2.BÖLÜM

1184 Words
“Sıla, Hakan Hoca seni acilde bekliyormuş.” Rana’nın seslenmesiyle derin bir nefes aldım ve verdim. TUS sınavından sonra hastanede asistanlığa başlamıştım. Aldığım burs son bulunca burada aldığım asistan maaşı geçinmem için yeterli geliyordu. Altı aylık kirasını peşin ödeyerek ucuza kaldığım 1+1 evimde sakince yaşıyordum ancak içimde bir şeylerin sessiz çığlığı kopuyordu. Acile doğru ilerlerken içimdeki sessiz korkunun sebebini biliyordum. Zamanı gelmişti ve üzerinden bir sene geçmişti. Urfa’dan gelip her an Azizan aşireti beni götürebilir ve kafama bir silah dayayarak nikâh masasına oturtabilirlerdi. Hakan Hoca’nın yanına doğru giderken bugün olan nöbetimi mi unuttum acaba diye kendi kendime düşündüm ancak unutmamıştım ve bunu biliyordum. “Beni istemişsiniz hocam, bir aksilik yoktur umarım.” “Hayır Sıla’cım. Bugünlerde seni oldukça halsiz görüyorum. Çıkış saatini de yakalamışken eğer zorlanıyorsan başka bir bölüme geçişini sağlayabilirim diyecektim.” “Hayır, hocam teşekkür ederim, yoğunluk benim için iyi oluyor.” Biraz düşündükten sonra dudaklarını endişeli ve çaresiz biçimde birbirine bastırıp kafasını aşağı yukarı salladı. Gülümseyip acilin çıkışa doğru yöneldim. Akşam olmak üzereydi, yaz mevsiminin sonuna geliyorduk ve hava artık daha serindi. Bu yüzden eve yürümeye karar verdim. Şort ve askılıyla çıkmıştım evden ancak kapüşonlumu yanıma almayı unutmamıştım. Çantamı yere koyduktan sonra üzerime geçirdim, çantamı koluma takmadan önce kulaklığımı içinden alıp kulağıma taktım ve yürümeye başladım. Geçen sene yaşananları aklımdan çıkartamamaya başlamıştım. Bir çözüm üretmek adına her şeyin temeline inerek düşünmeye başladım. Töre… Her şey bu kelimenin hayatıma ciddi şekilde girmesiyle başlamıştı. Babam Köksal aşiretinin ağası olmuş, benim doğduğum sene dedem vefat etmiş ve böylece Azizan Aşireti’nin büyük ağası Kalender Ağa ile bir anlaşma yapılmıştı. Ben ve Afran evlenecektik, kan dökülmemesi için benim hayatımı emeceklerdi. Afran’ın hiçbir zaman bunu umursadığını düşünmedim bile. İstediği zaman istediği kadınla istediği yerde birlikte olup, istediği an eğlenebiliyordu. Töre sanki sadece kadınlara işliyordu. Annemin hiç erkek evladı olmadı. Ben doğduktan sonra rahmi bir çocuğu taşıyamayacak kadar güçsüzdü. Her hamileliğinin sonu düşükle sonlanıyordu. Zor şekilde ikinci kez doğum yaptığında ben dokuz yaşındaydım. On dört yaşıma kadar her şeye dayanıp lise sınavından çıkınca herkesten gizli ilk tercihe teyzemin evinin yakınlarındaki bir liseyi yazdırmıştı. Töre içinde büyüdüyseniz kanın ne zaman akacağını bilirsiniz, o gün annemin eğer bir kız doğurursa intihar edeceğini anlamıştım. Doğumundan sonra bana bakarak çaresizce yaptığı gülümsemeyi her gece anımsıyorum. Babaannem asla susmazdı, bir varis olmamasından şikâyet eder dururdu. Babam tek erkek çocukları değildi ancak diğer iki evladını Azizan Aşireti ile olan kan davasında kaybetmişti. Annem dayanamayıp kendini vurunca anladım ki oradan gitmeliydim. Tercihler açıklanır açıklanmaz teyzem bana gizlice bir bilet aldı ve oradan kaçtım. O zamanlar arkamdan gelir vururlar sanmıştım ancak duyduğuma göre Kalender Ağa okumuş ve hayatta olan bir gelin istemiş, babamı konudan uzaklaştırmıştı. Afran çoktan bir gelin bulur getirir önlerine diye düşünsem de bir sene önce bunun tam zıttını yaşamıştım. Teyzemin yanından üniversite için ayrılıp Antalya’ya taşınınca mahkeme kararıyla adımı da değiştirdim ve babamı reddettim, annemin kızlık soyadını aldım. Beni bulamaması içindi her şey ancak beni bulamayınca teyzemin boğazına yapışmış nerede olduğumu öğrenmeye çalışmıştı. Teyzem o gün arayıp: “Esti gürledi gitti, seni bulmaya niyeti yok gibiydi. Güldeste için planlar yapıyordu. Sen Azizan gelini olursan seni yönetemez ama Güldeste ne başka yer bilir ne başka insan onu parmağında oynatır alçak” demişti. Afran için artık babamın kendi hırsı yüzünden Güldeste’yi düşündüğünü biliyordum. Güldeste küçüktü, henüz on altısında bir genç kızdı ancak körpe ve yaşlanınca kocasına bakar diyerek gelin olmasına cazip bakılırdı. O an dönmeyi düşündüm ancak bir yıldır kimseden ses çıkmayınca ben de kendi çöplüğümde yuvarlanmaya devam ettim. Ben Efser Köksal, Ben Sıla Tanrıverdi, Ben doğduğu an Azizan gelini olan Efser, Ben doktor Sıla… Gözümden akan bir damla yaşla kendime geldim. Çöken omuzlarımı dikleştirdim, saçlarımı bileğimdeki tokayla topladım ve müziği değiştirdim. Kendimde olmadığım için hissetmediğim bir his birden içimi kapladı, biri bana bakıyormuş gibiydi. Olduğum yerde durup etrafa bakmaya başladım ancak herkes kendi hayat telaşındaydı. Umursamadan yoluma devam ettim, böyle şeyler bir kitaplarda, bir filmlerde ve bir de töreden kaçanların hayatında olurdu zaten… Binanın önüne gelince dış kapıyı açıp apartman boşluğuna kendimi attım. Asansöre bindim ve yedinci kata bastım. Kendi yansımama bakarken gerçekten Hakan Hoca’nın dediği kadar yıprandığımı fark ettim. Ama beni yıkan başka bir konu vardı, asla kabul etmek istemediğim bir gerçek vardı ki bunun canımı yakıyormuş gibi hissettirmesi hoşuma gitmiyordu… Güldeste’nin Afran ile evlendiğini düşünmek… Asansörün kapısı açılınca kendime geldim ve evimin kapısını açmak için anahtarımı çantanın ön cebinden çıkarttım. Kapı açılırken bir yandan da kulaklığımı çıkartıyordum. Arka cebimdeki telefonu çıkartıp koltuğun üzerine fırlattım. Kulaklığımı kapıdan banyonun karşısında duran mutfak tezgâhının üzerine koydum ve direkt banyonun kapısını açtım. Güzel bir duşun çözemeyeceği çok az şey vardır. Tabii... Töre bunlardan biri değil. Banyonun ışığını açtıktan sonra üzerimdekileri çıkartmaya başladım. Omzumda duran beni görünce tüylerim adeta kalkmıştı. Boynuma doğru çıktığımda omzumdaki benimle aynı hizada ve aynı miniklikte bir benim daha vardı. Küçükken Afran ikisine de sırayla dokunarak selam verirdi… Birbirimizi hiç sevmezdik ama birbirimizle uğraşmayı çok severdik. O zamanlar ‘siz evleneceksiniz’ dediklerinde gülmek daha kolaydı. Kendimi suyun altına bıraktım. Urfa’ya dönmeyecektim, ilmek ilmek kurtardığım hayatımı törenin vicdanına bırakmayacaktım. Çok fazla oyalanmamam gerektiğini biliyordum, oldukça yorgundum ve uyumalıydım. Üstelik daha yemek bile yememiştim. Kendi kendime homurdanarak suyu kapattım, askıdaki bornozumu vücuduma sardım. Saç havlusuyla da saçımı sardıktan sonra banyodan çıktım. Banyonun ışığını kapatınca güneşin tamamen batmasından dolayı her yer karanlığa bürünmüştü, sabahları güneş gerekenden erken uyandırmasın diye karartma perdelerimi de asla açmazdım. Mutfağın tezgâh ışıklarını açıp loş bir ışık yakalamak istedim. Işıkları açıp kendime bir bardak su doldurdum ve pencerenin direkt önünde duran tekli koltuğuma doğru yürüyecektim ki nefesim birden kesildi gördüğüm şey ile… Biri benim evimde benim koltuğumda oturuyordu… Yüzünü göremiyordum ancak parlak rugan ayakkabılarına vuran loş ışık sayesinde takım giydiğini çözebiliyordum. Bardak elimden düşüp kırılırken, bacak bacak üstüne attığı ayaklarının sallanması durdu. Adımlarım arkaya doğru gitmeye bile derman bulamıyordu. Bornozuma daha sıkı sarılırken zar zor konuşabildim: “S-sen kimsin! Polisi arayacağım!” Elinde tuttuğu telefonumu gösterdi. Gözüm seğirerek cesaretli konuşmaya gayret ettim: “Çığlık atarım! Herkes duyar!” Telefonumu ceketinin iç cebine koyduğunu seçebiliyordum. Yüzünü de artık seçmeye başlamıştım. Mavi gözlerinin parlayarak bana baktığını fark ettiğimde daha çok irkildim. “Neden bornozuna sarılıyorsun? Dışarıda da aynı çıplaklıktasın, utanmana gerek yok.” “Beni mi takip ediyorsun! Kimsin sen? Seni Urfa’dan gönderdilerse söyleyeyim benimle böyle konuştuğunu duyarlarsa dilini keserler.” “Peki senin böyle giyindiğini duyarlarsa ne yaparlar?” Urfa’dan gelmişti demek ki, benim için. Azizanlar benden vazgeçmemişti demek ki… Oturduğu yerden ayağa kalktı ellerini cebine koyup bana doğru yaklaşmaya başladı. Kokusunu ayağa kalktığı an duymaya başlamıştım. “Kimsin sen!” Sesim zorla çıkıyordu sanki çünkü biliyordum ki eğer geldilerse götürürlerdi. Tüm korkumun gerçekliği bu yüzdendi. Kırılan bardağın camlarının üzerine basarak önümde durdu. Sol elini cebinden çıkarttı, bornozumun yakasını omzumun aşağısına kadar sıyırdı. Şok olmuş ve korku dolu gözerimin dolmasından başka bir şey yapamayacak kadar korkmuş durumdaydım. Kabusumun gerçek olduğu günün içindeydim… İşaret parmağıyla önce omzumdaki bene, sonra boynumdaki bene dokundu. O’ydu… Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerinin maviliği artık daha tanıdıktı. Nefesi yüzümü ısıtırken dudaklarından kısık sesli bir cümle ruhumun alev almasına sebep oldu: “Afran, Afran Azizan…” Gülümsemesi yüzüne yayılırken dudaklarını kulağıma doğru götürdü. Dudakları yavaşça kulağıma temas ettiğinde yavaşça irkildim. Bu onu kıkırdatmıştı, nefesini tüm boynumda hissediyordum. “Ben, doğduğun an karısı olduğun kişiyim ve buraya karımı almaya geldim Efser…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD