Akşam yemeği sonrası Jessica bize kahve hazırlamış ve hep birlikte içmiştik. Güzel sohbetler etmiş ve onları daha iyi tanımıştım. Sanki hep tanıdığım insanlarmış gibi kendimi onlara çok yakın hissediyordum. Şimdiyse şöminenin karşısında oturmuş, harlanan ateşi izliyordum. Düşüncelere dalmış, anılarımda gördüğüm o otel odasını ayrıntılarıyla hatırlamaya çalışıyordum.
O sırada yalnız mıydım? Nereye yetişmeye çalışıyordum? Neden o oteldeydim? Niye o kadar süslenmiştim?
"Dayanamıyorum!"
Yüksek sesle söylediğim cümle ardından ayaklanmış ve montumu alıp sürgülü kapının sürgüsünü kaldırıp dışarıya çıkmıştım. Geceden itibaren şiddetle yağan kara ayaklarım saplanmış, neredeyse dizilerime kadar batmıştım. Ev, Will meydanından biraz uzaktaydı. Geldim geleli eve hiç göz atmamıştım. Güzel sabahın habercisi güneş, dağın yamaçlarından bana göz kırparken evin çitlerle çevrili küçük bahçesine çıktım. Kurumuş ve yaprakları dökülmüş ağacın üstünde karlar duruyordu. Yazın, bu ağacı yeşil yapraklarıyla rüzgara eşlik ederken görmek güzel olur diye düşündüm.
Ardından kafamı sağa çevirdiğimde evin arka tarafından gelen gürültülü vurma sesini duydum. Yavaş adımlarla sese yönelirken köşeyi döner dönmez Edwan'ı orada odun kırarken gördüm. Üstünde boyunlu mavi bir kazak vardı. Montunu, karları süpürdüğü çitlerin üzerine asmıştı. Odun kırmaya odaklanmış Edwan'a ne diyeceğimi bilemeden duvarın köşesine yaslanıp onu izlemeye başladım.
Baltayı yukarıya kaldırıyor ve kuvvetli kollarıyla orada kırılmayı bekleyen oduna doğru savuruyordu. Odun iki parçaya ayrılıp koca kütüğün üstünden farklı yerlere düşüyor ve onları toplayıp arkasında ki odun yığınının üzerine atıyordu. Giydiği dar kazak tam üzerine oturmuş kollarındaki kasları belirgin bir şekilde gösteriyordu. Ben, onun vücudunu incelemekle meşgulken odun kırmayı bıraktığını fark ettim. Gözlerimi yüzüne doğru kaldırdığımda bana baktığını gördüm.
O utançla yaslandığım duvardan hareketlendim ve gülümseyerek elimi salladım. O da aynı şekilde karşılık verdiğinde bir şey söylemeyip arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Köşeyi döndüğümde adımlarımı hızlı atmaya çabalarken ayağımın altında kalın kar tabakası botlarıma yapışıyordu. Kapının tam önüne geldiğimde temizlenen fayans ayaklarımdan kaymıştı.
Tam sırtüstü karların üzerine düşecekken belime sarılan kalın kollar beni tutmuştu. Derince nefes aldım, yutkundum ve burun buruna geldiğim adamın gözlerine baktım. Cazibeli yüzü ölmem için bir nedendi. Öldüren bir cazibesi vardı ve ben nefes alamıyordum. Çünkü aramızda bir çekim vardı, kısa süredir tanışıyor olsakta bunu hissediyordum.
Gözleri dudaklarıma kayarken beni olduğum yerde doğrulttu ve "Kaçar gibi nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Gözlerim onun gözlerinden ayrılmazken dudağımı ısırdım ve "Kaçma gibi bir niyetim yoktu, anılarımla ilgili düşünceler beni boğdu ve hava almak için çıktım." diyebildim.
Şüphe ile kaşları çatılırken gözlerime bakmaya devam etti. Sanki derine inip bir şeyleri çözmek istiyor gibiydi, öyle delici bakışları vardı. Ben ise onun bende uyandırdığı heyecanı gizlemek için çaba gösteriyordum. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Sesi o kadar yüksekti ki kulağım sağır bile olabilirdi. Daha önce de böyle bir şey hissetmiştim. Kim için hissettiğimi hatırlamasamda bu yoğun duygu beni tekrar ele geçiriyordu. Bu his ile ondan bakışlarımı kaçırdım. Anılarımın beni terk etmesi hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu.
Aramıza çok az mesafe koyarak "Otele bir an önce gitmek istiyorum." dedim sabırsızlığımı belli ederek.
Kollarını göğsünde bağlayıp "Gece gitmek için anlaşmıştık, şimdi gidersek tehlikeli olur." dedi elini çenesine götürüp.
Haklıydı ama belirsizlik içinde olmak, kendini tanımamak, hayatında olan insanları hatırlamamak bana acı veriyordu. Benden haber almak için uğraşan birilerinin olduğu düşüncesi beni daha kötü hissettiriyordu. Belki bir kocam vardı ya da çocuğum. Belki de yoktu. Sadece bu belirsizlik çabuk ortadan kalksın istiyordum.
Öksürüp "Kafamda aynı sahnenin dönüp durmasına dayanamıyorum. Cevaplar bulmam lazım ve bu cevaplar otelde olabilir. Ne olduğunu öğrenmem lazım." dedim dolmuş gözlerimi yola çevirip.
Yanağımda hissettiğim temasla gözlerimi Edwan'a çevirdim. Onun gözlerinde gördüğüm belirsiz acıyı kısa sürelide olsa fark etmiştim.
Edwan söyleyeceği kelimeleri seçerek "Anlıyorum ama bu tür şeylerde acele etmemek daha iyi olur. Her şeyi bir anda hatırlayamazsın." diyordu.
Haklı olduğunu bildiğim için sessiz kalıp derin bir nefes almıştım. Nefesimi özgürce geri verirken Edwan'nın arkasında kalan yolun ucunda Bruno elinde büyük bir çantayla duruyordu. Acelesi var gibi görünsede bir eve girip çıktı. Edwan dikkatle nereye baktığımı görünce merak edip o da benimle aynı yere baktı.
Gözlerimi Bruno'dan ayırmadan "Aceleyle nereye gidiyor olabilir?" diye sordum merakla.
Yerinde huzursuzca biraz kıpırdanan Edwan "Şehir dışında hastası vardır. Onun için acele ediyordur ama..." dedi ve duraksadı sonra şüpheyle bakıp "Kaç gün geçti polise haber vermedi. Bir şeyler karıştırıyor olabilir. Normalde polisler hemen aramalarımıza dönüş yapardı." diye ekledi.
Bruno yoldan sapmak için hareketlenirken bende hareketlendim, fakat Edwan "Nereye?" diyerek beni durdurdu.
Dudaklarım yukarı kıvrılırken "Bruno'yu takip edeceğim." dedim gözlerimi Edwan'dan ayırıp.
Yürümeye başladığımda o da arkamdan gelip "Umarım şüphelerimizden pişman oluruz." diye ekledi.
❄
Bruno'nun ayak izlerinin üzerinde bizim ayak izlerimizde yer alırken, yüklü olan çantasını sırtına almış ormana gidiyordu. Arası sık olan ağaçların içinden geçiyorduk. Ağaçlar seyrelmeye başladığında büyük ve tellerle kaplı elektrik santralini gördük.
Bruno bu elektrik santralinin önünde durup çantasını yere bıraktı. Telleri takip edip yürümeye başladığı sırada biz ağaçların arkasından onu izliyorduk.
Gözümüzün önünden kaybolduğunda "Nereye gitti?" diyerek öne atıldım.
Bruno'nun bıraktığı çantanın yanında durduğumda tellerin ardına baktım. Elektrik işaretli girilemez yazılan bir uyarı tabelası vardı. Edwan'da yanıma geldiğinde elektrik santralini göz ucuyla inceledim.
"Siz."
Arkamızdan gelen sesle yerimde irkildim. Edwan ise korkusuzca duruyordu. Bruno ellerini beline koymuş ve kaşlarını çatmış bize bakıyordu. Stresten dişlerim dudaklarımı ısırırken Bruno’nun gözleri Edwan'a kaydı.
Sonra ona biraz yaklaşıp "Beni niye takip ettiğinizi sorabilir miyim?" diye sordu ardından bana bakıp.
Edwan'da kaşlarını çatmış "Şüpheli görünüyordun, bizde ne yaptığına bir bakalım dedik." dedi sinirli sesiyle.
Ortam gerilmeye başlarken elektrik santralinin içinden bir cızırdama geldi. Ardından karın ezilme sesiyle birisinin uzaklaştığını fark ettik. Kimseyi göremiyorduk ama sesini duyuyorduk. Edwan, hızlıca beni arkasına alıp tellerin ardına dikkatlice baktı. Bruno'da sese doğru yürüdü, biz ise olduğumuz yerde durduk.
"Kahretsin!"
Öfkeli sesinin içinde endişe barındırıyordu. Bruno'nun yanına geldiğimizde zayıf bir insanın geçebileceği gibi boydan boya kesilmiş teli gördük. Bruno zayıf bedenini buradan geçirip bir direğe bağlı kablolu kasanın içine baktı.
Elleri ile saçlarını dağıtıp "Birisi kabloları kesmiş. Polisi arayabilmemiz için onarmamız lazım." dedi kesilen tellerin arasından yanımıza gelerek.
Edwan, Bruno'nun yakasını tutup "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu sinirle.
Olduğum yerde kaskatı kesilip sadece olanları izleyebildim. Ne olduğunu bende anlamıyordum. Kafam aşırı karışmıştı.
Bruno istifini bozmadan "Kaç gündür sinyaller yoktu. Bunu yoğun kar yüzünden sanmıştım o yüzden buraya geldim ama gördüğün gibi kablolar çok önceden kesilmiş. Birisi polise ulaşmamızı istemiyor." dedi gözlerini bana çevirip.
Edwan ellerini Bruno'nun yakasından çekerken o da bana baktı. Ben de yerimden kıpırdamayıp algılamaya çalışıyordum. Neden polise ulaşmamız istenmiyordu?
Bruno getirdiği çantadan birkaç araç-gereç çıkardı. Tellerin arasından geçerek kablo dolu kasanın yanında durdu. Bantla, birleştirdiği kaploları yapıştırdı. Ardından dikkatlice kasanın bir yerine sıkıştırılmış kağıdı aldı. Biraz kağıda baktı sonra bana döndü.
Merakla "O ne?" diye sordum.
Bruno telleri aşıp önümde durdu ve kağıdı bana uzattı. Üzerinde 'Asla buraya gelemeyeceksin. Gelmeye kalkarsan bu sefer işimi yarım bırakmam, ÖLÜRSÜN!' yazıyordu.
Parmaklarım titrerken gözlerimi Bruno ve Edwan'a çevirdiğimde "Birisi tehdit notu bırakmış." diyebildim endişeyle.
Refleks olarak etrafıma baktım. Yazılan bu notla artık biri beni sürekli izliyormuş gibi hissediyordum.
Edwan "Bunu yazanı bulup geberteceğim." diye söylendi yumruklarını sıkarak.
Bruno ise "O kadar kolay olmayacaktır. Bu kişi belliki profesyonel. Bunca zaman buradaymış ve Mia'yı biz farkında olmadan izliyormuş. Ne yazık ki onu gebertebilmen için bulman gerekecek." dedi telefonunu çıkarıp.
Ardından numara tuşlayıp "Neyse ki sinyaller geri geldi ama zayıf, şimdi polisi arayabiliriz." diyerek aradı.
Telefonun bir kez çalmasıyla, hoparlörden gelen ses "Gotland merkezi polis teşkilatından memur Graham Hall, nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu nazikçe.
Bruno "Memur bey, Visby kasabasında yaralı bir kadın bulduk. Fakat kimliğini bilmiyoruz." derken memur "Siz...i duya...mıyorum bay...ım. Tek...rar edi...n." dedi.
Bruno sabırla "Biz Visby kasabasında yaralı bir kadın bulduk." dedi.
Memur bu sefer "Dur...umu nasıl? Ambulansa ih...tiyaç var mı?" diye sordu ilgiyle.
Bruno ise "Hayır, durumu iyi, fakat kimliğini bilmiyoruz. Hafızasını kaybetti ve ailesi kayıp ilanı vermiş olabilir, veri tabanınızdan bir bakabilir misiniz?" diye rica etti.
Memur bey "Elbe...tte, isim ne demiştin...iz?" diye sorduğunda bana baktı "Mia. Soyadını hatırlamıyor." dedi.
Memur beyden kısa süre sonra cevap geldiğinde "Üzgün...üm a...ma böyl...e bir isim... de çok faz... la kayıp ila...nı var." diyen memura Bruno "Lütfen bu hafta içinde verilen ilanlara bakın." diye ekledi.
Memur tekrar kısa sürede "Kayıp il...anı... görünmü...yor. Ba... yım ses...iniz gelmi...yor." derken telefon kapandı.
Bruno telefonu avuçlarında sıkarken "Kahretsin! Bağlantı çok zayıftı, tehdit notunu söyleyemedim." dedi suçluluk duyarak.
Bruno'nun yanına geldiğimde sıktığı avuçlarını ellerimle tuttum. Yüzüme baktığında gülümsedim. Gözleri biraz çekikti ve siyahtı. Yüzünde tek tüy bile yoktu ve dudakları yuvarlak hatlara sahip olup kalıncaydı. Yüzü asyalıları andırıyordu.
Edwan yanımıza geldiğinde "Hava kararmak üzere, eve dönsek iyi olur." dedi önümüzden geçip.
Elleri montunun cebinde yürümeye başladığında bende arkasından yürümeye başladım. Benim arkamdan da Bruno çantasını alıp geldi.
❄
Eve geldiğimizde ilk işimiz şöminenin karşısında ısınmak olmuştu. Kurtların ulumaya başlaması beni tedirgin etsede yanımda bulunan iki erkek sayesinde cesaretlenmiştim.
Jessica dudak büzerek "Benden habersiz bir yere gitmek yok. Meraktan öldüm." dedi sitem yapıp.
Bu hareketiyle yüzü Alex'ten farksızdı. Tıpkı bir çocuk gibiydi. Burnunun üzerinde duran çillere bayılıyordum.
Tatlılıkla gülümseyip "Tamam bir daha habersiz gitmeyiz." diyebildim.
'Tabii bu gece otele gidip geldikten sonra' dedim içimden.
❄
Bölüm sonu