2.Bölüm

1801 Words
  Savaşın o tanıdık kokusu. Kan, yanık et ve ceset kokularından oluşan bir karışım. Ölümün kokusu. Yıllardı değişmeyen tek şey bu kokuydu işte. Her seferinde beni alıp geçmişe götüren ve kalbimin sızlamasına sebep olan şeydi. Derin bir nefes aldım ve sağ elimde sıkı sıkıya tuttuğum kılıç ile yaşayan birileri var mı diye cesetler arasında dolaşmaya devam ettim. Erkekler ve kadınlar. Savaşçılar. Aldığım nefesi yavaşça verdim ve sol kolumu gövdeme biraz daha bastırdım. Belimin biraz üstünde derin bir kesiğim vardı ama savaş daha yeni bitmişti. Her an tetikte olmalıydım. Yaşayan birileri kaldı ise eğer intikam için saldırabilirdi. Ben öyle yapardım. Ölecek bile olsam intikam alırdım. Yanımda mutlaka birilerini götürürdüm. Gözüm bir şeye takıldığında yavaşça oraya doğru ilerledim ve yakından baktım. Boğazım düğümlendi. Kanım damarlarımda dondu adeta. Alışıktım normalde böyle görüntülere. Ama bugün yıl dönümüydü. Ailemi kaybetmemin üzerinden tam tamına seksen beş yıl geçmişti. Bugün biraz daha azdı dayanıklılığım. Daha güçsüzdüm, bünyem zayıftı. Derin ve titrek bir nefes aldım. Küçük bir oğlan çocuğuna sarılmış bir kadın ve kendini onlara siper etmiş bir adam. Kömürleşmişti vücutlarının bir kısmı. Acı içinde kasılmıştı yüzleri. Son nefeslerini bundan bir iki saat önce vermiş olmalıydılar. Kokudan ve vücutlarının yanmamış kısımlarındaki deriden anlamıştım. Acı bir tebessüm yayıldı dudaklarıma. Çocuk şanslıydı bana göre. Ailesinin yanındaydı şu anda. Artık sonsuza kadar güvendeydi. Bir daha acı çekmek zorunda kalmayacaktı. Sevdiklerini kaybetmek, gözünün önünde birilerini yitirmek, ihanete uğramak, yaşamak zorunda değildi artık. Ruhları huzura ersin diye ne zaman kendimi kötü bir ruh hali içinde bulsam sürekli söylediğim ninniyi mırıldanmaya başladım. Yavaşça yere çöktüm ve sağ elimdeki kılıcı toprağa sapladım. Bu hareketim ile sol tarafımdaki yara ‘ Hey, ben buradayım! ‘ demişti. Yüzümü buruşturdum ama umursamadım. Sağ elim ile annenin açık olan gözlerini kapattım. * * * * * * * * * * * * *  ‘’ Ninni söylerdi bir zamanlar kâhinler. Şarkılar mırıldanırdı kraliçeler. Krallar dans ederdi prenseslerle. Ama ben minik kanatlarım ile yarışırdım rüzgârla. Görüyor musun baba? Uçuyorum minik kanatlarımla. Görüyor musun anne? Aşıyorum dağları kanatlarımı her çırptığımda. ‘’ * * * * * * * * * * * * *  Bir süre daha başlarında durdum ve ardından doğruldum sarsak bir şekilde. Ayağa kalkar kalkmaz başımın dönmesi ile kılıcımın kabzasına tutundum sıkıca. Yaram, vücudumdaki adrenalin azaldığı için kendini iyice belli etmeye başlamıştı ve galiba aşırı miktarda da kan kaybediyordum. En kısa zamanda yaram ile ilgilensem iyi olacaktı sanırım. Gözlerimi kırpıştırdım ve kılıcımı sapladığım yerden çıkarıp teftişe devam ettim ara ara kararan gözlerim ile. Yaşayan tek bir isyancı bile kalmamıştı. ‘’ Askerlerimizin bedenlerini alın ve gidelim. ‘’ Herkes emrim ile birlikte teftişi bırakıp dediklerimi yapmaya koyulduğunda savaş alanından yavaşça çıktım. Çok fazla kayıp vermemiştik. Düşük rütbeli birkaç asker kaybetmiştik sadece. Derin bir nefes aldım ve yavaşça verdim. Uzun bir süre kafamdan o ailenin olduğu sahneyi atmaya çalıştım. Kâbuslarıma yetecek kadar şey görmüştüm daha küçük bir çocukken. Gözlerimi her kapadığımda aynı manzara ile karşılaşıyordum. Ailemin cansız bedenlerini bulduğum zamanı bir türlü unutamıyordum. Babamın kükremesinin kulaklarıma dolmasını, savaş alanına vardığımda gördüğüm manzarayı, hiçbir şeyi unutamıyordum. Burnum sızlarken bedenimden soğuk bir titreme geçti. Gözlerimi yumup kafamı iki yana salladım. Hadi ama Destiny. Bu kadar güçsüz olma. Derin bir nefes aldım tekrardan ve kafamı kaldırıp etrafıma bakındım yavaşça. Şaşırdım. Savaş öncesi hazırlık yaptığımız çadıra gelmiş olduğumu gördüm. Ne ara? Çok dalmış olmalıydım düşüncelerime. O kadar yolu hangi ara yürüdüm ki ben? Yaramın sızlaması ile yüzümü buruşturdum. ‘’ Hadi bakalım Destiny. ‘’ Mırıldanıp çadırdan içeriye girdim ve etrafta gözlerimi gezdirdim. Ben Amca masanın üstündeki savaş planlarını topluyordu. İçeriye girdiğimi görünce başını kaldırıp bakışlarını üstümde gezdirdi. Gülümsemeye çalıştım ve elimdeki kılıcı kılıfına sokup zırhımı çıkarmaya başladım. Üstümdeki ağır zırhtan kurtulunca kendimi sandalyelerden birine bıraktım ve artık beyaz olmayan gömleğimi pantolonumdan kurtarıp sağ elim ile yavaşça yukarı sıyırdım. Tedavi zamanıydı. ‘’ Bitti mi? ‘’ Sorduğu soru ile kafamı yavaşça salladım. Bittiğini biliyordu. Çığlıklar ve savaş naraları kesilmişti. Kafasını onaylar anlamda salladı ve bakışlarını yaramda gezdirip ardından gözlerini yumdu. Derin bir nefes aldı. Planları toplama işi bitince, içinde tıbbı malzeme bulunan çantayı alarak önüme çektiği sandalyeye oturmasını izledim. Masanın üstünde bulunan şişeyi bana uzattığında gülümseyerek gömleğimi bıraktım ve şişeyi elinden aldım. Birkaç büyük yudum içtikten sonra yüzümü ekşiterek şişeyi geri uzattım ve tekrardan gömleğimi yukarıya sıyırdım. ‘’ Sen çabuk ayrıldın savaştan. Neden? ‘’ Sorduğum soru ile tek heceli bir kahkaha attı. Kaşlarımı çattım. Komik olan bir şeyi mi kaçırdım? Bakışlarını gözlerime çıkarıp sert bir şekilde baktığında istifimi bozmadım. Sağ elini uzatıp gövdeme bastırdığım sol kolumu tutup çektiğinde ona izin verdim. Yaram ile ilgilenirken konuşmaya başladı hafif sinirli bir sesle. Yakınıyordu resmen. ‘’ Senin hiç düşünmeden savaşmanı daha fazla izlemek istemedim. Böyle devam edersen eninde sonunda kendini öldürteceksin Destiny. ‘’ Ben Amca’nın dedikleri ile gözlerimi devirdim. Yaramı temizleme işi bitince sıra dikme işine gelmişti. En hoşlanmadığım kısım işte şimdi başlıyordu. Ben Amca gömleğimi bir eli ile tutarken yere koyduğu şişeyi alıp uzattı bana. Şişenin büyük bir kısmını içip ona uzattım. Alkol ejderha tarafım yüzünden bana pek etki etmiyordu ama hafif bir uyuşukluk da veriyordu. En azından yaram dikilene kadar dayanacak kadar bir uyuşukluk. Dişlerimi birbirine bastırdım ve Ben Amca’nın dediklerine odaklanmaya çalıştım o yaramı dikmeye başlarken. ‘’ Öyle bir savaşıyorsun ki Destiny, intihar etmek ister gibi. Düşünmeden saldırıyorsun. Rakibine açıklar vererek. Hatayı kendimde arıyorum. İyi eğitemedim mi acaba diye? Ama hayır Destiny. Hayır. Hata bende değil. Senin bizzat ordudakiler ile yaptığın talimlerine şahit oldum. Açık vermeden, keskin bir şekilde saldırıyordun eğitimlerde. Antrenmanlarda neredeyse hiç darbe almadan sonlandırıyordun dövüşü. Peki, ne oldu da bugün böyle saçma sapan bir şekilde; aynı bir acemi gibi dövüştün. Hayır ya. Acemiler bile kendini korumaya çalışır. Sen hiç kendini korumadın. Öyle dikkatsiz ve öyle fütursuz bir şekilde savaştın ki… Kendini öldürtmek istiyor gibiydin. Söyle bana Destiny. İstediğin bu mu? Ölmek mi? ‘’ Ben Amca’nın dediklerini dinlerken gözlerimi devirmek istedim ama yaramı diktiği için sadece acı içinde yüzümü buruşturmak ile yetindim. Yaramı dikmeyi bırakarak sorduğu soru ile gözlerimi kıstım. Cevap bekleyerek yüzüme bakıyordu. Derin bir nefes aldım ve kafamı geri attım. Gözlerinin içine bakamazdım. Yalan söylediğimi hemen anlıyordu. Tabi yıllar boyunca kendi kızı gibi büyüttüğü için, beni çok iyi tanıyordu. ‘’ Saçmalama Ben Amca, biraz aceleci davranmış olabilirim. Ufak tefek hatalar. Hem kendimi öldürtmek isteseydim bunu yapardım. Bunu yapmanın daha kolay yolları da var hatta. Ne bileyim, gider üç dört tane vampiri kızdırırım. Ya da ne bileyim. Cadılarla dalga geçerim. Onlar da oracıkta yakıverir beni. Ya da şu veliaht prens ile dalga falan geçerim. Connor, huysuzun teki. Aman, yani demek istedim istedikten sonra ölmenin birçok yolu var Ben Amca. ‘’ Dediklerim ile Ben Amca çenemden tutup ona bakmam için, konuşurken geri attığım kafamı çekti. Yüzünde bezmiş bir ifade vardı ve dediklerime inanmıyormuş gibi gözlerimin içine baktı ela gözleri ile. Ardından derin bir nefes alıp oflayarak verdi. ‘’ Eğer başka bir hatanı görürsem, bir daha savaşa giremezsin küçük ateş parçam. Tek bir hata! Anlaştık mı? ‘’ Dedikleri ile gözlerim irileşirken itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki yaramı dikme işine devam etmeye karar verecek bu anı seçmişti. Canım acımıştı ya. Hazırlıksız yakalanmıştım. Dişlerimi birbirine bastırıp tıslarcasına konuştum.  ‘’ Ne demek ‘ bir daha savaşa giremezsin’ ? Ben Amca burada benden bahsediyoruz. Savaş ve ben. Destiny ve savaş. İkisi her zaman aynı cümle içinde kullanılmıştır yıllardan beri. ‘’ Tıslayarak dediklerim ile omuz silkip bakışlarını yüzüme çevirdi. ‘’ Bir daha savaşa giremezsin demek, bir daha eline kılıç alamazsın demek. Hatta eğitimlerde kullandığımız tahta kılıçlardan bile eline alamazsın demek. Anladın mı beni? ‘’ Dediklerinin ardından yaramı diktiği ipi kesti ve kanıma bulanmış ellerini yüzümün önüne kaldırdı.   ‘’ Bu eller senin cesedini taşıyacak kadar güçlü değil, kalbim senin de ölümünü kaldıracak kadar dayanıklı değil. Beni senin ile sınamaya kalkma Destiny. Sen benim küçük ateş parçamsın. Minik ejderhamsın. Şimdi sar şu yaranı da, biraz dinlen. Ardından gidelim buradan artık. Üstünü de değiştir. ‘’ Ellerini omuzlarıma koyup gözlerimin içine bakarak dedikleri ile bir süre sonra gözlerimi kaçırdım. Bu hayatta bir tek Ben Amca’m kalmıştı. Onun sayesinde bugün ki ben olabilmiştim. Her şeyi ondan öğrenmiştim. Beni hiç sahip olmadığı kızı yerine koymuştu. Derin bir nefes alarak gülümsedim ve kafamı olumlu anlamda salladım. ‘’ Bir daha böyle hatalar yapmam Ben Amca. ‘’ Dediklerim ile kafasını yavaşça sallayarak ayağa kalktı ve çadırın girişine doğru yöneldi. ‘’ Sana güveniyorum küçük ateş parçam. Ben dışarıdayım. ‘’ Dediklerinin ardından çadırdan çıktı ve beni yalnız bıraktı. Dediği gibi gerçekleşmişti aslında her şey. Bugün öyle vurdumduymaz davranmıştım ki karşılığını da belimin biraz üstündeki yara ile ödemiştim. Sorun şuydu ki hem yaşamaktan hem de ölmekten korkuyordum. Ruhum felçliymiş gibi hissediyordum. Bir yandan aileme kavuşmak istiyordum bir yandan da bana bıraktıkları bu hayatı yaşamak istiyordum. Sürekli bir ikilemdeydim ve bu beni sarsıyordu. Bazen düşünemez hale geliyordum ve saçma sapan hareketlerde bulunuyordum. Derin bir nefes aldım ve Ben Amca’nın bıraktığı işi tamamlamaya koyuldum. Yaramı sardıktan sonra şişede kalan alkolün tamamını içtim ve yavaşça ayağa kalktım. Güzel bir yemek yemem lazımdı yakın zamanda. Acıkmıştım. Kan ve is içindeki ellerimi içi su dolu antikaya benzer bir kovanın içinde yıkadım. Büyülü bir nesne olduğunu kirlenmiş suyun tekrar temize dönmesi ile anladım. ‘’ Haa! Güzelmiş! ‘’ Kendi kendime hayranlık duydum ve avcuma su doldurup yüzümü yıkadım. Siyah ejderha olduğum için bu büyü işlerinde pek de iyi değildim. Düzgün bir şekilde kıyafetlerim ile dönüşmeyi Ben Amca birkaç ayda öğretebilmişti bana. Pek de iyi bir öğrenci sayılmazdım. Hala daha değilim. Bana tarih, matematik vesaire gibi gereksiz dersleri öğretmeye çalışırken az kalsın sinirden kalp krizi geçirecekti. Şükür ki böyle şeylerin bana göre olmadığını anlayarak savaşçı olmam için eğitim vermeye başlamıştı. Ordunun içinde büyümüştüm ve beni aristokrat gibi yetiştirmeye çalışıyordu. Ne anlarım ben öyle işlerden. Askerlerin elinde büyümüştüm. Onları örnek almıştım hep. Küçükken Ben Amca ne zaman arkasını dönse kaçıp asker abilerim ile savaş oyunları oynuyordum. Ordunun maskotu gibi bir şeydim küçükken. Gülümsedim. Güzel günlerdi. Bir sandalyenin üstüne attığım, savaşa çıkmadan önce çıkardığım kıyafetlerimi giydim ve boy aynasının karşısına geçtim. Ben Amca nereye gitse bu boy aynasını da yanında taşıyordu. Hayret ediyordum bu davranışına. Baya da süslü bir aynaydı hani. Böyle altın işlemeli falan. Acaba savaş ganimeti falan mıydı? Uğurlu eşya niyetine mi kullanıyordu? Omuz silktim ve önüne geçtim. Aynadaki yansımama baktım dudak büzerek. Kızıl gür saçlarım onları sıkıca örüp topuz yapmama rağmen dağılmıştı. Yine! Dalgalar halinde belime dökülüyordu. Acaba tokam neredeydi? Miğferimde mi kalmıştı? Eşofmanımın içine atletimi sokup uçkurunu sıkıca bağladım ve ardından oduncu gömleğimin düğmelerini ilikledim. Aynanın karşısından çekilip zırhımı çıkardığım yere gittim ama tokamı burada da bulamadım. Dudaklarımı büzüp çıkardığım kanlı gömlekten küçük bir parça kopardım ve tekrar saçlarımı örüp ucuna onu bağladım. Hazır olduğumda çadırdan çıktım. Ben Amca ellerini ceplerine koymuş bir şekilde uzaktaki savaş alanına doğru bakıyordu. Ona doğru ilerledim ve omzuna vurdum gülümseyerek. Bakışlarını bana çevirdi ve dediklerim ile gülümseyip beni kolunun altına aldı. ‘’ Çok acıktım ben. Şefe haber ver de bana iki üç porsiyon hazırlasın. Biliyorsun, çok da kan kaybettim. Gücümü geri toparlamam lazım. ‘’ 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD