Hayır! Bunu da yapamazdı. Vahşi yaratıkları avlayabilirdi ama insanları öldüremezdi. Eğer yapsaydı öğrendiği her şeye ve yağmacı kanına ihanet etmiş olurdu.
Adam zırhının örtmediği kollarını sıyırarak suya uzandığında daha fazla bekleyemeyeceğini anlayarak doğruldu. Kanlı sular yüzünden kayarak aktı. Göz kapaklarını açarak göz bebeklerinin normal boyutuna gelmesini, ortamın aydınlığına alışmasını bekledi.
Kalkarken elleriyle küvetin iki yanını kavramıştı. Adamın burnuna değen eline baktı. Ani hareketi onu o kadar şaşırtmıştı ki kıpırtısız bakıyordu gözlerine. Tuhaf diye düşündü. İnsanlarda bunun tam tersi olmaz mıydı? Genelde sıçrarlar veya çığlık atarlardı hani. Ancak adam, gözünü dahi kırpmamıştı.
Bekledi. Şaşkınlığını üzerinden atması için ona zaman tanıdı. O gözlerini kırptığında ritmine uydu ve karşılık olarak o da gözlerini kırptı. Saç rengine yakın bir göz rengi vardı. Bal gibiydi ama bu renk onun mizacını yumuşatmamıştı. Sert biri olduğunu biliyordu. Daha önce onu insanları kellesini alırken de kılıcıyla kalplerini deşerken de görmüştü. Öfkesiyle nam salmıştı. Saray köpeği diyenlerde vardı. Prens Vagus’un köpeği diyenlerde. Pek fark etmese de o, ikincisini daha makul buluyordu.
Dördüncü kez gözlerini kırptığında adamın kendini toparlayamayacağını anlayarak burnuna değen elini, eliyle itti. Önce gözlerindeki boşluğun kalkmasını izledi. Göz kapakları ardına dek açılmıştı. Sonra beyaz tenine yakışmayan kızarıklıkların yanaklarından burnuna dek yayılmasını izledi. Sakalları utancını gizlemeye yetmemişti.
Kendine gelmeye başlamıştı ama hala üzerine eğilmiş vaziyetteydi. Bir kez daha elini kaldırdı ve avucuyla alnına vurdu. Bedeni refleksle geri atıldı. Ardından yaptığı hatayı fark ederek küvetin yanına dizlerinin üzerine çöktü ve utançla başını eğdi.
“Bağışlayın prenses!” dediğinde küvetin kenarına tutunan parmakları kasıldı. Artık bu durumdan kaçınması imkansızdı.
“Prens Vagus sizi görmek için aşağıda bekliyor”
Henüz eğdiği başını kaldırmamıştı.
“Çık dışarı” dedi dişlerinin arasından. Adamın tereddüt ettiğini görebiliyordu. Af bekliyordu ama alamayacaktı. Bir prenses gibi davranması gerekiyorsa eğer cezalandırılmasını sağlamalıydı. Odaya dalarak onu bu halde görmesi, kellesinin alınması için yeterliydi.
Dik duruşunu bozmadı ve “Defol!” diyerek sesini yükseltti.
Gözlerini kaldırmadan ona sırtını dönen adam, hızlıca odayı terk etti. Kapanan kapıyla rahat bir nefes aldı Hüma. Başını eğdi ve kendi kanıyla kızaran suyu avucuna doldurdu. Düşünmeliydi. Avucunu yukarıya kaldırarak içindeki sıvıyı yavaşça boşattı. Kaybedecek neyi vardı?
Prenses gibi davranmayı başaramayabilirdi. Bu durum yararına bile olabilirdi aslında. Prens Nhamo zor durumda kalırdı. Onu köşeye sıkışmış bir şekilde hayal edince rahatladı. Prenses olmak ona karşı kazanmasını sağlayabilirdi.
Hızlı hareketlerle yıkanmaya ve üzerindeki kandan tamamen arınmaya başladı. Muhafız yeterince şüphelenmişti. Onu uzun süre bekletirse durum daha da kötüye gidebilirdi.
Biraz sonra ayaklarının üzerine basarak doğruldu. Hala temizlenmiş hissetmiyordu. Kanından tam anlamıyla arınmak zorundaydı. Gözleri kovaları bulduğunda gülümseyerek eğildi ve dolu kovalardan birini tutarak kaldırdı. Başından aşağı dökülen serin su daha temiz hissetmesini sağladı. Silkelendi. Islak ayaklarıyla tahta zemine bastı ve küvetten çıktı. Dizlerini geçen su, bacaklarının temizlenmesini engellemişti. Saçlarından süzülen su yere damlarken elindeki kovayı bıraktı ve diğer kovayı aldı. Bacaklarını küvetin kenarına koyarak sırayla yıkadı. Dışarıya taşan su, tahta döşemeleri ıslattı ama umursamadı.
Yeterince temizlendiğinden emin olduğunda çıplak halde koşturarak uzun dolaba gitti. Prensin havluları buradan aldığını görmüştü. Yedeklerinin de olmasını umarak dolabın kapağını açtığında gülümsedi. İstemediği kadar havlu ve örtü diziliydi raflarda. Çabucak kurulandı ve saçlarını havluya sardı. Sırada giysiler vardı.
Sandıkları şöyle bir göz gezdirdiğinde her şeyin bu kadar intizamlı dizilmiş olmasına özendi. Hiç bu kadar düzenli olamamıştı. İç giysilerden dış giysilere kadar hepsi ayrı ayrı katlanmıştı. Kötü yanı, elbiselerin açık renk olmasıydı. Ömrü boyunca beyaz kullanmamıştı ama şu an elindeki seçenekler kısıtlıydı.
Zaman kaybetmeden iç çamaşırlarını giydi. Göğsünün üzerine oturarak topuklarına kadar inen iç elbiseyi de üzerine geçirdiğinde saçındaki havlu çözülerek yere düştü. Onu almak için uğraşmadı. Tarağa ihtiyacı vardı. Görünürde olmadığı için nerede olduğunu tahmin etmesi gerekecekti.
Yatağın yanındaki dolaba koşturdu. Eteğe alışık olmayan adımları, neredeyse dengesini bozacaktı. Nefes almadan çekmeceleri karıştırmaya başladı. Bir yığın ıvır zıvır vardı ama tarak burada değildi. Tekrar sandıkların yanına yöneldi. Yerdeki çamaşırlar ayaklarına dolandı. Takıların yerleştirildiği kutuyu kaldırdığında altındaki işlemeli kutuda aradığı tarağa ve bir yığın tokaya ulaştı.
Ayna! Şimdide bir aynaya ihtiyacı vardı. Prenses olmak neden bu kadar yorucuydu? Kutuyu yatağın üzerine bırakarak tarağı saçlarına sürttü. Uzun zamandır tarak yüzü görmeyen saçları pekte açılma niyetinde değildi. Hırsla yatağa oturarak başını iki yana salladı. Şimdiden pes edemezdi. Eliyle saçlarını toplayarak sol göğsünün üzerine çekti ve azimle işe koyuldu.
Saçlarını taramak ve onları başının arkasında toplayarak şekil vermek çok uzun ve yorucuydu. Elleriyle arkaya uzanmaktan boynu tutulmuştu. Kutuyu toplamadan öylece yatağın üzerinde bıraktı ve doğruldu. Ayna bulamadığı için nasıl göründüğünden emin değildi. Ancak kendine güvenmekten başka şansı yoktu.
Giysilerin olduğu sandığa giderek en üstte duran elbiseyi kaldırdı. Kumaşın dokusu öyle yumuşaktı ki ona zarar vermekten korkarak yukarıda tuttu. Etekleri dağınık ve efil efildi. Rengi buz mavisiydi. Üzerindeki işlemelerde gümüş ipler kullanılmıştı. Gözlerini kapıya çevirdi ve göz kapaklarını kapattı. Adam sabırsızlanmaya başlamıştı. Kapının önünde bir sağa bir sola gidip geliyordu. Elbiseyi kucağına alarak tekrar yatağın yanına geldi. Kandan uzak olan tek yer burasıydı. Eteklerinin kirlenmesine ve bu güzelliğin mahvolmasına izin veremezdi.
Elbiseyi yatağa bıraktı ve ayakkabıları almak için tekrar sandıklara ilerledi. Şimdi neden bu kadar çok sandık olduğunu daha net anlıyordu. Yine en üstte duran beyaz ayakkabıları aldı ve elbiselerin hemen yanına katlanmış olan pelerinlerden birini kaparak yatağa döndü.
En son ne zaman elbise giymişti? Aslında pantolon dışında başka bir şey giymediğine emindi. Yukarıdan geçirerek mi giymeliydi yoksa içine mi girmeliydi? Neden bu kadar zor ve uğraştırıcıydı?
Başından güç bela geçirdiği elbiseyle kendi etrafında döndü. Etekleri yeri süpürüyordu ve kumaş omuzlarına çıkmamak için direniyordu. Bu elbisenin nesi vardı böyle? Başını geriye çevirdi ve sırtından sarkan ipleri görmeye çalıştı. Onları bağlamayı başarmak için büyücü olması gerekirdi ve şansına bir büyücü falan değildi. Omuzlarından düşen elbiseyi tutarak kapıya ilerledi. Ona yaptırmak zorundaydı.
Kapıyı araladığında adam dolanmayı bırakarak dik duruşa geçmiş ve başını eğmişti. Onun çıkması için bekliyor olmalıydı.
“İçeri gel” dedi.
Başını kaldırarak ona baktığında gözleri yine şaşkındı. Kapıyı kendine doğru çekerek aralığı genişletti. Tereddüt ederek içeri girdiğinde hızlıca kapıyı kapattı. İki eliyle göğsünün üzerinde elbiseyi tutarken ona oldukça arsız göründüğüne emindi. Ancak şu an için başka şansı yoktu. Sırtını adama dönerek “Bağla” dedi.
“Hıhh?”
Başını omzunun üzerinde çevirerek ona baktı. Ne istediğini anlamamış mıydı?
“Bağla şu ipleri!”
Aşağı yukarı başını sallayarak ellerini kaldırdığında tekrar önüne döndü. Eli kılıç tutan birinden çok fazla şey bekliyordu.
Bir kısmı sırtına serilmiş olan nemli saçlarını toplayarak omzuna bıraktığında sabırla beklemeye başladı. Çok değil daha yirminci kez ayağını yere vuramamıştı ki adam “Bitti” dedi.
“Bu kadar çabuk mu?” diyerek ona döndü. İpleri sıktığını dahi hissetmemişti. Gerçekten maharetli elleri vardı. Muhafız yanakları utançla parlamasına rağmen ağır başlılığını korudu ve “Evet” Dedi. Elinde onlarca belki yüzlerce insanın kanı bulunan birine göre çok kolay utanıyordu.
Hüma ellerini göğsünden çekerek kollarını açtı ve elbisenin düşmediğinden emin oldu. Omuzlarını ve boynunu tamamen açıkta bırakan modelinden hoşlanmamıştı ama hafif kumaşı için bu rahatsızlığa katlanabilirdi. Saçlarını tutarak sırtına attı ve kendini şöyle bir süzerek “Nasıl görünüyorum” dedi.
“Giyinmeye ihtiyacınız var gibi” diyen saray muhafızı onu baştan ayağı süzdü ve çıplak ayaklarını gösterdi.
“Ahhh!”
Eliyle alnına vurdu. Aklını başına toplaması lazımdı.
“Şöyle oturun prenses”
Eliyle işaret ettiği yere giderek yatağa oturdu. Biraz önce sandıktan aldığı ayakkabıları alan adam dizlerini kırarak önüne çöktü. Belindeki kılıcı yere çarptı. Adama yardımcı olmak için elbisesinin eteğini yukarı toplayarak sağ ayağını öne uzattı. Prenseslerin neden iki üç çift hizmetçiye ihtiyaç duydukları ortadaydı.
İşini bitirip doğrulduğunda “Neden hizmetçiniz yok?” dedi muhafız. Gözleri yine odayı araştırmaya başlamıştı.
“Uyandığımda yoklardı” diyerek yatağın üzerindeki pelerini aldı ve omuzlarına örttü. Böyle daha rahat hissetmişti. Önündeki ipleri bağlayarak başını kaldırdığında adamın dikkatle onu süzdüğünü gördü. Gülümsedi. Onun gibi bir vahşinin çocuksu hallerini göreceği aklının ucundan geçmezdi.
“Aynanız da mı yok?”
Omuzlarını silkti ve başını iki yana sallayarak ellerini kaldırdı.
Parmaklarını sarıya çalan saçlarında gezdirerek yatağın diğer yanına geçtiğinde arkasından bakakaldı. Biraz önce yatağa koyduğu kutuyu karıştırıyordu. Birkaç saç tokasını parmaklarında çevirerek tarttı ve gümüş renkli çiçekleri olanı alarak doğruldu. Tekrar yanına geldiğinde diğer elinde tarağını tutuyordu. Dişlerinin arasında yolunmuş saçları vardı.
“Dönün”
İtiraz etmeden ona sırtını döndü. Göz kapaklarını indirdi. Saçlarına tutuşturduğu tokaları el çabukluğuyla çıkartışını ve ıslak saçlarını bukleler haline getirmesini izledi. Bir erkek nasıl bu kadar maharetli ellere sahip olabiliyordu?
Ansızın farkına vardığı şeyle adama olan ilgisi durdu. Gece karası saçları neden kahverengi görünüyordu? Göz kapaklarını hızla açtı. Adamın henüz toplamadığı tutumlardan birini tutarak öne çekti ve gördüğü şeyin doğruluğundan emin olmaya çalıştı. Gerçekten de kurumaya yüz tutan saçları kestane rengindeydi. Tıpkı Prenses Lindiwe gibi. Bunu saçlarına Prens Nhamo mu yapmıştı?
Elindeki saç tutamı çekildi. Karşı koymadan açıldı kasılan parmakları. Ona acı çektirmesi için bir sebebi daha vardı şimdi. Nhamo, annesinin sevdiği rengi yok etmişti.
Önüne geçerek topuzdan kalan bukleleri düzelten muhafız kızgın gözleriyle karşılaştığında duraksayarak geri çekildi. Onu kızdıracak ne yaptığını düşünüyor olmalıydı.
“Gidelim” dedi ve adamın yanından geçti Hüma. Bir an önce öfkesini atmanın yolunu bulmalıydı.
Elinde kalan tarağı yatağa savuran muhafız, odaya son kez göz gezdirdi ve aceleci adımlarıyla odadan çıkarak kapıyı çekti. Prensesin ardından dalgalanan ve yeri süpüren eteğine basmamaya dikkat ederek onu izledi. Yumuşacık bakan su yeşili gözlerini birden bürüyen öfkesinin sebebini merak ediyordu.
Kadın basamakları inerken merdiven boşluğundan aşağıya göz attı. Prens Vagus, prensesin burada olmadığından o kadar emin konuşmuştu ki onu kan dolu küvette, sapasağlam görmek şoka girmesine neden olmuştu.
Yaşaması bir mucize değil miydi? Yolda saldırıya uğradıklarını ve hizmetçilerin bir çoğunun öldüğünü duymayan yoktu. Söylentiye göre geri kalanlar korkudan kaçmışlardı. Yanlarında sadece birkaç asker kalmıştı.
Ve yine o söylentilere göre prenses ağır yaralıydı. Onu tedavi etmek için gelen doktorlar yaşamasının mümkün olmadığını zira bedeninin çürüdüğünü söylemişlerdi. Anlaşılan o ki yanılmışlardı. Prenses kanlı canlı, oldukça sağlıklı bir şekilde hemen önünde duruyordu. Döner merdivenleri inerken Prens Vagus’un yüzündeki şaşkınlığı gördü. Gözleri anında onu bulmuştu. Cevap beklediğinin farkındaydı. Ancak prensesin yazdığı bu bilmeceyi henüz o da çözememişti.
Gözleri prensin arkasından kalkan adama takıldığında basamak ayağının altından kayar gibi oldu. Ayakta zor duruyormuş gibi görünen Prens Nhamo’da prensesi görmeyi beklemiyor gibiydi. Masaya devirdiği kadehten akan içki yere damlıyordu. Kan gölüne dönen odayı ve kuzey prensinin şaşkınlığını tarttı. Burada neler döndüğünü bilmeye ihtiyacı vardı.