1.Bölüm / İhanet Part 2

2070 Words
Karısının boğazına pençelerini geçiren ejderhaya güçlü bir ateş topu gönderdi can havliyle. Bedenine çarpan ateş topu ile tutuşu gevşeyen ejderhanın pençesinden kurtulan kadın, hızla dişlerini düşmanının bacağına geçirip ardından kuyruğuyla sertçe vurdu ejderhaya. Kocasına doğru savrulan ejderhayı bırakıp son anda kendisine gönderilen ateş topunu fark ederek, kanatlarını kendine çekip dalışa geçti. Kendisini hedef alan ejderhaya doğru hızla uçarken tüm gücü ile havada manevra yaptı ve kuyruğu ile sertçe vurdu düşmanına. Bu sırada adam, eşinin savurduğu ejderhanın karnına pençesini geçirip boydan boya yararken, sırtına çarpan güçlü ateş topu ile birlikte hızla düşüşe geçti.  Pençesini ölü ejderhadan kurtarıp havalanmak için kanatlarını çırptı canı sırtındaki yanık yüzünden yansa da ama umursamadı. Savaşmaya devam etmeliydi.  Tam yükseleceği sırada sağ ve sol kanadında güçlü bir acı hissetti. Kükredi tüm savaş alanını titretecek şekilde. Bu ölüm çığlığıydı. Kafasını arkaya çevirdi ve kanatlarını koparan ejderhaya birkaç saniyeliğine bakabildi ve ardından bedeni deprem etkisiyle yere çarptığında, tüm kemikleri orada bulunan ejderhalar tarafından duyulacak şekilde kırıldı. Bedeni ölümün sınırındayken dostunun, başka bir ejderha ile dövüşen eşine yönelmesini acı içinde izledi. Yapabileceği bir şey yoktu. Ölüm çok yakındı. Bir zamanlar gözünü bile kırpmadan ikisinin de hayatını defalarca kurtaran arkadaşı, eşinin boğazını pençesi ile boydan boya kesip ona fırlatmasını gözlerini kırpmadan acı içinde izledi. Eşi birkaç metre uzağında yere çarptığında son bir kez gökyüzüne baktı. Tüm ailesi katlediliyordu. Hem de bugün. Aileye son katılan kızlarının dördüncü yaş gününde. Ve bunu yapan da aileden saydığı ve sırtını yasladığı dostundan başka biri değildi. ‘’ Olur da bir savaş meydanında ölürsem, kızım sana emanet. ‘’ ‘’ Saçmalama, sen benden önce ölemezsin. Neyse, bu tatsız konuyu kapatalım da önümüzdeki savaşa odaklanalım. ‘’ Yıllar önce bir savaşın eşiğindeyken aralarında geçen kısa bir an süzüldü adamın aklına. Tüm ailesi, kan bağı olan herkes savaşçıydı. Miras gibi bir şeydi. Ama o kızını dostuna emanet etmek istemişti o anda. Büyük bir hata yaptığının farkında olmayarak. Karısına çevirdi bakışlarını biten savaştan gözlerini ayırarak. Tüm soyu katledilmişti. Bir bir düşüyordu ailesi gökten. Asil savaşçı olan ailesinin her bir üyesi tek tek yenilmişti, katledilmişti dost bildiği düşmanları tarafından. En acısı da sebebini bilmemesiydi. Bu ihanetin sebebini bilmiyordu. Karısının gözlerinin içine baktı özür dilercesine. Eşinin bedeni çırpınarak nefes almaya çalışıyordu ve her çırpınışında boğazındaki kesikten kan fışkırıyordu. Eşinin ölümünü acı içinde seyrederken minik bir ejderha çarptı gözüne. Onlara doğru uçan, acı içinde haykıran bir ejderha. Minicikti daha kızları. Hatta birkaç gün olmuştu ejderhaya dönüşmeyi başaralı. Acemiydi hala ama önünde öğrenecek uzun yılları vardı. Vardı değil mi? Kızının yaşayacağı uzun yılları olmalıydı. Anne ve babası şahit olamayacak olsalar bile uzun bir süre yaşamalıydı. Büyümeliydi güzelce,  güzel bir genç kız olmalıydı ve olacaktı da. Belliydi. Gri gözlerini âşık olduğu kadından kızıl saçlarını da kendisinden almıştı kızları. Çok yaramazdı. Hem de çok. Birçok yaramazlık yapmalıydı büyüyünce. Gönlünce yaşamalıydı o uzun yıllarını. Sevmeliydi, âşık olmalıydı. Hayatında daima sevgiye yer vermeliydi. Hem çok sevmeli hem de çok sevilmeliydi. Kalbini köreltmemeliydi minicik kızları onlar yanında olamasa bile. Kızları annesini burnu ile dürterken ve bir yandan da acı bir şekilde ‘ Anne ‘ diye yakarırken babası son bir nefes aldı artık acımayan bedenine. Ölümün o soğuk sarhoşluğu sarmıştı bedenini. Karısı çoktan atalarına karışmış onu bekliyordu diğer aile üyeleri gibi. Erken bir ölümdü. Kızlarının büyüdüğünü, ilk aşkını, ilk kalp kırıklığını, yenilgilerini, galibiyetlerini göremeyecekti. Onu korumak için yanında olamayacaktı. Umdu içinden adam. Kızı öyle güçlü olsun ki kendini koruyabilsin tüm kötülüklerden. Gün gelsin ki ailesinin intikamını alabilsin. Ama kalbini de intikam ile köreltmesin. Kız annesinin öldüğünü o küçücük yüreğiyle ve aklı ile kabullenirken hızla babasına döndü. Kanatlarını çırparak babasının bedeninin yanına uçtu ve sarsakça yere indi. Düştü. Hemen ayağa kalktı ve ağlayarak babasının yüzüne yaklaştı. Babası hala yaşıyordu. Diğer aile üyeleri – annesi de dâhil – herkes cansız bir şekilde yerdeydi ama babasının kendisini takip eden gözlerini fark edebilmişti. Küçük bir umut yeşerdi içinde. ‘’ Baba! ‘’ dedi alışamadığı ejderha sesi ile. Babası yavaşça gözünü kırptı. Kız gülümsedi ağlamasına rağmen ve babasının yanağını yalayıp geri çekildi. Babası iyileşecekti. Babası onu bırakmazdı. O çok güçlüydü. Ona daha dövüşmeyi öğretecekti. Abisi Emanuel’in onu yenmesinin intikamını alacaktı babasından öğrendiği taktikler ile. Babasının gözlerini açmasını bekledi. Az önce baba dediğinde kapattığı gözleri açılmıyordu bir türlü. Bekledi. Biraz daha bekledi. Açmadı babası gözlerini. Burnu ile dürttü yavaşça yanağını. Güçlü değildi itişi ama babasının kafası dürttüğü yöne doğru düştü. Kalbi tekledi küçük kızın. Az önce içinde yeşeren umut filizi solup çürüdü içinde. Hala dört ayaküstünde yürümeye alışık olmadığı için birkaç kez düşme tehlikesi geçirdi ama babasının gözlerinin önüne geldi sarsak adımlarla. Kapalıydı gözleri. ‘’ Ba- baba? ‘’ diye fısıldadı güçsüz bir ses ile. Açmadı babası gözlerini. Burnunun ucunu sürttü gözlerine. Olmadı. Oysa minik ejderha kulakları kabullenmişti bile gerçeği. Duymuyordu kendi göğsünde acı içinde çırpınan kalbinden başka bir nabız sesi. Omuzları çöktü kızın. Annesi ve babasının bedenlerinin arasına girdi. Annesine baktı. Gözleri açık ölmüştü annesi. Derin bir nefes aldı kız. Annesinin kokusunu savaşın, yanık cesetlerin ve kan kokusundan ayırt etmeye çalıştı. Becerememişti. Annesinin kanadının altına soktu minik ejderha bedenini ve kafasını yere koyarak bakışlarını babasına çevirdi. Tüm sevdiklerinin ölü bedenleri buradaydı. Tüm sevdikleri buradaydı ama ruhları yıldızlara karışmıştı. Annesi öyle demişti. İki gün önce ilk dönüşümünü geçirdiğinde annesi sakinleştirmek için ilgilenmişti onun ile. Korkan minik ejderhayı sırtına alarak gökyüzüne çıkarmıştı. Ardından kızının, kardeşleri ile yüzmeye geldiği ve çok sevdiği gölün yanına inmişti kızı ile birlikte. Kızına uçmak ve ejderha bedeni ile ilgili birkaç bilgi vermiş ve alıştırma yaptıktan sonra da anne kız beraber çimenlere uzanmıştı. Tabi kızının geri dönüşüm geçirmesi için hemen hemen yarım saat dil döktükten sonra. Büyülü sözleri bir türlü doğru düzgün söyleyemiyordu.  ‘ Şu yıldızları görüyor musun minik bebeğim? Onlar atalarımızın ruhları. Bir gün ki bu uzak bir gelecekte, biz de o yıldızlardan biri olacağız. Sen de çok ama çok uzun yıllar sonra bize katılacaksın. Oradan daima seni izleyeceğiz. Bu yüzden mükemmel bir ejderha olmalısın. Mükemmel bir kadın. İyi bir eş ve harika bir anne. Anlaştık mı? ‘ ‘ Öhhöm! Eş ve anne kısmı çok çok çok uzak bir gelecekte demek istedi anne tatlım. Bunda hemfikir olduğumuza göre hadi bakalım küçük savaşçım. Uyku vakti. ‘  Gülümsedi ve babasının ona her gece söylediği ninniyi mırıldanmaya başladı kısık bir sesle. * * * * * * * * * * * * *  ‘’ Bir küçük ejderha, uçar minik kanatlarıyla. Yükselir yavaşça, rüzgârın da yardımıyla.  Annesi ve babasının küçük ejderhası. Minik Destiny. Seslenirdi göklerden anne ve babasına. Görüyor musun baba? Uçuyorum minik kanatlarımla. Görüyor musun anne? Aşıyorum dağları kanatlarımı her çırptığımda. Az önce geçtim abimi o küçük yarışımızda. Ardımda bıraktım kırık kalbimi. Rüzgâr esti yavaşça ve alıp götürdü beni. Getirdi minik bedenimi yanınıza. Görüyor musun baba? Aşıyorum ülkeleri kanatlarımla. Görüyor musun anne? Yükseliyorum Kırmızı Topraklar’ın semalarında. Ninni söylerdi bir zamanlar kâhinler. Şarkılar mırıldanırdı kraliçeler. Krallar dans ederdi prenseslerle. Ama ben minik kanatlarım ile yarışırdım rüzgârla. Görüyor musun baba? Uçuyorum minik kanatlarımla. Görüyor musun anne? Aşıyorum dağları kanatlarımı her çırptığımda. ‘’ * * * * * * * * * * * * *  Ardından ağlamaya başladı minik ejderha. Haykırarak, çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Gök yarılmalıydı bu minik bedenin hissettiği acı ile. Yeryüzünde tek bir dağ bile kalmamalıydı, toza dönüşmeliydi kızın haykırışları ile. Uyanmalıydı ailesi o ölüm uykusundan, çağırıyordu onları tüm gücüyle. Kimse ses vermedi. Kimse kımıldamadı. Gece çöktü yavaşça. Ağladı saatlerce. Seslendi kardeşlerine, abisi Emanuel’e. dayılarına, amcalarına, teyze ve halalarına. Kuzenlerine. Ablası bildiği Aisha’ya. Anne ve babasına seslendi. En çok onlara seslendi. En çok onlara ihtiyacı vardı şu anda. Anne, babası ve abisine ihtiyacı vardı. Uyandırmalıydılar minik Destiny’i bu kâbustan ve sıkıca kucaklamalılardı. Geçti demeliydi abisi saçını okşarken. Annesi gözlerinden öpmeliydi. Babası onu kucaklayarak döndürmeliydi etrafında. Kimse yapmadı. Kimse uyanmadı. Kimse ses vermedi. Tek tek her birinin adı yükseldi semaya olur da biri cevap verir diye. Yıldızlar belirdi birer birer Kırmızı Topraklar’ı saran gecede. Kafasını annesinin kanadı altından çıkarıp göğe çevirdi bakışlarını. Orada mıydılar şimdi ailesi? Neden onu da alıp götürmemişlerdi ki yanlarında? Bugün onun doğum günü değil miydi? Doğum gününde terk etmişti ailesi onu. Sarsakça doğruldu alışamadığı ejderha bedeniyle. Babasının öğrettiği gibi kükremeye çalıştı. Kardeşleri ve kuzenlerinin onun ile dalga geçeceği bir şekilde kükredi. En çok abisi Emanuel gülerdi bu haline ama olsun, burada olsun ve gülsündü. Hepsi dalga geçebilirdi onun ile sorun değildi. Yemin etti. Bir daha ne onu kızdırdıklarında ağlayacaktı ne de bir daha onları üzecekti. Yeter ki uyansınlardı. Tekrar ve tekrar kükredi acı içinde. Her seferinde acıdan beslenen kükremesi öyle güçlendi, öyle korkutucu bir hal aldı ki minik kız bile ürkmüştü kendi sesinden. Sonra kararını vermiş bir şekilde son bir kez seslendi semaya. Kendi kükremesine eşlik eden bir başka ejderhayı duyunca hızla etrafına bakındı. Ve onu gördü. Büyük siyah ejderha gözlerini ona dikmiş bir şekilde kendisine doğru gelirken dikleşti ve güçlü görünmeye çalıştı anne ve babasının bedeninin önüne emin adımlarla yürürken. Bariyer gibi dikildi anne ve babasının önünde ama o kadar minicikti ki, titrek bir kedi yavrusuna benziyordu. Gerdi sırtını Destiny ve öne doğru eğildi korkutucu gözükmek için. Ailesine kavuşacaktı belki de birazdan. Korkmalıydı ve belki de ağlamalıydı. Ama söz vermişti kendine. Bundan sonra bir daha ağlamayacak ve korkmayacaktı hiçbir şeyden. Ölüm yakınsa ne güzel işte. Anne ve babasına kavuşurdu tez vakitte. ‘’ Kâhinler adına küçüğüm! Ne oldu burada böyle? ‘’ Siyah ejderhanın konuşması ile hırladı Destiny iyice öne eğilerek. Ne sesteki şefkati hissedebilmişti ne de söylenenleri anlayabilmişti. Sadece git gide annesi ve babasına yaklaşıyordu o ejderha. Bir tek bunun farkındaydı. Büyük ejderha yanından geçtiği kızın ailesine üzgün gözlerle bakıyor ve git gide acıya boğuluyordu. ‘’ Uzak dur! ‘’ diye tısladı Destiny. Küçüktü ama akıllıydı da. Ailesini öldüren ejderha olabilirdi belki karşısındaki. Durdu büyük ejderha şaşkınlıkla ve bakışlarını kıza çevirdi Destiny’in dedikleri ile. ‘’ Destiny, benim. Benjamin. Hatırlamadın mı beni? ‘’ Sorduğu soru ile kafasını yana eğdi minik ejderha. ‘’ Ben Amca? ‘’ Soru sorar gibi fısıldamıştı Destiny. Hatırlıyordu Ben Amcasını. Annesi ve babasından gizli Destiny’i sırtına alır ve Kırmızı Topraklar’ın semasına çıkarırdı önceden. Abisi de eşlik ederdi onlara. Ben Amca evlerine her geldiğinde kendini Destiny’e adar, onun ile oyunlar oynardı. Tüm bu anılar tek tek Destiny’in aklına süzülürken dudakları titredi. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. ‘’ Evet küçüğüm, benim. Çok üzgünüm. Gel buraya Destiny, gel minik ateş parçam. ‘’ Benjamin dediklerinin ardından büyülü sözleri fısıldayıp basit kıyafetler içinde belirince Destiny koşmaya çalışarak Ben Amcasına doğru gitti. Benjamin acı bir tebessüm ile kollarını açıp Destiny’e sarıldı. Kollarının sarmaya ancak yetiştiği minik ejderhanın ağlarken titreyen bedenini sakinleştirmeye çalıştı. Ona her şeyin iyi olacağını ve daima onu koruyacağını söyledi. Kızıl yelesini okşadı yavaşça. ‘’ Burada durmamız güvenli değil, hadi gidelim küçüğüm. Geri gelebilirler. Daha güvenli bir yere gitmeliyiz. ‘’  Benjamin dediklerinin ardından Destiny’e sardığı kollarını çözdü ve geri çekildi. Gözlerinin içine bakarak acı bir şekilde gülümsedi. ‘’ Şimdi dönüşmeni istiyorum minik ateş parçam. ‘’ Ben amcasının ondan istediği şey ile Destiny’in ağlaması daha da şiddetlendi. ‘’ Yapamıyorum, annem olmadan yapamıyorum. ‘’ Destiny’in dedikleri ile Benjamin bakışlarını Destiny’in arkasındaki annesine çevirdi. Kahrolarak Destiny’e döndü tekrardan. ‘’ Sorun değil minik ateş parçam. Ben yardım ederim sana. ‘’ Ben Amcası dediği gibi yapıp büyülü sözleri söyledi ve Destiny karamel rengi tomurcuklar arasında iki ayaküstündeydi şimdi. Benjamin gözlerini Destiny’in üzerinde gezdirdi. Uzun dalgalı kızıl saçları dağılmış bir şekilde beline kadar dökülüyordu. Gri gözlerinde gördüğü hüznün aynısı kendi gözlerinde de vardı. Üzerinde lila rengi bir elbise vardı ve bu annesinin favorisiydi. İnsan haline dönüşür dönüşmez Ben amcasına baktı. Bir iki adım geri gitti ve arkasını dönerek anne ve babasının bulunduğu yere doğru ağlayarak koşmaya başladı. Destiny ailesini son kez gördüğünü bilerek vedalaşmak istemişti bir kez daha. Benjamin acı içinde gözlerinin önünde vuku bulan olayı izlemek ile yetindi.  Annesinin cansız bedenine ulaşan Destiny yelesine sarıldı. Bir süre çığlıklar atarak ve sarsılarak ağladı annesinin kanlı yelesinde. Sonra sarsak adımlar ile babasına ilerledi ve bedenini yüzüne yasladı. Ağlayacak, çığlık atacak gücü kalmamıştı. Böyle olmamalıydı. Anne ve babası daima yanında olmalılardı. Ailesi yanında olmalıydı. Emanuel neredeydi? Ona da sarılmak istiyordu. ‘’ Hadi küçüğüm, daha fazla riske giremeyiz. Geri gelebilirler. ‘’ Benjamin yanına gelerek fısıldamıştı bu sözleri. Sarıldı babasının yelesine sıkıca. Kalan tüm gücü ile. Bir mucize gerçekleşse ve onlar iyileşse ne olurdu ki? Mucize gerçekleşmeyecekti. Bu sondu işte. Son kez sarılıyordu onlara. Soğumuş bedenlerine. Bu yüzden Benjamin onu güçlü kolları ile kucakladığında minicik bedeni ile çırpınmaya çalıştı ama başaramadı. Benjamin kucağında hala daha içli içli ağlayan Destiny ile ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladı. Son bir kez arkasını dönüp dostlarının ölü bedenlerine baktı acı içinde. ‘’ Yasınızı tutmak için intikamınızı almayı bekleyeceğim. ‘’ Bu sözü hem kendine hem de ona ağlayarak bakan Destiny’e vermişti. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD