bc

Eda'nın Yalnızlığı

book_age16+
1.7K
FOLLOW
8.1K
READ
HE
second chance
self-improved
inspirational
mystery
realistic earth
cheating
weak to strong
lonely
office lady
like
intro-logo
Blurb

Sevgili okuyucu, bu hikayeyi yazan yazarın kalem olarak nasıl olduğunu düşüncelerimle paylaşmaktan memnuniyet duyarım. Bu hikaye, bir sevgi ve aile hikayesini anlatma amacı güden bir kitaptır. Yazarın kaleminden akan kelimeler, derin bir duyarlılık ve incelikle yazılmıştır.

Yazara göre, aile değerleri ve sevgi dolu ilişkilerin önemi büyük bir öncelik taşır. Bu anlatım tarzıyla, yazarın sıcak bir kalbe ve derin bir empatiye sahip olduğunu söyleyebilirim. Hikayedeki kelime seçimleri ve cümle yapısı, duygusal bir etki yaratmak için özenle seçilmiştir.

Yazarın kaleminden akan kelimeler, okuyucuyu içine çeken güçlü bir anlatıma sahiptir. Hikayenin akıcılığı ve anlatımının inceliği, yazardaki özeni ve dikkati yansıtır. Ayrıca, yazarın dilin zenginliğinden yararlandığı ve kelimeleri ustalıkla kullanarak duygusal bir atmosfer oluşturduğunu söyleyebilirim.

Yazara göre, aile değerleri ve sevgi dolu ilişkilerin yanı sıra, insanlık değerleri ve doğruluk gibi evrensel değerler de önemlidir. Bu, yazarın karakterindeki derin bir anlayışın ve insanlara olan saygının bir yansımasıdır.

Sonuç olarak, bu hikayeyi yazan yazarın kalem olarak duyarlı, incelikli ve duygusal bir anlatıma sahip olduğunu söyleyebilirim. Yazarın sevgi ve aile değerlerine olan inancı, metinde kendini göstermektedir. Bu güzel hikayenin yazarın iç dünyasını yansıttığını düşünüyorum.

chap-preview
Free preview
Giriş / Yalnızlık
Seyrettiği televizyondan hiçbir şey anlamayan kadın “Gidip yatayım bari,” diyerek televizyonu kapatıp kalktı. Yatak odasına korkarak girdi. Evdeki sessizlik korkularını artırıyordu. Çabucak hazırlanıp yorganın altına girmek için acele etti. Tam yatmıştı ki başucundaki telefon titreşti. Yüreği korkuyla çarpmaya başladı. Telefon ekranındaki numara yabancıydı ama artık tahmin edebiliyordu bu numaraların eski kocasına ait olduğunu. Ya yeni bir hat alır, ya da arkadaşlarının birinin telefonundan gecenin herhangi bir vakti arayıp ağzına geleni söyler, hakaret eder, para isterdi. Açmaz, cevap vermezse tacizin sonu gelmezdi. Bu nedenle açtı telefonu. Korkudan yüreği ağzındaydı. “Alo?” “Eda Hanım yatıyorlar mıydı? Uykudan mı uyandırdım hanımefendiyi? Cevap versene ulan! Kocan arıyor kocan… Soba borusu değiliz burada, anladın mı beni? Gelirsem oraya cevap vermemek nasıl olurmuş gösteririm lan sana. Dağıttırma bana o güzel suratını…” Eliyle yorganın kenarını tutup ondan güç aldığını sanan genç kadın üst üste işittiği hakaret ve tehditlerden şaşkındı. Ne diyeceğini zaten bilmiyordu. Bir de böyle olanca gücüyle bağırıp konuşan adam onu daha da korkutuyordu. “Şey, Harun… Hayır, yani evet. Cevap verecektim ama senin konuşmanı bitirmeni bekliyordum sadece…” “Sus kız, cevap verme bana. Bir kere de altta kal be. Hep sen haklısın, hep üste çıkmaya çalışırsın. Bıktım lan senin bu huyundan. Şimdi benim acil paraya ihtiyacım var. Borçlarımı ödeyeceğim. Para almaya geliyorum oraya. Hazırla paraları, anladın mı lan beni?” diye sarhoş olduğu belli olan yayvan bir sesle kadınla konuştu. Telefon konuşmasının üzerinden çok geçmemişti ki kapısı şiddetle yumruklanmaya, tekmelenmeye başladı. Bu yaşadıkları sanki bir korku filmi gibiydi Eda için. Daha önce seyrettiği ve halen unutamadığı bir film! "Ne yapacağım Allah'ım! Elimdeki avucumdaki bütün parayı bu lanet olasıca, geberesice adama veriyorum. Güya kanun onu bana nafaka ödemeye, tazminat ödemeye mahkûm etti. Beş kuruş alamadığım gibi adam beni rahat bıraksın diye ben ona para veriyorum..." Kapıya inen şiddetli bir ayak darbesiyle kilitten bir gıcırtı yayıldı eve. Anlaşılan zorlamaya fazla dayanamayacaktı. Polise telefon edeli neredeyse yarım saat oluyordu. Henüz gelmemişlerdi. Bu çok kötüydü. Pencereden dışarı baktı. Tek gördüğü gece karanlığının çöktüğü sessiz bir sokaktı. Herkes çoktan yatmaya gitmiş olmalıydı. Yatmayanlar da bu saatte dışarıda dolaşmak yerine sıcak evlerindeydi. Çalan kapı zili, atılan her tekme ve yumruk, genç kadını korku ve paniğe sürükledi. Ne yapacağını bilmeden odada oraya buraya koşturdu. Yeniden telefon etmek için numarayı ekrana getirmeye çalıştı. Paniğe kapıldığı için birkaç saniyelik işi neredeyse bir dakikada yapabildi. "Alo, ben az önce bir ihbarda bulunmuştum size..." "Konu neydi hanımefendi?" diye polis memuru sordu. "Şey, eski kocam kapıma geldi, kapıyı zorluyor..." "A, evet. Hatırladım sizi. Sakın açmayın kapıyı. Ekip yola çıktı, birazdan orada olur," dedi Eda'yı rahatlatmaya çalışarak. Ya da rahatlayacağını umarak. Bu sırada kapıya indirilen darbeler yetmiyormuş gibi üst kattan da tavana ağır bir şeyle vurup gürültüyü kesmeleri için uyarı gelince Eda iyice panikledi. "Komşular da kızmaya başladılar. Eski kocam kapıyı tekmeliyor halen, her an kırılabilir, kilit yerinden sökülecek gibi gıcırdamaya başladı. Çok korkuyorum, lütfen, bana yardım edin!" "Evde güvenli bir yere saklanın ve yardım gelinceye kadar sakın oradan çıkmayın hanımefendi," dedi karşıdaki ses. "Ekip gelene kadar dayanmaya çalışın. Sizi kurtaracağız..." Eda telefonu hıçkırarak kapattı. Ağlıyordu. Titreyen elleriyle telefonu aşağıya indirdi. Polisler belli ki gecikecekti. Kendisi bir şeyler yapmalıydı. Artık polisten umudu kestiği için cüzdanını eline aldı. İçinde son kalan paralarına baktı. Ellerindeki titremeye hakim olmaya çalışarak hepsini çıkardı. Götürüp adama verecekti. Korku ve gözyaşları içinde kapıya doğru yürüdü. Kapı kilidi eğer bu zorlamaya dayanamazsa birazdan Harun'un içeri paldır küldür girmesinden korkuyordu. Kapıya inmek üzere olan son darbeden hemen önce kapıyı açtı. Nefes nefese kalan sarhoş bir adam, öfke ve içkinin kızarttığı, kan çanağı olmuş gözleriyle genç kadının karşısında belirdi. Kapı açıldığı için kaldırıp vurmaya hazırlandığı ayağı boşta kalmıştı. Harun, pişmiş kelle gibi sırıttı Eda'yı karşısında görünce. "Oo, nihayet keyfiniz geldi de kapıyı açtınız hanımefendi. Sağ olun, var olun." Zayıf bacakları üzerinde sarsak bir hareketle eğildi, abartılı bir reverans yaptı. Doğruldu. "Hazır mı para?" diye sorarken kadının elini işaret etti bir kaş hareketiyle. Ayakta dengesini koruyamayan Harun öne doğru yıkılır gibi oldu bir an. Sonra duvara dayanıp dengesini buldu. Eda, adamın üzerine düşmesinden korkup geriye doğru çekildi. Onun bu hareketini eve davet olarak yorumlayan sarhoş adam; "İçeri mi geleyim, beni mi özledin canım? Hay hay," dedi ve dayandığı duvardan ayrılıp içeri girmek üzere birbirine dolaşan ayaklarıyla yürümeye çalıştı. Yüzündeki pis sırıtışıyla iğrenç bir hal alan yüzü, adamı gerçekten korkunç gösteriyordu. Eda, ani bir hareketle adamın göğsüne elini dayayıp eve girmesini önlemeye çalışınca aralarında boğuşmaya başladılar. Eda'nın naif bedeni kaba saba, sarhoş bir erkeğe karşı koyacak bir güçte değildi ne yazık ki... Harun'un leş gibi içki kokan ağzı Eda'nın burnunun dibindeydi şimdi. Kadının iki kolunu tutmuş, sarsıyordu devamlı. Bir taraftan da ağzından küfürler saçılıyor, hakaretler fırlıyordu. Apartmanda oturanlardan bazıları evlerinin kapısına çıkıp kavgayı uzaktan izleyecek kadar cesareti gösterdi. Araya girip kadını kurtarmaya korkuyorlardı. Alt katta oturan yaşlı bir karı kocaydı. Karşı dairede çocuklarıyla oturan genç bir kadındı. Kocası yurt dışında çalışıyordu. Üst katta oturanların hastaları vardı. Kendilerinin yapamadığı yardımı polisten istediler. Kavga ve tartışmanın uzayacağı belli olunca yeniden kapılarını kapatıp herkes evine girdi. "Ulan sen kim oluyorsun da bana karşı duruyorsun ha? Ben senin kocan değil miyim lan! İstediğim zaman bu eve girerim de çıkarım da. Anladın mı beni? Almayayım seni ayağımın altına şimdi," diye bağırıp çağırmaya devam ederken kadının kolunu bırakıp yana doğru ittirdi. İçeri doğru hamle yaptı. Tam içeri girmişti ki sokakta polis sirenleri duyuldu. Sarhoş olmasına rağmen Harun, çabuk ayıktı konuya. Eda kapının eşiğinde düştüğü yerden kalkmaya uğraşırken Harun korku ve telaşla evden dışarı fırladı. Öyle korkmuştu ki yerde yatan kadının üzerine basıp eşikten atladı. Merdivenlere doğru düşe kalka koşmaya başladı. O merdivenden aşağı inerken polisler de yukarı çıkıyordu. Sarhoş, korkudan bastığı yeri göremeyince ayağı merdiven basamağının kenarından kaydı ve sırtüstü kayarak düştü merdivenlerde. Bir şeye çarpıp durdu. "Aradığımız adam ayağımıza geldi Mustafa. Hadi sen şunu kaldır. Ben yukarı çıkıp bu sarhoş, kadına bir şey yapmış mı bir bakayım?" "Tamam abi," dedi Mustafa, yerdeki sarhoşa doğru bakarak. Polis memuru yerde acı içinde kıvranan kadını görünce hemen koştu. Yardım etti. Ciddi bir yaralanması olup olmadığını anlamaya çalıştı. "Her yerim acıyor, ama kolumu bacağımı oynatabiliyorum. Kırık yok," diye cevap verdi Eda. "Şimdi sizi karakola götürmemiz gerekiyor Eda Hanım. Şikayetinizle alakalı ifadenizi verdikten sonra sağlık kontrolü için hastaneye götürüleceksiniz." "Olur, götürün. Çantamı alayım da," dedi acıyan vücudunun feryatlarına katlanmaya çalışarak. Karakola, kendine düşman olan eski kocasıyla aynı arabada gitti ancak Harun sızıp kalmıştı arabada. Karakola gelir gelmez arabadan inip binaya girdi. İfadesinden sonra polis aracıyla hastaneye götürüldü. Muayenesi yapıldı. Doktor bir gün iş göremezlik raporu ve darp raporu verdi. Bu raporlarla birlikte eski kocasına uzaklaştırma kararı için gerekli yerlere müracaat etti. Sonraki günlerde aldığı bu uzaklaştırma kararının hiçbir faydası olmadı ne yazık ki. Harun'u tehditleri, tacizleri aynen devam etmişti... ***** Akşamın karanlığı ile birlikte sokaktaki hayat da yavaş yavaş evlere doğru çekilmeye başlamıştı. Eda, bir müddetten beri izlediği televizyonun başından kalkıp tekrar mutfağa ve oradan balkona geçti. Sonbahar serinliği vardı dışarıda. Uzun süredir televizyona bakmaktan adeta beyni uyuşmuştu. Hem sokağa bakmaya devam ediyor hem de derin nefes alıp vererek ciğerlerine oksijen doldurmaya çalışıyordu. Mayışan, halsizleşen bedeni, serin havanın etkisi ve temiz hava ile canlanmaya başlamıştı. Sokak lambaları diplerini solgun, sarı bir ışıkla aydınlatıyordu. Eda, bir zaman sadece bu solgun sarı ışığın