1.Bölüm

4600 Words
1.BÖLÜM "CİHANGİR KARAASLAN" ? "Kız kalksana akşam olacak neredeyse!" Yengemin bağırışı ile yeni bir güne uyanmak zorunda kaldım. Kirpiklerim aralanırken bedenimin üzerine konmuş olan kırgınlığı atmaya çalıştım. Gözlerim tavanda dolanmaya başladığında görüş açıma yengem girdi. "Kime diyorum?" diye cırladığında, yüzüm buruştu. "Kalktım işte." "Kalk kahvaltıyı hazırla yoksa abine söylerim görürsün gününü." Belinin iki yanına yaslamış olan ellerini indirerek arkasını döndü. Kapının kapanma sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. Yine aynı günlerden birine uyanmıştım. Kahvaltıyı hazırlayıp, evi baştan aşağı temizleyip canım çıkana kadar çalışacağım bir güne. Dudaklarıma kadar gelen esneme ile birbirinden ayırıp bedenimi gerecekken alt dudağımın kenarındaki kabuk tutmuş yaram sızladı. Parmaklarım yaramın üzerine giderken yüzüm kasıldı acıdan. Abimin dün bana vurduğunu unutmuştum. Üzerimdeki yorganı iteleyip kalçalarımın üzerine oturduğumda tüm kemiklerim sızım sızım sızladı. Acıdan yanan bedenimi zorlukla ayakta tutmaya çalışıp yataktan kalktım. Küçük, havasız kalmış odamın içindeki dolabın aynasından yüzüme bakmak için dolabın önünde durdum. Aynadan yansıyan yüzümü gördüğümde içim öfkeyle doldu. Alt dudağımdaki kabuk çatlamış, kanamıştı. Dilimin ucunu yaraya değdirdiğimde kanın metalik tadını aldım. Yüzümü buruştururken abim olacak gaddarın daha önce vurduğu, yeni yeni iyileşmeye başlayan gözümün altındaki morluğun git gide silikleştiğini fark ettim. Düne nazaran daha iyiydi. Birbirine girmiş olan uzun saçlarımı parmaklarımla düzeltmeye çalışıp, arkaya doğru attım. Yorgunluktan ve bitkinlikten canlılığını yitirmiş yeşil gözlerime baktım. Uykudan yeni uyandığım için şişkin ve beyazları kızarıktı. Gözlerimi sertçe yumduğumda acısı tüm yüzüme yayıldı. Dün gecenin hatıraları üzerime damladı. Abim yine bir meyhanede kendini rakıya boğmuştu. Eve geldiğinde hiçbir sebebi bile yokken tokadını yüzüme yapıştırmıştı. Canım acımıyordu artık çünkü insan alışıyordu. Alıştığım şey beni vurması değildi, ben abim olacak o pislik bana her vurduğunda gücüm yettikçe karşı çıkıyordum. Asi halim onun hiç hoşuna gitmiyordu, daha da sinirleniyordu ama ağzımı tutmuyor bazen kendimi tutamayıp onu tekmeliyordum. Alıştığım şey artık hissizliğimdi. Bedenime gösterdiği şiddet beni etkilemiyordu. Acımıyordu canım çünkü artık alışkındım, işte beni korkutan buydu. Her zaman böyle dayak yerdim. İlk başlarda anne ve babamı kaybetmeden önce abim bana kızsa da elini kaldıramazdı. Ne var ki babamı eşkıyalar öldürmüş annem de onun acısından yataklara düşünce kimse beni abimin elinden alamadı. İlk dövüşünü hiç unutmazdım. Anne ve babamızın ölümünün acısı ile dövmüştü. Ağlardım, odama kapanıp ama sonra hiç umursamadım bile. Bedenim direnç göstermeye başladı. Sonra ise abim evlenip kendi gibi gaddar, sinsi ve şeytan gibi bir kadın bulana kadar dayak yemeye devam ettim. Bir umut yengem onu değiştirir sandım ama daha kötü yaptı. Evlenip bu eve gelince beni fazlalık gibi gördü. Aklıma dolan geçmiş anılarını bir tarafa iterek aynadaki kendimle göz göze geldim. O sinirli ve öfkeli bakışlarımı gözlerimin önüne tüm duygularımın önüne geçirerek kumral saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Nazlı! Kız ben sana demedim mi gel?" Yengemin tiz sesini duyunca dolabın kapaklarını açıp içinden bir elbise çıkardım. Üzerimdeki içliği soyarak hızlıca bir elbise geçirdim. Saçlarımı yazmamla bağlayıp, omuzumdan arkaya attım. Sızlayan bedenime aldırış etmeden odadan çıktım. "Daha kahvaltı hazır değil mi lan?" Abim olacak haysiyetsizin sesini duyduğumda tüm hayatımın umudu çekildi sanki. Odam salona açılıyordu. Evimiz tek katlı, küçük bir evdi. İki odası bir de salonu vardı. Bir odada abim ve yengem kalırken diğerinde yengem ne kadar kalmamam için diretse de ben kalıyordum. Yerdeki minderin üzerine kendini ayı gibi atmış adama gözlerimi devirmeden duramadım. "Hazır olur birazdan." Yengem yüzündeki şeytani sırıtışla abimin yanına giderken mutfağa doğru geçtim. Küçük bir koridorumuz vardı. Bu koridora açılan bir kapı hamama gidiyordu, diğer ise mutfağa. Mutfağa girdiğimde tezgahın üzerinde birikmiş olan bulaşıkları gördüm. Ayağımı yere sertçe vurup sabır diledim. Dün gecenin bulaşıklarını yıkamamıştı hanımefendi! Evde yaptığı tek şey köyün kadınlarını çağırıp milletin dedikodusunu yapmak oluyordu! İçimden sabır çekerken bulaşıklara giriştim. Yemek hazırlamam gerekiyordu yoksa içeride hayvanlardan nasiplerini alamamış çift birazdan bağırırdı. Hızlı olmaya çalışıp çaydanlığa suyu koyup astım. Allah'tan odunları yakmıştı da onunla uğraşmak zorunda kalmamıştım. Dün pazardan aldığım salatalık ve domatesleri yıkayıp bir güzel doğradım. Evin hemen arka bahçesinde beslediğimiz tavuklardan birkaç yumurta alıp pişirdim. Ev ekmeğini de ısıtıp tepsiyi hazırlamaya koyuldum. Yoğurt ve peynir kalmadığı için çok bir şey hazırlayamamıştım. "Hazırlayamadın mı kız daha?" Zeynep yengemin sesini duyduğumda yere sofrayı serdim. "Bir işin ucundan tutsan daha çabuk biterdi." Bana aldırmadan tepsiyi alıp serdiğim sofranın üzerine indirdi. "Kazım gel, sana kahvaltı hazırladım." "Yalanın batsın." diye mırıldandım umursamazca. Kazım abim mutfağa girip, yerdeki sofraya baktı. Kaşları çatıktı, sinirli olduğu her halinden belliydi. "Bu ne lan? Bu yemeği eşekler bile yemez!" "Öyle deme sen yiyorsun ama." Fısıltımı duymuş muydu bilmiyordum, gerçi duysa bile umursamazdım. "Git bana menemen yap!" dedi sinirle bana bağırarak. "Karşıda emir erin mi var senin? Git kendin yap! Sanki evde çok biber var bana yemek yap diyor." Alnındaki damar şişti. "Bana bak ulan!" Üzerime yürüdüğünde yerimden milim kıpırdamadım. Aramızdaki mesafeyi iki adımla kapatıp elini kaldırdığında yengem durdurdu onu. "Bırak Kazım uğraşma şununla, gel ye yemeğini." Şaşkınlığa uğramadığımı söylesem yalan söylemiş olurdum. Yengem beni hiç korumazdı, hem de hiç. Abim yüzüme tip tip baktığında ellerimi göğsümün üzerinde bağladım. "Yemek yok sana! Açlıktan geber." "Zehir zıkkım olsun !" Sesimi yükselterek konuştum. Önümde sinirden kuduruyordu. Üzerime atılacağı vakit kapının çalınması ile duraksadı. Öfkeden inip kalkan göğsüyle içimden gülümsedim. Bana vurunca kendini bir halt sanıyordu pislik! "Git kapıyı aç yoksa alırım ayağımın altına!" diye bağırınca yanından geçip koridora çıktım. Kapı yerinden çıkacak gibi çalınmaya devam ediyordu. Kapının kulpunu çekerek açtığımda karşımda Hüseyin Abi'yi buldum. Beni gördüğünde kapıyı yumruklamayı bırakıp, üzerine çeki düzen verdi. "Hayırdır Hüseyin Abi?" Gözleri beni baştan aşağı incelemeye koyulduğunda içimden bir sabır çekip kapının arkasına çektim bedenimi. "Hayırdır hayır, abin evde midir?" dedi parmakları ile çenesini kaplamış sakallarını okşarken. Bana bakan bakışlarından rahatsız olduğumu belirtip içeri baktım. "Hüseyin Abi seni çağırıyor." Kuru bir öksürük sesi duyduğumda Hüseyin Abi'ye döndüm. Bakışlarımı gözlerine değdirdiğimde boğazını temizledi. "Abi deme aynı yaştayız değil mi?" Şüpheyle onu süzerken kaşlarım havalandı. "Aramızda beş yaş var Hüseyin 'abi' olur mu öyle şey? Hem millet yanlış anlamasın biz kardeş gibiyiz." Aslında milletin ne düşündüğü umurumda değildi sadece karşımda duran abim yaşındaki adamın umutlarını kesmesini istiyordum. Hüseyin Abi'yi bildim bileli bana bakışlarının farklı olduğunu hissediyordum. Her daim ona abi dediğim için bana kızar, öfkelenirdi ama ben yine de abi derdim. O kadar güzel olduğumu düşünmesem bile köydeki genç yaşta olan erkeklerin çoğu beni istemeye gelmişti. Yengeme kalsa verirdi abim ama vermiyordu beni. Belki bu konuda ona minnettardım çünkü abim sayesinde erkeklerden iğrenir, nefret eder olmuştum. Talibim çoktu ama abim vermezdi beni. Bunun sebebi beni bir mal gibi görüp, başlık parası istediğinden de olabilirdi. "Sen misin Hüseyin?" "Benim Kazım, kahveye gitmiyor muyuz?" Kapının ardından çekilip, içeri yürüdüm. "Şu mevzuyu konuşacaktık. Artık izin ver de bitirelim." Konunun ne olduğunu bilmediğim için oradan uzaklaşıp, mutfağa geçtim. Yengemi sofraya oturmuş yemek yediğini gördüğümde ona iflah olmaz bir bakış attım. "Ne bakıyordun öyle?" dedi ağzına salatalığı atarken. "Hiç. Ben çıkacağım, sofrayı sen toplarsın. Zahmet olmazsa yediğin yemeğin bulaşıklarını da yıka!" "Elimi sürmem." "Şeytan diyor, git saçını başını yol!" diye söylenerek hamama gittim. Kirli sepete dizilmiş çamaşırları üst üstte koyarak hazırladım. "Ben gidiyorum, sakın gönderme şu kızı bir yere. Yoksa ikinizin de kemiklerini kırarım!" "Aptal senin pis donlarını kim yıkayacak?" diye söylendim kendi kendime. Çamaşır sepetine koyduğum çamaşırları kucaklayıp hamamdan çıktım. Yengem olacak o nemrut yüzlü şeytana görünmek istemediğim için hızlıca kapıya yöneldim. "Ben gidiyorum." dedim mutfağa seslenerek. "Kız, gel buraya!" Yengemin telaşla mutfaktan çıktığını gördüğümde başımı hafifçe iki yana salladım. Gözleri elimdeki sepete kaydı. "Dereye mi?" "İstersen gitmeyeyim, sen git nasıl olur?" dedim beni durduramayacağını bildiğimden yüzüne gülümseyerek baktım. "Aman iyi git ama erken gel! Akşam bir aş yap da yiyelim." "Elin mi kırık git kendin yap!" "Dilin de pabuç gibi yarın bir kocaya gittiğinde göreceğim ben seni!" Onu umursamadan kapıyı açıp çıktım. Öğlene doğru yaklaşıyordu güneş vakti. Dere biraz uzaktı, yürüyerek gitmek zor olacaktı ama yapacak bir şey yoktu. Kapıyı ardımdan kapatıp, evden uzaklaştım. "Kız Nazlı!" Serpil Abla'nın sesini duyduğumda bıkkınca nefesimi bıraktım. Köyün dedikoducu kadını Serpil Abla'ya yakalanmıştık iyi mi? "Buyur Serpil Abla?" dedim başımı çevirip baktım. Elindeki süpürgeyle evinin önünü süpürüyordu. "Dün gene sizi evden sesler geliyordu, hayırdır o ayyaş abin seni mi dövdü?" dedi süpürmeyi bırakıp gözlerini yüzüme dikti. "Serpil Abla, bak çok içen bir soru soracağım sana ama doğruyu söyleyeceksin." "Tamam kız." "Söyle bana ben şimdi sana abim beni vurdu desem gidip tüm köye yaymayacak mısın?" dedim elimdeki ağır sepeti sıkıca tutmaya çalıştım. "Tövbe de kız ben hiç yapar mıyım öyle şey?" "Bilirim hiç yapmazsın." Ellerini iki yanından beline koydu. "Onu bırak da şu Hüseyin seni istemeye gelecek diyorlar." Yoluma devam edecekken söylediği şeyle durdum. "Ne istemesi?" "Şu Saniye gelip dedi dün, yarın istemeye gideceğiz Nazlı'yı." Tırnaklarım sepetin kaygan yüzeyinde sürünürken sinirime hakim olmaya çalıştım. Belki bir dedikodudan ibaretti ama Hüseyin Abi'nin bakışlarını düşününce içimde bir korku yeşerdi. "Yalan diyor, benim abim vermez." Verirdi, abimin sağı solu hiç belli etmezdi. Yeniden yürümeye başladım. Köyün hemen girişinde bir dere vardı, normalde yakın sayılırdı ama bizim ev köyün son eviydi bu yüzden uzak kalırdı. Çamaşır sepetini dereye götürene kadar canım çıkıyordu. Yengem beni evlendirse, iki gün barınamazdı o evde. Bununla kendimi avutup Serpil Abla'nın diyeceklerini umursamadan yoluma devam ettim. ? "Kız bunlar kurumuş alsana!" Çiçek Teyze'nin seslenmesi ile ayaklarımı serin sudan çıkartıp, ayaklandım. "Geldim, geldim." Astığım temiz çamaşırların yanına koşar ayakla gittim. Çiçek Teyze'nin elinde tutuğu beyaz çarşafa baktım. "Hemen toplarım." "Kız şuncacık halinle o evi çekip çeviriyon hiç mi yorulmuyon sen?" dedi elindeki çarşafı uzattı. Çiçek Teyze annemin eski komşusuydu. Kocası muhtar olunca köyün girişindeki eve taşınmışlardı. Kimseye zararı olmayan, kendi halinde bir kadındı. "Aman teyze yorulsam ne olacak, benden başka yapan mı var?" dedim çamaşırları toplarken. "O kem suratlı yengen de evde oturup dursun. Çok çektin be kızım bunlardan. En iyisi evlen git." "Yok teyze evlenmek istemiyorum ben. Abim gibi bir eşim olacaksa, olmasın daha iyi. Ben kendime bakarım." "Yavrum, kim demiş herkes senin o soysuz abin gibi olacak diye? Ne yiğitler vardır, gözleri senin gibi ay yüzlü, ceylan gözlü, elinden her iş gelen kadınlar ister. Her yiğit senin abin gibi değildir. Kestirip atma hemen." "Olmaz teyze, ben halimden memnunum." "Yüzündeki yaradan da mı memnunsun kızım? Nazlı'm?" Elimdeki çamaşırı sepete koyarken duraksadım. Çiçek Teyze yanıma yaklaşıp, yanağımı tuttu. "Yazık değil mi sana? Güzelliğini o iki mendebura harcıyorsun, gül gibi kızsın maşallah." "Evlensem ne olacak teyze? Aynı zulmü, aynı şiddeti göreceksem niye evleniyorum ki ben? O evde solar giderim daha iyi." Elini yanağımdan çekip, gözlerimin içine baktı. "Derdin bedenini aşıyor be kızım. Yüreğin daha kaldırmaz bir şeyi. Gel sözüme dön, beni dinle. Yoksa hiç olmayacak birine gidersin." "Hiç olmayacak birine mi?" Gözleri etrafta dolandı. Diğer kadınlar güle oynaya çamaşırlarını dere kenarında yıkıyorlardı. "Benden duyma kızım ama şu abinin arkadaşı vardı ya neydi adı? Ha! Hüseyin, seni istiyormuş." "Olmaz teyze, benden kaç yaş büyük o adam! Hem abim sayılır." "Dur kızım hele hemen ses etme. Yaşın bir önemi yok da Hüseyin pek tekin değil bilirsin. Senin onla evlenmeni istemem ama abin sanırım istiyormuş Hüseyin'i." Kalbim korkuyla çarptı o an. Beni Hüseyin Abi'ye mi verecekti? "Ne yapacağım ben?" diye fısıldadım telaş içinde. "Korkma yavrum ama şunu diyeyim, abin başlık parasını da istemiyormuş Hüseyin'den. Bu yüzden bir çare bulman lazım." "Gitsin yengeme kuma olarak alsın o zaman bu kadar çok istiyorsa!" Sesimi yükselttiğimde işaret parmağını dudaklarına yasladı. "Hemen telaş etme. Sana bir şey daha diyeceğim." Sorar gözlerle ona baktığımda tereddütle baktı. "Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama hadi bakalım. Geçen gün seni bize çağırmıştım gelmemiştin ya hatırlıyon mu?" Başımı salladım. Kadınlar toplanmıştı abim karısına izin verip bana vermediği için gidememiştim. "İşte o gün büyük konaktan Azize gelmişti hani. Konakta çalışıyor bana bir şey sordu. Dediğine göre konağın büyük oğluna kız arıyorlarmış. Bunu duyan herkes de kendi kızlarını söyledi bende senden bahsettim ona." "Teyze sen ne yaptın?" dedim can havliyle. Büyük konağın sahibi Karaaslan'lardan bahsediyordu. Bu toprakların en büyük payı onlara aitti. Bir sürü tarlaları, fabrikaları vardı. Öyle zengin bir aile beni ne yapacaktı? "Başına talih kuşu koydum kızım ama Semiha Karaaslan heybetli bir kadın zaten seni istemez." Dediği ile duraksadım. Haklıydı, köylü bir kızı almazlardı. "O zaman niye söylüyorsun?" Ne demeye çalıştığını anlamıyordum. "Bak şimdi, ben Azize'ye söyleyeyim o da Semiha Hanım'a haber etsin. Seni gelip görsünler. Öyle zengin bir aile bizim gibileri almaz ailesine ama maksat laf olsun. Sonra bunlar giderler, Hüseyin de seni isteyemez." "Ama sonra ister?" "Sen zaten evlenmek istemiyorum demiyor muydun? Karaaslan'ların en büyük beyi seni istemezse kimse istemez. Onlar seni istemeye geldiğinde köydekiler Hüseyin'in ardından konuşur. Bu aile yalan söylemiş, Nazlı'yı bey alacak Hüseyin'de avucunu yalar derler. Köy dedikoducudur bilirsin. Attık mı bir yalan, daha da o Hanife denen karı gelip seni almaz." Hanife Teyze, Hüseyin'in annesiydi. Çok burnu havada, köyde yaşadığını unutmuş bir kadındı. Eğer bu dedikoduları duyarsa beni istemezdi. "Peki sen emin misin Çiçek Teyze, Hüseyin Abi gelip beni isteyecek mi?" "Kız soru mu bu? Tüm köy biliyor onun sana nasıl baktığını! Ağzımı açma şimdi." Derin bir nefes alıp, bir adım geriye attım. "Ee haber göndereyim mi Azize'ye?" dedi beni incelerken. O an tüm bunlardan birkaç gün sonra kurtulacağım için evet dedim. Yarın akşam beni görmeye gelen aileyi pek umursamadım, maksadım Hüseyin Abi'den kurtulmaktı ama işler hiçte istediğim gibi gitmedi. Çünkü evin büyük beyi, herkesin dilinde olan o adamla karşılaştım. Cihangir Karaaslan. ? "Kazım?" Yengemin nazlı nazlı çıkan sesi ile önümdeki tabağımdan başımı kaldırdım. Zeliha Yengemin bakışları bana değip geçerken parmağımın arasındaki kaşığı sıktım. Eve geldiğimde yengemi aceleyle göndermiştim Çiçek Teyze'nin yanına. Ben yengeni ikna ederim demişti, gerçi çok da kelama gerek yoktu paralarını duysa hemen derdi gelsinler diye. "Ne oldu?" dedi abim böğüre böğüre. Göz devirmeden edemedim. "Bugün Çiçek Abla'nın yanına gittim bana bir şey dedi ama sen nasıl karşılarsın bilemedim." Abime tereddütle bakarken içimden Hüseyin Abi'den kurtulmak için dua etmeye başladım. "Ne dedi yine muhtarın karısı?" "Nazlı'ya çok hayırlı bir talip vardı." Abimin gözlerinden alev fışkırdı sanki. "Ne talibi? Ben sana demedim mi Hüseyin gelip isteyecek?" dedi sinirle sesini yükseltti. Benden bahsediyorlardı ama masada varlığımdan bihaberlerdi. "Bak-" "Kardeşim gelip isteyecek yarın!" "İstemiyorum ben!" dedim kaşığı tabağın içine koydum. Birkaç damla çorba tabağın kenarına doğru aktı. "Sana sordum mu lan? Kapat çeneni!" Elini kaldırarak öfkesini üzerime püskürttüğünde geri adım atmadan yüzüne baktım. "İstemiyorum dedim!" "Gelecek Hüseyin o kadar!" "Kazım!" Yengem araya girip, abime doğru yaklaştı. Sinirden deli dönmüş abim yengeme bakarken kendimi zor tutuyordum. Allah biliyordu ya bu adama ne yapmak istediğimi! "Semiha Karaaslan'ın torunu gelecek." "Ne?" Abimin sanki tüm öfkesi bir anda kuş olup uçtu. "Büyük beyi biliyor musun? Hani şu Cihangir mi ne? Fabrikaların başına geçen beyden bahsediyorum. Ona kız arıyorlarmış, Çiçek de bana dedi gelip görsünler mi diye." "Olmaz öyle şey, ben söz verdim Hüseyin'e." Abimin gözleri parlasa da gururundan taviz vermiyordu. Yesinlerdi onun gururunu! Beye kız verecek sanıyordu ama bilmiyordu esas meseleyi. "Kazım, benim akıllı kocam, ne yapacaksın sen çulsuz Hüseyin'i? Gül gibi kısmet ayağına gelmiş işte. Kızı başlık almadan Hüseyin'e vereceğine beye ver gitsin. Elbet senin de eline birkaç kuruş bir şey geçer de mi?" Yengem yine her zaman ki gibi şeytanlığını konuşturmaya başlamıştı. Bir anda durgunlaşan adama baktım. Paranın adını duyunca bülbül kesilmişti birden. "Ne diyeceğim Hüseyin'e ben Zeliha? Arkadaşım o benim." "Boş versene! Yarına kadar koskoca beyin akrabası olacaksın!" "Allah size akıl fikir versin, Allah'ınızdan bulun emi!" Oturduğum yerden hızla kalkıp, mutfaktan çıktım. "Kız bana bak, gel otur şu sofraya o bacaklarını kırdırtma bana!" Abimin söylenmelerine aldanmadan odama geçtim. "Yemin olsun lan sana! Vereceğim seni o beye!" Kimseyle evlenmeyecektim! Böyle bir abim oldukça, kiminle evlensem bana hayatımı zehir edecekti. Neyse ki yarın gelen bey beni beğenmez giderdi. İşte o zaman abimin suratını görüp, gülümsemek bana iyi gelecekti. ? "Şu yeni fincanları çıkar da git üzerini giyin." Yengemin bugün ki kaçıncı söylenmesiydi bilmiyordum. Sabah daha horozlar uyanmadan beni kaldırmıştı uykumdan. Ona sorduğumda beyin geleceğini söylemişti. Tüm evi kaldırmış, yeniden düzmüştük desem yeriydi. Mutfakta olan birkaç dolabın içindeki her şeyi çıkarmış, temizlemiş bir daha yerine dizmiştim. Oturma odamızdaki tüm minderleri temizlemiş, yeni olan yastıklarımızı çıkarmıştım. Pencereleri güzele silmiş, kapının önünü süpürmüştüm. Tabi tüm bunları yaparken yengem dışarı çıkmıştı. Millete hava atacakmış! "Çıkardım, yıkadım da. Şimdi bırak da gidip yıkanayım." "İyi git, beyin önüne böyle paspal bir halde çıkma sakın. Benim çeyizimde güzel bir elbise vardı onu koydum odana. Giy, süslen." Ona ters ters bakıp odama geçtim. Yerdeki yatağımın üzerinde duran elbiseye bakıp dolana yöneldim. İçinden temiz bir iç çamaşır takımını alıp, elbiseyi yatağın üzerinden kaldırdım. Hamama giderek üzerimi soydum ve güzelce yıkandım. Keyfim yerindeydi, akşam olacaklar için sabırsızlanıyordum. Abimin o mosmor olan yüzünü görmek şimdiden gülmeme sebep oluyordu. Yıkandıktan sonra üzerimi kurulayıp, saçlarımı havluya sardım. İç çamaşırımı üzerime geçirerek elbiseyi elime aldım. Sarı, çiçekli bir elbiseydi. Etekleri dizlerimde bitiyordu. Kol kısmı, lastikliydi dirseğimin hemen üst kısmını sarıyordu. Gerdanımı açık bırakmayan elbiseyi biraz sevmiştim. Normalde böyle elbiseler giymediğimden hoş hissetmiştim kendimi. |Çok daha güzel elbiselerim var bu sadece elde katlandı daha güzellerini paylaşacağım. | En son kendime ne zaman kıyafet aldığımı hatırlamaya çalıştım. Genelde terziye gider aldığım kumaşlarla diktirirdim ama abim artık para vermiyordu. Tüm elbiselerim kirli ve eskiydi. İç çekip, hamamdan çıkarak odama geçtim. Yengem içeride otururken saçlarımı kurulayıp, güzel görünmesi için taradım. Dudağımdaki yara uçuk gibi göründüğünden sorun çıkarmayacağını biliyordum. Gözümün altındaki yara geçmişti. Hiçbir şey sürtmemeye kara verip aynanın önünden çekildim. Odadan çıkıp oturma odasına gittiğimde elinde çayla oturan yengemi gördüm. Bakışları beni bulduğunda, baştan aşağı süzdü. "Aferin, bir halta benzemişsin." "Sende mi yıkansan bir halta benzersin o zaman?" "Bana bak kız! Abine derim seni ona göre." "Çok korktum." dedim omuz silkerek. Mutfağa geçip kahve için cezveyi hazırladım. Yengemin gelirken aldığı taze çekilmiş kahveyi çıkartıp tezgaha koydum. İçimden bu akşamın hızlı geçmesi için dua ederken kapı çalındı. Muhtemelen gelen abimdi bu yüzden hiç gitmedim. Kapının bir kez daha çalınması ile abimin sesini duydum. Yengem ile onun sesini duyduğumda midemin çalkalandığını hissettim. Şeytanın yavruları gibiydiler. "Ne dedin Hüseyin'e?" "Gelme dedim, bey gelecek seni görmesin dediydim, dinlemedi. Beyin gücünden korkunca sustu kaldı." "Aman umursama onu, bugüne bugün beyin akrabası sayılırsın." Yengemin cilveli sesi ile yüzüm buruştu. Allah bunları kimsenin eline düşürmesin! "Öyleyim değil mi?" Kulaklarımı tıkamak istediğim vakit kapı tekrardan çalındı. Kalbim korkuyla çarptığında yerimde kıpırdandım. İşte gelmişlerdi. Parmaklarımı tezgaha yaslayıp güç aldım. Derin bir nefes almaya çalışıp fısıldadım. "Allah'ım sen bana yardım et." Küçük evin içini dolduran seslerle kalbim ağzımda atmaya başladı. Birbirinin içine giren sesleri ayırt etmeye çalıştım. Gelenler çok kişiydi, belli. Demek ki ailesi kalabalıktı. O an pişman oldum evet dediğime. Başıma bela almıştım. "Nazlı?" Mutfak kapısının pervasında beliren yengem ile Çiçek Teyze'ye baktım. Oldukça şık bir şekilde giyinmiş, güler yüzle bana bakıyordu. "Hoş geldin Çiçek Teyze, iyi ki geldin." Bana bu gece yardım etse çok iyi olacaktı. "Hoş buldum kızım." Yanıma gelip bana sarıldığında üzerimdeki yükün biraz olsun hafiflediğini hissettim. "Seni bu işe ben soktum, kurtarmakta bana kalsın." Kulağıma fısıldadığı sözlerle gülümsemeye çabaladım. "Kahveleri yapmadan önce git de Semiha Hanım'ın elini öp." Yengemin sesi ile Çiçek Teyze'den ayrıldım. Yengem fincanları tepsiye dizip, su bardaklarına su koydu. "Doğru diyor, gel seninle tanıştırayım." Gözleriyle mutfağın kapısını işaret etti. "Merak etme damat daha gelmedi." Alttan alttan bakıp gülümsediğinde iç çektim. "Gelse ne olur sanki? Olmayacak sonuçta." diye fısıldadım yengemin duymaması için. "Hemen kesip atma kız, beyi gördüm. Arabadaydı, kapının önünde, cigara içiyordu. Bir görsen heybetinden dibin düşer." Çiçek Teyze'ye şaşkınlıkla baktım. Ona olan bakışlarımı gördüğümde küçük bir kahkaha attı. "Bakma kız öyle. Yiğit gibi adam, doğru söze ne denir? Yalan söylesem çarpılırım valla!" Birlikte mutfaktan çıkıp oturma odasının önüne geldik. İçeriden gelen seslerle kendimi zapt etmeye çalıştım. Besmele çekerek oturma odasına bir adım attığımda herkesin bakışları bana döndü, odada sessizliğe büründü. "Hoş geldiniz." diye mırıldandım cılız bir sesle. Gören beni mazlum kız sanır. Sesimi düzeltmeye çalıştım ama heyecandan elim ayağım birbirine dolandı. "Hoş gördük kızım." Sandalyenin üzerinde bastonu ile birlikte oturan kadına değdi gözlerim. Üzerinde zümrüt yeşili bir elbise vardı. Elindeki bastonunu görmesem asilliğinden yaşlı olduğunu fark etmezdim. Yeşil gözlü, ak saçlı bir kadındı. Saçlarının üzerine elbisesi ile aynı renkten bir şal atmıştı. Gözleri beni süzüyor, baştan aşağı inceliyordu. "Git yanına." Çiçek Teyze'nin beni dürtmesi ile yaklaştım ona. Önünde durarak, eğildim. Havaya kaldırdığı elini öpüp başıma koydum. "Berhudar ol kızım. Maşallah, pek bir güzelmişsin. Azize demişti de inanmazdım." Bana sıcak bir gülümseme ile baktığında ona karşılık verdim. Hemen yanında yerde oturan adama baktım. Semiha dedikleri kadından biraz daha gençti ama yaşını almıştı, belli. "Siz de hoş geldiniz." Elini uzattığında tereddüt etmeden öptüm. Muhtara bakmadan kapının yanındaki köşeye çekildim. Gözlerim odada dolanırken Azize Abla'yı ve bir çifti daha gördüm. Abim yaşlı adamın tam karşısında oturuyordu. Aralarında benden biraz büyük görünen bir kız tek vardı. "Sen kahveleri yap bacım." Abimin ilk defa sakin çıkan sesi beni hayrete düşürdü. Çiçek Teyze kahve yapmam için başıyla kapıyı gösterdiğinde çıkmak için döndüm. "Bedri'nin kızı olduğunu bilmiyordum. Öğrenince çok mesut oldum." Semiha Hanım'ın ince sesiyle ona baktım. "Baban bir zamanlar konakta çalışırdı, yanımda. Çok severdim onu, işinde gücünde bir adamdı. O bu dünyadan göçüp gitti ama senin gibi cihan güzeli bir kız bırakmış ardında." "Sağ olun." Babamı tanımasına şaşırmıştım. Ben bile zar zor hatırlıyordum onları. On yaşımdayken kaybetmiştim babamı. Ne kadar özlesem de ölüme hiçbir çare bulunmuyordu. Semiha Teyze demek ki tanıyordu onu. Mutfağa girdiğimde yengemin çoktan kahveyi közün altına atmış olduğunu gördüm. "Gel, bunların iyice köpükleri çıkmadan sakın dökme fincana. Rezil olmayalım." "Olmayız merak etme, seninkine tükürürüm olur biter." Sinirle bana bakıp, mutfaktan hışımla çıktı. Ateşin başına geçip kahvenin kaynamasını bekledim. Közün altında ağır ama lezzetli bir şekilde pişiyordu. Gözlerim bir ara pencereye takılsa da önüme döndüm aceleyle. Niye merak ediyorsam? "Su alabilir miyim?" Başımı çevirdiğimde içeride oturan kızı gördüm. Çekinerek mutfağa bakıyordu. "Hemen vereyim." Bir su bardağı çıkarıp içini doldurdum. Mutfağın kapısından içeri giren kıza bardağı uzattım. "Zahmet verdim." "Ne zahmeti? Bir su sonuçta." "Ben Hüma, Semiha Nine'nin torununun eşiyim. Yani sana talip olan beyin kardeşinin karısıyım." Şaşırmadan duramadım. En büyük oğulları evlenmeden küçüğü mü evlenmişti yani? "Bende Nazlı." Suyu içip bardağı tezgahın üzerine bıraktı. "Maşallah Semiha Nine'min dediği gibi çok güzelsin." Gülümsemeden duramadım, tabi utanmıştım da. "Sen de öylesin, maşallahın var." Dediğime güldüğünde kapıda bir adam belirdi. "Hüma, benim çakmağım nerede?" Sanırım bu kocasıydı. Siyah saçlı, esmer bir adamdı. Hüma gibi güzel bir kızın bu adamı neden sevdiği belliydi. Adam gerçekten yakışıklı ve heybetliydi. "Arabada unuttun ya Kadir! Dur gidip getireyim hem Cihangir Ağabey'i de çağırmam lazım." Hüma yerinde kıpırdanacakken Kadir dediği adam onu durdurdu. "Sen dur ben çağırırım onu." Ateşin üzerine dökülen kahve sesini duyduğumda yerimde sıçradım. Cezveden taşan kahve köze dökülüyordu. "Hay Allah!" Telaşla cezveyi kaldırıp, fincanlara koymaya başladım. Köpükleri gayet iyi olmuştu. "Ben geçeyim, sen öyle getirirsin." "Olur." Hüma içeri geçtiğinde fincanların hepsini tepsinin içine koyup, ayaklandım. Tepsiye dikkat etmeye çalışarak içeri ilerledim. Birazdan göreceğim adam için hafif heyecanlıydım. Normalde olsa heyecandan ölmem gerekirdi ama abim sağ olsun, o kadar görücü getirmişti ki heyecan falan kalmamıştı. "Getir kızım." Çiçek Teyze kapının ucuna koyduğu sandalyeden kalkarak bana yol verdi. Başımı önümdeki fincanlardan kaldırmadan önce misafirlere ilerledim. Semiha Nine'ye ve adını bilmediğim yaşlı amcaya verdim kahvelerini. Teşekkürlerini söylerken abime, muhtara diğer misafirlere dağıttım. Çiçek Teyze'ye uzattığım kahve ile başıyla arkamı gösterdi. "Beye de ver kızım." Başımı hafifçe sallayıp sırtımı düzelttim. Gözlerimi kaldırmadan yüzümü beye döndüm. İçimdeki fısıltılar büyürken tam önünde durdum. Başımı kaldırmadan tepsiyi ona uzattığımda sabırla almasını bekledim. Birkaç hışırtı duydum, öne eğilen bedenini hissettim. Tepsiye uzanan parmakları gördüğümde nefesimi tuttum istemsizce. "Ya sabır!" Boğuk bir ses duyduğumda başımı kaldırmadan edemedim. Gözlerimiz birbiriyle kesiştiğinde kalbimin bir anlığına teklediğini hissettim. Uzun kirpiklerin arasından bana bakan iki siyah zeytin gözle ne yapacağımı şaşırdım. Önce çatık duran kaşlarına baktım. Bir kalem gibi özenle çizilmiş kaşları gerilmişti, alnındaki damarın attığını görüyordum. Sert bir çehresi, düz bir burnu vardı. Kısa sakalları yüzünü oldukça hoş gösteriyordu. Düz dursam bile bedenimin iki katı olan bedeni gözümü korkutmadı değil. Çiçek Teyze'nin dediği gibi heybetli bir adamdı. Gözlerinin bedenime bıraktığı tesir, göz ardı edeceğim kadar fazlaydı. Nefesimi tuttuğumu bile fark etmiyordum. Çenesinin kaskatı kesilmiş olduğunu, dolgun dudaklarını ve keskin soluklarını inceliyordum. Bakışlarım yeniden gözlerine çıktığında artık yüzüme bakmadığını fark ettim. Bakışlarının odağı, yengemin olduğu için bana hafif bol gelen elbisenin eğildiğimden dolayı açılmış olan gerdanıma ve göğüs çatalımdı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, öylece kalakaldım. Edepsiz, terbiyesiz! Tepsiden çekmiş olduğu parmaklarını fırsat bilerek sırtımı dikleştirdim. Gözlerindeki ateşin kıvılcımları gözlerimi bulduğunda bakışlarımı kaçırıp, arkama bakmadan odadan çıktım. Tepsiyi tezgahın üzerine bırakıp, sinirle ofladım. "Terbiyesiz adam! Resmen dikizledi beni." Elbisenin ön tarafını yukarı doğru çekiştirdim. "Ne olacak ahlaksız işte! Kuduruk!" Topuğumu yere vurmaktan gocunmadım. Kalbimin hala hızlı atan vuruşlarını susturmaya çalıştım. "Yüzü bir halta benziyor, bey de olmuş ama gözleri farklı yerlerde dolanıyor!" Bir süre sinirimin geçmesini bekledim. İçeriden gelen seslere kulak bile veremiyordum. Ben hala kendi kendime söylenirken yengemin içeri girdiğini gördüm. "Niye kaçtın kız? Adama biraz daha görünseydin." "Yenge git içeri Allah aşkına! Hem zaten bu iş olmayacak, o adam bana baksa ne olur bakmasa ne olur?" "Sen dua et olsun yoksa o çulsuz Hüseyin'e gidersin!" Gözümün seğirmesi ile kendimi tutmaya çalıştım. "Yetti artık sus! İçerideki insanları kovmamı istemiyorsan git içeri. Elimden bir kaza çıkacak. Gına geldi Hüseyin'den de beyinden de! Evlenmek istemiyorum ben!" "Beyi kaçır da o zaman görürsün evlenmeyi sen!" "O bey benim umurumda bile değil! Alsın parasını da gitsin evden! Hüseyin olacak o yerden bitmeyi de istemiyorum. Ben sadece nefes almak istiyorum sayenizde bu bile fazla geliyor bana!" Sesimi yükseltmemle yaklaştı bana. "Sus kız! Abin duyacak!" "Duyarsa duysun sanki ondan korkan var! Beyle evlenmek istemiyorum, yazık adama tüm parasına göz dikmişsiniz, içeride oturan Semiha Nine sizin niyetinizi bir bilse bir saniye daha barındırmaz bu köyde!" "Ağzını tutarsan kimse duymaz Nazlı Hanım! Şu misafirler gitsin o zaman sen gör olacakları! Abin bu iş olmasın bak o zaman ne olacak?" "Ondan korkan onun gibi olsun!" Mutfağın kapısının önünden gelen seslerle yengemin sözleri ağzına tıkıldı. Çiçek Teyze içeri girip bana baktı. "Kız ne oluyor? Biraz sessiz olun, millet duyacak şimdi. Az evvel adam kalktı odadan. Ya sizi duysaydı?" "Duyarsa duysun, yalan söylemiyorum ben!" "Abin içeri çağırıyor, gel." Çiçek Teyze alttan almaya çalışarak beni içeri götürdü. "Gitsinler artık." "Merak etme giderler şimdi, abin öyle bir başlık parası ister ki bunlar direk kaçar evden." İçimden dualar ederek içeri girdim. Abimle misafirler bir muhabbet içindeydi. Semiha Nine elindeki fincanı sehpanın üzerine bıraktığında kapıdan içeri o adamın girdiğini gördüm. Gözleri odanın içinde direk beni bulurken, gözlerimi kaçırıp kucağıma diktim. "Ee, ne diyorsun evladım?" "Size saygım büyüktür Semiha Hanım ağam. Belli ki niyetiniz olumlu ben derim ki eğer başlık parasını verirseniz bu iş tamamdır." Ne demek olumlu? Başımı kaldırarak Çiçek Teyze'ye baktım. Sakin olmam için gözlerini kapattı. Bedenimin üzerinde gezinen bakışlarla iyice gerilirken bu işin hemen bitmesi için dua etmeye devam ettim. "Başlık parası mı?" dedi Semiha nine hafif bir şaşkınlıkla. "Önce bir Nazlı'ya sorsaydın oğlum, niyeti var mıdır?" "Onunla siz gelmeden evvel konuştum Hanım ağam. Cevabı olumludur siz de istediğimi kabul ederseniz elbet?" Hemen karşıma oturan adamla nefes almayı bıraktım. Başımı kaldırmadan kirpiklerimin arasından ona baktığımda, göz göze geldik. "Ne istiyorsun?" Kalın, tok sesini duyduğumda içim titredi. Gözlerini gözlerimden çekmeden konuşmaya dahil olmuştu. "Başlık parası ağam. Kardeşim için istediğim para elli bin liradır." Dudak uçuklatan para miktarı ile şaşırmadan edemedim. Avuçlarım elbisemin kumaşını parmaklarının arasına sıkıştırdı. Gerilmekten ölecektim. "Ne yaptın oğlum sen? Bu kadar para istenir mi? Hem bu devirde başlık parası mı kaldı? Mal mı bu kız sen para istiyorsun?" Adını bilmediğim amca, tahmin ettiğim kadarıyla babalarıydı şaşkınlıkla konuşmuştu. "Ben dediğimi dedim Yakup Ağam gerisi size kalmış." İçimdeki duygulara anlam veremiyordum. Neye üzüleceğimi şaşırmıştım. Abimin beni yüksek bir meblağ ile satmasına mı, bu adama karşı hissettiğim karmaşaya mı, yoksa bu rakamı duyup beni istemeden gitmelerine mi? Katiyen vermezlerdi bu parayı! Kim verirdi ki? Karşımdaki adamın yerinden kalkması ile başımı kaldırdım. Boyu neredeyse tavana değecekti, bizim evin odası hem düşük tavanlı hem de küçüktü. Kara gözlerinin üzerimde gezindiğini gördüm. Bakışları bir anlığına dudaklarıma düştüğünde yüreğimde bir yangın başladı. "Paranı yarın gönderirim Kazım!" Bakışlarını benden alıp yerde oturan abime çevirdi. "Lakin şunu bilesin, parayla bir can alınıp satılmaz. Ben o parayı sana göndereceğim ama günü geldiğinde o paralar için can verme." Abim dediklerini görmezden gelerek ayaklandı. "Nişanınızı tez zamanda yaparız beyim! Siz parayı gönderin yeter." Az evvel yüreğimi titreten adama karşı öfke doldu içim. Resmen para ödemişti beni almak için! Yeşil gözlerimi gözlerine öfkeyle diktiğimde bakışlarımdan kaçınmadan baktı. Buz gibi, siyahtı bakışları. "Oğlum acele değil mi?" Semiha Nine bastonun üzerinde durmaya çalışarak ayaklandı. Bakışlarını çevirmedi, bende tuttu. Dudaklarından düşecek olan kelimeler, hayatın bana gülümsemesiydi sanki. "Ben ne dediysem o olacak! Nişanı tez vakitte yapın."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD