1.Bölüm-Köy Anıları✓
Çakıl taşlı yolda valizinin sapından tutmuş köye doğru yürürken bir yandan da kendine kızıyordu İsra. Bir kaç hafta kalacağı tatil için yanına epey bir kıyafet almış valizi ağzına kadar doldurmuştu. Tekerlekler bile doğru düzgün gitmiyordu ağırlıktan. Hava ise sanki cehennem sıcağı gibi düştüğü yeri yakıyordu. Haziran ayının sıcağında hangi cesaret ile ilçeden köye yürümeye kalktığını sorguluyordu o anlarda. Sırılsıklam ter içinde kalınca artık daha fazla dayanamadı. Soluklanıp dinlenmek için bir ağacın altına geçti. Büyükçe bir taş görünce hiç düşünmeden oturdu. Sırtını ağaca yaslayıp valizi yanına çekti ve gözlerini kapattı. Böyle sıcak havalarda güneş çarpınca tansiyonu düşüyor, nefesi hızlanıyordu. Gözlerini kapatıp bir süre vücudunu dinlendirdi. Ne kadar süre öyle kaldığını bilmiyordu ama uzaktan motor sesi geldiğini duyunca gözlerini araladı. Kısık gözlerle yolun sonundan gelen traktöre bakıp oturuşunu düzeltti.
Traktör yanına geldiğinde yavaşça durdu tam önünde. Traktörü kullanan bir genç ve yanı başında oturan iki genci görünce bir an korktu. Fakat bunu belli etmemeyi tercih etti. Önünde duran traktörden inen gençlerden bir tanesi tam karşısında dikildi.
-"Yardım lazım mı kardeşim." Çocuğun sorusu karşısında başını aşağı yukarı salladı.
-"Evet." Önce ayağının ucundaki valize ardından İsra'ya baktı.
-"Nereye gidiyorsun?" Dudaklarını büzdü.
-"Köye gidiyorum da ben." Çocuğun kaşları çatıldı.
-"Niye taksiyle gitmedin. Hava çok sıcak. O kadar yol yürünür mü?" İsra'nın yüzü asıldı.
-"Taksi yolda arıza yaptı da mecburen köye yürümek zorunda kaldım." Çocuğun yüz ifadesi yumuşadı.
-"He o yüzden. Ee peki kimlerdensin sen?" İsra önce tereddüt etti. Tanımadığı üç erkekle karşı karşıyaydı çünkü. Ama sonra ne olduysa içinden söylemek geldi. Sonuçta çocukluğu bu köyde geçmişti. Herkeste birbirini tanırdı.
-"Ben Kuşçuların Bekir'in torunuyum." Karşısındaki çocuk kocaman gülümsedi.
-"Sen yoksa İsra mısın?" İsra da gülümsedi.
-"Evet de kusura bakmayın ben sizi hatırlamadım." Traktörü kullanan adam bir şeyler homurdanınca İsra ona baktı.
-"Anlamadım. Bir şey mi dediniz?" Traktörü kullanan genç önüne dönünce onun yanındaki genç ile karşısındaki konuşan genç güldü.
-"Yok bir şey kardeşim. O öyle bazen kendi kendine konuşur. Sen gel. Yolumuz bir. Aynı köye gidiyoruz. Sen bizi unutmuş olabilirsin belki ama biz seni tanıyoruz. Çocukken az oynamadık. Az elma çalmadık milletin bahçesinden." İsra'nın aklına bölük pörçük geldi o anılar.
-"Hatırlıyor gibiyim ama."
-"Sen gel. Daha çok vakit var hatırlarsın elbet." Genç adamın eliyle gösterdiği traktörün römorkuna bindi. (Römork: traktörün yük taşımak için kullandığı kasa.)
O bindikten sonra genç adam İsra'nın bavulunu da alıp yanına koydu. Ardından herkes bindikten sonra traktörü kullanan gencin kaşlarını çatarak çalıştırdığını görse de bir şey demedi. Belli ki kendisini istememişti. Fakat yanındaki adam ısrar edince mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı.
Beş dakikalık bir yolculuğun ardından köyün meydanına geldiklerinde römorkten atlayıp bavulunu da çekerek aldı. O genç adamın gülen bir ifade ile kendisine baktığını görünce kendi de güldü.
-"Teşekkür ederim."
-"Rica ederim." Ardından eğilip traktörü kullanan kişiye baktı.
-"Sana da teşekkür ederim her ne kadar traktöründe istemesen de buraya kadar gelmeme izin verdiğin için. Sağol." Ve ardından cevap beklemeden uzaklaştı.
Meydanın oradan yürüyerek eve doğru yürüdüğünde gözü gayriihtiyarı karşılarında olan beyaz eve takıldı. Küçüklüğünde annesine söylediği cümleyi anımsadı.
-"Anne ben böyle beyaz köşkte oturmak istiyorum evlenince." Bu cümleyi annesine kurduğunda daha yedi yaşındaydı. Yüzünde kırık bir gülümseme oluştu. Evi her gördüğünde köşke benzetirdi. Köyün gelinlik gibi parlayan bir tek evi burasıydı çünkü. En son köye yedi yaşında gelmişti. Ama hala tıpkı o zamanlardaki gibi duruyordu bu ev.
Gülümseyerek evlerine doğru yürüdü. Bahçe kapısını açıp içeri girdiğinde köşede duran o salıncağa gözü kaydı. Yazları annesiyle beraber gelince canı sıkılıyor diye dedesi yapmıştı onu. Küçüktü en son geldiğinde. Ama şimdi o salıncak kocaman olmuştu. Hatta bahçenin bir köşesine de bahçe salıncağı alınmış önüne de bir sehpa ve koltuk takımı alınmıştı. Valizini bahçenin ortasında bırakıp kahverengi yıpranmış kapının tokmağını sımsıkı kavrayıp iki defa vurdu. Bir süre bekledi ama açan kimse olmadı. Tekrar çaldı. Yine açmadılar. Telefonun şarjı bittiği için annesini de arayamıyordu. Umutsuzca salıncağa oturdu ve kendi kendine salladı. Ondan da canı sıkılınca valizi bir köşeye çekti ve bahçeden çıktı. Köyün içine doğru yürüdüğünde fırının orada ekmek yapan kadınları gördü. Hepsinin ellerinde sini, üstünede serilmiş sofra bezleri, bellerine koymuş sıra bekliyorlardı. Küçüklüğünden birkaç parça gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Bir kızla beraber orada arta kalan hamurları birleştirip ekmek yapıyor gibi fırına atıyorlar, oyun oynuyorlardı. Sonra bir kare daha geldi gözünün önüne. Onlar orada oynarken yanlarına gelen dört erkek çocuğunu. Anlaşamadığı, saçları üç numara kesilmiş, boynunda ben olan bir çocuk. Onu ittiğini hatırlıyordu. Onun yüzünden alnının sol tarafında kocaman bir yarık oluşmuştu. Dedesi ve annesi hastaneye götürdüğünde ortalığı birbirine katmıştı İsra. Canının acısından ağlaması bir yana doktor iğne yapmış bir de üstüne alnına dikiş atacağını söylemişti. Kaçmak için ne kadar çabalasa da sonunda o dikiş atılmış iğne vurulmuş ve eve getirilmişti. Eli alnına gitti İsra'nın.
-"Seni bir bulayım bu defa ben senin kafanı kıracağım benekli." Normalde kindar bir insan değildi İsra. Ama o gün çok canı yandığı için unutamıyordu. Gerçi şimdi görse tanımazdı o ayrı bir meseleydi. Neden bu mesele aklına geldi onu da bilmiyordu. Başını iki yana sallayarak ekmek pişiren kadınların yanına gitti.
-"Kolay gelsin." Kadınlar başını çevirip ona baktı. Hepsinin yüzünde gülümseme vardı. Bir tanesi hemen yanına geldi.
-"Sen kimlerdensin yavrum." İsra hemen ilerideki evi gösterdi.
-"Ben Kuşçuların Bekir'in torunuyum." Kadının yüzü aydınlandı. Gülümsemesi kocaman oldu.
-"Yoksa sen Sümeyye'nin kızı mısın?" Gülümseyerek başını salladı ve kadını onayladı.
-"Evet onun kızıyım. Geldim ama bizimkiler evde yok." Kadının yüzü gölgelendi.
-"Yavrum senin haberin yok mu? Sizinkiler ailecek karşı köydeki akrabanızın düğününe gittiler." İsra'nın yüzü buruştu.
-"Yaaa. Öyle mi? Ben onlara haber vermemiştim geleceğimi. Sürpriz yapacaktım. Ne zaman gittiler peki?" Kadının yüzünü düşünceli bir ifadeye büründü.
-"Daha yeni gittiler kızım. Akşam gelirler ancak." İsra derin bir nefes alıp verdi.
-"Ne yapalım bekleyeceğiz artık." Tam geri dönüp gidecekken kadın kolundan tuttu.
-"Olur mu hiç öyle şey. Akşama kadar dışarıda beklenir mi? Gel bize." Sonra kadın arkasında kalan onun çok beğendiği beyaz köşkü gösterdi.
-"Bizim ev şuracıkta. Gel bizde otur bekle." İsra önce beyaz eve ardından kadına baktı. Küçükken o eve girip çıktığını anımsadı sonra kadının yüzünü bölük börcük hatırladı.
-"Bir kızınız var mı?" Kadın başını salladı.
-"Evet. Beraber çok oynardınız?" Anılar zihnini işgal etmeye başlamıştı ama net değildi. Buğulu bir camdan dışarıyı izlemeye çalışmak gibiydi o kareler.
-"Hatırlıyor gibiyim. Hatta sizin yüzünüzüde hatırlıyor gibiyim." Kadın gülümsedi.
-"Hatırlarsın elbet yavrum. Az girip çıkmadın o eve. Bizim kızla çamurdan hamurlar mı yapmadınız. Dağ bayırlar mı gezmediniz."
-"Adınız neydi?" Onun resmi hitaplarına karşı yüzü teessüf edercesine gerildi.
-"Şerife. Öyle siz biz demene de gerek yok kızım. Şerife teyze desen yeter." Sonra birden bir aydınlanma yaşadı.
-"Şerife teyze bana da süt ver bana da." İsra'nın tekrar ettiği sözler üzerine Şerife hanım güldü.
-"Hatırladın mı?" İsra yanına gidip ona sarıldı.
-"Hatırladım hatırladım. Az peşinde dolanıp ekmeğini almadım. İneklerden sağdığın sütü pişirip içirmedin bana Şerife teyze." Şerife hanım sarıldı, yanaklarından öptü.
-"Helali hoş olsun kızım. Hadi gel bize geçelim. Sizinkiler gelince geçersin evinize." İsra Şerife hanımı onayladı ve onun peşine takılıp beyaz köşke doğru yürüdü.
Demir kapının önüne geldiklerinde Şerife hanım kapıyı açıp ona yol verdi. Kapıdan bahçeye adımını attığında küçüklüğündeki o hayran bakışları hala yerli yerindeydi.
-"Hala aynı." Sesli tekrar ettiği o cümle karşısında Şerife hanım güldü.
-"Hiç değişmedi hala küçüklüğündeki gibi."
-"Valla küçükken göz dikmiştim evinize Şerife teyze. Hala gözüm evinizde haberin olsun." Bu defa Şerife hanım kahkaha attı.
-"İlahi deli kız." Sonra kahkahası tebessüme döndü.
-"Gel yavrum. Bu ev senin de evin. Ne zaman istersen gel kapım her zaman açık sana." Sonrasında ikili eve girdiklerinde İsra salona geçti. Odayı İzmir'deki kendi evlerine benzetti. Modern bir şekilde dizayn edilmişti. Kendini kahverengi yumuşak koltuğun üzerine bıraktığında yüzünde engel olamadığı bir gülümseme oluştu. Dün geceden beri doğru düzgün bir şekilde bırak yatmayı oturamamıştı bile. O bu mutluluğu yaşarken Şerife hanım hemen mutfağa geçti. Yeni pişirdiği ekmeği bir siniye koyup yanına dolaptaki soğuk vişne suyunu, üzümü, bahçesinden topladığı böğürtleni bir tabağa koyup siniye yerleştirdi. Oturma odasına girdiğinde İsra'yı elinde telefonla uğraşırken beklemiyordu.
-"Soluklan biraz kızım. Sonra bakarsın telefonuna." Şerife hanımın onu yanlış anladığını görünce kendini açıklama ihtiyacı duydu.
-"Şarjım bitti Şerife teyze onunla uğraşıyorum. Şarj aletim de valizde kaldı." Şerife hanım onun elindeki telefona baktı.
-"Dur dur bizim oğlanın telefon şarjı evdeydi. Ben onunkini getireyim bir bakalım oluyor mu?" Şerife hanım bir koşu gidip oğlunun şarjını getirdiğinde İsra'nın gözünden kalpler çıkacaktı resmen.
-"Aaa evet vallahi de bu." Şarjı takıp telefonun açılmasını beklerken o sırada önündeki sininin içindekileri iştahla yiyordu. Soğuk vişne suyu midesini serinleterek inerken şuan İsra'dan mutlusu yoktu. Şarjı doluyordu, karnı doyuyordu. Daha ne isterdi ki.
Yemekleri yedikten sonra telefonu şarjdan çıkarmak için prize yanaştı. Telefonu çıkarıp şarj aletini bir köşeye bırakırken kenarındaki İ.G harflerine takıldı gözleri. Mavi tükenmez kalem ile kazınmıştı. İsra hemen elindeki başkasına ait olan eşyayı bir köşeye bıraktı. Telefonu açtığı gibi hemen mesajlar gelmeye başladı.
Gelen Mesaj: Hayatım;
-"Aşkım neredesin sen? Saatlerdir telefonun da kapalı merak ediyorum."
-"Hala kapalı telefonun?"
-"İsra seni merak ediyorum. Bana geri dön hemen." Ve daha bir sürü mesaj. İsra hemen son aramalardan onu aradı. Telefon üçüncü çalışta açılmıştı.
-"Bebeğim." Sevgilisinin soluk soluğa gelen sesine karşı İsra'nın ses tonu sakindi.
-"Canım." Hafif kızgın ses tonunu işitti.
-"Neredesin sen? Saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum." Tatlı tatlı gülümsedi.
-"Ben memlekete geldim annemi ziyarete."
-"Annen İzmir'de değil mi neden memlekete gittin?" O görebilecek gibi başını salladı İsra.
-"Ailesini ziyarete geldi. Bizimkiler hep burada. Bende onlara sürpriz yaptım." Ses tonu yumuşamış ve nefesi düzene girmişti.
