LEYLA
Otoparka inip arabaya binmemiz ve bir villanın kapısından içeriye girmemiz yalnızca on dakika sürmüştü. Evinin bu kadar yakında olduğunu biliyor olsaydım, şirkete gitmekle uğraşmaz, karısı olarak bir çilingir çağırıp eve girerdim.
“Baya yakınmış,” dedim kemerimi çözerken. Paspas’a sıkı sıkı sarıldım.
Arabadan inerken bir ıslık çaldım. Bence dolandırıcı yanlış kişiyle evlenmişti. Pars'ın kendisi ile evlenmesi lazımdı.
“İki yıldır buradayız. Üç yıl önce arazi satılığa çıkınca aldık.”
“Hepiniz burada mı yaşıyorsunuz?”
“Evet. Giriş Alp’e ait, ikinci kat bana, son katta abime.”
“İşi biliyormuş,” dedim koca villayı süzerken. “Manzaranın iyisini kendine ayırmış.”
Normalde villa tarzı evler tek girişli olurdu. Bununsa her kata dışarıdan girişi vardı.
“Arazi geniş sanırım,” dedim yakınında ev göremeyince.
“Yeterince,” diye mırıldandı. Benim kafamdaki yeterince ile onun kafasındaki yeterince ifadesi aynı mıydı emin değilim.
“Neden girişler ayrı? Üç kardeş bir arada yaşamak bu kadar zor mu?”
“Buranın planını çizdirirken, evlendikten sonra da yaşamaya devam edeceğimizi düşünerek herkesin kapısı ayrı olsun mantığını uyguladık diyelim.”
İkinci kata çıktığımızda çenem neredeyse yere düşüyordu. Bahçede havuz görmek şaşırtıcı değildi de ikinci katın terasında havuz görmek benim için epeyce şaşırtıcı olmuştu.
İkinci katın ön cephesi tamamen teras olarak bırakılmış, bir kenarında havuz varken, diğer tarafta koca bir yemek masası ve hemen arkasında rahatça oturabileceğin, üstü kapalı oturma köşesi vardı.
“Abimin evine giriş diğer cephede kalıyor. Valizini oraya bırakayım,” diyerek yönünü diğer tarafa çevirdi. Valizi kapının önüne bırakıp bana döndü ve bir anahtar verdi.
Anahtarı alırken içeriyi şimdi, hemen gezme isteğimi zorlukla bastırdım.
Gözlerimi aklımı alan manzaradan çekip Sarp'a baktım. “Abin benden şüphelenirken anahtar teslim etmen çok akıllıca!”
Güldü. Ön tarafa doğru yürümeye başlayınca ben de peşine takıldım. O sırada içeriden bir kadın çıkarak yanımıza doğru geldi.
“Hoş geldiniz,” derken meraklı bakışları benim üstümde fazlaca oyalandı. Eh, ben de kocamın yanında kimi görsem merak ederdim.
Sarp, karısına yaklaşıp boynuna bir öpücük kondurdu. Herkes benim gibi mal değildi tabi. Doğru kocayı tek atışta bulabiliyordu. Oturup ağlayarak bir yerlere yazabilirdim.
İçten içe hala olayın şokunu yaşamama rağmen belli etmemeye çalışıyordum. Çünkü tefeciden ödüm kopuyordu. O yüzden gerçek Pars’ı kullanmam gerekiyorsa, varsın öyle olsundu. Canımı sokakta bulmamıştım. Bu yaşa da kolay gelmemiştim.
Hem şirketinden sonra, evini de görünce beş milyonun Pars için önemli bir para olmadığına kanaat getirmiştim. En azından o adamlara ödeyip beni ölümden kurtarsın yeterdi. Yavaş yavaş öderdim ben ona. Can korkusu olmadan…
“Bu Leyla,” dedi Sarp, eliyle beni işaret ederek. Anında düşüncelerimden sıyrıldım. “Leyla Altay.”
Ardından bana, karısını tanıttı.
“Eşim Nazenin.”
Soyadımı duyunca merakı daha da artmış gibi görünen güzel kadına elimi uzattım.
“Memnun oldum eltim,” dedim gayet rahat bir tavırla. Bendeki de ne yüzsüzlüktü arkadaş. Sarp eltin dediğinde itiraz etmişken, şimdi kendimi resmen elti ilan etmiştim.
Ama kendimi tanıyordum. Kendimi kasarsam, sittin sene açamazdım, biliyordum. O yüzden her zaman layloylom takılmayı severdim. Çünkü bir kere kendimi kapatırsam, açılmam zor oluyordu. Hem insanlar soğuk duruşlu insanlardansa, cana yakın olanları daha çabuk benimsiyordu.
Yetimhanede büyüyen çocukların kimisi çok içine kapanık olurdu, kimisi çok dışa dönük. Kimisi kendini korumak için duvarlar örer, kimisi ise insanlara yanaşarak hayatta kalmaya çalışırdı. Ben dışa dönük ama içe kapanıktım. Dışarıdan neşeli, umursamaz, hatta biraz patavatsız biri gibi görünebilirdim ama içimde kimseye göstermediğim, derinlere gömdüğüm bir yan vardı. Kimseye güvenmemeyi küçük yaşta öğrenmiştim ama yine de insanları güldürmeyi seviyordum. Çünkü ne kadar neşeli görünürsem, o kadar az soru soruluyordu.
Hayattaki en büyük yanılgım evlendiğim adam olmuştu. İsmini Pars bildiğim ama zerre tanımadığım bir adamla üç ay yaşamıştım. Bulduğumda suratına tükürmekle, elini sıkıp tebrik etmek arasında kararsız kalmıştım.
“Elti,” derken şaşkın bakışları eşine döndü.
“Anlatıcam,” dedi Sarp gülerek.
Sarp ile Alp’e eğlence çıkmış gibi görünüyordu. Hep birlikte içeriye girdik. Bir görgüsüz gibi etrafı inceleme isteğimi bastırıp usulca koltuğun köşesine oturdum.
“Bir şey içer misiniz?” diye sordu Nazenin. Paspas'ı kucağıma sabitledim. Pars'ın ayaklarının dibinden sonra bir de güzelim eve işemesini istemezdim.
Nazenin'in yüzünde tam olarak ne hissettiğini anlamamı sağlayacak bir ifade yoktu. Ne soğuk, ne sıcak… Dengeyi iyi tutturmuştu. Ben de gülümsedim, çünkü her ne kadar içimden onu tartmak geçse de şimdilik iyi geçinmek daha mantıklıydı.
“Hemen çıkıcam güzelim. Ofiste gazının ve sinirinin alınması gereken bir öfke topu bıraktım.”
“Konu Pars abimle ilgili o zaman,” diyen kadın nokta atışı yaptı.
“Nasıl da biliyor,” dedim tebrik ederek. “Ailenin sorun çıkaranı o değil mi?”
Sarp gülerek başını iki yana salladı ve karısına döndü. Olan biteni karısına anlatırken yorgunlukla iç çektim.
Birkaç saat önce kim olduğumu bile bilmeyen bir adamın şimdi evinde, ailesinin arasında oturuyordum. Kendi kendime buradan canlı çıkıp çıkamayacağımı düşünüyordum.
Nazenin tüm olan biteni dinledikten sonra gülmeye başladı. “Karma sonunda Pars abimi bulmuş bence,” derken hala gülüyordu.
Aslında resmen ağlanacak halime gülüyorlardı.
“Size de eğlence çıktı,” dedim huysuz bir sesle. “Abin beni ve kedimi öldürmenin planlarını yapmıyorsa bana da Leyla demesinler.”
Sarp ayağa kalktı. “Siz iki elti takılın. Akşama hep birlikte yemek yer, ne yapacağımızı konuşuruz. Önce abimi halledeyim.”
“Akşama istediğin özel bir yemek var mı?” diye sordu Nazenin.
Sarp, karısı ilanı aşk etmişçesine melül melül baktı. Onları izlerken sahte kocamın bana bir kez bile böyle bakmadığını hatırladım. Adamın en başından beri derdi beni dolandırmakmış zaten. Ne diye bakacaktı?
Hoş, beni altına almaktan pek şikayetçi de olmamıştı orospu çocuğu!
“Sen ne istersen yap. Ben hepsini yerim,” derken içine karısını yemeyi de dahil ettiğine epeyce emindim.
Sarp, karısının yanakları kızarınca sırıtıp göz kırparak kapıya yöneldi.
Sarp kapıdan çıktıktan ve Nazenin onun gidişini bir süre izledikten sonra, “abisini halledebilecek mi sence?” diye sordum. Sonuçta Pars’ı benden daha iyi tanıyordu.
“Pars abimi bir şeylere ikna edebilen üç insan var bu hayatta. Annesi, Sarp ve Laden!”
İlk iki isimden çok son isme takıldım. Laden de kimdi? Sevgilisi falan mı vardı yoksa!
“Laden kim?”
Nazenin'in dudakları iki yanına kıvrıldı. Böyle de meraklıydım işte. Hislerimi saklamazdım. Ne var yani? Sonuçta adam sahte de olsa kocamız oluyordu.
“Kuzeni ama kız kardeşi olsa anca bu kadar olurlar,” dedi.
İyi bari, bir de başıma sevgili belası musallat olmayacaktı. Sonra sevgilisi olup olmadığından emin olmadığımı fark ederek sordum.
“Sevgilisi var mı?”
“Bildiğim kadarıyla yok.” Bu eksik bir cevaptı bence.
“Olsa bilirdin ama sanırım, di mi?”
“Emin değilim,” derken alt dudağını sarkıttı. “Bilirdik herhalde,” diye devam etti emin olmayarak. “Abimle bugün tanışmış birine göre fazla meraklısın,” derken imayla güldü.
“Kocam sonuçta,” dedim kendimi savunarak.
“Sahte,” dedi alaycı bir sesle.
Herkes de salaklığımı yüzüme vurmaktan zevk alıyor gibi davranıyordu arkadaş.
“Gerçek olur belki,” dedi göz kırparak.
Pars ile ben mi? Adam beni bulduğu yerde bir kaşık suda boğacaktı be!
“Gel kahve yapalım. Kediyi de bırak artık elinden. Biraz daha sıkarsan ölecek zavallı.”
Bakışlarımı Paspas’a çevirdim.
“Abinin ayakkabısına işedi. Senin de evine işemesin diye tutuyorum. Evi yok yavrumun. Otelden çıkarken hıyarın biri çarpınca kırıldı.”
Nazenin yeniden güldü. “Çok tatlısın,” dedi mutfağa doğru yürürken. Tabi ya, kaymak hibi kadındım! “Abimin o halini görmek isterdim. Delirmiştir kesin.”
“Çıldırdı,” dedim kucağımda Paspas ile mutfağa girdiğim sırada. Pars'ın öfkesi aklıma gelince söylendim. “Kesinlikle öfke sorunu var.”
O kahveleri yaparken ben de bir köşeye oturdum. Hala Paspas'ı bırakma konusunda emin değildim. Evin her bir yeri servet değerindeydi arkadaş. Beş milyonu katlamak istemezdim.
“Çıldırmıştır eminim.”
Beni nasıl böyle hemen kabul etmişlerdi aklım almıyordu. Bir abim yoktu ama eğer olsaydı ve kadının biri çıkıp onunla evli olduğunu söyleseydi, bu kadar doğal karşılamazdım herhalde.
“Anlamadığım bir şey var. Pars dışında hepiniz, sanki çok normal bir şekilde ortaya çıkmışım gibi davranıyorsunuz. Yani bence en doğal tepkiyi o veriyor. Siz niye böyle aylardır aranan gelinmişim gibi davranıyorsunuz?”
“Belki de öylesindir,” derken kıkırdadı. “Sen asıl annemle tanıştığında neler olacak gör.”
Sesi heyecanlı çıkıyordu. Pars'ın annesini bir an için merak etsem de çabucak normale döndüm.
Anasıyla falan tanışmak gibi bir niyetim yoktu. Zaten Pars da benimle evli kalmaya meraklı biri gibi durmuyordu.
***
Nazenin ile kahve içip bir süre sohbet ettikten sonra duş alıp üstümü değiştirmek için Pars'ın evine geçtim.
Üç gündür sıcak suyu akmayan otelde konakladıktan sonra kokmuştum kesinlikle. Yemek öncesi insana dönmek ve biraz da tek başıma kalıp olanları düşünmek için harika bir fırsattı.
Nazenin ketum bir kadındı. Benimle hoş bir sohbet gerçekleştirmiş olsa da çok fazla detay vermemesi gözümden kaçmamıştı.
Sarp bile karısından daha cana yakın duruyordu. Nazenin ise abisini korumak ister gibi davranmıştı. Sanki Sarp damat, Nazenin evin kızıydı.
Kapıyı açıp, valizimi peşim sıra çekiştirerek içeriye girdim. İçeriye adım atmamla yanan ışıklar kısa bir an ödümü kopardı.
“Evi akıllı ama kendisi için aynı şeyi söyleyemicem,” dedim damağımı çekerken.
Nazenin güvenlikte bekleyen adama kedi evi aldırmıştı. Paspas şimdilik güvendeydi. Onu Pars'ın evine sokmaya cesaret edememiş, Nazenin'in yanında bırakmıştım.
Hava zaten kararmaya başlamıştı. Üç kardeşin gelmesinin uzun sürmeyeceğini bildiğimden evi gezme merakımı sonraya bıraktım.
Hem ev akıllı olduğuna göre bence, benim göremediğim bir yerlerde kamera olma ihtimali de yüksekti.
Oturma odasına şöyle bir göz atıp koridor kısmına yöneldim. En uçtaki odanın yatak odası olduğunu tahmin ederek oraya doğru adımladım.
Maşallah bana! Doğru tahmin etmiştim.
Odadan içeriye bir adım attım. Beni tıpkı kendisi gibi siyah ve soğuk bir oda karşılayacak diye düşünmüştüm ama yanılmıştım. Lacivert ve gümüş rengin hakim olduğu seçkin bir tarzı yansıtan bir odanın içindeydim.
Yatağın tam karşısındaki duvarda asılı olan erotik tablo, ağzımın beş karış açılmasına neden oldu.
Gözlerim, karanlıkla aydınlığın keskin sınırında gezinen tabloda uzunca oyalandı. Siyahın gölgelerinde saklanan kıvrımlar, beyazın vurguladığı hatlarla birleşiyordu.
Kadının bedeni, ışığın düştüğü yerlerde yumuşak, gölgelerin örttüğü yerlerde gizemli bir his yaratıyordu. Vay canına! Bu tabloda edepli hiçbir şey yoktu.
Omuzlarından aşağı süzülen ince çizgiler, belinde belirginleşip kalçalarında karanlığa karışıyormuş gibi resmedilmişti. Göğüsleri hafifçe aydınlanmış, dudakları gölgelerin içinde kaybolmuştu. Hareket etmese bile, bedeninin içinde saklı bir kıvılcım, duruşunda tensel bir davet, varlığında ihtiraslı bir sessizlik vardı.
İlk bakışta basit gibi görünüyordu ama detaylarına indikçe, içindeki tutkuyu ve hareketi tamamıyla hissettiriyordu. Ne tam anlamıyla çıplaktı ne de tam anlamıyla gizlenmiş. Her şey ortada gibi durmasına rağmen yine de içinde bir sır, gizli bir vaat saklıyor gibiydi.
Kendimi, daha bugün tanıştığım adamın en özel sırlarına vakıf olmuş gibi hissetmem normal miydi bilmiyorum ama girdiğim oda beni resmen cinselliğe davet ediyor gibiydi.
Kimileri cinsellik için devasa aynalar kullanırdı, kimi gizli arzularını kamçılayan aksesuarlar. Pars denen öfke topu, bunu tek bir tabloyla başarmış gibiydi.
Bakışlarımı tablodan çekip yutkundum. Valizi odanın ortasında bırakıp açtım ve içinden kendime ait havluyu çıkarıp odanın köşesindeki kapıya yöneldim. Hızlı olmam lazımdı. Başka banyo varsa da aramakla uğraşmayacaktım. Beş dakika yıkanıp çıkardım zaten.
Soyunup kendimi suya attım. Beş dakika olarak düşündüğüm banyo on beş dakika sürmüştü. Ne zaman kendimi suyun altından bir kenara atsam su anında kesiliyordu. Ben muslukla uğraşırken yeniden akmaya başlıyordu. Suyun hareketleri algılayıp kendi kendine kapandığını anlamam üçüncü seferde olunca haliyle duş işim uzamıştı.
Havlumu göğsümün üzerinde tutuşturup odaya girdim. Benim banyo kapısını açmamla, odanın kapısının açılması bir oldu.
Kısacık bir an donup kaldım. Pars'ın öfkeyle harmanlanmış ilgili bakışları üzerimde gezinirken hızlıca kendime geldim. Anında valizime doğru bir adım attım. Ortalığı utangaçlık kisvesine bulayacak değildim. Sırtını dönüp odadan çıkması gereken oydu. Ben daha önce gelmiştim sonuçta.
“Kısa bir duş almak istedim. Otelde sıcak su yoktu,” diye gelişigüzel bir açıklama yaptım. Çıkmak gibi bir niyeti yoktu değil mi?
“Koridorda da banyo vardı. Misafir odasında da… Benim odamı özellikle mi seçtin?”
“Banyonda fantezi yapmadım. Duş aldım, çıktım."
Valizden aldığım iç çamaşırına bir de dikilip duran Pars'a baktım. Hala çıkmak gibi bir niyeti var gibi görünmüyordu. Pekala, kendi bilirdi.
Havluyu çıkarmadan hızlıca iç çamaşırımı üzerime geçirdim. Ona sırtımı dönüp pratik hareketlerle sütyenimi taktıktan sonra valizin içinden bir elbise alıp, valizin ağzını kapattım ve havluyu da kurusun diye valizin üzerine açık bir şekilde serdim. İç çamaşırlarımla ona görsel bir ziyafet sunmuş olabilirim.
“Sanırım sahnede şarkı söylerken ayrıca soyunuyorsun. Bu kadar rahat davrandığına göre!”
Sonunda laf sokmayı akıl edebilmişti. Aferin ona!
“Havlu ile olduğumu, kıyafet seçtiğimi görmene rağmen odadan çıkmamayı tercih eden sensin. Şimdi bana namuslu adamı oynama!”
“Elbiseni giy artık bir zahmet. Yeterince gördüm.” Gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Elbisemi üzerime geçirdim. Benim de sırtımı dönmem gerekirdi belki ama dönmedim. Bana ne o da dönmemişti.
“Eminim daha önce de çok görmüşsündür.”
“Rahatlığa bak,” diye söylenip, “çıkmıyor musun?” diye ekledi asabi bir sesle.
“Daha önce görmediğim bir şey değil!”
“İyi!” Atletini de çıkarıp gömleğinin yanına fırlattı.
‘Yutkunma!’ dedim kendi kendime. Şu an tamamen fikrimi değiştirmiştim. Çıplak vücut elbette görmüştüm. Dergiler, sosyal medya, TV sağolsun hayal gücüne yer bırakmıyordu. Ama bu kadar iyisini de yakından görmemiştim.
“Salyalarını sil,” dedi tek kaşını kaldırıp. Dolaba yanaşıp kapağını açtı ve içinden bir tişört çıkardı.
Ben zemine yayılmaya hevesli bir dondurmaya dönmüşken, onun hiç etkilenmiş olmaması sinir bozucu değilse neydi?
“Görmediğim bir şey değil diyordun, ne oldu?” diye sordu dibime kadar girip.
“Bu kadar iyisini canlı gözle görmemiştim,” dememle içimden kendime bir küfür savurdum.
Suratında kendini beğenmiş bir sırıtma oldu.
“Keşke aynı şeyleri söyleyebilseydim,” dedi alaycı bir sesle. “Çok daha iyilerini gördüğüm olmuştu.”
Arsız küstah köpek! Beni saniyesinde yerin dibine sokmayı nasıl başarmıştı? O lafları ben sana yedirmezmiydim!