alamadı daha onlar. Sen hele avukat hanıma onunla görüşmek istediğimi ilet.”
Şoktan dili tam dönmeyen kız kendini zorlayarak cevap verdi.
“A.. avu..kat avukat ha..nım henüz..gel.. gelmedi e..e..fen..dim.”
Çetin Yalçın masanın üzerindeki sürahiden bardağa biraz su doldurup Ela’ya uzattı.
Şu an biraz olsun sakinleşebilmek için bu suya oldukça ihtiyacı olan genç kız bardağa can simidi gibi sarıldı. Onun suyu içmesini bekleyen Çetin bardaktaki su boşalınca tekrar konuşmaya başladı.
“Avukat hanımın odası nerede orada bekleyeyim, sen de bana bir kahve yap kızım.”
Ela ikiletmeden elleri titreyerek istenen bol şekerli kahveyi yapmış, Çetin Yalçın’ın adamlarından Berk de kıza yardım etmişti. Her ne kadar Berk’in varlığı Ela’yı daha çok gerse de genç adam korkudan titreyen kızı bir yerde düşüp bayılır diye yalnız bırakamamıştı. Nitekim Ela titreyen elleriyle suyu bir türlü cezveye dökemeyince kahve yapma işi de Berk’e kalmıştı.
Berk, avukatın odasına kadar taşıdığı tepsiyi genç kızın eline tutuşturup kapıyı açtı. Genç kız ise içinden dualar ederek kahveyi zorla ikram edip doğruca kendini odanın dışına attı.
Şimdi ise avukat hanım tam karşısında dururken utanmasa koşup boynuna sarılıp ağlayacaktı. Gözleri dolu dolu bakarken Adin de ne olduğunu anlamaya çalışarak sekreterine yaklaştı.
Ela’ya bir şey sormasına gerek kalmadan etraftaki birkaç adamdan aşağı yukarı fikir sahibi de olmuştu. Aslında Adin’in böyle adamlarla pek işi olmazdı. O böyle adamlarla sadece mahkemelerde karşılaşır, davadan sonra ise bir daha görmezdi. Şimdi ise ne idiği belirsiz bir adamın kalkıp ofisine kadar gelmesi onu oldukça şaşırtıyordu.
Gerginliğini azaltmak amacıyla elindeki şemsiyeyi daha kuvvetli tutarak odasına doğru ilerledi. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde onu elindeki kahveyi höpürdeten bir adam karşıladı.
Şüphesiz Adin’in kafasında onlarca ihtimal vardı ama hiçbiri bu görüntünün yakınından geçemezdi. Çetin Yalçın normalliğiyle Adin’i adeta dumura uğratmıştı. Kendini en kötüsüne hazırlayan genç kadın gördüğü manzarayla bir nebze de olsa rahatlamış, seri adımlarla masasına ulaşmıştı.
Kadının şemsiyesini köşedeki şemsiyeliğe bırakıp sakince mantosunun kuşağını çözmesini, daha sonra onu şemsiyeliğin hemen yanındaki askılığa asmasını büyük bir sabırla bekleyen Çetin Yalçın nihayet masasına oturup onu dinleyen bir konumda gözlerine bakmasıyla heyecanla söze girdi.
“Hoş gelmişsin avukat hanım.”
Yüksek ihtimalle suç dosyası epeyce kabarık olan bu adamın otuz iki diş sırıtarak onunla konuşuyor olması Adin’i rahatsız etmeye yetse de sakin kalmak için kendine telkinlerde bulundu.
“Ne için gelmiştiniz?”
Gösterdiği samimiyete zerre karşılık alamayan Çetin Yalçın avukatın soğuk ve ifadesiz bakan gözlerine içten içe sinir olsa da köprüyü geçene kadar ayıya dayı demekten başka şansı yoktu.
“Ben Yalçınlar Mobilya Grubu’nun sahibi Çetin Yalçın. Namınızı çok duyduk, bizim de bir maruzatımız var madem, gidip bir avukat hanıma danışalım dedik.”
Adamın geliş sebebini zaten aşağı yukarı tahmin eden Adin dillendirmesiyle birlikte daha fazla tahammül edemeyerek ayağa kalkıp kapıya ilerledi.
“Duymuşsunuz ama yanlış duymuşsunuz Çetin bey, ben sizin para verip suçlarınızı örtbas ettirebileceğiniz bir avukat değilim. Sizi savunmak için değil içeriye tıkabilmek için avukat oldum. Şimdi derhal ofisimi terk edin.”
Hala koltukta oturan ve büyük bir dikkatle genç kadını dinleyen adamın gözlerinde birden bire büyük bir hayranlık oluştu. Gelmeden önce yaptığı araştırmalar onu buraya kadar getirmiş olsa da aslında bu kadından hiç mi hiç ümidi yoktu. Ama şimdi karşısında korkusuzca konuşan ve onu kovuyor olmaktan gram çekinmeyen bu kadın, doğru yerde olduğunu ona sonuna kadar hissettiriyordu.
Keyfi iyice yerine gelen adam genç kadına büyük bir gülümsemeyle konuştu.
“Gel hele avukat hanım, önce şu harddiskin içine bak sonra karar ver doğru yerde miyim değil miyim.”
Onu kovmuş olmasına rağmen hala utanmadan oturup kahvesini içmeye devam eden adama siniri git gide artan Adin, artık adamın ona bakmıyor oluşuyla tekrar masasına yürüyüp ellerini masaya koyarak daha tehditkar bir tonla konuşmaya başladı.
“Yeterince açık olamadım sanırım Çetin bey, ben sizin gibi adamlarla çalışmam! Benim sizin gibilerle işim olmaz. Anlıyor musunuz? Şimdi ben polis çağırmadan derhal ofisimi terk edin. Bir daha da bu sokaktan geçtiğinizi görmeyeyim.”
Kadının çıkışlarına daha çok hayran kalan Çetin Yalçın masaya bıraktığı harddiski genç kadının önüne itti.
“Sen bir bak hele… Sonra göreceğiz benim gibi adamlarla işin olur mu olmaz mı avukat hanım.”
İyice çileden çıkan Adin önündeki harddiski adeta adamın kafasına çarparcasına tekrar onun önüne koyarken gözlerinden ateşler çıkıyordu.
“Bak-mı-yo-rum! Bu ofiste katillerin, pisliklerin, mobilyacılık adı altında uyuşturucu kaçıran şerefsizlerin ve pezevenklerin getirdiği hiçbir b.ka bak-mı-yo-ruz!”
Adin’in sesini yükselterek söyledikleri Çetin Yalçın’ın sabrını taşıran son damla oldu. Köprüyü geçene kadar bile olsa bir sıkımlık canı olan kendini bilmez kadına bu kadar yüz verecek değildi.
“Hoop avukat orda dur! Avukat dedik, saygılı olalım dedik, bir yanlışımız olmasın dedik ama sen de duracağın yeri bil. Dünkü çocuk yok senin karşında. Karşındakini bil ona göre konuş. Saygısızlığın lüzumu yok!”
Bu çıkışla yüzünü alaylı bir ifade alan Adin adamın damarına basmaktan geri durmadı.
“Kimsin ki lan sen? Kendini bi b.k sanan ama bir düzine adamı yanına almadan tuvalete bile gidemeyen korkak bir mafya babası. Papucumun babası! Atölyesinde sözde koltuk yaptıran sonra o koltuğun altını uyuşturucu dolduran, milletin çoluğunu çocuğunu zehirleyen şerefsizin birisin. Neyine saygı duyacağım lan ben senin!”
Sinirden alnındaki damarlar belli olmaya başlayan adam son bir dirayetle kadını öldürmek yerine önündeki harddiski bir kere daha uzattı, ayağa kalktı ve cebinden çıkardığı kartviziti masanın üstüne fırlattı.
“Şimdi gidiyorum, bil ki sırf seni öldürmemek için gidiyorum. Ama yine görüşeceğiz avukat, en kısa zamanda harddiski inceleyip beni ara.”
Çetin Yalçın hışımla ofisi terk ederken rahat bir nefes alan Ela koşa koşa avukat hanımın odasına girdi. Yeni rahata ererek aldığı nefes göğsünde sıkışıp kaldı çünkü avukat hanım yüzünde adlandıramadığı korkunç bir ifadeyle bilgisayarının ekranına bakıyordu.