KEHANETİN BEDELİ

1118 Words
Instgram:gecegunesi06 Araf’ın dudakları Meva’nınkinden ayrıldığı anda oda bir anlığına nefesini tuttu. Meva yerinde kalmıştı; dizlerinin bağı çözülmüş, dudaklarında hâlâ Araf’ın sıcaklığı duruyordu. Kalbi göğsünde dar bir kafese sığmamaya çalışır gibi çırpınıyordu. Araf’ın beline bıraktığı elinin izi yok olmuştu ama bıraktığı sıcaklık teninde hâlâ yanıyordu. Araf bir adım geri çekildi. Omuzları sertleşmiş, nefesi ağırlaşmıştı; sanki kendisini tutabilmek için karanlıkla pazarlık yapıyordu. Yanaklarında taşan hararet, gözlerinin kenarında koyulaşan gölge öfke değildi bu; kendine dönük bir fren, içgüdülerine zorla vurulan bir zincirdi. Beyaz odanın ışığı ikisini de daha soluk gösteriyor, aralarındaki sıcaklığı saklayamıyordu. Araf’ın gölgesi duvara keskin bir çizgi gibi vururken Meva’nın parmak uçları hâlâ titriyordu. Aralarında görünmez bir sıcaklık vardı biraz önce birbirlerinin nefesini içlerine çekmişlerdi ve bedenleri bunu unutmamıştı. Duyguların Çarpıştığı An Meva dudaklarını ısırıp gözlerini kaçırdı. Ama kaçışı uzun sürmedi. Başını kaldırıp Araf’a baktığında içindeki çöküş daha da belirginleşti. Bir adım… sadece bir adım daha yakın olsalardı dizlerinin bağı tamamen çözülecekti. Meva, fısıltıdan biraz daha yüksek ama hâlâ kırılgan bir sesle: “Böyle olmaması gerekiyordu.” Sesinde saklanmış bir istek vardı, bunu ikisi de fark etti. Araf boğuk bir nefes aldı. Göğsü daralmış, ritmi düzensizleşmişti. Elini saçlarına götürüp geriye itti; bu hareket bile kendini tutmaya çalıştığının işaretiydi. Araf: “Biliyorum. O yüzden durmak zorundaydım.” Sesi soğuk değildi aksine, tehlikeli bir sıcaklık taşıyordu. Bir adım daha atarsa kendini durduramayacağını biliyordu ve bu düşünce onu korkutmuştu. Meva geriye doğru çekildi yatağın kenarına yaklaştı. Ama kalbi hâlâ Araf’ın yönüne doğru atıyordu. Odanın içindeki beyaz ışık bile ikisinin arasındaki yoğunluğu seyreltemiyordu. Araf’ın kokusu etrafında asılı kalmıştı gölgelerle karışan sıcak bir koku Meva’nın dizlerini zayıflatan, nefesini yakalayan bir karışım. Araf kapıya dönmeden önce bir an durdu. Kendini toparlamaya çalıştı, nefesi hâlâ gergindi. Araf: “Yemek hazırlattım. Aşağı inelim.” Bu cümle, ikisinin de biraz önceki anı sindirebilmesi için bir çıkış kapısıydı. Uzun siyah masanın ortasında gümüş tabaklar dizilmişti. Mumların dumanı tavana doğru ince bir çizgi hâlinde yükseliyor odanın karanlık taş duvarlarına yumuşak gölgeler bırakıyordu. Hizmetliler sessizdi varlıkları bile bir nefes kadar hafifti. Araf, masanın başındaki yerine geçti. Meva, tam karşısına oturdu; ama bakışları hâlâ biraz önceki yakınlıktan kaçıyordu. Bir süre yemeğe sessizce baktı. Kaşık bile elinde titredi. Meva, kısık bir sesle “Araf… konuşmamız gereken çok şey var.” Araf kaşığını yavaşça masaya bıraktı. Başını kaldırdı, gözleri Meva’ya kilitlendi. “Biliyorum.” Meva devam etti “Ben neden böyleyim? Neden bu dünyayı hissediyorum? Kasığımdaki işaret mühür gibi. Seninle olan bağ neden var? Neden kendi dünyamdan kopmuş gibiyim?” Bir nefes aldı, sesi çatladı “Ve biz ne yapacağız?” Araf’ın bakışları bir an yumuşadı, sonra yeniden karardı. Meva’nın sorularının ağırlığı masanın üzerinde gölge gibi büyüdü. Araf “Bütün sorularını cevaplayacağım.” Bir an durdu. “Ama bunları konuşmadan önce geçit hakkında bilgi almamız gerek.” Meva başını kaldırdı. “Geçit neden?” “Çünkü,” dedi Araf ayağa kalkarken, “senin kim olduğunun ve neden bu dünyaya ait hissettiğinin cevabı orada.” ....................... Karanlık bir koridordan geçip ağır, eski bir kapının önüne geldiler. Araf kapıyı ittiğinde yoğun bir ot kokusu dışarıya taştı. İçeride gri saçlı, uzun parmaklı bir büyücü duruyordu. Önünde açılmış eski kitaplar siyah mürekkep şişeleri ve kaynayan karışımlar vardı. Araf doğrudan konuya girdi “Geçit. Onu nasıl kapatırız?” Büyücü başını kaldırdı. Bakışı Meva’da uzun süre takılı kaldı