Kavaklı Köy İlkokulu
Tahta kapının aralığından içeri süzülen sabah güneşi, sınıfın sol duvarına soluk bir ışık düşürüyordu. Toz parçacıkları havada süzülüyor, her şey dışarıdan bakıldığında sanki sıradan bir okul sabahıymış gibi görünüyordu. Ama içeride ölüm kol geziyordu.
Çocuklar sıralarda sıkışmış, kiminin gözünden yaş akıyor, kimisi hıçkırığını yutmaya çalışıyordu. Öğretmenleri ise, tüm korkusuna rağmen ayakta duruyordu. Vücudu titriyor, ama gözleri diktiği adamdan bir an olsun kaçmıyordu.
Maskeli adam, sınıfın ortasında gölgesiyle birlikte duruyordu. Gözleri, Ahu Kıran’ınkilerle kilitlenmişti. Sırtında yıpranmış bir çuval çanta, elinde susturuculu bir AK-47. Soluk alıp verişi keskin, sabit. Tetiğe bir dokunuşluk mesafedeydi.
“Ne istiyorsunuz bizden?” dedi Ahu sesi çatallıydı ama dik duruyordu.
“Yazık değil mi bu çocuklara? Daha dün harfleri öğrenmeye başladılar. Kalem tutmayı bile yeni becerdiler. Bunlar mı düşmanınız?”
Çocuklardan biri inlemeye benzer bir ses çıkardı. Küçük Litcen, Ahu’nun eteğine yapışmış, gözyaşları yanaklarından akarken sadece fısıldayabiliyordu. “Öğretmeniiim…”
Ararat başını hafif yana eğdi. O an gülümsedi. Gülüşü dudaklarında değil, gözlerinde belirmişti. Alaycı ve buz gibiydi. “Öğretmen ha…” dedi tiksintiyle. “Bugün seninle güzel bir mesaj vereceğiz. Kameraya çıkacaksın. Ne istersem onu diyeceksin. Aklında başka bir şey olmasın. Senin sözlerin ses getirecek... Sonrası mı? Bakarız. Belki bu küçüklerden birine dokunurum. Belki sana…”
Konuşurken tüfeğin namlusunu Ahu’nun göğsüne çevirdi. Aralarında sadece birkaç adım vardı. O kısa mesafe bile Ahu’nun gözlerinde koca bir uçuruma dönüşmüştü.
Çocuklar o an ağlamaya başladı. Bir çığ gibi büyüyen korku, sınıfı sardı. Kimi kafasını sıraya gömüyor, kimi dizlerinin üstüne kapanıyordu. Sessizlik yerini panik hıçkırıklarına bıraktı. “Sakin olun çocuklar!”
Ahu dizlerinin titremesine rağmen ayakta kaldı, bir eliyle Ayşen’i kendine sardı, diğer eliyle arkadaki sıraları işaret etti.
“Gözlerime bakın! Sakin olun… Ben buradayım! Size bir şey olmayacak. Ne olursa olsun, buradayım!”
Ama içinden geçen... elleri buz kesmişti. Kalbi küt küt atıyor, gözleri sanki adamın parmağının tetiğe doğru kayışını büyüterek izliyordu.
Binanın arka kısmında yerle yeksan çömelmiş iki gölge vardı.
Baran, gözlerini kırpmadan sınıfın yan duvarını izliyordu. Ter alnından süzülüyor, sırtındaki silahı sıyırmadan haritaya son kez baktı. Yanındaki Galip, sınıf penceresinin hemen altında diz çöküp içeriyi gözlüyordu. Nefes almıyor gibiydi.
“İçeride yirmi yedi çocuk, bir kadın. Adam doğrudan öğretmeni hedef aldı,” dedi Galip boğuk bir mırıltıydı.
Baran gözlerini kapatıp saydı.
İki, bir… “Camdan sen gireceksin. Ben kapıyı patlatacağım dikkati dağılsın diye. Dikkatini çektiğin an ben içeride olurum.”
Galip başını eğdi, bir kez daha gözünü penceredeki siluete dikti. “Tetik bende, nişan net. Sol omuz hizası. Temiz vuruş olur.”
“O sınıfta kurşun değil, rüzgar bile yanlış esecekse sen rüzgarın yönünü değiştireceksin Galip,” dedi Baran gözlerini sertçe kısarak. “Bu, bir keskin vuruş değil. Bu, çocukların hayatı. Hata yok.”
Telsize bastı. “Rojin, arka destek sağla. Görüşünü koru. Ramazan, binanın girişini güvene al. Sessiz giriş yapıyoruz. Dış ses yok.”
Tüm tim frekansta hazırdı. Gözler tetikte, eller tetiğe yakın, nefesler kontrol altındaydı.
Ahu ise çocukları arkasına almış, sessiz bir duvar gibi duruyordu. Ama gözleri donmuştu. Sanki göz bebeklerine buz saplanmıştı.
Ararat, o soğuk namluyu başına doğru eğdi. “Şimdi güzelce poz ver. Gülümse.”
Tam tetiğe bastığı anda...
Bir anda pencere büyük bir şangırtıyla tuzla buz oldu. Aynı anda tahta kapı bir tekmeyle savruldu. Güneş ışığı sınıfa doldu, birlikte iki siluetle: Galip ve Baran.
“Silahı bırak! Yat yere!” diye bağırdı Baran.
Çocuklar çığlık çığlığa bağırdı. Ahu bir an ne olduğunu anlayamadan kendini çocuklara siper etti. Galip eğildi, tüfeğini sabitledi. Tetiğe bastı.
Sessiz bir takk sesi duyuldu. Kurşun, Ararat’ın sol omzuna saplandı. Adam sendeledi, silahı elinden fırladı. Baran üzerine atladı, yere bastırdı.
“Temiz!” diye seslendi Galip.
“Hedef etkisiz!”
Baran yerde nefes nefese kaldı. Gözleri hâlâ keskin, boğazında yumru. Sonra Ahu’ya döndü.
Kadın yere çömelmişti. Küçük Ayşen boynuna sarılmış, diğer çocuklar dizlerinin dibine kapanmıştı.
Baran yavaşça silahını sırtına astı, sesini yumuşattı. “Kasırga Timi. Güvendesiniz öğretmen hanım. Artık geçti.”
Ahu başını kaldırdı. Gözleri dolu, dudakları titriyordu. Ama hâlâ ilk refleksi çocuklara sarılmak olmuştu. Yüzünde hem korku hem de minnet vardı. Sadece fısıldayabildi. “Teşekkür ederim…”
Ama asıl teşekkür çocukların gözlerindeydi.
“Güçlü kaldığın için biz teşekkür ederiz Öğretmen hanım.” Dedi Galip başını eğerek.
Sınıfta ölüm sessizliği çökmüştü. Sadece çocukların boğuk hıçkırıkları, çatlamış camların çıtırtısı ve Ahu’nun hızlı nefes alışları duyuluyordu.
Baran, dizlerinin üzerinde hâlâ yerde yatan teröristin başında nefesini toparlamaya çalışırken, Galip kapıyı sırtına yaslamış, sınıfın içini tarıyordu.
Ararat...
Yerde hareketsizdi. Sol omzundan vurulmuştu. Kan sızıyordu. Gözleri kapalıydı. Baran, silahı uzaklaştırmış, yerdeki maskeyi yavaşça kenara itmişti. Adamdan çıkan o kesif metalik kan kokusu, sınıfa sinmişti.
Ahu, hâlâ çocukların arasında diz çöküyordu. Elleriyle minik sırtları tutuyor, onları siperliyor, sarsıntı geçiren Emre’nin gözlerine bakarak, “Sakin ol canım, geçti… geçti,” diyordu.
Ama geçmemişti.
Birden...
Yerde hareketsiz yatan adamın sağ eli hafifçe kıpırdadı. Gözlerini açtı.
Ve sol dizinin iç tarafına, çorabının içine sakladığı mini Glock tabancayı ani bir hamleyle çıkardı.
Hızlıydı. Sinsiydi.
Tetiğe uzanırken silahı bir anda Baran’a doğrulttu. Bunu gören Ahu öğretmen ise “KOMUTAN!” diye haykırdı.
Ve o an... her şey dondu.
Baran’ın gözleri tehdit yönüne kayarken, Ahu refleksle yerinden fırladı. Vücudu çocuklarla Baran’ın arasına girmişti.
Bir anda silah patladı.
KURŞUN SESİ.
Ve hemen ardından Ahu’nun bedeni bir anda sarsıldı. Tiz bir “ah” sesi çıktı dudaklarından.
Gözleri büyüdü.
Karnını tutarak dizlerinin üzerine çöktü. “Öğretmen!” diye bağırdı Baran.
Zaman durdu sanki.
Baran refleksle, sol kolunu Ahu’nun beline sardı, onu arkaya doğru çekerken, sağ elindeki tabancayı yıldırım gibi kaldırdı.
Aynı anda Ararat ikinci atışa hazırlanıyordu ama gecikti.
İki net kurşun sesi yankılandı.
Baran’ın mermileri adamın göğsünü delip geçti.
Terörist bu kez gerçek anlamda yere yığıldı.
Sessizlik.
Baran hemen Ahu’yu yere yatırdı.
Gömleği kan içindeydi. Kırmızı renk çiçekli elbisesine yayılıyordu. “Ramazan! YARALI VAR! ACİL TIBBİ MÜDAHALE!” diye bağırdı telsize.
Ahu’nun gözleri doluydu ama hâlâ açık.
Titreyerek konuştu. “Çocuklara... zarar... gelmesin… komutan. Omları... koru.”
“Gelmeyecek!” dedi Baran, sesi çatlamış, gözleri buğulanmıştı. “Sen... sen korudun onları.”
Onu yavaşça göğsüne bastırdı.
Gözleri sınıfın çocuklarına takıldı. Her biri ağlıyordu. Ama hayattaydılar. Baran, Ahu’nun kulağına eğildi.
“Buradasın, Ahu. Gidemezsin. Sana söz veriyorum... seni bu çocukların başına tekrar koyacağım. Az önce olduğum gibi güçlü ol. Kahretsin! Ramazan nerede kaldı? Ah ulan ah! Niye önüme atladın ve kızım niye!” diyerek isyanlar ediyordu Baran. Bu yaşanılanlar onun hatasıydı ve kendini çoktan suçlamaya başlamıştı.
Kapıdan içeri Ramazan fırladı, dizlerinin üzerine kayarak yanlarına geldi. “Aç yol aç! Hemen baskı uyguluyorum! Nabzı var... ama zayıf!”
Baran yerinden kalktı, Galip’e baktı. “Helikopter istasyonu! Derhal tahliye!”
Ve Ahu, gözlerini yavaşça kaparken, Baran’ın sesi, o sınıfın duvarlarında yankılanıyordu. “Bu sınıfa ölüm giremez! Giremeyecek!”
Baran, ilk kez böyle hissediyordu çünkü kolları arasındaki kadın hayatında gördüğü belki de en cesur kadındı.