Kapsül

839 Words
Nehir Hanım’ın sesi soğuk ve kendinden emin bir şekilde yankılanırken, İrfan bana doğru eğildi, ellerini omuzlarıma koyarak beni sarsmaya çalıştı. “Orhan, kalk! Bizi duyuyor musun?” dedi, sesinde çaresizlik vardı. Gözlerimdeki acı yavaşça çekiliyordu, ama yerini bulanık bir baskı almıştı; sanki zihnimde bir şey hareket ediyor, kontrolü ele geçiriyordu. “Duyuyorum,” dedim, zorlukla nefes alarak. “Ama… bir şey var. İçimde.” Nehir Hanım tableti eline aldı, parmakları ekran üzerinde kayarken gözlerini bana dikti. “Mükemmel,” dedi, dudaklarında o iğneleyici gülümseme. “Bağlantı stabil. Luna Aktarımı için hazırız.” İrfan ona doğru bir adım attı, yumruklarını sıkarak. “Onu bırak!” diye bağırdı. “Ne yapıyorsanız, durdurun!” Nehir Hanım kaşlarını kaldırdı, sanki İrfan’ın öfkesi onu eğlendiriyormuş gibi. “Bunu anlamıyorsun, değil mi?” dedi, sesi sakin ama tehditkâr. “Orhan artık bir insan değil. O, geleceğin anahtarı.” Yere tutunarak doğruldum, başım hâlâ dönüyordu. Gözlerimdeki parlama şimdi bir ritme sahipti; nabzım gibi atıyordu, ama bu benim kontrolümde değildi. “Ne yaptınız bana?” dedim, sesim çatallı ve zayıf. Nehir Hanım bana yaklaştı, yüzünde tuhaf bir merakla. “Seni geliştirdik,” dedi, elini uzatıp çenemi tutarak yüzümü kendine çevirdi. “Gözlerin, Ay’ın atmosferine uyum sağlayacak şekilde tasarlandı. Mikroplar, radyasyon, düşük yerçekimi… İnsan gözleri bunları kaldıramaz. Ama senin gözlerin—onlar farklı.” Elini çektim, geri çekilerek. “Beni bir denek mi yaptınız?” dedim, öfkem korkumu bastırıyordu. “Tezimi çalıp beni bir kobay faresine mi çevirdiniz?” Nehir Hanım başını hafifçe yana eğdi. “Kobay faresi değil,” dedi, düzelterek. “Bir öncü. Ay’da koloni kuracağız, Orhan. Ve sen, ilk adımın ta kendisisin.” İrfan araya girdi, Nehir Hanım’a doğru bir hamle daha yaptı. “Yalan söylüyorsun!” dedi, sesi titreyerek. “Salim Bey, dronlar, bu depo… Hepsi bir oyun mu?” Nehir Hanım ona döndü, bu kez gülümsemesi kaybolmuştu. “Salim Bey bir kukla,” dedi, soğuk bir şekilde. “Proje Luna’yı finanse edenler için çalışıyor. Ama dronlar… Onlar benim kontrolümde. Ve sizi buraya kadar izlediler.” Tablete dokundu; dışarıdan gelen vızıltı şiddetlenerek depoya yaklaştı. “Kaçmayı bırakın,” dedi, gözlerini bana dikerek. “Artık kaçamazsınız.” O anda, gözlerimdeki harita yeniden belirdi; bu kez daha net, daha ayrıntılı. Depo 7’nin planı zihnimde şekilleniyordu—çıkışlar, koridorlar, hatta bir alt kat. “İrfan,” dedim, fısıldayarak. “Beni dinle.” İrfan bana döndü, gözlerinde hem korku hem kararlılık vardı. “Ne?” dedi, sesini alçaltarak. “Bir yol var,” dedim, başımla Nehir Hanım’ı işaret ederek. “Ama onu oyalamalıyız.” İrfan başını salladı, sonra Nehir Hanım’a doğru yürüdü. “Peki, planın ne?” dedi, sesini yükselterek. “Bizi Ay’a mı göndereceksiniz? Orhan’ı bir makineye mi çevireceksiniz?” Nehir Hanım ona baktı, sabrı tükenmiş gibi. “Plan basit,” dedi, tableti havaya kaldırarak. “Orhan’ın gözleri, Ay’daki biyolojik verileri toplayacak. Mikroplar, organizmalar… Hepsi onun üzerinden analiz edilecek. Ve sonra—” Sözünü keserek öne atıldım, tableti elinden kapmaya çalıştım. Ama Nehir Hanım hızlıydı; geri çekildi, parmağını ekrana bastı. Gözlerimde bir elektrik çarpması gibi bir acı patladı, dizlerimin üzerine düştüm. “Orhan!” diye bağırdı İrfan, bana koşarak. Nehir Hanım soğukkanlılıkla tableti cebine koydu. “Direnmeyi bırak,” dedi, bana bakarak. “Sistem seninle entegre oldu. Kaçamazsın.” Ama o anda, gözlerimdeki harita tekrar parladı; bu kez bir uyarı vardı—kırmızı bir nokta, alt kata işaret ediyordu. “İrfan,” dedim, nefes nefese. “Aşağıda bir şey var. Gitmeliyiz.” İrfan beni kolumdan tutup kaldırdı, Nehir Hanım’a bir an bakarak. “Bu bitmedi,” dedi, dişlerini sıkarak. Koşmaya başladık, deponun içindeki dar bir merdivene yöneldik. Nehir Hanım arkamızdan seslendi: “Gözlerin benden kaçamaz, Orhan! Nereye gidersen git, seni bulacağım!” Merdivenlerden aşağı indik; alt kat, loş bir ışığın aydınlattığı geniş bir alandı. Ortada bir kapsül duruyordu—cam bir tüp, içinde yeşilimsi bir sıvı ve bir koltuk. Yanında bir kontrol paneli vardı; üzerinde “Luna Prototipleri” yazıyordu. İrfan kapsüle baktı, şaşkınlıkla. “Bu ne?” dedi, sesi titreyerek. Gözlerimdeki harita, kapsülü işaret ediyordu; kırmızı nokta tam onun üzerindeydi. “Bilmiyorum,” dedim, nefesimi kontrol etmeye çalışarak. “Ama burası… cevapların olduğu yer.” Panele yaklaştım, elimi ekrana koydum. Aniden, gözlerimdeki parlama şiddetlenerek bir veri akışı başlattı; ekran canlandı, bir ses kaydı çalmaya başladı. “Deney 17, Nehir Sena. Hedef: Biyoteknolojik göz adaptasyonu. Orhan Yılmaz’ın verileri entegre edildi. Luna Aktarımı için son aşama: Zihin yüklemesi.” Ses kesildi, ekran karardı. İrfan bana döndü, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. “Zihin yüklemesi mi?” dedi, panikle. “Ne demek bu?” Başım dönüyordu, ama cevap açıktı. “Beni Ay’a göndermeyecekler,” dedim, korkuyla. “Zihnimi gönderecekler.” O anda, yukarıdan ayak sesleri geldi; Nehir Hanım ve dronlar yaklaşıyordu. İrfan panele vurdu. “Bunu durdurmalıyız!” dedi, öfkeyle. Ama gözlerimdeki veri akışı hızlanıyordu; kapsülün camı açıldı, yeşilimsi sıvı hafifçe dalgalandı. “İrfan,” dedim, sesim zayıflayarak. “Beni buradan çıkar. Lütfen.” İrfan bana baktı, sonra kapsüle. “Seni bırakmam,” dedi, kararlılıkla. Ama o anda, gözlerim karardı; bir çekilme hissettim, sanki ruhum bedenimden ayrılıyordu. Son duyduğum, İrfan’ın çığlığıydı: “Orhan, hayır!” Ardından, her şey sessizliğe gömüldü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD