ALYA BOZO

2548 Words
ALYA Sıkılmış bir vaziyette elimdeki kitabın kapağını kapattım. Güzel sonlu romantik kitapların birinde daha yine bir kız, yakışıklı oğlan tarafından bebek gibi seviliyordu. Bu kitaplar bir düzine yalandan başka bir şey değillerdi! Gerçek hayatta bazı kızlar kati suretle o yakışıklı oğlanlar tarafından sevilmiyordu. Yani en azından istedikleri yakışıklı oğlan tarafından. Nereden biliyorsun diye sormayın çünkü maalesef kendimden biliyorum! Sıkıntılı bakışlarımı yan sıramda, başını kareli defterine gömmüş matematik sorusu çözen Alin'e çevirdim. "Daha ne kadar oturacağız burada? Herkes gitti, biz de çıkalım artık." Alin tabii ki serzenişimi umursamadı. Başını bana çevirme gereği bile duymadan önündeki deftere sayılar yazmaya devam etti. Şu matematikte ne buluyordu, anlayabilmiş değildim! Saçma sapan bir sayılar yığınıydı bana göre. Pek bir anlam ifade etmiyordu. "Sınava sadece üç hafta kaldı Alya, otur da az ders çalış!" Beni azarladıktan hemen sonra diğer soruya geçti. İşte kendi ağzıyla diyordu, sınava daha üç hafta varken ben ne dersi çalışacaktım? Sınav sabahı artık bir önceki tenefüs Alin kafama vura vura ne öğretirse öpüp başıma koyardım. Çünkü öğrenci olmak bunu gerektirirdi. "Hayır anlamıyorum zaten kimse sana yetişemiyor, daha kimi geçmeyi amaçlıyorsun Alin?" Yemin ederim tek rakibi hocanın hazırladığı cevap kağıdıydı. Hatta bazen hoca onun çözüm yolunu daha çok beğenir, tahtada herkese anlatmasını isterdi. Yine de manyak, manyaktı işte. Bir türlü tatmin olmuyordu. Gidip tedavi olsa iyi olurdu. Zira bu matematik sevgisi hiç normal değildi. Başını bana doğdu çevirdiğinde yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. "Tek rakibim kendimim, önümde de başka durabilecek kimse yok!" Gözlerimi devirdim. Vardı. Mert Arslanlı, onun bu hayatta en çok istediği şeyle arasında duran yegane engeldi. Zaten önünde başka duranı da cidden görmemiştim çünkü Alin hepsini çiğ çiğ yemişti. Kesinlikle onunla rakip olmak istemezdim! Şükür ki onunla yarışacak kadar zeki değildim de böyle dertlerim yoktu. Neyse, ne diyordum? Mert Arslanlı, Alin'in ezeli rakibi... benim de en kıymetlim... Ah Mert, benim buzlu kekim.. Buzlu kek mi olur demeyin ki ben de biliyorum, olmaz. Bir keke buz koyarsanız o buzlar eriyip kekin içinin cıvıklaşmasına sebep olur. Islanmış bir keke çatal batırdığınızda da artık o mundar olmuştur yani, bir şeye benzemez. Üstelik ağzınıza attığınızda da asla o kıyır kıyırlığı bulamazsınız. Ama kekin tadı hayatınızda yediğiniz en güzel şeydir, o yüzden bir çatal daha alırsınız mecburen. Heh, işte Mert Arslanlı'yı sevmek tam olarak böyle bir şeydi. En sevdiğiniz o leziz keki yumuşamış hamuruyla rahatsızca da olsa yemek. Evet, bence böyle tanımlayabilirdik. Mert'i sevmek dünyanın en konforsuz işi ama en güzel tadıydı. Onu kalbimde ağırlamadığım yıllarımı boşa geçmiş kabul ediyordum. Yani hayatımın ilk dört yılını falan. "Yine nereye daldın sen?" Gülümseyerek cevap verdim. "Mert'imi düşünüyorum. Nasıl da burnumda tütüyor, iki gündür hiç göremedim." Alin gülerek karşılık verdi. "Valla sabah kahvaltıda gördüm, peşinden Ankara'ya gidemedin diye çok dinlenmiş. Sonunda kafam rahatladı dedi." Hızla oturduğum yerden doğruldum. "Yalan söyleme seni çıyan! Mert'im demez öyle şeyler, kesin çok özlemiştir beni!" Alin gözlerini devirdi. "Ya, ya ne demezsin! Ölmüş hasretinden!" Sonra aklına gelmiş gibi bana döndü. "Çıkışta bizim şirkete gidelim mi? Mert bugün hep orada olacakmış." Adin halamın kendi gibi kafası zehir kızı Alin yine benim buz prensime hain pusular kuruyordu ama olsundu, sonuçta ucunda biricik aşkımı görmek vardı. "Hadi gidelim!" Heyecanla ayağa kalktığımda Alin de eşyalarını toplamaya başladı. Mert ve Alin, Arslanlı ailesinin iki veliahtıydı. Baronluk tahtı muhtemelen ikisinden birine kalacaktı ve ikisi de bunu deli gibi istiyordu. Benim böyle emellerim yoktu. Baron olsa da olmasa da bana fark etmezdi. Ben gerekirse gündeliğe gider, yine de müstakbel kocama bakardım. Tabii gündeliğe gitmeme gerek yoktu çünkü babamın parası ne güne duruyordu yani? Bence Mert bizim eve taşınabilirdi. Hatta bir an önce benim odama, sonra da yatağıma taşınsa ne iyi olurdu. Mert'le ilgili derin hülyalara dalarken Alin yüzünü buruşturarak söylendi. "Of, yine mi ya?! İğreniyorum senden Alya!" Gözlerimi devirdim. Muhtemelen yine yanaklarım kızardığı için atarlanmıştı. Utangaç bir kız değildim, hatta tam tersi genelde erkekleri utandıran ben olurdum. Özellikle Mert, yanımda genç kızlar gibi kızarıp bozarırdı. Eh haklıydı da bir yerde, bazen ona gerçekten utançtan yerin dibine gireceği laflar edebiliyordum. Kısacası ben utanmazın tekiydim. Ama işte ne zaman Mert'i yatağımda düşünsem istemsizce kızarıyordum. Utançtan değildi ya, vücudum tepki veriyordu bu işe. Ona kendimi bildim bileli vurgundum. Çocukluk döneminde masumane olan sevgim zaman içinde girdiğim ergenlik ve yükselen hormonlarımın etkisiyle Mert'e bakışımı da değiştirmişti. Artık sadece karşısında durup izlemek ya da konuşmak bana yetmiyordu. Dokunmak istiyordum. Hatta bu da yetmiyordu. O da bana dokunsun, öpüp okşasın istiyordum. Tabii Mert beyin çelik gibi iradesi buna müsaade etmiyordu! Onu da hiç anlamıyordum. Beni sıkıştıran bu hormonlar ona hiç uğramıyor muydu? Bir de erkek olacaktı, huysuz işte ne olacak! Bana kalsa şu an çoktan üçüncü çocuğumuza hamile olurdum ama Mert bana parmağının ucunu bile sürmediğinden yatağımı değil sadece hayallerimi süslüyordu buz prensim. İnsanın yanlışlıkla eli de mi çarpmazdı hiç? Çarpmıyordu! "Alya gözünü seveyim kuzenimle ıslak hayaller kurmayı bırak da gidelim artık, kusacağım!" Ona bir kez daha gözlerimi devirip hızlı hızlı yürüyerek sınıftan çıktım. Bu kızda da duygu namına hiçbir halt yoktu. Mert'in kuzeniydi işte, ne olacak?! Tam da babamın sinirlenince söylediği gibi kanı bozuktu bunların! İnsan dediğin canlı, içinde azıcık duygu barındırırdı! Arslanlılar insan değil miydi acaba? Değillerse şaşırmazdım valla. Mert'e kızıyordum ama babamın en yakın arkadaşının kızı olduğu için birlikte büyüdüğüm Alin'in de kuzeninden hiçbir farkı yoktu. Allah var, güzel kızdı. Uzun boyu ve mankenleri kıskandıracak fiziğiyle hemen hemen her erkeğin rüyalarını süsleyecek biriydi. Ayrıca kusursuz yüzü de cabasıydı. Altın oran, bir yüz olsaydı kesin Alin'in yüzü olurdu. Güzeldi güzel olmasına ama kalpsizdi işte. Arslanlıların da en büyük kusuru buydu zaten. Kusursuz, güzel yüzlerinin ardında buz gibi bir kalbe sahiptiler. Tek avuntum zamanında Adin halamın ve eltisi Vera teyzeciğimin Arslanlı erkeklerinin kalplerini bir şekilde çalabilmiş olmalarıydı. Yoksa valla ümidi kesip gidecektim ama işte tarihte yapılmıştı sonuçta, ben de başarabilirdim. Başarmamak için hiçbir sebep göremiyordum. Ha, Mert vardı ama o da ufak bir problemdi eninde sonunda hallolurdu. Vera teyze - ki kendisi aynı zamanda benim müstakbel kayınvalidem oluyordu - oğlunun etrafında çok dolanıyorum diye benden pek hazzetmese de Adin halamla aramız çok iyiydi. Zaten kendisi aşkıma ilk günden beri şahitti. Ondan bugüne kadar çok sayıda taktik almıştım ama şöyle bir problemimiz vardı: Adin halam bir kez bile Savaş eniştemi kendine aşık etmek için uğramamıştı ki! Rivayetlere göre zaten eniştem onu görür görmez vurulmuştu. Aslında Mert de çocukken Adin halama aşıktı. Acaba keramet Adin halamda mıydı? Aman canım, sevilmek için illa çok güzel mi olmak gerekiyordu?! Benim gibi standart güzel kızların da sevilmeye hakkı yok muydu yani?! Resmen o kadar da güzel değilim diye zorbalanıyordum bu hayatta. Çoktan boşalmış okulun kapısında duran arabaya binip Alin'in de gelmesini bekledim. Sinirlendiğim için hızlı hızlı yürümüş, onu gerimde bırakmıştım. Evet, bu hayattaki en büyük yeteneğim hızımdı. Hiçbir şeyi beceremezdim ama iyi bir koşucuydum. Ardımdan gelen Alin arabaya bindiğinde Numan abi hemen sordu. "Eve mi küçük hanım?" Alin başını iki yana salladı. "Yok, önce şirkete uğrayalım." Sesimi çıkarmadan başımı camdan tarafa çevirdim. Bir süre sonra Alin yanıma yaklaşıp omzunu omzuma yasladı. "Ne o, küstün mü bana?" "Küsmedim. Mert'e moralim bozuk sadece biraz." Alin elini omzuma attı. "Üzülme bu kadar. Hem o salak kendi kaybeder, senden daha çok sevenini bir daha n.h bulur!" Şoförümüz Numan abi de onu destekledi. "Valla aramızda kalsın ama küçükhanım doğru söylüyor. Mert bey sizden iyisini nereden bulacak?" İstemsizce güldüm. Numan abi, aslında sadece şoförümüz değildi. Savaş eniştenin özel olarak kızına tahsis ettiği adamlardan biriydi. Alin'in sağ kolu da diyebilirdik. En birincil görevi bizi okula getirmekti ama bence o işinden gayet memnundu. Bizi sevdiğini biliyordum, biz de onu seviyorduk. Tabii, bizimle fazla zaman geçirdiğinden duruma da hakimdi. Mert'i ne kadar çok sevdiğimi biliyordu. Bence benim yabancı bir yere gelin gitmemi istemediği için bu ilişkiyi destekliyordu, yani ben öyle tahmin ediyordum. Çoğu zaman komik bir adamdı. Kırklı yaşlarının başında olmasına rağmen evlenip çoluk çocuğa karışmamıştı. Kadın dırdırı çekemezmiş, öyle diyordu. Gerçi meslek seçimi de cidden çok manidardı. Senelerdir Alin'le bana bakıcılık ediyordu, bir kere de susun kafam şişti dediğini duymamıştım. Şahsen ben, evlensin isterdim. Hem Numan abi evlensin hem de Mert'le biz. Aklıma gelen fikirle Alin'i itip koltuğun arasından Numan abiye doğru eğildim. "Numan abi, diyorum ki ben bu Mert'i tavlasam.." "Ee?" Numan abi başına gelecekten habersiz soruyordu. "Sana da bulsak şöyle helal süt emmiş bir kız..." "Tövbe estağfurullah!" Kıkırdadım. Ne zaman helal süt konusunu açsak dellenirdi. "E fena mı işte, çifte düğün yaparız abi!" Numan abi yandan ayıplayıcı bakışlarını bana göndererek konuştu. "Koskoca Arslanlıların oğlunu da benimle çifte düğünde evlendirdin ya Alya, hay sen çok yaşa emi!" Kıkırdayarak çoktan durmuş olan arabadan indim. Hızlı adımlarla Alin'e yetişip onunla birlikte güvenlikten geçtim. Az ileride Yavuz amcamın Tefo'yla konuştuğunu görünce koşup sırtına atladım. "Yavuz amca!" Yavuz amcam söylenerek beni yere indirdi. "Hoş geldin cadı prenses." Sonra kaşlarını çatarak devam etti. "Hayırdır, ne işin var senin burada?" Hesap sorarcasına söylediği cümleye gülümsedim. Eh, tabii o da biliyordu patronunun oğluna yanık olduğumu. Yavuz abi, babamın eski sağ koluydu. Zaman içinde terfi edip Arslan Arslanlı ile çalışmaya başlamıştı. Arslan Arslanlı da benim müstakbel kayınbabacığım oluyordu. Mert herkes tarafından ne kadar sevilip sayılıyorsa babası da bir o kadar sevilmiyordu. Hatta bence onu tek seven Vera teyzeydi. Tabii bir de kendi çocukları. Arslan amca sırf yeryüzünde kendisini sevecek insanlar olsun diye üremediyse ben de bir şey bilmiyordum. Biraz acayip bir adamdı özetle ama sonuçta sevdiceğimin babasıydı, o yüzden hakkında kötü konuşmak istemezdim. "Alin'le geldik Yavuz amcacım. İlla tutturdu beni yalnız bırakma diye, ondan geldim ben de." Yavuz amcam ciğerimi bilirdi çünkü aynı zamanda halamla evliydi. Bense halamın küçük bir kopyasıydım. "Babamlar burada mı Yavuz abi?" Yavuz amcam Alin'e dönüp başını salladı. "Evet, toplantıdalar." Dilimi ısırdım. Çünkü biliyorum ki ısırmasam, Mert de mi orada diye sormaktan kendimi alıkoyamayacağım. Of, Mert de yerinde durmaz ki! Kesin girmiştir toplantıya! Ne var sanki odasında usluca oturup beni beklese? "Ne kadar sürer, yeni mi başladılar?" "Bir saat oldu. Yakında biter." Neyse ki canım dostum Alin, benim yerime gerekli bilgileri edinmişti. Bu kıza bayılıyordum ya, zeka küpüydü resmen benim akıllı bıdığım! Yavuz amcamı zorlukla atlatıp çıkıp bir kahve içelim bahanesiyle kendimizi Mert'in odasına attık. "Of, Yavuz amcama yakalanmasak iyiydi." Alin üzerindeki ceketi çıkarıp karşıma oturdu. "Bir şey olmaz. Yavuz abinin gidip babana yetiştirecek hali yok ya." Yetiştirmezdi, biliyordum. Babam Mehmet Bozo, sinirlenmek konusunda bir dünya markasıydı. Küçükken bile Mert'e olan ilgimden hazetmezdi. Bir de şimdi peşinden koştuğumu görse, kesin beni kulaklarımdan tavana asardı. Bilmemesi benim ve özellikle de Mert'imin can sağlığı için çok önemliydi. Babam, çok uzun yıllardır Arslanlı ailesine çalışan bir tetikçiydi. Aynı zamanda Mert'in güvenliğinden de doğrudan sorumluydu. Yani istese Mert'e zarar vermek onun için çocuk oyuncağıydı çünkü zaten onu koruyan adamları kendisi yetiştirmişti. Kendim için herhangi bir çekincem yoktu, zaten babam bana hayatta kıyamazdı ama biliyorum, öğrenirse Mert'i mahvederdi. O yüzden elimden geldiğince duygularımı ondan saklamaya çalışıyordum. "Kahve söylüyorum, içeriz di mi?" Başımı salladım. "İçeriz. Bol şekerli yapsınlar ama." Alin kendine sade, bana da bol şekerli kahveleri söyleyip yeniden karşıma kuruldu. Doğrudan çantasındaki defteri çıkartıp çalışmaya devam ettiğini görünce ofladım. Gerçekten çok sıkıcı bir arkadaştı. Bir de bunu kendime best friend diye seçmiştim! Bunun büyüyünce inekleşeceğini daha beş yaşındayken çatır çatır ingilizce konuşmasından anlamalıydım zaten! Yaklaşık yarım saati telefonumda reel izleyerek geçirdim. Valla hiç matematik falan çalışamazdım. En kötü, matematik hocasını beni geçirmiyor diye babama şikayet ederdim. Gerisini de zaten o hallederdi. Canım babam, eğitime ve öğretmenlerime karşı hep çok saygılıdır. Ortaokulda sınıf hocamı dövdüğünde müdür rüşvet kabul etmedi diye onu da dövmüştü de Adin halam araya girip adamları dava açmamaları için ikna etmişti. Kendisi avukat olduğundan ağzı çok iyi laf yapardı. Belki de Savaş eniştemi de böyle tavlamıştı. Odanın kapısı açılıp içeriye Mert girince hemen ayağa fırladım. Sonunda gelmişti iki gözümün çiçeği. Nasıl da özlemiştim! "Hoş geldin!" Hızla yanına yaklaşıp coşkuyla sarıldım. Tabii Mert bizi, bence özellikle de beni gördüğüne hiç memnun olmamıştı. Beni hızla kendisinden ayırıp çattığı kaşlarıyla sordu. "Sizin ne işiniz var burada?" Alin benden önce atılarak cevap verdi. "Öyle bir uğrayıp kahve içelim dedik." Mert kaşlarını daha çok çatarak arkasındaki kapıyı kapattı. "Buranın kafeye benzer bir hali mi var? Kahve içecekseniz kahveciye gitseydiniz!" Yine asabiyeti üstündeydi buz prensimin. Elimi koluna atıp okşarken konuştum. "Aşk olsun ama bizi gördüğüne sevinmedin mi? Ben seni görmeye geldim." Mert bana ters ters baktı. Sonra da bir şey demeden yanımdan geçip koltuğuna yöneldi. Tabii kendi kendine keşke Ankara'dan hiç dönmeseydim diye söylendiğini duymuştum. Mert'in bu hallerine fazlasıyla alışık olduğumdan kırılmıyordum. Zaten o beni kendimi bildim bileli reddediyordu. Sorun değildi, sadece biraz zor bir çocuktu ama halledecektim. Ben Meva halamın yeğeniydim, elimden uçan da kaçan da kurtulamazdı! "Ben sizi biraz yalnız bırakayım da hasret giderin." Alin, Mert'e gıcıklık etmek için ayağa kalkarken sırıtıyordu. Ben de sırıtıyordum çünkü Mert'le birlikteyken yanımızda başkalarının olmasından hoşlanmıyordum. Sonuçta bir mahremiyetimiz olması lazımdı di mi ama! Alin'in çıkmasıyla Mert'e doğru adımladım. "Ee, ne yaptın Ankara'da? Canın sıkıldı mı bensiz?" "Kafa dinledim Alya!" Mert benimle ilgilenmeyip bilgisayarını açarken ben onun yanına ulaşıp masanın üzerine oturdum. Biliyordum, kesin sıkılmıştı. O alışıktı bir kere benim varlığıma, ben yokken hayatının tadı tuzu olmazdı ki. "Yalan söyleme, Ankara'nın sıkıcı bir yer olduğunu biliyorum." Mert gözlerini bilgisayar ekranından ayırmadan cevap verdi. "Valla senin olmadığın her yer bana cennet gibi geliyor." Sinirle laptopunun kapağını kapattım. "Kızım yavaş, kıracaksın!" Kafasında kıracaktım! Laptopu elime alıp havaya kaldırdım. "Ne dedin sen az önce?!" "Alya, içinde bir sürü dosya var onun! Uğraştırma beni, bırak şuraya!" Dişlerimi sıktım. "İyi ya, hepsi doğrudan kafana girmiş olacak işte!" Bilgisayarı, o engel olabilsin diye çok da hız yapmayarak kafasına doğru salladım. Tabii Mert havada yakalayıp hemen elimden aldı. O, bilgisayarı masaya bırakıp bana kötü kötü bakarken ben dudak büktüm. "Gerçekten cennet gibi miydi Ankara, ben yokum diye?" Mert nefesini seslice verdi. "Sessizdi Alya. Hani şu en çok ihtiyacım olan şey. Çalışıyorum gördüğün gibi, çocuk gönlü yapacak vaktim yok." "Ben çocuk değilim!" Mert alayla güldü. "Çocuksun. Git eve oyuncaklarınla oyna." Suratımı asıp kollarımı önümde çapraz bağladım. Sonra aklıma gelenle sırıttım. Bana çocuk demeyi şimdi ona gösterecektim. "Demek çocuk olmadığıma inanmıyorsun?" Mert tek kaşını yukarı kaldırarak düşündü. Yine bir halt yiyeceğimi anlamıştı. "O zaman ben de gösteririm!" Ellerim üzerimdeki beyaz okul gömleğinin düğmelerine gitti. Hızla ilk iki düğmeyi açtıktan sonra elimi üçüncüye atmıştım ki Mert beni durdurmak için ellerini uzattı. Hemen geriye kaçarak bir düğmeyi daha açtım. Bakalım dolgun göğüslerimi görünce de bana çocuk diyebilecek miydi? Kendimi hep ortamala bir kız olarak görürdüm. Bence yüzümün öyle defalarca kez dönüp bakılacak bir tarafı yoktu. Bir kere çillerim vardı! Doğal olarak o pürüzsüz güzelliğe sahip olmam anca hayalden ibaretti. Alin'in yanında da tam bir çirkin ördek yavrusu gibi geziyordum zaten. Ama vücudum için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Vücudum, yaşıma göre oldukça kıvrımlı ve dolgundu. Dolgun göğüslerim ve kalçalarım ince belimle birleşince epey seyir zevki veren bir hal alıyordu. Zaten okuldaki bütün çocukların gözü de benim üzerimdeydi. Neredeyse hepsinden çıkma teklifi almıştım. Ama tabii asıl amaçlarının öyle aşk meşk olmadığını da biliyordum. Aşık olunacak pek bir yanım yoktu. Ne çok güzeldim ne de zeki. Bunlar yetmezmiş gibi bir de fazlasıyla oturaksızdım. Durum durağım yoktu. Mert de zaten bu yüzden yüzüme bakmıyordu. Yüzüme bakmamasını da anlıyordum zaten ama vücuduma da bakmıyordu. İnsanın azıcık gözü de mi kaymazdı canım?! Azıcık baksa ölür müydü yani? Ben her zamanki muzurluğumla gülerek gömleğimin bir düğmesini daha açtığımda Mert beni yakalayıp masaya yasladı. İki eliyle bileklerimi tutup kaçmamı engellerken açtığım düğmeler yüzünden ortaya çıkan dekolteme bakacak mı diye bekledim ama onun gözleri sadece yüzümdeydi. "Alya!" "Ne var?" Cevabım onu sinirlendirirken gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştı. "Neden hiç laftan anlamıyorsun sen? Sana kaç defa dedim, böyle abuk sabuk şeyler yapma diye?! " Kollarımı boynuna dolayarak vücudumu vücuduna yasladım. Mert anında kasılsa da kaçmadı. "Yaramazım galiba biraz. Beni cezalandırmak ister misin?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD