Borahan SOYLU
...
“Birbirimize karıştığımızı mı söylüyorsun şimdi?”
Tenlerimizin birbirine geçmiş görüntüsü zihnimde kendine yer aramak için dolanıp durdu. Baskın ve mücadeleciydi. Önüne ne kadar set vurmaya işime karışmamaları için geride bırakmaya çalışsam da zorladılar. Ve en önemlisi de uzun zamandır kendimle savaşıyor olmam başlı başına büyük bir sorundu.
Burnumun önündeki zambak kokusu ise her geçen saniye direncimi yerle bir etmek için ciğerlerimden kanıma karışmak için bütün yolları deniyordu. Belki de en büyük düşmanım kokusuydu.
“Hissediyor musun?” diye sordu sanki evet demiş de benim hissedip hissetmediğimi sorar gibi heyecanını bastırdığı ses tonuyla.
Lanet olsun! Evet hissediyordum! Bileğini avuçlarıma aldığım andan beri karıştığımızı hissediyordum. Ama aletim buna ne kadar çok sevinse de görev bilincim keskin gözlerini kısmış en ufak hatam da kellemi uçuracakmış gibi zayıf adımlarımı kolluyordu. Benim hata yapma gibi bir lüksüm yoktu. Ne yazık ki yoktu!
“Tehlikeli sularda yüzüyorsun!” diye dudaklarının üstüne sertçe fısıldadım. “Dikkatini kurtulmaya ver.”
Özlem çekercesine göğüslerini şişirince gözlerim bir anlığına göğüslerine kaydı. İri göğüslerine takılınca zambak kokusu daha yoğun gelmeye başladı. On iki yıldır dokunmamıştım! On iki yıldır bedenimi kadın bedenine bile yaslamamıştım! Siktir!
“Beni cehennemden kurtardın. Seninle güvendeyim. Hiçbir şeyden korkmuyorum.” dedi hiçbir şekilde duraksamadan kendinden emin konuşarak başını iyice kaldırarak.
En az bir yetmiş boyuyla ince iri göğüsleriyle güzel bir kadındı. Neden kendini yüzü maskeli üstü başı kir içinde yarası olan bir adama sunmak için bu kadar istekli olsun ki? Beni tanımama ihtimali yoktu. Benim ancak kimlerden olduğumu bilebilirdi. Zaten o da bizdendi. Bundan emindim.
Ya öyleymiş gibi yapan biriyse...
Çenemi yavaşça havaya kaldırıp usulca nefes aldım. Olabilirdi. Neler neler görmüş kaç haini gizli görevlerle indirmiştim. Kendi ortaklarımın bile hain olduğunu öğrendiğimde uykularında boğazlarını kesmiştim.
Karşımdaki kadının boğazını kestiğim görüntüler bu sefer zihnime akın etti. Bunlardan hiç hoşlanmamdım ama. Çünkü kadınları öldürmezdim. Görev verilmiş olsa bile düşman yaratır düşmanının öldürmesini sağlardım. Ne kadar kötü olursa olsunlar denk yaratılmadığım birinin canına kast edemezdim.
Ancak emir gelir rotasını öğrenirsem onun hain olup olmadığını anlayabilirdim. Bunun kısa süreceğini biliyordum çünkü şuan tehlikenin göbeğinde nefes alıyorduk.
“Ben sezgilerime güvenirim. Hislerle pek işim yok.” dedim yukarıdan gözlüklerinin arkasındaki gözlerine bakarken. Yüzü nasıldı? Badem gözleri uzun sık kirpikleriyle güzel bir kadın olduğu belli oluyordu ancak geri kalınını merak edecek kadar kendimi çok kaptırdığımı fark ederek gözlerimi kıstım.
“işin varsa ben burada bekliyorum. Ama fazla uzaklaşma. “ dedim başımla dışarıyı gösterip.
Nerede ne yaptığımı unutmamalıydım. Kadınları severdim on iki yıl içinde biraz daha özlem duymuş olabilirdim ama görevim benden dünyevi isteklerden önce gelirdi. Üstelik kadının daha kim olduğunu da çözmemiştim. Bazen bana hainler de verilir başka bir yuvaya bırakılması istenilirdi. O da onlardan biri olabilirdi. Kimseye güvenmiyordum.
“Elimi yüzümü yıkayacağım.” dedi ondan uzaklaştığımı fark ederek eski sıcaklığından uzak ses tonuyla cevap vererek.
“Tamam.” dedim ve önünden ağır adımlarla geri çekildim.
Bana gözlerini kısarak baktıktan sonra yanımdan geçerek dereye doğru yürüdü. Kenarına diz çöktü. Arkasını bana dönük gözlüğünü saçlarına çekti. Bir adım dışarı çıkıp gözlerim dağlarda dolaştırdım. Dikkatimi çekecek bir şey bulmadığımda kadına döndüm. Elin yüzünü yıkıyordu. Maskesinin çenesine indirmiş olmalıydı. O da yüzünü bana göstermiyordu. Benim göstermem normaldi ama onun yüzünü saklama nedenini merak etmiştim. Yüzünü beyaz önlüğüyle silip gözlüğünü ve maskesini yeniden yüzüne çekerek siyah dalgalı saçlarını yüzünün iki yanına çekti.
Bana doğru gelirken güneş ışığında ince ama kıvrımlı vücudunu gözlerimi kısarak izledim. Düz uzun bacakları geniş kalçaları ve ince beliyle çekiciydi. Göğüslerinin iriliği ve narin omuzlarıyla kadın bedeninin en güzel örneklerindendi. Bunu pantolonumu zorlayan aletim de anlamış ve bir daha başını kaldırmıştı. Tabii kadının çıplaj üstüme attığı bakışların da büyük bir katkısı vardı.
“Aç mısın?” diye sordu karşıma geçtiği gibi nefesini verdiğinde.
Hmm. Açtık! Ete çok fazla açtık!
Ama ortada patlak kondom gibi dolaşamazdım.
“Bize bir şeyler bırakmışlardır.” dedim daha fazla kokusuna maruz kalıp et et diye tutturmadan önce kendimi mağaraya attım.
“Ağrın için önce iğne yapacağım.” dedi peşimden gelerek.
Battaniyenin arkasına geçip başımı uzattığımda mağaranın girişini göreceğim şekilde oturdum. O zaman omuzum kendini belli edip ağrımaya başladı.
“Olur yap.
Kadın yere bir daha diz çöküp ilk yardım çantasını karıştırdı. Her defasında yere diz çökmesini sevmemiştim. Uyarıcı nitelikte yavaş ve istekle yapıyordu. İstemediğim görüntülerin istilasına maruz bırakıyordu.
İğneyle bana döndüğünde gözü önce göğsümde oyalandı. Beğeniyle süzdükten sonra gözleri kademe kademe aşağılara kaydı. “Kalçandan yapacağım.” dedi gözleri hala kasıklarımdayken.
Olgun kadınları bu yüzden tercih ederdim. Her zaman ne istediklerini bilirlerdi ve beni uğraştırma zahmetinde bulunmazlardı. İlk birlikteliğim on beş yaşındaydı. Ama bir seksen üstündeyken on beş gibi değil yirmi yaşındaymışım gibi görünüyordum. Kırk yaşında eşinden yeni boşanmış Rus bir kadınla gece vakti deniz kıyısındaki kayalıkların arasında bütün gece istediğimiz ne varsa gerçekleştirmiştik. Daha sonraki gece ise bir başka kadın arkadaşıyla geldiğinde ikisine de yetebildiğimi fark etmiştim. Genellikle de çoklu takılmaya devam etmiştim. Hatta sayının beşe kadar çıktığı bile olmuştu.
Dolu dolu bir gençlik geçirmenin ardından da yıllarca kadınlardan uzak kalmıştım. Bana iğneyle yaklaşan kadın ise söndürdüğüm ateşi harlıyor içimi kasıp kavuruyordu. Tetikliyordu aslında. Bütün dikkatimi vermemi sağlayacak bir şey vardı.
“Sen beni ameliyat ettin.” dedim nefesimi kontrolü ederek. Kalbim aletim yüzünden fazla mesai yapıyordu çünkü.
“Evet.” dedi dizlerinin üzerinde bana yaklaşıp.
Siktir!
“Pantolonunu sıyıracak mısın?”
Bir daha siktir!
Elimi kemerime atar pantolonumu çekiştirirsem midesi yerine başka bir yerinin doyma ihtimali yüksekti. Üstelik daha gerçek kimliğini de çözememiştim. Bana olan ilgisi fazlası daha fazla şüphe çekmesine neden olmuştu.
“Emin misin?” diye sordum maskemin altında sık nefes alıp verirken.
Bakışları bedenimde gezinirken hızla gözlerimi buldu. Şaşırmış ve... Yutkunduğunu görünce artık emin oldum. O da istiyordu!
“Senin için uzun zaman olmuş olmalı?” dedi dizleri dizlerime değecek kadar yaklaştığı sırada.
Bile bile üzerime geliyordu! Bile bile!
Ama sen biliyorsun Karakurt! Sen senin için neyin doğru yanlış olduğunu biliyorsun!
“Biraz.” dedim aletim onu iplerinden salmışım gibi biraz daha sertleşirken. “Kasıtlı bir durum değil ama şimdi.”
Battaniye çekildiği için kaldığımız bölge alacakaranlıkta kalmıştı. Diğer yerlere göre daha karanlık ve dardı. Nefes seslerimiz daha iyi duyuluyor bakışlarımız birbirine kilitlenip kalıyordu.
“Anlıyorum. Uzun zaman olmuş.” dedi çenesini sallayarak. “Kendine güvenmeyecek kadar zor durumdaysan eğer-”
Sustu. Bu ne demek oluyordu şimdi? Devam etmesi için kaşlarımı çatarak bakarken görev bilincim beynime bir balyoz gibi inmeye başladı.
Yapamazdım! Göreve sikimi sokamazdım!
“İner şimdi!” diye burnumdan soludum ve sinirle kemerimi gözlerinin içine bakarak çözdüm. Gözleri aşağı kaymadı ama sanki olup biteni görüyormuş gibi göğsü hızla inip kalkmaya başladı.
Kotumun düşmesini açıp son kez gözlerini bakıp yüz üstü uzandım. Kolumun acısı beynimde zonkladı ama dişlerimi sıkıp kalçamın bir tarafını aşağı indirdim.
“Çabuk ol!” diye homurdandım öfkeyle.
Siktir!
Görev bilincimi on iki yıldır tek bir kere bile kaybetmemiştim. Bu kadını gördüğümden beri her şeyi sikip atasım geliyordu.
“Nefesini tut.” dedi ve beklemeden iğneyi kalçama batırdı. “Antibiyotik de koydum. Akşam yine yapacağım.”
Birkaç saniyelik acıdan sonra iğneyi çekti ve hemen ardından kollarımı yere koyarak dizlerimin üstüne kalktım. Açık kemerimi mağaranın duvarına bakarak bağlamaya başladım. Kalkmış aletim yüzünden düğmeyi bile zor kapatmıştım. Kadının yüzüne bakmadan bir daha bağdaş kurup aletimin verdiği acıyı bastırmaya çalıştım.
“Yemek!” dedim hırlayarak.
“Ha?”
Başımı kaldırıp öfkeyle bakınca beni ilk gördüğündeki gibi irkildi ve elindeki iğneyi düşürdü. Bu halimden düşmanlarımın ödü kopuyordu tabii kadın da korkacaktı. Başımı indirip “Yemek ne bırakmışlar?” diye sordum adam akıllı.
“Ha yemek.” diye nefesini verip hemen çantaları karıştırdı. Bulduğu iki konserveden birini bana diğerini kedi önüne koydu. Matarayı ortaya bıraktığında battaniyenin arkasından mağaranın girişine bir göz atıp konserveyi aldım. Kadınla sessizlik içinde hızla yedik. Son çıkışımdan sonra bana pek bakmamıştı. Kabak gibi belli olan taş gibi aletimden korkmamış kızgın bakışlarımdan korkmuştu! Onun da benim gibi yokluk içinde yılları geçmişti?
Bakışlarımı bitirdiğim konservemden alıp bana bakan kadına çıkardım. Beni sessizce izliyordu. O nişanlısı gerçek nişanlısı mıydı? Kaçırıldıklarında yana yanaydılar. O zaman...
Sakın Karakurt! Sakın özel konulara girme!
“Neden durup durup öfkeleniyorsun? Bir şey mi yaptım?” diye sordu kaşlarını gerçekten üzüldüğünü belli edercesine büzerken. “Çok mu ileri gittim? Bundan rahatsız olduysan bir daha-
“Geldiğimde cevap vereceğim.” dedim oturduğum yerden kalkıp. Tepeden bakıp yanındaki çantayı gösterdim. “Bana içinde bir üst ver.”
Şaşırdı ani tepkime ama daha sonra çantaya uzanıp karıştırmaya başladı. Bulduğu siyah dar bir üstü bana uzattı. Fazla incelemeden başımdan geçirdim. Bedenimi sıkıca saran üstü çekiştirip “Sakın dışarı çıkma. Burada kıpırdamaden bekle.” dedim ve kendimi hızla mağaranın girişine attım.
Mağaradan fazla uzaklaşmadan girişi göreceğim bir noktaya kadar yürüdüm. Kendimi çalıların arkasına atıp mağaranın girişini görecek şekilde oturdum. Elimi sağ botumun kalın topuğuna atıp taban kısımdaki iç bölgesindeki orta kauçuğuna sertçe bastırdım. Biraz zorlamayla kendini ileri atana plakayı aldım. Düz cam ekrana baş parmağımı okutup açılmasını bekledim. Bir kağıt inceliğindeki siyah cam plaka dışarıdan bakıldığında hiçbir şeye benzemiyordu. Ama aslında benim iletişim aracım çok fonksiyonlu bilişim aracımdı.
Ekran açıldığı gibi gün geceki operasyon hakkında bilgiler akmaya başladı. Tek seferlik akan bilgiler benim belirlediğim bir kodlamayla dikey iniyordu. Operasyonda değişiklik olmuştu. Buna bağlı olarak kadın mühendisin bizimkilerden görevi devralır almaz gölgesi olacak zarar görmesini engelleyerek Rusya’nın dikkatini çekecek olaylar silsilesiyle onlara yem edecektim.
Siktir!
O bir geziciydi!
Mesleğini düşünürsek beyin dalındaydı. En önemli ve değerli daldaydı. Güç ve zeka bir yere kadar savaşta ileri taşırdı. Bu kadın her şeyin çok fazlasıydı. Benim bile bilmediğim bir şeye sahipti.
Kadın mühendisin korunması ve güven içinde Rusya’ya götürülmesi konusunda net ve açıklayıcı bilgiler akarken her geçen saniye göğsümdeki o organ parçası daha çok nefesimi kesiyordu.
Kadına düşüncelerinde bile elini uzatamazsın Karakurt!