İsmimin bir önemi yok, Mardinli deseniz yeter, dedi Zehra sinir olmuşlukla birlikte adamın inatla adını söylemeyişine deli olmuştu. İkilinin arasındaki çekişmeden oldukça keyif alan İsra, arkadaşının yaptığına karşılık "oh" çekmişti. Miran ve Mardinli yemeklerini söylerken kızlara da tekrar çay gelmişti.
Çayını bir iki yudumda bitiren İsra, boğazı yansa da belli etmemiş, "Hadi artık biz kalkalım, Zehra, daha çok işimiz var," diyerek ayaklandı. Zehra da arkadaşını daha fazla zorlamaması gerektiğini düşünerek, "Tamam fıstık, gidelim madem," dedi. "Biz sizi bırakırdık, teğmenim," dedi Miran yine tüm pişkinliğiyle. "Gerek yok, komutanım, arkadaşım geldiği için araç kiraladım," hımm, dedi Miran bir yandan ağzına attığı eti çiğnerken bir yandan İsra'nın gitmesini engelliyordu.
İsra daha fazla çığırdan çıkmadan gitse iyi olacaktı. "Neyse, afiyet olsun komutanım, yürü Zehra," diyerek kızı kolundan çekiştirip kasaya ulaştı. "Masa 12'nin hesabını alabilir miyim?" "Hesap tamam, hanımefendi," diyince ayaklarını yere vurarak çıktı İsra.
"Neden bu kadar deliriyorsun kızım? Belliki adam sana abayı yakmış. Ee, bu kadar delirdiğine göre sen de boş değilsin. Neden bırakmıyorsun arkadaşım? Kendini bıraktıkta ne oldu sanki? Offf, Zehra, boşver hadi gidelim, daha fazla sinirlerimi yıpratmayacağım o ayıcık için," dedi ve yürümeye başladı ama Zehra neler olduğunu öğrenmeden bırakacak bir arkadaş asla olmamıştı ki...
***
Arabaya binip yol aldıklarında İsra sinirle biraz fazla yüklenmişti gaza. Zehra aracın tutunma kısmını sımsıkı kavrayıp, "Kızım, gebertecek misin bizi? Biraz yavaş!" diyince, ibreye bakan İsra hızını düşürüp, "Pardon fıstık, ya fark etmedim. Belli, belli kafan yolda değil. Artık anlatır mısın İsra, bu adamla aranda ne oldu? Senin ne yaptı, sana da adamı yanına yaklaştırmıyorsun." dedi.
"Evde konuşuruz Zehra, şimdi bırak bu güzel bebeğin tadını çıkarayım."
"Peki." dedi Zehra, müziğin sesini açıp tekrar gaza yüklendi.
****
Eve gelince koltuğa oturup dinleme moduna geçmiş olan Zehra bir bakış atarak, "Evet, dökül bakalım fıstık," dedi. İsra, "Bir kahve," diyerek mutfağa yöneldiği sırada, "İsra, otur ve anlat, sonra içeriz kahveyi," dedi.İsra oturup Miran'la yaşadığı her şeyi baştan sona anlatmaya başladı.
"Bana yalan söyledi. Sabahında benimle flörtleşen adam, akşamında sevgilim değil dediği kadının mekanına gidip öpücüklerle karşılandı. Yalnız bu Ayça fena, sana söyleyeyim ama kızım, bu adam da iki kızı aynı anda idare edecek bir tip değil yani. Hele sana bakışları çok başka. İsra, sonuç olarak bir yalan var ortada, değil mi? Ve beni azıcık tanıdıysan, yalanı asla affetmem. Her neyse, geçti gitti. Şimdi istediği ile istediği şekilde ilişki yaşayabilir, benim sınırlarıma girmediği sürece sorun yok."
"Şimdi her şeyi öğrendiğine göre, şimdi güzel bir kahve içelim. Ardından dinlenelim, sabah erkenden yola çıkalım. Sabah kahvaltısını Mardin tepesinde yapmaya ne dersin güzellik? Harika olur, aklını seveyim kız," diyerek yanağından makas aldı. Zehra, ikisi de yatağına uzandığında, Zehra çoktan uyku moduna geçmişti.
İsra ise Mira'nın son sözlerine takılı kalmıştı. "Baktığın her yerde olmaya ant içmişimdir belki..."
***
İsra, son yaşananlarla birlikte ne kadar Miran'ın benim için başlamadan bitti desede, içindeki çatlağı susturamıyordu. "Sana karşı bir şey hissetmese seni kurtarmazdı, sürekli karşına çıkmazdı," deyip duruyordu. İsra, iç sesiyle savaşıyordu. Nihayet uyuduğunda, bu kez rüyalarına giren Miran'la sabah gözlerini açtığında, Zehra tepesine dikilmiş sinsice gülümsüyordu. "Günaydın fıstık, hayırdır ne kıkırdan sabah sabah?" Omuz silken Zehra, "Yüzbaşıyı sayıklamana uyandım kızım, ona gülüyorum. Adama hem yüz vermiyorsun, hem rüyalarında çıkartmıyorsun. Bu ne çelişki, zilli," diyince, İsra, "Demek öyle, seni gancık, gel buraya," diyip Zehra'yı gıdıklamaya başladı. İki arkadaş, keyifli bir boğuşmanın ardından hazırlanıp yola çıktılar. Rotaları Mardin'di. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından güzel bir kahvaltı için Mardin Kalesi'ni tercih ettiler.
Güzel bir serpme kahvaltı siparişi verip Mardin'in eşsiz manzarası eşliğinde yemeklerini yemeye koyuldular.
***
Miran, Mardinli zıpkın yüzbaşının aracıyla Mardinlinin aile konağına gelmişlerdi. Zerda Hanım çoktan kahvaltı sofrasını aslanları için hazırlamıştı. Zerda Ana, önce oğluna, ardından yüzbaşıya ve zıpkına sarılarak hasret gidermişti. "Hoş geldiniz aslanlarım, sefalar getirdiniz, hoş bulduk Zerda Sultan," dedi yüzbaşı. Kendi annesi kadar severdi Zerda Hanımı, az ekmeğini, az dayağını yememişti zamanında ama hakkı çoktu Miran üzerinde. "Haydi, önce karnınızı doyurun hele," dedi Akif Ağa (Mardinlinin babası). Sofraya kuruldu hepsi. Kahvaltının ardından damat tarafı geleceği için hazırlıklara başlandı. Miran ve Mardinli, çarşıya gelin için düğün hediyesi almaya çıkarken diğerleri gelin evinde kalmıştı.
***
Miran kuyumcudan çıktıklarında hiç ama hiç karşılaşmak istemediği babasıyla karşılaşınca tüm neşesi bozulmuştu. Bian bakışan ikili, Mira'nın kendini toparlayıp, arkasını dönüp uzaklaşması bir oldu. Mardinli ne yöne gideceğini şaşırsa da tercihini elbette Miran'dan yana kullandı.
"Komutanım, bekleyin komutanım!" Miran durup ne söyleyeceğini bilemedi. "Affet abi, bilemedim. Karşılaşacağınızı. Oğlum, senin ne suçun var? Hadi şu işleri halledip dönelim, daha damat haşlayacağız oğlum," diyip konudan tamamen uzaklaştı. Babasıyla hiç iyi anıları yoktu. Mira'nın, hiç saygı duymadığı zor ve katı bir kişiydi Hazar Ağa.
***
Mardinli, gel abi, bir şeyler içip dönelim. Daha damat tarafı gelmez, gel hele diyerek Mardin Kalesi'ne girdiler. Bazı tesadüflerin olması içimizde gizlidir; aslında başka şehirde bile birbirine çeker kalplerin sesi ne kadar inatçı da olsa... Mekâna giren ikili önce kendilerine bir yer bulup oturur, çok geçmeden buluşmuştur yine iki göz... İsra yüzbaşıyı görünce bu kez dayanamaz ve hızlıca yerinden kalktığı gibi soluğu yüzbaşının masasının başında alır. Miran ilk kez şaşırsa da, tüm gerginliği İsra'yı görünce uçup gitmiştir. İsra, ağzını açmadan hemen önce söze girer: "Teğmenim inanmazsınız belki ama bu kez gerçekten tesadüf karşılaştık. Bu kez sizi takip etmedim." İsra, sorgulayıcı bakışlarını takınıp, yani daha önceki karşılaşmalarımuz tesadüf değildi, öyle mi komutanım? Miran hiç istifini bozmadan, "Belki de değildir, teğmenim..." dedi.
***
İkilinin atışmasını bu kez Mardinli bozdu. Komutanım, kız kardeşimin düğünü için buradayız, alışverişe çıkmıştık, çay molası vermek için buraya geldik. Çok geçmeden Zehra, İsra'nın yanında bitmişti.
"Siz neden buradasınız, teğmenim?" diye araya girdi Miran, merakına yine engel olamamıştı.
İsra cevap vermeden Zehra atladı. "Kız kıza geziye çıkmıştık, kahvaltı yapıyorduk. Güzel bir tesadüf oldu, değil mi, İsra'cım?" diyerek koluna girdi İsra'nın.
İsra burnunu kırıştırıp, "Yaa, çok güzel tesadüf," diyip yalandan bir gülümseme takındı.
Mardinli bir kez daha araya karışıp, "Komutanım, belli ki gezmeye gelmişsiniz. Düğünümüze katılmak ister misiniz? Aslında timin hepsini davet etmiştim ama size söylemeye bir türlü fırsatım olmadı," dedi.
Zehra atlayıp, "Süper olur! Mardin düğünlerini hep merak etmişimdir. En aşiret paketinden düğün diyince Mardinli de gülümseyip, 'Öyle güzeldir, iz bırakır düğünlerimiz,' dedi." İsra itiraz etse de Zehra'nın ısrarlarına dayanamayıp kabul etmişti.
Elbette Mira'nın keyfine diyecek yoktu. Hep birlikte kalkıp mekandan çıktılar. Araç az ileride, "Siz bekleyin, alıp geliyorum," dedi Miran. İsra hemen atlayıp, "Gerek yok komutanım, biz araç kiralamıştık," dedi.
***
Miran biliyordu ama bu kez yanında tutmaya kararlıydı İsra’yı. Olmaz teğmenim, bu kez itiraz kabul etmiyorum. Düğün bitiminde bırakırım ben sizi aracınızın yanına. İsra, bu kez rütbesini kullanan yüzbaşıya itiraz edememiş, birlikte düğün evine geçmişlerdi. Konağa iki kızla giriş yapan dörtlüye döndü, tüm bakışlar Zerda ana’nın gözleri ışıldamıştı. Ne oğluna ne de Miran’a bir türlü kız beğendirememiş, evliliğe ikna edememişti. "Hoş geldiniz aslanlar, siz de hoş geldiniz güzel yavrular!" diyerek sevinçle karşıladı. "Kimdir bu hanım kızlar?" "Oğlum. İsra, komutanım, ekip arkadaşımız. Ana Zehra hanım da İsra komutanının arkadaşı. Onlar da Mardin'e gelmiş, restoranda karşılaştık. Ben de düğünümüze davet ettim," diyerek uzunca bir açıklama yaptı. Annesine imalı bakışlar atıp, yani "hiç heveslenme" demek istiyordu aslında. Miran için heveslenebilirdi ama kendisi için aynı şey geçerli değildi.
***
Zerda Hanım, çok iyi yapmışsın aslanım. O halde Sefa geldiniz, hoş geldiniz. Buyurun, kınamız var bugün, yarın da düğünümüz. İsra düğüne kalamayız ama kınaya eşlik ederiz desede, Zerda Hanım çoktan kanatları altına almıştı iki kızı. Zehra ortama bayılmıştı. Taş konağın avlusu renkli ışıklarla süslenmiş, ortaya gelin ve damat için bir taht kurulmuş, etrafı tüllerle süslenmişti.
Kınada tüm kızlar geleneksel elbiseler giymişti. Gelin bindallısını çekmiş, onun arkadaşları ve bekar kızlar geline uygun yöresel kıyafetler giymişti. Zehra, "Ayy, keşke biz de yöresel bir şeyler alsaydık!" diye iç geçirince, İsra, "Seni alacağım, merak etme. Bir aşiret ağasına o zaman giyersin," diye dalga geçse de, onun da çok hoşuna gitmişti. Zerda Hanım yanlarına gelip etrafı inceleyen ikiliye, "Kızlar, siz de yöresel kıyafet giymek isterseniz Ayşin yardımcı olsun," dedi.
Zehra, "Gerçekten mi? Çok isterim!" diyerek ayaklandı. Zerda Hanım, İsra'ya bakınca o da geri çevirmemişti.
***
Ayşin, kızın yardımıyla yöresel kıyafetleri giyen ikili gerçekten de çok güzel olmuştu. İsra, yeşil bir fistan altına ona uygun şalvar ve başında elbiseye uygun poşi yazma ile süslenmişti. Yazmanın kenarlarından sarkan saçlarıyla tam bir Mardin kızı olmuştu İsra. Zehra da siyah üzerine kırmızı ve yeşil çiçeklerle süslenmiş bir fistan, ona uygun poşi yazma ve şalvar giymişti. Görenlerin bir kez daha dönüp bakacağı kadar güzel olmuştu iki kız. Aşağı avluya inen ikiliyi gören Zerda Hanım, "Tü tü tü maşallah kızlar, bu ne güzellik!" diyerek övgülerini sıraladı. Halaylar çekildi, oyunlar oynandı. İkili oldukça eğlenmişti. Sıra kına yakma merasimine geldiğinde, damatla birlikte erkekler de avluya giriyordu. Miran, İsra'yı görünce olduğu yerde kalmış, dili tutulmuş, çivi misali kapı ağzında çakılıp kalmıştı. "Komutanım, niye durdunuz?" diyip kızları gören Mardinli Zehra'yı görünce oda donup kalmıştı. "Ne durdunuz yahu?" diyerek giren zıpkın, ikiliyi sarsınca ancak yürümüşlerdi. Kenara dizilen erkeklerin, daha doğrusu bekarların dikkatini de çekmişti elbette kızlar. Miran, transtan çıkıp kıskançlık yeleğini giymişti üzerine, yanında duran gençleri uyarıp, "Önünüze bakın gençler, kızlar sahipli!" diyerek anında gelecek teklifleri engellemişti.
**
Her şeyden habersiz İsra gülümseyerek gelin ve damadı izliyordu. Miran daha fazla dayanamayıp İsra'nın yanına yöneldi, İsra'nın kulağına "Bu kadar güzel gülmek zorunda mısın? Teğmen etme, eyleme, gözünü seveyim, beni akraba katili etme," dedi.
Sözler üzerine hem sevinç hem inatla Miran'a dönen İsra, bu kez kulağına onun gibi fısıldayıp "Siz Ayçanız için katil olun komutanım, ben kendime bir katil bulurum," diyince Miran daha fazla dayanamayıp "Bunu sen istedin, teğmen hanım," diyerek İsra'yı omzuna attığı gibi hızlıca meraklı bakışlar eşliğinde avludan çıkarttı.