Elindeki son fidanı da toprakla buluşturan Adin, önce ellerine bulaşan toprakları silkeleyip daha sonra kendisini dik dik izleyen site sakinlerine baktı. Yaşadığı yerdeki insanlar tarafından sitenin bahçesine ağaç dikmesi ve gelen kedileri besleyerek oraya alıştırması gibi sebeplerden dolayı sevilmiyordu. Bunu her fırsatta belli etmekten kaçınmayan site sakinleri ne derlerse desinler bu Adin’in umrunda olmuyordu.
Bir avukat olarak emin olduğu bir şey vardı ki kimse onu fidan dikiyor ya da kedi besliyor diye suçlayamazdı nitekim ezbere bildiği anayasada böyle maddeler bulunmuyordu.
Ayrıca bu insanlar tam olarak birer nankördü. Yaşadıkları renksiz site Adin sayesinde doğal ve yeşil bir ortama dönüşmüştü. Ama onlar teşekkür edeceklerine bir de söyleniyorlardı.
Hayır yani sitenin bahçesinde oturup sokağı izlemenin kime ne faydası vardı da ağaç önümü kapatıyor diyorlardı, işte Adin bunu hiç mi hiç anlayamıyordu.
En son dizlerine bulaşan toprağı da üstünkörü silkeleyen Adin evine çıkmak için ayaklandı. Biraz rahatlayıp kafasını boşaltmak için toprağa sarmıştı ama ne yazık ki toprak evde duran büyük sorunundan onu kurtaramıyordu.
Çetin Yalçın’ın gelişinin üzerinden iki gün geçmişti. O günden beri bir gün yağışlı bir gün güneşli olan hava adeta Adin’in ruh halini yansıtıyordu.
Dosyada Adin’in hayatı boyunca bir araya getiremeyeceği kadar çok delil vardı. Gökten zembille üzerine düşen bu dosya Adin için büyük bir şanstı. Hem avukatlık kariyerine büyük bir yarar sağlayacaktı hem de hayatındaki en temel amaç olan şeyi uygulamış, suçluları içeri tıkmış olacaktı.
Çetin Yalçın’ın getirdiği harddiskte İstanbul’da aktif faaliyet gösteren - bir nevi İstanbul’un pis işlerini tekelinde tutan -18 mafya babasının işlediği suçlar kanıtlarıyla birlikte yer alıyordu.
Adin’in bu davada başarılı olması demek ,ki bu kadar delil varken başarısızlık söz konusu bile olamazdı, İstanbul’u yöneten büyük mafya babalarının ayağına sağlam bir çelme takmak demekti.
Adin adı gibi biliyordu ki bu adamlar büyük tabloda sadece piyondu ama önemli piyonlardı. Hepsinin birden yok edilmesi patronlarının büyük bir zarara uğramasına sebep olacaktı çünkü İstanbul’un birçok ilçesinin kontrolünü bu şekilde kaybedeceklerdi.
En önemlisi de Adin hissediyordu, bu dava bu kadarla sınırlı kalmayacaktı. Ayaktan başlamıştı ve başa ulaşana kadar bu işin peşini bırakmayacaktı. Nasıl olsa içeriye attıracağı adamları konuşturmak kolay olacaktı. İki cezana indirim yaparız, içerde rahat edersin sözüne tav olup kısa sürede bir bir dökülürlerdi. Böylece Adin’in yolu da açılmış olurdu.
Bir yanı işte böyle güneşli, dosyaya bakıp bakıp sevinirken diğer yanı ise oluşabilecek sıkıntıları hesaplıyordu. Bu adamlar tehlikeliydi ve bu dava yüzünden muhtemelen peşine düşeceklerdi. Adin’in can güvenliği için bu davayı olabildiğince sessiz yürütmesi gerekiyordu.
Aklından geçen yoğun ve karmaşık düşüncelerle bir defa daha önündeki dosyaya baktı. Biliyordu bu iş çok zor olacaktı ama sonucuna değer diye düşündü.
—-
Uzun düşünmeler sonucu ne olursa olsun bu davaya değeceğine karar veren Adin, üzerini giyinip yola koyuldu. Dosyayı bir an önce Savcı Mahir Karaca’ya gösterip fikrini almak istiyordu.
Savcı Mahir Karaca, Türkiye’nin en başarılı savcılarından biriydi. Hukuk kariyerinde gösterdiği başarılı mücadelelerle bugüne kadar daima adından söz ettirmişti.
Adin’le tanışıklıkları ise oldukça eskiye dayanıyordu. Adin henüz hukuk fakültesinde öğrenciyken Mahir Karaca bir konferans için okuluna gelmiş ve ilk o zaman tanışmışlardı. Daha sonra Adin’in, Mahir Karaca’nın yanında staj yapma imkanı bulmasıyla da aralarında güzel bir samimiyet oluşmuştu.
Zaten Adin, savcıya başarılarından dolayı hayranken savcı da Adin’in adalet için her daim savaşabilecek cesur yanını görmüş ve gurur duymuştu. Mezuniyetten sonraki süreçte de aralarında kopma olmamış ve birçok davanın üstesinden birlikte gelmişlerdi. Adin de o gün bütün bunlara güvenerek Savcı Mahir Karaca’nın kapısını çaldı.
İçeriden gelen “Gir!” sesiyle harekete geçen Adin’in suratında kocaman bir gülümseyiş vardı. Savcı Mahir Karaca önce Adin’i gördüğü için sonra da onu bu kadar mutlu gördüğü için keyiflenmişti. Kızı gibi sevdiği ama genelde pek gülmeyip melankolik takılan bu genç kadının yüzünde diğer günlerin aksine bugün güller açıyordu.
Adin büyük bir sevinçle masanın önündeki koltuğa oturunca, savcı dayanamayıp sordu:
“Oo avukat hanım, hoş geldiniz. Ne bu neşe?”
“Hoşbuldum, savcım. Buyrun kendiniz bakın.”
Adin lafı daha fazla uzatmaya sabredememiş bir an önce dosyayı savcı da görsün istemişti.
“Bakalım ne yakaladın da bu kadar mutlusun.”
Savcı da yüzünde Adin’den geçen büyük bir gülümsemeyle dosyayı açtı.
“Gözlerinize inanamayacaksınız savcım, öyle bir şey yakaladım ki..”
Adin sevinçle konuşmaya devam ederken savcının cephesinde durumlar değişmişti. Gülen yüzü dosyayı açar açmaz soldu. Kendi sevincinden bunu fark edemeyen Adin, muhtemelen savcı sözünü kesmese fark etmemeye devam edecekti.
“Bu ne Adin?”
Adin savcının yüzündeki ciddi ifadeye anlam veremese de cevapladı.
“İstanbul’un pis işlerini tekelinde tutan 18 kişilik bir mafya çetesinin suç dosyası savcım.”
Savcı, Adin’den aldığı cevapla daha da sinirlenmiş bir şekilde elindeki dosyayı masanın ucuna fırlattı.
“Onu görüyorum Adin, ben görüyorum da sen göremiyorsun herhalde?”
“Anlayamadım savcım?”
Mahir Karaca kravatını genişletip üstten bir düğmesini sıkıntıyla çözdü.
“Kızım sen bu adamların kim olduğunu biliyor musun? Ne davasından bahsediyorsun sen? Bu adamlar hiç sana dava açtırır mı? Aklını peynir ekmekle mi yedin kızım sen?”
Verilen cevapla dumura uğrayan Adin şaşkınlık içinde bakmaya devam etti.
“Savcım siz neyden bahsediyorsunuz? Ne demek bu adamlar sana dava açtırır mı? Bu adamlar kim ki biz onları yargılayamayacağız?”
Adin’in sert çıkışı savcıyı daha da sıkıntıya düşürmüştü. Elleriyle yüzünü sertçe ovaladı.
“Bu adamlar tehlikeli adamlar. Sen davayı açamadan öldürürler ikimizi de. Kızım yargının bu adamlara işlediği nerede görülmüş?”
Savcının bu korkan hali Adin için bardağı taşıran son damla olmuştu. Normal şartlar altında savcı karşısında saygıda kusur etmeyecek Adin ayağa kalkıp cevabını daha yüksek sesle verdi.
“Savcım sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Ne demek bizi öldürürler? Biz, ya bu adamlar başımıza bela olursa deyip geri mi duracağız? Önünüze İstanbul’un 18 babasını attım siz bana neler söylüyorsunuz?”
Adin’e içten içe hak verse de savcıda can korkusu daha ağır basıyordu.
“Öldürürler diyorum, sen daha davayı açamadan öldürürler bizi Adin! Anlamıyor musun?”
“Anlamıyorum savcım anlamıyorum! Avukatım ben, daima adalet için savaşacağıma yemin ettim. Şimdi ne idüğü belirsiz bu adamlardan korkup tısmaya hiç niyetim yok. Ha eğer ben yokum derseniz anlarım. Eminim bu yolda benimle yürüyecek cesur bir savcı vardır.”
Adin son cümlesini kurduktan sonra hızla koltuktan çanta ve paltosunu alarak kapıya yönelmişti ki ardından cılız bir ses duyuldu.
“Tamam kabul, davayı açabilirsin.”
—-
Günler hızla birbirini kovalamış Adin’in savcıyla görüşmesinin üzerinden dolu dolu 20 gün geçmişti. Adin bu süreçte Mahir Karaca’yla arasına buzdan duvarlar örmüştü. Gerekmedikçe aramamış, aradığı zamanlarda da halini hatrını bile sormadan konuya girmişti.
Adin bu dava için büyük bir fedakarlıkta bulunup bu uğurda canından olmayı bile göze alırken savcının korkaklık edip söyledikleri kanına dokunuyordu. Sanki Adin ona kanun dışı bir işle gitmişti. Onların işi zaten adalet için savaşmak değil miydi? “Ee nerde kaldı o adalet?” diye geçirdi içinden.
Sonra ‘boş ver’ dedi kendi kendine. Bugün dava günüydü ve Avukat Adin Aladoğan son 20 gündür kapı dışarı çıkmadan bu dava için çalışıyordu. Şimdi onlar düşünmeliydi ki karşılarında hukuk fakültesini birincilikle bitirmiş ve hayatında tek bir davayı bile kaybetmemiş bir avukat vardı.
Üzerine giydiği ceketi son kez düzeltirken kendine bakıp gülümsedi. Şu andan yaklaşık 8-10 saat sonra bu iş bitecek ve 18 mafya kodesin dibini boylayacaktı. İşte bu düşünce az önce savcı yüzünden kaçan keyfini tekrar yerine getirmişti.
Adin Aladoğan bugün o mafya çetesini alaşağı edecekti! Bunun getirdiği özgüvenle aynadaki yansımasına en güzel gülüşünü armağan etti.
Genç kadının cephesinde işler gayet yolunda giderken Savcı Mahir Karaca için durum biraz karışıktı.
Mahir Karaca esasında hukuka bağlı, adaletli bir adamdı ama bu hayatta bazı şeyler vardı ki karşılığını canınızla öderdiniz. İşini layığıyla yapmak istese de canı, özellikle de çocuklarının canı onun için önemliydi.
O, kafası allak bullak kahvaltı masasında soğuyan kahvesini bile fark etmeden düşünürken kızı Özlem arkasından yaklaşıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.
“Ben çıkıyorum, görüşürüz babişko.”
Hızla öpüp kaçan kızı ona adeta sebeplerini hatırlatmıştı. Hayır o işi için ailesini riske atmayacaktı. O genç ve gerektiğinden fazla cesur avukat istiyorsa kendini bu ateşe atabilirdi ama Mahir buna ortak olmayacaktı.
Önündeki çoktan soğumuş kahveden bir yudum alıp gelen soğuk tatla yüzünü ekşitirken şimdi fazlasıyla emindi. O duruşmaya girecek ve onurunu hiçe sayıp satılık bir savcı olacaktı.
O sırada Adin Aladoğan savcının kafasından geçenlerden bihaber adliyeye ulaştı. Yüzünde bir türlü silemediği güzel gülümsemesiyle duruşmanın olduğu salonun kapısına geldiğinde kapının hemen yanında onu yardımcısı Mert karşıladı.
Adin tüm bu süreçte o kadar titiz çalışmıştı ki dava detaylarından yardımcısının bile haberi yoktu. Genç avukat Mert sadece davanın büyük bir dava olduğunu biliyordu. Çeteden haberdardı ama kanıtlardan haberi yoktu. Yine de Adin’e çok güveniyordu. Onu görür görmez hemen oturduğu sandalyeden kalkarak selam verdi.
Dava saati geldiğinde önce içeriye Adin ve yardımcısı Mert girdi. Çete üyeleri dün gece polis tarafından ani bir baskınla evlerinden alınmış, avukatlarıyla görüşmelerine bile müsade edilmeden nezarethaneye atılmışlardı. Geceyi nezarethanede geçiren 18 mafya oldukça öfkeli bir şekilde, her birinin kolunda bir jandarma ile sırayla salona getirildiler.
İstanbul’u tekelinde tutan ve bu işe yıllarını vermiş hatta çocukluktan batmış adamlar dava için şaşkındılar ama onları en çok şaşırtan şey salonda gördükleri yüz oldu. Normal şartlar altında üfleseler uçacak bir yeniyetme kadının onları dava ettiğine inanamadılar.
Adin düzgün fiziği, alımlı yüzü ve üzerine giydiği vücut hatlarını olduğundan daha güzel göz önüne seren takımıyla tam karşılarında duruyordu. Hatta sadece durmuyordu, bu manyak kadın dimdik duruyordu. Gözlerinde de bir gram korku yoktu. Öyle ki birbirinden belalı bu 18 tipi görünce bile yüzünde mimik oynamamıştı. Avukatın kadın olması ve bu kadar korkusuz bir kadın olması hepsini dumura uğrattı.
Hiçbiri uzun süre gözlerini Adin’den ayıramadı. Bunun açık bir şekilde farkında olan Hakim İbrahim Öner durumdan rahatsız olarak gür sesiyle dikkatleri üzerine çekti ve davayı başlattı.
Adin davaya girmeden önce davanın saatler süreceğini, o bütün delillerini tek tek anlatıp 18 mafya babasını yerin dibine sokarken mafyaların avukatlarının savunma yapmaya çalışacağını ama bunu bir türlü başaramayacaklarını, hakimin arada mola isteyeceğini ve kararın saatler sonunda lehine çıkacağını hayal etmişti.
Ama o dava sadece 20 dakika sürdü. Savcının delil dosyasını karartıp yerine eline saçma sapan asla kanıtlayamayacağı suçlarla dolu bir dosya vermesiyle Adin donmuş kalmıştı.
Adin Aladoğan hayatında ilk defa bir davayı kaybetti.
Ve Adin Aladoğan hayatının ilk davasını en çok güvendiği savcı tarafından delillerinin karartılmasıyla kaybetti.