rahatsız edici, ruhu gören türden bir bakıştı. “Kapatan,” dedi ağır bir sesle, “yalnızca ışığın seçilmişi olabilir.” Meva bir adım attı. “Ben mi?” Büyücü başını salladı. Meva, göğsünde bir ağırlık hissediyordu; sanki soruların tamamı aynı anda kalbine yüklenmişti. Araf, onun yanında sessizdi. Büyücü ise derin bir nefes aldı, parmak uçlarıyla havadaki görünmez bir düğümü çözer gibi bir hareket yaptı. Büyünün ışığı Meva’nın gözlerinin önünde kıvılcımlandı. “Meva,” dedi büyücü, sesi yaşlı ama keskin bir tonda. “Sen sandığın gibi bir yerden gelmedin.” Meva’nın yutkunduğunu hissetti Araf. Kızın omuzları hafifçe titredi. “Doğduğun an,” diye devam etti büyücü, “whıte Krallık’ın göğünde bir çatlak belirdi. Kimsenin anlam veremediği, ışığı yarıp içinden geçen ince bir karanlık çizgisi Krallık, bunu bir işaret sandı. Bir kehanetin başlangıcı.” Meva’nın nefesi boğazına düğümlendi. “Kehanet mi?” Büyücü başını eğdi. “‘Doğan ışık, gölgeyi uyandıracak. O ışık büyürse krallık düşecek,’ dediler. Seni korkularına kurban ettiler. Daha bebekken annesinin bile dokunmasına izin vermeden seni dünyaya gönderdiler. Bir daha kimse görmesin diye.” Meva’nın gözlerinde yaşlar birikmeye başladı. “Beni uğursuz saydılar?” Araf’ın elindeki güç kıpırdadı gölgesi duvarlarda belli belirsiz titreşti. Öfke çok hızlı yükseliyordu ama konuşmadı. Sadece Meva’ya baktı. Büyücü, Araf’ın yükselen gölgesine aldırmadan devam etti: “Ben ise onların korktuğu şeyi gördüm ama başka bir açıdan. Sen ışığın saf hâlisin, Meva. Whıte Krallık’ın gerçek prensesisin. Onlar bir kehaneti yanlış okudu. Işığın gölgeyi yok etmek için değil onu tamamlamak içindi.” Meva başını kaldırdı, gözleri büyücünün gözlerinde, sesi kısık “Ben prenses miyim?” Büyücü gülümsedi, acıyla. “Doğduğun andan beri. Ve seni saklayan tılsım, kim olduğunun anlaşılmaması içindi. Ailen sandığın kişiler sana yollanmış muhafızlardı. O tılsım kırıldı çünkü kaderin seni buldu.” Bunu söylerken gözleri hafifçe Araf’a kaydı. Araf’ın gölgesi bir an daha karardı, sonra geri çekildi. Meva’nın acısı kalbine işliyordu kızın nefes alışlarını duyuyor, her kırılışını hissediyordu. Meva fısıldar gibi konuştu “Ben terk edildim. Sırf bir kehanet yüzünden. Ailem bildiğim insanlar gerçek ailem değil mi?'' Araf o anda hareket etti. Meva'yı gibi teselli eden bir tonda değil ama sert, gerçek, neredeyse buyurgan bir kararlılıkla. “Onların korkaklığı senin değerini değiştirmez,” dedi. Sesinde ateş vardı, ama Meva’ya değil onu inciten geçmişe. “Burada kim olduğunu saklamana gerek yok. Bu topraklarda kimsenin hükmü işlemiyor. Burası benim krallığım, Meva.” Meva başını ona çevirdi, gözleri hâlâ nemli. Araf adım attı, aralarındaki mesafeyi azalttı yavaş ama sarsılmaz. “Bu kapının içinde kimse sana zarar veremez,” dedi. “Onların seni reddettiği hâliyle bile değil olduğun hâlinle. Burada güvendesin.” Meva’nın dudakları titredi ama konuşamadı. “Buradan Black Krallık toprağından geçidi mühürlersen,” dedi büyücü, “iki evren arasındaki kaos durur. Yaratıkların geçişi kesilir.” Ardından sesini alçalttı “Ama ömür boyu bu evrende kalırsın.” Meva’nın nefesi kesildi. Araf’ın omuzları sertleşti. “Ya da dünyaya dönersin.” Büyücü bunu söylerken odanın içi sanki biraz daha karardı. “Oradan geçidi kapatırsan… iki evren arasındaki bağ tamamen kopar.” Meva yutkundu. “Bu ne demek?” Büyücü doğrudan gözlerinin içine baktı. “Araf’ın gücü yok olur. Black krallığı çöker. Bu evren yok olmaya başlar. Yalnızca beyaz krallık ayakta kalır. Ve sen Araf’la olan bağı kaybedersin.” Oda buz gibi oldu. Araf’ın gölgesi bile titredi. Meva geri adım attı. “Yani ya dünyayı kurtaracağım ama Araf’ı kaybedeceğim… ya da burada kalıp iki evreni koruyacağım?” Büyücü başını eğdi. “Seçim senin ışığında.” Meva Araf’a baktı. Araf nefesini tutmuştu İkisinin de gözlerinde aynı şey vardı Bu bir tercih değil, bir kaderdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD