Ertesi gün erkenden beni kaldırıp şehre götürdü amcam.
Başka bir avukatın bürosuna girerken, "Hoş geldiniz." diyerek bizi kapıda karşıladı Kerem. "Bu arkadaşım Caner, biz dosyayı hazırladık. Parmak basmanız yeterli."
"Oğlum Hasan gelecekti, o gelip bir okusun da."
Ben işte şimdi yandık bakışı atarken diğer ikisi gayet sakin bir şekilde gülümsüyorlardı.
"Tabi ki. Bir okusun önce." diyen Kerem'e şaşkınlıkla baktım. Ne demekti okusun? Neler çeviriyordu bunlar?
Hasan gelip de dosyayı okurken ben hâlâ neler döndüğünü anlamamıştım.
"Tamam baba." diyen Hasan'ın ardından amcam kağıda parmak bastı. Bürodan çıkarken Kerem'in elime tutuşturduğu kâğıdı sıkı sıkı tutup eve gelince hemen banyoya koştum.
‘Yarın sabahtan bir bahane bulup çık evden. Nüfus cüzdanını da unutma.’ Kâğıdı tuvalete atarak çıktım banyodan.
Akşam için yemek hazırlarken, açlıktan ağlayan Eren'e zorla çorba içirerek odaya götürdüm. Henüz memeden kesilmediği için yemek yemeyi de bilmiyordu pek ve meme emmeden de yatmazdı. Bu yüzden ağlayarak uyuyordu kaç gündür. Odanın ışığını kapatırken, ben de ağladım onunla birlikte. Onun için güçlü olmalıydım biliyordum ama karanlıkta beni göremezdi değil mi?
"Sustur şunu da geberip yatın artık." diyen yengem görmese de kaşlarımı çatarak Eren'i sallamaya başladım. Bu yaptıklarının bedelini ben ödetemezdim belki, ama Allah'ın da hiçbir şeyi karşılıksız bırakmadığını biliyordum. Zaten babamın parasını alamayıp da beş kuruşsuz kalmak yeterince canlarını acıtacaktı. Eren ağlayarak uykuya dalarken, yanına uzanıp tavanı izlemeye başladım. Bir günde hayatım değişmişti resmen, oysa ki üniversiteyi kazandığımı öğrenince ne kadar sevinmiştim. Şimdi üniversite isminden nefret etsem de babam ve Eren için yapmak zorundaydım, Eren için iyi bir abla olmak zorundaydım. Büyüyünce gurur duyacağı bir ablası olmalıydı.
Sabaha kadar uyumayıp tavanla bakışırken, bir yandan da Eren'i bana vermezlerse ne yapacağımı düşünüyordum. Olur da onu bana vermezlerse ölürdüm ben, benim her şeyimdi o, onsuz yapamazdım ki.
Sabah olup da kahvaltı hazırlarken, hâlâ evden nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Yengem büyük bir ihtimalle ele güne hava atmak için komşuya giderken Eren'i de götürecekti, ne de olsa sözde kendisi bakıyordu ona değil mi?
İşe giden amcamın ve Hasan'ın ardından yengem de tüm işleri sıralayarak çıktı evden, tabii Eren'i de alarak.
Yengemin gittiğinden emin olduktan sonra, yastığın içine sakladığım nüfus cüzdanlarını ve anne babamın resmini alarak koşar adım Reyhan hocaya gitmeye başladım. Ben gittiğimde ikisi de hazır bir şekilde beni bekliyordu. Pardon da, takım elbise mi giyinmişti o?
"Nüfus cüzdanını aldın değil mi?" diyen Kerem'e nüfus cüzdanımı uzattım.
"Hadi çıkalım bir an önce." diyen Reyhan hocanın ardından biz de çıkarak arabaya bindik.
Geceden beri aklıma takılan soruyu sordum ilk olarak.
"Ya Eren'i bana vermezlerse?"
"Merak etme, amcan bir güzel parmak bastı kağıda. Jandarma zoruyla alacağız, önce bir nikahı halledelim de."
"Iyi de o kâğıdı Hasan okudu. Nasıl oldu da kabul etti ki?" diyerek şaşkınlıkla ona bakarken "İstediği şeyler yazıyordu da ondan." diyerek gülümsedi Kerem.
"Ne yani, tüm paramı onlara mı verdin?" diyerek kaşlarımı çattım. Oysaki güvenmiştim ona ben.
"O kağıtta öyle yazıyordu evet, ama altındakinde değil." diyerek sinsice gülen Kerem'e bakarak gülümsedim. "Merak etme kardeşini onlara bırakmayız." Zeki çocuktu.
Araba durunca mağazanın önünde olduğumuzu gördüm.
"Anneme az biraz durumu anlattım. E malum, evliliği ciddi sanıyor. Resimleri isteyeceği için güzel giyinelim dedim."
"Ev yandığı için üzerimdekilerden başka kıyafetim yoktu kusura bakmayın." diyerek onlara bakarken, "Olsun canım, alırız işte şimdi." deyip arabadan inen Reyhan hocanın ardından "Kim yakmışsa tam da zamanını bulmuş değil mi?" diyerek imada bulunup arabadan inen Kerem'in ardından ben de indim arabadan. Sanırım birilerine fena yakalanmıştım.
Mağazaya girince beyaz bir elbise verdi elime Reyhan hoca. Ona uygun ayakkabıları da elime tutuşturarak "Gelinler beyaz giyer." derken "Ölüler de." diye mırıldanıp kabine girdim. Eren için nefes alıyor olabilirdim ama ruhum karanlık bir yerlerdeydi ve çoktan kesmişti nefes almayı.
Elbiseyi giyinip zorla da olsa fermuarını kapattıktan sonra ayakkabıları ayağıma geçirdim. Aynaya bakıp saçlarımı toplarken, kendimi tanıyamadım bir an. Bir kaç günde büyümüşüm. Bir çocuk olarak anne ve babamın ardından ağlamama bile izin verilmeyince, yetişkin bir insan olarak sorumluluklarımı yerine getirmek kalmıştı bana da. Sonra, annemin tülbendini sardım bileğime. Kalp atışlarımı daha net hissettim onu sıkınca. Yaşa, diyordu annem. Kader sana ne getirirse onu yaşa. Devam et nefes almaya. En azından kardeşin için.
Mağazadan çıkıp da arabaya binince "Para?" diyerek Kerem'e baktım.
"Ödemeden kaçtık, gördün mü bak." Gözlerimi devirerek dışarıyı izlemeye başladım. Bu yaşta bu espri yeteneği...
Evlendirme Dairesi yazan binanın önünde dururken, arabadan indik.
"Sonunda." diyerek yanımıza gelen Caner de Kerem'in şahidiydi sanırım.
Nikah için bir odaya geçip sandalyelere oturduk. Kurduğum evlilik hayallerini düşündükçe gözlerim dolsa da gözyaşlarımın akmasına izin vermedim. Düğün hayallerim bir yana; annemin yanımda olmasını, babamın kuşağımı bağlamasını isterdim.
"Firdevs!"
Kerem'in uyarısıyla, nikah memuru sorusunu tekrarladı.
Düşüncelerimden sıyrılıp kendi adımı ve soyadımı söylerken, anne ve babamın adını söylemek zorlamıştı beni.
Kerem de adını ve soyadını söylerken, alacağım soy ismini daha yeni öğrendiğim için gülümsedim, resmen şaka gibiydi bu yaşadıklarım. Annemin beni uykumdan uyandırıp, "Kalk hadi, ne çok uyudun uykucu." diye azarlamasını istiyordum sadece.
Nikah memuru soruyu sorunca hiç beklemeden "Evet." dedim. Başka bir çıkış yolum yoktu, bu evet benim o evden çıkış biletimdi, Eren'i kurtarmaya giden tek yolum.
Kerem de "Evet." derken nikah memuru bir şeyler daha söyleyerek evlilik cüzdanını verdi elimize. Onun ne söylediği umurumda değildi açıkçası, bir an önce gidip Eren'i almalıydım. Zaten oradaki bir ömür boyu lafı bize hiç de uygun değildi.
"Ben jandarmaya haber uçurdum, bir an önce gidin." diyen Caner'le vedalaşarak arabaya yönelen Kerem'in ardından giderek arabaya bindik biz de.
"Biraz rahatla. Kimse hiç bir şey yapamaz artık." diyen Kerem'e baktım.
"Kendim için endişelenmeyi çoktan bıraktım ben, Eren'e bir şey olmasın yeter. O yanıma gelince rahatlayacağım."
"Ne demek kendim için endişelenmeyi bıraktım?" diyerek beni azarladı Reyhan hoca. "Eren için önce kendini düşüneceksin, anladın mı beni?"
Kafamı sallayarak anladığımı belli ettim. Kesinlikle anlamamıştım ama kaç yıllık öğretmendi, evlenmeyip hayatını eğitim için adayan bir öğretmen. Her şeyi benden daha iyi bildiği kesindi, o öyle diyorsa vardı bir bildiği.
Adım adım eve yaklaşırken, nefesimi kesen korkularıma inat derin bir nefes aldım. Şimdilik tüm dertlerimin arasında tek düşündüğüm Eren'i kucağıma almaktı, gerisini sonra düşünecektim artık. Kerem konusunda tamamen Reyhan hocaya güvenmiştim ve o, bu güne kadar beni asla yanıltmayan bir kaç kişiden biriydi.
Araba durup da aşağı inince korkuyla baktım Reyhan hocaya. Jandarmanın arabası da yanımızda dururken, hep beraber indik arabadan. Tamam, Eren'i alacaktım ve her şey güzel olacaktı, en azından şimdilik...
Kerem jandarmayla konuşurken, sadece bakıyordum. Kapıyı çalınca, kapıyı açan yengem bir hışımla bana doğru gelmeye başladı.
"Nerdesin sen ha, nerdesin? Anam öldü diye yalandan ağlayıp da erkeklerle mi fingirdeşiyorsun sağda solda?"
"Hanımefendi, Eren Sincan'ı getirir misiniz?"
"Ne diye getirecekmişim? Bu orospuya mı vereceğim el kadar bebeyi?"
Amcam yolun karşısından gelirken, dudağımı ısırarak ağlamamaya çalıştım. Güçlü olmalıydım.
"Ne oluyor?" diyen amcama Kerem cevap verdi. "Eren'i alıp gideceğiz. Onun dışında bir şey olduğu yok."
"Ne demek Eren'i almak? Ne saçmalıyorsun sen avukat?"
Jandarma araya girip de durumu anlatınca Eren'i vermeyen yengemi tınlamayarak içeri girdi iki asker. Eren'i alıp da bana getirirlerken, bir yandan da yengem bas bas bağırıyordu.
"Gördünüz mü elin orospusunu? Daha düne kadar anam anam diye ağlayıp, bugün evlenmiş elin herifiyle."
"Siz sütten çıkmış ak kaşıksınız yani?" diyerek yengemin üzerine yürüyen Kerem'in kolundan tutup "Gidelim artık." diye fısıldadım. Eren benim yanımdaydı, bana ne dediklerinin hiç önemi yoktu şu an. Zaten yengemin sözleri asla önemli olmamıştı benim için.
Biz arabaya binerken, hâlâ arkamdan atıp tutuyordu yengem. Jandarmalardan biri de amcamı tutarken, arabaya binerek uzaklaştık.
"Şey." diyerek ikisinin de bana bakmasını sağladıktan sonra konuşmaya devam ettim. "Annemle babam..." tamamlayamadım cümlemi, benim gibi eksik kaldı o da.
"Teyze, yerini biliyor musun?" diyen Kerem'e bakarak yolu tarif etmeye başladı Reyhan hoca.
Mezarlığa gelince benimle birlikte inmek yerine beni onlarla yalnız bıraktı ikisi de.
Eren de arabada kalırken beyaz elbisemin kirlenmesi önemsemeden en son yağan yağmurdan sonra henüz kurumamış olan toprağın yanına eğildim.
"Gidiyorum ben, gidiyoruz..." Gözlerim dolarken, konuşmama devam etmek için dudağımı ısırıp bekledim bir süre.
"Kızmayın bana." Babamın mezarına koydum elimi. "Senin için, o kadar emeğin boşa gitmesin diye."
Bir süre gözlerimden akan yaşlara izin verip susarken, konuşmaya devam ettim.
"Evi yaktığım için kızdınız mı bana? Kızmayın ne olur. Sissiz ev değildi ki zaten orası. O da yok olsun istedim, o da sizin gibi gitsin, benim gibi harabeye dönüşsün, bana inat yapar gibi dimdik ayakta durmasın istedim."
Reyhan hoca gelip de kolumdan tutarken, ayağa kalkıp gözlerimi sildim.
"Hadi kızım, gidelim artık."
"Yine gelirim değil mi?" diyerek yaşlı gözlerle ona baktım.
"Merak etme, gelirsin tabii."
Ben zorla da olsa göz yaşlarımı dindirirken, Reyhan hocanın evinin önüne gelerek indik arabadan.
"Çocuklar sizi misafir etmeyi isterdim ama, malum." diyen Reyhan hocaya bakıp arabadan inerek sıkı sıkı sarıldım.
"Teşekkür ederim."
Her şey beni terk etmişti ve ben de onları terk ediyordum şimdi bir bir.
Ben arabaya geri binerken, Kerem de vedalaşıp bindi arabaya. Yola çıkarken, ağlamaya devam eden Eren'i susturmaya çalıştım.
"Neden ağlıyor durmadan?"
"Of, bilmiyorum ya." diyerek yüzümü astım. "Acıktı sanırım ama bir şey de yemiyor ki."
"Tamam, dur bakalım." diyerek kulağına kulaklığı takarak birini aramaya başladı Kerem. Konuşmasının arasında "Eren kaç aylıktı?" diye sorunca "On." deyip tekrar Eren'i susturma çabalarına girdim.
Kerem'in konuşması biterken, bir marketin önünde durup indi arabadan.
Elinde kocaman iki poşet ve bebek pusetiyle dönen Kerem, puseti arabaya sabitleyip poşetleri yanıma koydu.
Eren'i pusete koyarken, poşetleri işaret etti. "Içinde küçük kavanozlarda mamalar var. Kaşık, biberon, su falan. Şimdilik idare et, eve gidince doktora götürür iyice öğreniriz her şeyi."
Kerem, Eren'i bağlayıp da sürücü koltuğuna geçerken, kavanozlardan birini açıp yedirmeye başladım ben de. Önce biraz nazlansa da yiyen Eren, suyu da içerek bir süre sonra uykuya daldı. Sonunda tüm bu olanların bitmesinin verdiği rahatlıkla ben de kapattım gözlerimi, kurtulmuştuk.
Birinin omzuma dokunmasıyla gözlerimi açarken, başımda duran Kerem'i gördüm ve kucağındaki Eren'i.
"Kalk hadi, bir şeyler yiyelim. Bir de başka bir kıyafet alalım sana, bununla gitme annemin yanına. Ben göremedim diye oturup ağlar sonra tüm gün."
"Annenin yanına mı gideceğiz hemen?" diyerek arabadan indim.
"Evet, tanışacağınızı biliyordun."
"Biliyordum da. Bu kadar çabuk beklemiyordum açıkçası."
"Aksi olursa annem lime lime eder beni." diyerek gülümsedi Kerem.
İçeriye geçip yemek yerken, kaç gündür doğru dürüst bir şey yemediğim için oldukça acıkmıştım. Kucağındaki Eren'le bir şey yiyemese de halinden gayet memnun duran Kerem'e baktım. Öz amcamdan daha iyiydi en azından.
Kıyafet de alarak arabaya binerken uyuyan Eren'i koltuğuna bağlayıp oturacağım sırada ön tarafın kapısını açtı Kerem.
"Biriyle konuşmazsam uyuyabilirim ve annem seni görmeden sana bir şey olursa beni seve seve öldürür. Hem birbirimizi biraz tanımamız gerek."
"Tamam." diyerek Eren'in üzerine Kerem'in ceketini örterek ön tarafa geçtim.
"Söylesene annen kızmayacak mı bu evlilik işine?"
"Hayır, sadece ek olarak bir düğün yapabiliriz. Ama kızmaz." diyerek arabayı sürmeye başladı Kerem. "Zaten evden çıkarken sana gelinini getireceğim diyerek çıktım."
Şaşkınlıkla ona bakarken, "Ya hiç kimseyi bulamasaydın?" diye sordum. "Hem neden öyle bir şey dedin ki?"
"Teyzemin bahsettiği Seher, onunla evlendirmek istedi beni. Elbet denk gelirsin, havalı salağın tekidir. Onunla evlenmemek için teyzemden yardım istemeye gittim ve sabah sen geldin eve."
"Bayağı şanslısın." deyip ona bakarken "Benim aksime." diye mırıldandım.
"Başına gelen tek bir kötülük yüzünden hayata küsemezsin. Tamam, yaşadığın çok çok kötü bir şey ama tek ailesini kaybeden sen değilsin."
"Ben... Sadece atlamam gerek." diyerek yola bakmaya başladım. "Daha çok yeni, zamana ihtiyacım var belki de."
"Zamanla geçen tek şey yaşındaki rakamlar. Her şeyi zamanın üzerine atıp boş boş bekleme. Unutma, ama her dakika hayata lanet ederek yaşamak yerine annen ve babanın seni bir yerlerden izlediğini düşünüp mutlu olmaya ve onlara layık bir evlat olmaya çalış. Inan bana çok daha etkili oluyor."
"Denerim." diye mırıldandım. Yapabilir miydim bilmiyorum ama deneyebilirdim en azından.
Müstakil, eski görünümlü bir evin önünde durunca eve baktım bir an.
"Bir şey mi oldu?"
"Çok şeker bir ev." diyerek gülümsedim. "Masallardakine benziyor."
"Hadi gel, annem meraktan çatlamadan girelim eve. Kızdığı zaman masallardaki kötü kadınları aratmaz da kendisi."
Eren'i de alıp kapının önüne gelince derin bir nefes aldım. Herkes annesini bir melek gibi görürdü ama ya sadece ona göre öyleyse? İçimde onaylanmayacağıma dair bir korku varken Kerem zile bastı, el mahkum kapının açılmasını bekledim ben de.
Kapıyı açan kadın ne kadar da Reyhan hocaya benziyordu öyle. Bir an kucaklayasım gelmedi desem yalan olurdu.
"Ay hoş geldiniz, geçin içeri geçin."
Kerem içeri geçerken, ayakkabılarımı çıkartmam için Eren'i aldı kucağımdan. Içeri girer girmez benim yapmadığım şeyi karşımdaki kadın yapıp sıkıca sarıldı bana, işte tüm korkularımı alıp götüren de beni saran bu kollar oldu. Başka biri, insana annesi gibi şefkatle sarılabilir miydi?
"Kerem'in anlattığından çok daha güzelmişsin ya sen." Şaşkınlıkla Kerem'e bakarken gülümsedi sadece. Bir de olmayan bir kızı ballandıra ballandıra anlatmış mıydı yani? Şizofren olmasındı bu çocuk?
"Giderken gelinini getireceğim dedi ama ben tanışmak için falan sandım, deli oğlan." diyerek gülen kadın, oturmamız için koltukları işaret etti. Görünüşe göre Kerem annem ve babamdan bahsetmemişti. İyi de olmuştu. Ailesini kaybettikten bir hafta sonra evlenen bir kızdan hayır gelmeyeceğini düşünebilirdi aksi taktirde.
"Ben Rabia bu arada. Bizim oğlan gitmeden seni anlata anlata bitiremedi de bir ismini söylemedi gördün mü? Reyhan’a da sormadım şaşkınlıktan." diyerek güldü.
"Firdevs." deyip gülümsedim ben de.
"Ay ben de sizi lafa tutuyorum, sofrayı hazırladım hadi geçin bakalım."
Ayağa kalkınca ağlayan Eren'i kucağıma alarak oturdum sofraya.
"Öyle misafir gibi değil kızım, düzgün otur bakayım." diyerek Eren'i kucağımdan aldı Rabia teyze. "Ver bakalım küçük beye de meyve vereyim ben, sen de rahat rahat yemeğini ye."
Eren gülerek elindeki muzu yerken, Kerem'le birlikte şaşkınlıkla bakakaldık.
"Ay alerjisi falan mı var çocuğun?" diyerek telaşla konuşan Rabia teyzeye bakarak güldük ikimiz de.
"Biz yolda zorla yemek yedirdik de, ondan şaşırdık." diyen Kerem'e bakarak bilmişçe gülümsedi. "Ben iki çocuk büyüttüm, tabi ki de bileceğim."
"İki?"
"Tuba çok bekledi sizi, ama uyuyakaldı sonra."
"Ay uyandım ki." diyerek içeri gelen kız bana doğru yürüdü ilk olarak. "Hoş geldiniz."
"Hoş buldum, teşekkür ederim." deyip gülümsedim. Büyük bir ihtimalle orta okula giden bir kız vardı karşımda.
"Ay bu çok şeker." diyerek Eren'e doğru koştuğunda ona baktım. "Anne ya baksana nasıl tatlı."
"Oooo unutuldum." diyen abisine şöyle bir bakıp Eren'e geri döndü. "Vallahi sen evlendiğine göre yeni bir aşk lazım bana ve an itibariyle bulmuş bulunuyorum. Bunu bana verirsin değil mi?" diyerek bana döndü. "Yenge mi demeliyim?"
"Tabi ki de yenge diyeceksin." diyen Rabia teyzeye bakarken, Kerem'in babasının ortalıkta olmadığını fark etsem de sesimi çıkartmadım. Hiç bir şey bilmediğim için bir patavatsızlık yapmak istemezdim. Yolda söyledikleri geldi sonra aklıma. Aynı şeyi yaşamış, aynı acıları çekmiş gibi konuşmuştu.
Yemek yedikten sonra "Ay saat kaç oldu, yatağınız hazır. Hadi yatın siz." diyen Rabia teyzeyle kocaman olmuş gözlerle Kerem'e baktım. Ne demek yatağınız?
"Şey... Ben Eren'le yatsam? Tek başına huzursuz olur o." diyerek şansımı denedim.
"Tek başına yatacağını kim söyledi? Benim yanımda yatacak o yakışıklı. Hadi siz yataklara."
Çaresiz Kerem'in peşinden odaya girince yatağa baktım. Yerde falan yatsam olmaz mıydı ki acaba?
"Bir kaç gün idare et, ben ev bulana kadar en azından." diyen Kerem'e bakıp başımı salladım. Aslında burada da kalabilirdik ama her dakika Kerem'le dip dibe olamazdım.
Yatağın üzerindeki geceliği görünce öksürük krizine girdim.
"Ne oldu?"
"Bu ne ya?" diyerek geceliği gösterince Kerem kahkaha attı.
"Annemin benim için hazırladığı çeyizden sanırım."
"O nasıl bir çeyiz ya? Benim çeyizimde yoktu öyle şeyler." diyerek geceliği elime alırken "Artık bir çeyizim de yok zaten." dedim.
"Neyse... Bak şöyle yapalım. Ben giyinip ışığı kapatayım, sen de giyinip yat direkt."
"Tamam." diye mırıldanıp arkamı dönerek onun giyinmesini bekledim. Işığı kapatınca da ben giyinmeye başladım. Giyinip de yatağa yatarken, yatağın ucuna geçip üzerimi örttüm.
Eren'in hiç ağlama sesi gelmeyince gülümsedim. Çok yorgundum, ama bir türlü dalamıyordum uykuya. Kerem de, ailesi de çok iyilerdi. Beklediğimden daha fazla hem de. Ama nefes almamı zorlaştıran o şey hâlâ daha oradaydı. Çok fazla acıtıyordu canımı. Bir yanım isyan etme diyordu, Allah her şeyin en iyisini bilir senin için. Diğer yanım ise neden diye çığlık çığlığa ağlamak istiyor. Neden ben? Neden benim annem? Neden benim babam? Neden ben değil de onlar? Sonra derin bir iç çekip sakinleştim. Ne diyordu annem her namazdan sonra? “Sen, biz tersini dahi istesek, hakkımızdan hayırlısını nasip eyle Ya Rabbim.” Ne diye uyarıyordu beni hep? “Ne olursa olsun asla isyan etme kızım. Senin şer sandığın şeyler ya iyiliğin içindir ya da imtihanındır. Herkes bir şeyle imtihan edilir er ya da geç. O zaman aç ellerini, sen hakkımda benden daha hayırlısını bilirsin Allah’ım de. Asla isyan edip de kendini kaybetme emi güzel kızım. Canın acır belki, belki de asla geçmez gibidir olur. Ama unutma, Allah kullarına asla kaldıramayacağı bir yük vermez.”
O yüzden açtım ellerimi ben de. İsyan ettiğim için özür diledim önce. Ve sonra da şükrettim. Her ne olursa olsun, Kerem gibi birini karşıma çıkarttığı için.