Bölüm 1 - Cezaevi, 3 Ay Önce
Sabah olduğunu anlamak için güneşi görmeme gerek yok. Duvarın çatlağından sızan o belli belirsiz aydınlık, burada geçen her gün gibi bugünün de sıradan olduğunu fısıldıyor bana. Zaman burada ya duruyor, ya da insanın sinir uçlarını tek tek çürütürcesine ağır akıyor.
Ne gündüzün anlamı var ne gecenin. Burada sadece nefes alıyorsun, hayatta kaldığın sürece cezan da sürüyor. Sessizlik, ilk başta huzur gibi gelir insana. Ama uzun kalırsan, kendi sesin bile yabancılaşır. Ben susmayı seçtim. Çünkü kelimelerim her seferinde boğazıma takılıyor. Herkes konuşuyor zaten. Benim adıma da.
Suçluymuşum.
Hainmişim.
İnsanlar birinin düşmesini izlemeye bayılır. Hele ki üniforman varsa, düştüğünde sadece sen yıkılmazsın; ardındaki bütün gölgeleri de karartırsın. Ben, düşerken bunu öğrendim.
Bugün bir değişiklik var. Sabah gardiyan daha hızlı yürüdü. Göz göze gelmemeye çalıştı. Herkesin dilinde aynı isim dönüyor: Zeynep Karaca.
Yeni bir savcı. Sözde tarafsız. Ama Karaca soyadını duyduğum an içimde bir şeyler gerildi. Çünkü o ismi unutmam mümkün değil.
Alay komutanı Albay Halil Karaca.
Zamanında selam durduğum, sertliğiyle tanınan, adaleti kendi doğrularıyla ölçen adam. Ve şimdi onun kızı benim davamı üstleniyor.
Tesadüf mü?
Hiç sanmam.
Onun gözünden bakıldığında ben düşmüş bir askerim. Kirlenmiş bir üniforma, kararmış bir geçmiş… Ama bilmediği şey şu: Ben hâlâ yeminime sadığım. Eğer ihanet ettiysem, o zaman içimde taşıdığım her değer yalandı.
Zeynep’le tanışmak… Garip bir şekilde içimi kemiriyor. Bir yanım bu davanın sonucunu umursamıyormuş gibi yapıyor, ama diğer yanım… belki de ilk kez biri gerçeği duyar diye bekliyor. Belki de… ona bir cümle kurmak istiyorum. Yargılamadan önce, bir kez dinle diye.
Ama burası öyle bir yer ki, umut paslı bir zincir gibi. Ne zaman çekmeye kalksan, elini keser.
Ben yine de bekleyeceğim.
Çünkü bazen savaşmak, susmakla başlar.