Miran ve İsra eve döndüklerinde, Miran yine kapısından uğurlayıp eve çıktı. Miran yatakta dönüp durmuş, aldığı itirafla içi içine sığmıyordu. İsra'yı sarıp sarmalamak, her an yanından ayırmak istemiyordu. İsra evlilik için erken dese de, Miran'ın bir an önce onu ikna etmesi gerekiyordu. Yarın ilk iş albayla konuşmak, daha sonra da eğer İsra'yı ikna edebilirsem, kış gelmeden ister çok geçmeden de düğünü yaparız diyerek plan kuruyordu.
***
Sabah erkenden kalkan Miran hazırlanıp elinde iki kahve alarak İsra'nın evine çıktı. Kahveleri merdivene bırakıp kapıyı tıklattı. İsra da hazırlanmış, kendine kahve yapacaktı. Aklında onun da aynı şeyi düşünce vardı; kahveyi birlikte içer, iş yerine nasıl olsa beraber gideceklerdi.
Kapıyı açan İsra, "Sen benden çok yaşayacaksın, mavişim," dedi. Miran kaşlarını çatıp, "O nasıl laf, balım? Rabbim benim ömrümden alsın, sana yazsın," diye yanıtladı.
Miran, "Ya tamam, onun için demedim. Allah korusun, daha birbirimize doymadan sabah sabah ölümde nereden çıktı? Ee, sen dedin benden çok yaşayacaksın diye, vahiy mi indi güzelim?" dedi.
İsra kahkaha atarken, "Hayır, ben de kahve yapıp sana inecektim. Aynı şeyi düşünmüşüz de sanırım yanlış deyim kullandım," dedi.
***
Miran, İsra'yı kucağına çekip "Çoğu azı yok, balım, birlikte yaşlanacağız" diyip öptü yanağından. İsra kızarırken, "Sabah enerjimi de yükledim" diyerek kahvelere uzandı. "Sabah kahven, hatun, teşekkür ederim mavişim. Hadi gel, kapıda kaldın, içer çıkarız." Miran salona geçip otururken, İsra da oturmuştu.
"Bugün albayla konuşacağım, balım, haberin olsun."
"Ne hakkında, mavişim?"
"Tabii ki, bizi söyleyeceğim. Gizli saklı sevmiyorum, başkasından duyarsa ayıp olur. Benden duyması daha iyi."
"Peki, sen bilirsin, benim için sorun yok."
Miran biraz şaşırmıştı. Dün gerçi halletmişlerdi bu iş yeri mevzusunu ama İsra'nın çok çabuk kabul edeceğini de düşünmemişti.
"Sen konuş, gerekirse ben de bir açıklama yaparım.
***
Birlikte alaya gelen ikili araçtan inince yine iş yeri resmiyetine bürünmüştü. Kapıda "Kolay gelsin komutanım, akşam görüşürüz."
"O kadar değil, öğle molasında birlikteyiz teğmenim." "Emredersiniz komutanım." diyerek asker selamı verdi. İsra gülerek odasına geçti.
Miranda albayın yanına yöneldi. Sekreter asker ayağa kalkıp selam verdi. "Albayım, müsait mi?" "Yusuf, hemen öğreniyorum komutanım." diyerek albayı aradı.
Mirana dönen Yusuf, "Sizi bekliyor komutanım." diyerek içeri yönlendirdi.
Kenan albayın karşısında selam verip, "Günaydın komutanım, bir maruzatım olacaktı." "Günaydın Miran, buyur geç."
Karşısına oturan Miran'a, "Hayırdır aslanım, bir sorunun mu var?" "Yok komutanım, bu konu kişisel."
"Hımm, demek kişisel. Peki, bu kişisel mevzu İsra teğmenle mi ilgili?" Gözleri açılan Miran, "Acaba kimden duydu?" diye sinirlenmişti.
"Sinirlenme yüzbaşı, boşuna indir o kaşlarını. Aşık oldun, niyetin ciddi. Benimle de bunu paylaşmak istedin."
"Komutanım, siz nasıl?" derken çok şaşırmıştı. Görevden döndüğünüzde anlamıştım.Her halinden belliydi aslanım.Ama şimdi bakıyorumda,
İsra da kabul etmiş. "Karşımdasın, öyle oldu komutanım. Siz olayı şıp diye çözmüşsünüz. Hal ve hareketlerinize dikkat edin dememe gerek bile yok. İkinizde yetişkin insanlarsınız. Umarım mutlu olursunuz. Benden yana için rahat olsun."
***
Sağ olun komutanım, eh ben derdimi anlatmadan anladığınıza göre bana müsaade. Müsaade senin aslanım.
Albayın yanından çıkan Miran biraz daha rahatlamıştı. İsra'ya mesaj atıp, "Görev tamam balım, albayla konuştum. Sıradaki görevim seni evliliğe ikna etmek," yazdı.
İsra, Miran'dan gelen mesaja sevinse de diğer görevini duyunca biraz gerilmişti. Her şey çok hızlı gittiği için biraz korkuyordu. Daha annesine bile hiçbir şey anlatmamıştı ama Miran'ın sevgisinden de kendi sevgisinden de emindi. Bazen uzun yıllara gerek yoktu; birinin sizin için değerini birkaç günde bile anlardınız.
Tabii annesinden tırpanı yemeden bir an önce Miran'dan bahsetmesi gerekiyordu. Miran bu hızla giderse, İsra kendini nikah masasında bulabilirdi.
***
Öğle molasında bir araya gelen ikili alay dışına çıkmıştı. Miran, İsra'nın rahatını düşünüyordu; tabii kendisini sabahtan beri onu görmemiş, doya doya bakamamış, küçücük de olsa bir buse alamamıştı. Öğleni iple çekmiş, mola başlar başlamaz İsra'yı öğle yemeğine dışarıya çıkarmıştı. Alayın yakınında güzel bir restorana gelmişlerdi; yemeklerini söyleyip beklemeye koyuldular.
"Albayla ne konuştunuz, komutanım?" dedi.
İsra, Miran'a gülerek, "Hatun, alaydan uzaktayız ve şu an komutanın değil, sevgilinim," dedi.
İsra, kızararak, "Afedersin, bazen unutuyorum," dedi.
"Sevgili olduğumuzu mu? Aşk olsun balım, ben unutulacak insan mıyım?"
"Ya, Miran, onu demek istemediğimi biliyorsun," diyerek cilvelenmişti.
Miran elini uzatıp İsra'nın suatını sıkarken onu çocuk gibi sevmişti. "Kızım, bu kadar tatlı olma be, yeninle içim kaynıyor; kendimi tutamamaktan korkuyorum."
İsra kıkırdayıp, "Lafı değiştirme, ne konuştunuz albayla?" dedi.
"Valla hatun, yılların yaşlı kurdu daha ağzımı açmadan döküldü. Görevden döndükten sonra anlamış, 'Aşık oldun İsra' da belli ki kabul etti, benimle paylaşmaya geldin," diyerek nokta atışı yaptı.
"Ee, yılların tecrübesi var tabii. Sıra annemde, ona daha hiç bir şey söylemedim, kızar mı ki?" dedi Miran.
"Hayır ama söylemezsem ve zaman geçip öğrenirse, anlatmadığım için kırılır."
***
Miran, ben daha önce kimseyle bu kadar ciddi bir ilişki içinde olmadım, bunu sana daha önce de söyledim. Annem benim yanlış adım atmayacağımı bilir, seninle tanışınca da eminim benden çok sana destek verecektir. O da senin gibi biraz tez canlı.
Miran, kahkaha atıp "Damat kaynana toprağındar" desene. "O gelin değil miydi?" diye gülmüştü İsra, bizde tam tersi olsun.
Peki, Miran, sen ailene söylemeyecek misin?
Miran, sorumla durgunlaşmıştı; ailesinden bahsetmeyi pek sevmiyordu. Babasıyla yıllardır görüşmüyormuş, nedenini sormadım, hazır olduğunda elbet anlatırdı. Annesi ve kardeşiyle telefonla konuşuyormuş.
Babamın duyması ya da duymaması umrumda değil balım, ama anneme çoktan anlattım seni ve seni çok merak etti. Mardin'e gidersek eğer tanışmak istiyor.
Anladım canım, gidersek elbette severek tanışmak isterim. O da olacak balım ama öncelik sevgili kayınvalidemin. Annemin öncelik alması mutlu etmişti ama ailesini geri planda tutması ister istemez canımı sıkmıştı.
Belli etmesem de babasıyla arasındaki mevzuyu öğrenip belki de barışmalarına vesile olabilirdim. Et tırnaktan ayrılmazdı; bu konuyu aramla konuşmayı aklına not edip yemeğine devam etti.
**
Kendine fazla geldiğini bildiği için arada kendi tabağından Miran'a uzatıyordu, o da geri çevirmiyordu. İştahlı ve gerçekten doyamak nedir bilmiyordu Miran ama bu İsra'nın hoşuna gitmişti. Artık yemekleri yarım kalmayacaktı düşüncesiyle kıkırdayınca Miran'ın bakışlarını üzerine çekti. Ne geçti o güzel aklından bakalım, akıllı hatunum, hiç seni yemek yerken izlemeye bayılıyorum, insanın iştahını açıyorsun. Daha ne marifetlerimi göreceksin hatun, bu ne ki? dedi. Sesindeki imayla İsra acayip kızarmıştı. Miran her geçen gün daha çok tabularını kırıyordu. Yemekler bitince alaya geçip iş başına döndüler.
Aram iş çıkışı koşar adım Mira'nın yanına gelip, "Komutanım, akşam geliyor musunuz, nereye?" diye sordu. "Aşk, sizi iyice uçurdu. Mehmet'in (deli gözün) hanımı doğum yaptı ya komutanım, bebek ziyaretine gideceğiz. Zafer timi olarak tam ekip orada olacağız, konuşmuştuk dün komutanım."
"Afedersin aslanım, valla aklımdan çıkmış, tamam geliriz, İsra'ya da söylerim."
Kızlar sormuşlar, o da gelecek. Onlar konuşurken İsra da aracın yanına gelmişti. "Gidelim mi komutanım?" "Gidelim hatun, mesai bitti, bugün bebek sevmeye gidiyoruz." "Biliyorum, Melike bahsetti ama hediye alalım Miran." "Tamam balım, atla hadi."
Aram ikiliye tebessümle bakıp, "Oldu bunlar, oldu. Allah'ım darısı kara kızla benim başıma, amin." diyerek o da askeri araca yöneldi.
***
Eve gitmeden önce birlikte yemek yiyip Bebek için altın alan İsra ve Miran, üzerlerini değiştirmek için eve geçtiler. Miran'ın hazırlanması 10 dakika bile sürmemişti. İsra'nın hazırlanmasını beklerken, Havin teyzeye uğrayan Miran, halini hatrını sormuş, çayı daima hazır olan Havin hanımdan, İsra'yı beklerken çayı kapmıştı.
"Çok güzel oldunuz be oğlum, maşallah size. Arkanızdan okuyup dua ediyorum, mavişim."
"Sağ ol Havin anam."
"Oğlum, bak sana bir ana, bir büyük, neye sayarsan say, bir an önce al İsra kızımı. Uzatmayın, biriniz ateş, biriniz barut, üçüncüsü şeytan olur. Aman paşam, yanlış yola girmeden başınızı bağlayın."
Miran tebessümle, "Tamam anam, en kısa zamanda inşallah," diyerek çayını içmeye devam etti. O sırada İsra hazırlanmış, aşağı inmişti.
"Maşallah bal kızıma, nasıl da güzel olmuş. Teşekkür ederim Havin teyzem."
Miran hayranlıkla İsra'yı süzüyor, "Ne giyse yakışıyor anam, başım belada."
İsra gülüp, "Şikayetçiysen bilelim komutanım," dedi. "Komutanın, kurban sana güzelim. Hadi gidelim mi? Artık gidelim," diyerek elini uzattı. Havin teyze arkalarından duayı eksik etmemişti.
***
Mehmetlere en son gelen İsra ve Miran olmuştu. El ele girince durumdan haberi olanlar oldukça şaşırmıştı, özellikle Melike ve Elif kırgınlıkla İsra'ya bakarken. Bilenler de sırıtıyordu. İçeri girip önce taze babayı tebrik ettiler; anne ve bebek henüz gelmemişti. "Tebrik ederim Mehmet, Allah analı babalı büyütsün aslanım," dedi Miran, İsra'ç da tebrik ederken. "Sağ olun komutanım, darısı tüm bekarların başına," diyerek arkadaşlarına ve Miran'a imayla gülümsedi. "Valla bu gidişle ilk sırayı yüzbaşım alacak," dedi Aram, "kaptı teğmenimizi, baksanıza Miran gayet rahat. Ee aslanım, aşkı bulunca kaçırmayacaksın. Hayırlısı, daha ikna edemedim evliliğe komutanınızı," dedi. İsra gülümseyip cevabı yapıştırdı: "Siz teklif ettiniz de ben mi kabul etmedim? Miran Bey, teklif yok, bir şey yok; komutanımız evlilik derdinde, nerede görülmüş kıza sorulmadan evlenmek?" Ortam kahkahaya boğulmuştu. Aram, İsra teğmen vurdu ve gol oldu. Miran, Aram'ın arayı kızıştırmasına sinir olsa da, İsra'nın teklif beklediğini duyduğuna mutlu olmuştu. Sahi, kıza doğru düzgün bir evlilik teklifi etmiş miydi de kızdan adım bekliyordu? "İstediğin teklif olsun güzelim, en janjanlısından bir teklif yapmazsam bana da mavi ayı demesinler."
***
Bebek ve annesi gelince ortam tamamen değişmişti. İsra, bebeği hayranlıkla süzerken annesini tebrik edip tanışmıştı. "Geçmiş olsun ve Allah analı babalı büyütsün." Ben İsra, ben de Zeynep, memnun oldum. Kızlar kendi aralarında kaynaşırken, erkekler de kendi aralarında sohbet ediyordu. Kızlar çay servisinde Zeynep'e yardımcı olmuş, herkes hediyesini verip "Bebek ziyaretinin kısası makbuldür." diyerek yavaş yavaş ayrılmıştı. Miran ve İsra, eve dönmeden aracı parkın kenarında durdurup el ele yürüyüş yapmışlardı.
İsra, kafasındaki soruların merakıyla dayanamamıştı. "Miran, biliyorum bu konuda konuşmayı sevmiyorsun, ben de ısrar edip seni sıkmak istemiyorum ama merakımada engel olamıyorum. Babanla aranda ne oldu?" dedi. İsra'nın sorusuyla afallayan Miran, "Çok mu önemli, balım? kurcalamasan olmaz mı?
Miran, "Benim babam şehit oldu. Baba özlemi bende büyük bir yaradır. İnsan bazı şeylerin değerini kaybedince anlıyor. Senin baban hayatta, et tırnak misali. Seni babamdan uzaklaştıran sebebi merak ediyorum." dedi.
"Bitanem." diyip yanaklarından tuttu. Miran, "Babam benim için ölüden farksız. Keşke şehit olsaydı. Yanlış anlama, sözümü de üzerine asla alınma. Eğer şehit bir babam olsaydı, en azından içimde yasını tutar, gurur duyardım. Lakin benim babam..."
"Sorma, güzel gözlüm. Zamanı gelince ya da hazır olunca, ben hazmettiğimde belki sana da anlatırım."
İsra yutkunup daha fazlasını kurcalamadı. Demek ki büyük bir suçu vardı; babasının ölmesini dileyecek ne yapmıştı ki...