-"Aa öyle mi iyi yapmışsın." Aklına takılan detayı zordu hemen İsra.
-"Bu arada sen niye soluk soluğa kaldın öyle sanki kilometrelerce koşmuş gibi."
-"Spordayım güzelim. Bandın üzerinde hem koşup hem de seninle konuşuyorum. Bak nasıl maharetli sevgilin var." İsra güldü.
-"MaşaAllah on parmağında on marifet bir sevgilim var. Yemek yapabiliyor, ev temizliyor, spor yapıyor. Çok şanslıyım."
-"Bence de çok şanslısın. Ne zaman geri döneceksin peki?" Düşünceyle mırıldandı.
-"Bir hafta sonra." Sevgilisinin aşk dolu sesini duydu ve yüzündeki o gülüş daha da genişledi İsra'nın.
-"Şimdiden çok özledim seni." Dudaklarını ısırdı.
-"Bende."
-"Gelirken haber ver seni almaya geleyim yollarda otobüsle taksiyle uğraşma şimdi bitanem."
-"Tamam canım. Seni tutmayayım sporuna devam et sen. Sonra konuşuruz."
-"Seni seviyorum." İsra'nın gözleri parladı adeta.
-"Bende seni seviyorum hayatım." Telefonu kapattıklarında İsra tekrar şarja taktı telefonu. Camın önüne geldi. Önündeki uçsuz bucaksız tarlalara baktı. Zamanında bu tarlalarda az koşmamıştı. Bahçelere dalıp elmalar çilekler yemişti. Bölük pörcük anıları hatırlarken yüzünde bir tebessüm oluştu.
Saatler ilerlerken karanlık, köyün üzerine çökmüş İsra'ya sıkıntı basmıştı. Her ne kadar çocukluğunu bilen bir kadının evinde olsa da rahat edemiyordu kendi evi gibi. Sonunda oturma odasından çıkıp mutfağa geçti. Şerife teyze ocağın başında tencere karıştırıyordu.
-"Şerife Teyze." Kadıncağız anında arkasını döndü.
-"He kızım." Utana sıkıla derdini sonunda söyledi.
-"Ben artık gideyim." Şerife teyze önündeki önlüğe elini sildi aceleyle.
-"Geldi mi sizinkiler?" Başını iki yana salladı İsra.
-"Yok camdan baktım ışık yanmıyor. Aradım, annemin telefonuna da ulaşılamıyor. Ben eve geçeyim." Şerife teyzenin kaşları havalandı inanamazca.
-"Kızım kimsenin olmadığı evde tek başına ne yapacaksın. Hem karanlık çöktü. Tek başına gidemezsin."
-"Bir şey olmaz. Hem zaten karşı tarafta ev. Hemencecik giderim." Şerife teyze inatla başını iki yana salladı kati suretle.
-"Kesinlikle olmaz. Tek başına kalmana gönlüm razı olmaz. Aklım kalır yavrum."
-"Olur olur. Hem valizimde bahçede kaldı. Kaybolur." Diye bir bahane sunduğunda kadını ikna etmeyi umdu. Ama umduğunu bulamadı.
-"Benim oğlan valizini alır getirir. Sen kal burada." İtiraz etmek için ağzını açtı.
-"Ama-." Ama sözleri kesildi bıçak gibi.
-"Aması falan yok. Seni o evde bir başına yatırırsam Sümeyye bana ne der. Kesinlikle olmaz." Ve sonuç olarak oturma odasında oturmuş valizinin gelmesini bekliyordu. O sırada Şerife hanımda oğlunu aramıştı.
-"Efendim anne." Hiç uzatmadan konuya girdi Şerife hanım.
-"Oğlum bekir dedenin bahçesine git. Valiz olacak orada bir yerde. Onu al getir." İlker anlamamıştı. Kaşları çatıldı.
-"Ne diyorsun anacığım ya. Niye bekir dedenin bahçesine gidip valiz alıyorum." Şerife hanım derin bir nefes aldı.
-"Torunu gelmiş oğlum. Evde de kimse yok. Kızcağız tek başına kalmasın. Bu gece misafirimiz. Valizi bahçede kalmış. Git alıp getiriver. Hadi oğlum." İlker hayretle telefonu kapatırken yanında olan kuzenleri ve arkadaşları ona merakla baktılar. Amca oğulları Burak, Ceyhun Tolga ve köyden arkadaşları Ümit ile Ünal ondan bir cevap bekliyorlardı.
-"Bizim reis Bekir dedenin bahçesine gidip torununun valizini bizim eve götürmemi istiyor." Hepsi şokla ona baktı.
-"O ne alaka oğlum." Ceyhun'ın sorusu üzerine İlker sinirle yerinden kalktı.
-"Bir bilsem." Hepsi arkasından gülerken İlker paşa paşa bahçeye gidip valizi aldı ve kendi evlerine bırakıp tekrar arkadaşlarının yanına döndü. İsra Şerife teyzenin odaya getirdiği valizi görünce içinden kendine sövdü.
-"Bizimkilerden habersiz gelip sürpriz yapan kafama tüküreyim ben." Ve sonuç olarak kızlarının odasındaki yatakta yatıyordu İsra. Hiç böyle olacağını tahmin etmemişti. O bu geceyi ailesiyle beraber evlerinde geçirmeyi planlıyordu. Annesini özlemişti. Babasını, dedesini, kuzenlerini... Sıkıntıyla iç geçirirken aşağıdan bahçe kapısının açılıp kapanma sesini duydu. Uyku tutmuyordu zaten. Yerinden kalkıp camın önüne geçti. Demir kapının orada bir karartı vardı. Başı önde yürüyen bir erkek silüeti. Hızla geçip evin kapısına yöneldiğinde İsra gözlerini kendi evine dikti. Bu gece kadar şanssız bir gece yaşamamıştı hayatında.
Sonunda uyuyup kaldığında birden ansızın horoz sesiyle uyandı. Sıçrayarak yatağın içinde doğrulduğunda önce nerede olduğunu anlayamadı. Sonra gözleri açılmaya başlayınca etrafına bakındı ve nerede olduğunu hatırladı. Hızla yataktan kalkıp üzerini giyindi. O sırada ise odayı inceliyordu. Gözü yatağın hemen karşısındaki kitaplığa kaydı. Alabildiğine roman kitapları vardı. Tarihten tut da dini, romantik, bilim kurgu ve tefsir kitapları. Sonra kıyafet dolabına takıldı gözleri. Oldukça modern bir tarzda mobilyalar vardı. Demek çocukluk arkadaşı çok zevkli bir kızdı.
Kıyafetlerini katlayıp bavulunun içine yerleştirdi. Saat 09:15 geçiyordu. İsra onların uyandıklarını düşünerek odadan çıktı. Önce lavaboya girdi. Elini yüzünü yıkayıp kuruladıktan sonra tam banyonun kapı kolunu tutmuş açacaktı ki dışarıdan birinin gürültüyle kapıyı itmesi onun için oldukça sarsıcı olmuştu. Alnının tam ortasına çarpan kapı ile önce başı hafiften dönmeye başlamış ve ardından gözleri kapanarak kendini boşluğa bırakmıştı. En son düşerken sert beton fayans yerine hafifçe birinin kollarına düştüğünü hissetmişti. Gerisi karanlık...
Gözlerini aralamaya başladığında baş ucunda Şerife teyzeyi gördü.
-"Yavrum iyi misin sen?" Yüzünü acıyla buruşturdu.
-"Değilim ne oldu bana." Kadının mahçup bakışlarını görünce kaşları merakla havalandı.
-"Bizim deli oğlan banyoya girecekmiş kapıyı sert şekilde açmış senin olduğunu bilmeden. Kapıyı açarken senin başına çarpınca bayılıp kalmışsın." İsra yüzünü buruşturdu. Canı çok acıyordu. Yerinden doğruldu.
-"Ben bir lavaboya gireyim elimi yüzümü yıkayayım." Şerife teyze onun kolundan tutup doğrulmasına yardım etti. Onu lavabo girişine kadar götürdükten sonra İsra kapıyı ardından kapatıp hemen suyu açtı. Elini yüzünü yıkadıkça kendini daha refahlamış hissediyordu. Suyu kapatıp doğrulduğu anda aynada kendini gördü. Az kalsın çığlık atacaktı son anda elini ağzına bastırıp çığlığını susturdu. Dikiş izinin olduğu yerde kocaman bir morluk vardı. Ve dokunduğu anda da canı yanıyordu. Elini çekip aynada kendine baktı.
-"Sabaha kadar dayak yemiş gibiyim." Lavabodan hızlıca çıkıp odaya girdiğinde Şerife teyzesi ona üzgün gözlerle baktı.
-"Kızım kusura bakma. Bizim oğlan bilse yapmazdı inan ki." Onun o haline üzüldü.
-"Sorun değil Şerife teyze. Bile isteye olmadı ya. İnsanlık hali bu. Geçer hem." Şerife teyze ile kahvaltı yaptıktan sonra kendi evlerine geçti İsra. Kapı kapalı, evde hala kimse yoktu. Bavulunu yine dünkü gibi bir köşeye bırakıp geniş salıncağa yattı. Üzerindeki şemsiyesi sayesinde sıcaktan korunuyordu. Ne kadar süre öyle kaldı bilmiyordu ama temiz havadan ve salıncağın etkisinden gözleri çoktan kapanmıştı. Bir gürültüyle gözleri açıldı. Salıncaktan doğrulup etrafına bakarken duvarın köşesindeki ağacın üstüne çıkıp erik yiyen beş delikanlıyı görünce gözleri kısıldı. Anlaşılan gençler onları görmemişti.
-"İnsanların bahçesine izinsiz girmemelisiniz." Gençler arkasını döndüğünde İsra biraz şaşkınlık yaşadı. Zira bunlardan üçü dün kendisini traktöre alıp köye kadar getiren gençlerdi. Onunla konuşan genç gülümseyerek yanına geldi.
-"Seninle çok girmiştik ama." İsra güldü.
-"Zihnimde parça parça anılar var ama."
-"Alnının ortasına dikiş atıldığını unuttun mu yoksa?" Küskünce dudakları büzüldü İsra'nın.
-"Onu unutur muyum? O çocuğu bir bulsam göstereceğim gününü." Onun arkasındaki çocuk homurdanarak önüne dönünce İsra gözlerini devirdi.
-"Bu asabi adam kim? Dünden beri benden nefret ediyor gibi davranıyor." Güldü.
-"O öyledir takılma sen. Asabi biraz." Elini uzattı.
-"Bu arada ben Ceyhun." Sonra diğerleri ile tanıştı.
-"Burak, Tolga Ünal, Ümit." İsra onların arkalarında kalan genç adama baktı. Ama o oralı değildi. Ceyhun bunu fark etti.
-"O asabi de benim amca oğlu İlker." İsra pek önemsemedi.
-"İsmini bile söylemekten aciz bir insanla tanışmama gerek yok. Ve sizi de hatırlamadığım için kusura bakmayın. Hafızam pek iyi değildir." Sonra beklenmedik bir şey oldu.
-"Belli oluyor." Dedi konuşmanın başından beri onunla konuşmayan adam. İsra'nın gözleri kısıldı.
-"Efendim." İlker Ceyhun'a baktı.
-"Ben gidiyorum amca oğlu. Aşağıdaki derenin orada buluşuruz." Ve cevap beklemeden duvardan atlayıp uzaklaştı İlker. İsra ise şaşkınlık içerisindeydi.
-"Ne kadar ukala bir insan bu adam ya. Bu neydi böyle?" Ceyhun onun omzunu sıvazladı.
-"Boşver sen ona bakma. Dediğim gibi o biraz sinir küpüdür. Bu arada." Diyerek arkasında kalan ağaçlara baktı.
-"Burada kimse birbirinin bahçesine girip erik, elma yemek için izin istemez. Köy insanıyız biz. Birbirimizden bir şey sakınmayız. Dedelerimiz bize böyle öğretti. Bekir dedenin izni var. Canı çeken buyursun alsın helali hoş olsun der hep. Bizim bahçe içinde geçerli bu. Bir gün sende bizim bahçeye dalarsın ödeşiriz." Ceyhun göz kırptı.
-"Ne zamana kadar buradasın. Bizim kızlar seni görünce çok sevinecek." İsra yine dudaklarını büzdü.
-"Umarım onlarda sizin gibi beni anlayışla karşılar. Hepsini hatırlayamıyorum çünkü." Tolga kahkaha attı.
-"Kız sen görmeyeli baya bir unutkan olmuşsun. Oysaki bizim kızların arasında en cingöz olanı sendin. " İsra güldü. Kendisini bu kadar iyi tanımalarına şaşırıyordu.
-"Yaşlandık demek ki." Dudakları büzüldü bunu söylerken.
-"Sen bu hafızayla nasıl üniversitede bölüm ikincisi oldun." İsra gülümserken bir anda bu detay karşısında hafiften sorgulayıcı bakmaya başladı.
-"Siz nereden biliyorsunuz benim ikinci olduğumu ve üniversite okuduğumu?" Ceyhun güldü.
-"Sümeyye teyze annemlerle fırın başında ekmek pişirirken söylemiş. Annemde bize hep Sümeyye'nin kızı gibi çalışkan olun bakın kız ikinci olmuş diye hayıflanır durur." İsra mahçup oldu.
-"Estağfurullah. Bak annemin yaptığına ya." Aralarındaki muhabbet bahçe kapısının açılması ile son buldu. Ceyhun derin bir nefes çekerken Bekir dede önderliğinde bütün akrabalar bahçeye girdi. Dedesinin sert bakışları onun üzerinde durunca anında yumuşadı.
-"Nazlı kızım."
-"Dedem." İsra hızla dedesinin yanına gidip ellerinden öptü ve ona sarıldı. Dedesi oldum olası ona ikinci ismi olan Naz ismi ile seslendirdi. Tabi naz ismini kendisinin küçükken çok narin, her şeye ağlayan bir kız olduğu için nazlı olarak değiştirmiş ve öyle de kalmıştı. Onlar sarılırken arkasındaki annesi bahçedeki olanlara bakıyordu.
-"Ceyhun? Oğlum hayırdır siz ne arıyorsunuz burada." Ceyhun tatlı gülümsemesiyle baktı kadıncağıza.
-"Sümeyye teyze canımız erik çektide biraz alalım dedik malum Bekir dede alın yiyin çürümesin diyor. Biz erik yerken senin kızla karşılaştık. Bizi hatırlamadı gerçi." Sümeyye Ceyhun'a güldü.
-"Benim kız daha dün ne yediğini hatırlamaz oğlum kendini bir yerlerde unutmadığına şükrediyorum sizi nasıl hatırlasın." Hepsi gülerken İsra sahte bir kızgın ifade ile baktı annesine.
-"Annee." Annesiyse hiç oralı olmadı.
-"Efendim kızım." Dedi anlamamazlıktan gelerek. Anne kız bir süre birbirine baktı. O bakışmayı Bekir dede böldü.
-"Haydi içeri." Bekir dede içeriye girerken ardından gelen anneannesi Sevgi hanımın ellerini öptü.
-"Sevgi yumağım." Yanaklarından öpüp dayılarına teyzelerine yengelerine sarıldı. Son olarak erkek ve kız kuzenleri kalmıştı. Hepsi ile sarılıp selamladıktan sonra o gün herkes okulundan, derslerinden sormuş herkese bütün yılının nasıl geçtiğini anlatmıştı. Tabi alnındaki morluğu soran ailesine karşı evde kapıya çarptığını söylemedi. Onun yerine İstanbul'daki öğrenci evinde kazara kapıya vurduğunu anlattı. Bekir dedesi onu kolunun altına çekip alnından öptü.
-"Nazlı kızım dikkat etsene."
-"Uyku sersemiyle fark edemedim dede. Hem geçti gitti zaten. Önemsiz." Konuyu kapattıktan sonra odasına geçti. Burası evin arka tarafında kalan ve uçsuz bucaksız tarlaları gören evin en güzel manzarasıydı. Çantasını bırakırken odaya kız kuzenleri girdi. Elif, Zeynep, Berrak ve İpek sırasıyla yatağın üzerine oturdular. Elif ona gözlerini kısmış bakıyordu.
-"Ee hadi bekliyoruz dedikoduları." İsra güldü.
-"Yok şimdi değil akşam kızlar toplantısı yaparken anlatacağım." Kızlar toplantısı kızların kendilerine mesken belledikleri serenderde (Bir diğer adı sergen. Orda ve doğu karadenize özgü ahşaptan yapılma içinde fındık, mısır gibi yiyeceklerin kurutulduğu merdiveni olmayan 5-7 mt yükseklikte dört direk üzerine oturtulmuş bir odadır.) yanlarında atıştırmalık bir şeylerin bulunduğu bir geceydi. Kuzenler yıl içinde birbirlerinden uzakta hayatlarında olup bitenleri o gece hararetle anlatır dert varsa ona çare bulmaya çalışırlardı. Kızlar usulca kabullenip odadan çıkarlarken İsra kendini yatağa bırakmış ve köydeki temiz havanın da etkisiyle uykuya yenik düştü.
Ne kadar zaman geçti bilinmez ama gelen seslerden rahatsız olduğu için gözleri aralandı. Gözüne ilk çarpan gökyüzündeki yıldızlardı. Odası çatı katıydı ve tavanı cam olduğu için gökyüzündeki yıldızlar odasını aydınlatıyordu. Küçükken dedesinden cam tavan istemiş dedesi ise kesinlikle kabul etmemişti. Onu ikna etmek tam bir haftasını aldı. Tabi ayağını kırdığı için çok ağladığı dedesinin de ona kıyamayıp onun istediğini yaptırmasında da bir nebze pay vardı.
Sadece o yıldızlar cılız bir ışıkla odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Dikkatli adımlarla odadan çıktı. Salondan merdivene yöneldi ve üç kat aşağıya indi. Zira onun odasının altındaki katta yatak odaları vardı. Diğer kattada odalar vardı ama orada misafir odaları, oturma odası, tuvalet banyo ve mutfak vardı. İsra girişin olduğu kata indiğinde kocaman masanın donatıldığını görünce dudaklarını yaladı.
-"Sanırım birazdan masadaki yiyeceklere saldırıp silip süpürecek ve bize hiçbir şey bırakmayacak gibi bakıyor bu kız yenge." Konuşan küçük dayısının eşiydi. Güldü.
-"Yenge o kadar açım ki değil bu masa seni bile yiyebilirim."
-"Ee hadi o zaman beni yemeden hep beraber oturup başlayalım." Nihayetinde kocaman masaya sığmamışlar büyükler o masaya gençlerde yer sofrasına oturup afiyetle karınlarını doyurdular. Yemek yerken kendi aralarında kıkırdayıp şakalaşmaları bazen masadaki büyüklerin dikkatini çekiyor gülümseyip geçiyorlardı. Nihayetinde gençler yılda bir defa bir araya geliyorlardı.
Yemek bittiğinde kızlar masayı toplamış kirlileri makineye yerleştirdikten sonra dedelerinden izin alıp evden çıktılar. Kol kola meydanın oraya geldiklerinde hızla köşeden dönüp köy kahvesinin oraya vardılar. Köydeki erkekler buraya gelip çay içip sohbet ederlerdi. Hemen kahvenin karşısındaki köy bakkalına bakarken Berrak'ın sözlerini duyunca ona baktı.
-"Off Ünal mı o? Ne kadar yakışıklı olmuş öyle." İsra'nın gözleri bir an kuzeninin baktığı yere kayınca onları gördü. Hepsi köy kahvesinin balkon kısmındaki açıklık yerde oturmuşlar gülerek sohbet ediyorlardı. Sonra bir an İlker'le göz göze geldi. Onun o kocaman gülüşü bir anda yavaşlayarak yüzünden kayboldu. Tavrı İsra'yı rahatsız edip sinirlendi. Dudaklarını sinirle birbirine bastırdı.
-"Hadi kızlar oyalanmadan alacaklarımızı alıp gidelim. Dedem çok oyalanmayın dedi." Berrak'ın memnuniyetsiz sesini duydu.
-"Aman iki dakika geç gitsen ölürüz sanki." İpek konuştu.
-"Geçen sene eve 30 dakika geç kaldık diye bizimkilerin ellerinde tüfekle köyde dolaştıklarını her yerde bizi aradıklarını unuttun galiba Berrakcığım." Zeynep güldü.
-"Ama nasıl komikti ya. Babam eline almış ama ters tutuyormuş ya." Hepsi kıkırdarken İlker ve diğerlerinin dikkatini çekti o sesler. Ceyhun'un kaşları havalandı.
-"Onlar Bekir dedenin torunları değil mi? Niye dışarıdalar." Ünal başını çevirince Berrak'ı gördü. Sırıttı.
-"Aha benim çiçek gelmiş." İlker kaşını çattı.
-"Kimmiş lan senin çiçeğin."
-"Berrak." İlker'in çatılmış kaşları normale döndü.
-"He tamam." Ceyhun güldü.
-"Berrak ne zamandan beri çiçeğin senin lan."
-"Geçen sene. Köydeki bir düğünde tesadüf eseri gördüm. Böyle mor bir elbise giymiş o kahverengi saçları kıvır kıvır."
-"Bana bak lan aşık mı oldun sen?"
-"Yok o kadarda değilde hoşlantı diyelim. Bakışlarından anladığım kadarıyla o da benden hoşlanıyor." Hepsinin gözü bir anda kızlara kaydı. Kızlarda alalacele bakkala girip alacaklarını aldıktan sonra hızla eve geçtiler. Oturma odasına girip evdekilere geldiklerini haber verdikten sonra hızla bahçeye geçip ortadan sergene geçtiler. Ahşap katlamalı merdivenin mekanizmasını çekip merdiven haline getirdi İsra. Normalde burası mısır fındık kurutmak içindi. Fakat o burayı o kadar çok beğenmişti ki dedesi onun için burayı düzelttirdi. Merdiveni mekanizmalı yaptı. Evin ahşaplığını düzeltip dışını İsra'nın isteği üzerine maviye boyatıp küçük bir de cam yaptırdı hem yan tarafına hem de tavanına. Ahşaplı olan yerler sağlamlaştırılmış ve ayaklı kısımların olduğu yerlere teneke çakılarak kaplanmış ve böceklerden ve diğer hayvanlardan korunması sağlanmıştı. Burası bir nevi İsra'nın mabediydi. Küçük bir yatak odası ve ayrıca bir salona sahipti. Ahşap minik bir sehpa, küçük bir tezgah vardı. Bir de terek (raf) vardı. O tereğe iki üç tabak bardak koymuştu böyle kız gecelerinde lazım oluyor diye. İpek raftan onları aldığında yere oturdular ve başladılar bir bir dökülmeye. O sırada Ünal ve diğerlerinin sergenin ilerisindeki duvarın dibinde olduklarını bilmeden. Perde açıktı ve Ünal hayranlıkla bakıyordu Berrağa.
-"Su gibi ulan." İlker ensesine vurdu bir tane.
-"Düzgün konuş kafanı kıracağım bak." Ceyhun güldü.
-"Oğlum madem hoşlanıyorsun gidip konuşsana kızla. Niye böyle gizli saklı kızı takip edip izliyoruz biz. Lan bak Bekir dede bizi görürse tüfekle vurur gebertir bizi."
-"Ya oğlum amma da korkaksınız ya Bekir dede nereden görsün bizi." O sırada bir çıtırtı duyuldu. Hepsi korkar bir şekilde başlarını kaldırdıklarında o kalın duvarında üstünde elinde silahla dikilen İpeği görmeyi beklemiyorlardı. Sonra ne mi oldu? Ceyhun'un kalbi hızlandı. Ne olduğunu anlamadı.
-"Kafanızı patlatmamam için bana bir sebep söyleyin." Ve Ceyhun gülümsedi. İlker o gülüşü tanıdı. Tam sırıtıyordu ki elinde tüfekle duvara tırmanmaya çalışan İsra'yı gördü.
-"Dur bekle bensiz saldırma. Dur çıkacağım bekle." Ve sonra bir patırtı duyuldu. İsra duvardan düştü. Ve İlker ilk defa güldü.
Bir gülümseme kalbe düştü, bir düşüş kalpte en güzel yeri kazandı.