çemberi içine gözlerini dikerek baktı, durdu."Işık parlaklığını yitirmişse bile aydınlatma kabiliyetini halen yitirmemiş," dedi içinden. "Ben de parlaklığımı yitirdim ama kendi yolumu aydınlatmayı becerebilirim. Tıpkı şu sokak lambası gibi, yolumu görecek kadar ışığım halen var." Sarı saçları salık, sırtından aşağıya doğru serbestçe iniyordu. Üzerindeki gri eşofman takımından belli olan ince bedeni, serin havada uzun süre kaldığını Eda'ya hatırlatmak istercesine hafiften ürperdi. Genç kadın bu ürpermeyle birlikte elektrik direğine dalan bakışlarını apartmanın önündeki kaldırım taşlarına çevirdi. Döşenmiş taşlar, koyu gri renkleri ve sert ifadeleriyle akşamın bu serinliğine daha bir soğukluk katmak istercesine; oldukları yerde öylece genç kadına bakıyordu. "İçeri girsem iyi olacak..." Son bir kez daha balkondan sokağın her iki ucunu görebilmek için eğilip baktı. Sokakta kimsecikler yoktu. Dairelerde ışıklar yanıyor, kapalı perdelerden dışarıya sarı, ölgün bir aydınlatma yansıyordu sadece. Bütün görebildiği bunlardan ibaretti. Artık az evvel verdiği karara uydu ve balkondan içeriye girdi. Balkon kapısını iyice kapattıktan sonra anahtarı kilidin içinde iki defa çevirip, kilitlendiğinden emin olmak için de kolu aşağıya doğru bastırıp açmaya çalışır gibi yaptı. Kilitli olduğundan emin olunca da perdeyi kapattı. Yalnız yaşamaya başladıktan sonra geceleri evde korkar olmuştu. Karanlığın çökmesi ile insanların sokaktan çekilmesi hem dışarıda hem içeride büyük bir yalnızlık oluşturuyordu onun için. İşte bu yalnızlık, içinde bir yerlere saklanmış olan korkularının ortaya çıkmasına neden oluyordu. En küçük bir ses bile onu yerinden zıplatmaya ve gece boyunca uykularının kaçması için yeterliydi. Eda, gecenin soğuğunu az önce tüm bedeninde hissetmenin ürpertisi ile oturma odasındaki kanepesine büzülüp oturmuş ve üzerine bir pike çekmişti. Küçük televizyonu açmak için bir hamle yapıp yanında yöresinde nereye kaybolduğunu bilemediği kumandayı aramak üzere elini sağında solunda dolaştırarak kumandayı bulup aldı ve televizyonu açtı. Televizyona bakarken yine hayal kuruyordu. "Aldığım eşyaların taksiti bitince bilgisayar alırım," diye düşündü. "İnternet de bağlatırım. Dünyadan koptum neredeyse. Sadece televizyonla olmuyor. Devir iletişim çağı, bilgi çağı, teknoloji çağı. Ayak uydurmak lâzım." Birden bire cama gelen sert bir cismin sesini duyunca olduğu yerde korkuyla zıpladı. Başparmağını üst dişlerine koyup çenesini yukarı doğru birkaç defa ittirdi. Korkusunun geçmesini bekledi. Hemen televizyonu kapattı. Sessizliği dinleyerek yeni bir ses, tıkırtı olacak mı diye anlamaya çalıştı. Tam yerinden kalkıp sesin geldiği yere doğru gidecekken bu sefer daha şiddetli bir ses "tak" etti balkon duvarında. Olduğu yerde zınk diye durdu korku içinde. Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi art arda çırpınışları ile genç kadının daha da paniklemesinde etkili oluyordu. Eli ile kulaklarını kapatıp omuzlarını yukarı kaldırdı. Başını omuzlarının arasına çekti. Kafasını avuçları arasına alıp sıktı. Korkudan ne yaptığının farkında değildi. Elini tam başından çekmişti ki yeniden cama çarpıp aşağıya düşen bir şeyin sesini işitti. Korku ile olduğu yerde mıhlandı yeniden. Tek bir adım atamıyordu, sanki ayakları kurşun gibi ağırlaşmış ve olduğu yere çakılmış gibiydi. Aradan ne kadar zaman geçti, kaç dakikadır o vaziyette bekliyordu, farkında değildi. Farkında olduğu tek şey geçen zamanla birlikte kalp çarpıntısının giderek yavaşlayıp normale dönmüş olmasıydı. Eda, ayağını kaldırıp öne doğru bir adım attı yavaşça. Evet! Korkusu azalmış ama yine de içinde çöreklendiği yeri terk etmemişti. Korkarak da olsa o seslerin sebebini öğrenmek için balkona çıkacaktı. Mutfaktaki kaşıklık çekmecesini açtı ve içinden en büyük boy bıçağı alıp sessizce balkon kapısına doğru yanaştı. Perdenin kenarından balkona ve sokağa bakıp etrafta bir şey görünüyor mu diye anlamaya çalıştı. Sonbahar rüzgârının önüne kattığı beş on kuru sarı yaprağı, kaldırım ve yol üzerinde kovalamasından başka bir şey göremedi. Birbirleriyle yarış yapar gibi yapraklardan kâh birisi öne geçiyordu kâh diğeri. Eda, ikinci katta oturduğu için kendisini biraz şanslı görüyordu birinci katta oturana göre. Balkonuna tırmanıp gelen birisi olamaz diye düşünüyordu. Ama bilmiyordu ki kötü niyetli kişiler için bu bir engel değildi. Kapının kilidini yavaşça açmadan önce balkon ışığını açtı. Aydınlık ona güven verirdi her zaman. Elektrik ışığı balkonu ve sokağın karşı tarafının aydınlanmasına yeterince katkı veriyordu. Eda tüm cesaretini toplayıp elinde bıçak ile balkona çıktı. "Oh! Çok şükür," dedi içinden. "Kimse yok." Eğildi, apartmanın giriş kapısını, sokağın üst ve alt tarafını görmeye çalıştı. Saklanan birilerinin olup olmadığından emin olmak istiyordu. Kimseleri göremedi, bir şey de şüphesini çekmeyince balkona neyin atıldığını araştırmaya çalıştı. Balkondaki küçük masayı ve sandalyeleri birer birer yerlerinden çekip altlarına bakmaya başladı. Evet... işte orada duruyordu aradığı şey! Bir şeye sarılı beyaz bir kâğıt; ortasından iple bağlanmış bir halde, duvar dibine düştüğü yerde öylece duruyordu. Kalbi yeniden tehlikeyi haber verircesine küt küt atmaya başlamıştı. Göğüs duvarına vuran kalp atışlarının ritimleri kulaklarında duyuyordu. Eğilip aldı o kâğıdı ve ipi çözüp açtı. İçinden bir taş parçası çıktı; kâğıdı onunla fırlatmışlardı... İki tane daha olmalıydı diye düşündü, iki tane daha... Üç ses duymuştu, emindi. Onları da arayıp bulmalıydı. Balkonda araştıracak pek bir şey de yoktu artık, şu dipteki boş saksılardan başka. "Boş saksııı? Haa.." dedi güzel kadın, aklına bir şey gelmiş gibi "evet ya, oraya düşmüş olmalıydı diğeri de." Hızla o tarafa gitti ve eğilip boş saksıları oldukları yerden kaldırmaya başladı. Saksıların arkasına düşen diğer taşa sarılmış kâğıt parçasını da buldu ve hemen onu da çözüp taşı pencere önüne bıraktı elinden. Tekrar diğer taşı da araştırıp buldu. Bunda bir şey sarılı değildi, anlaşılan kadının dikkatini çekebilmek için fırlatılmış bir taştı. Genç kadın defalarca sokağı gözetlemiş olmasına rağmen dikkatini çekecek bir kişiye veya hareketliliğe rastlamamıştı. Eda, içeri girip kapıyı iyice kilitleyip kontrol etti yeniden. Balkonun ışığını kapattı. Oysa saklanmış olduğu evin köşesinden; yaptığından oldukça tatmin olan birinin yüzünde beliren koca bir keyif sırıtışı ile birlikte, karanlık içinde bir çift gözün balkonda kendini izlediğini bilmiyordu. Saklandığı yerden Eda'yı takip eden adam da bir müddet daha bulunduğu noktada kalıp kadının evini gözetlemeye devam etti. Sonunda kadının artık dışarı çıkmayacağından veya pencereye yanaşmayacağından emin olduktan sonra hızlıca köşesinden çıkıp caddeye doğru hızlı adımlarla yürüdü, gözden kayboldu. Buruşuk kâğıt parçalarını titreyen eliyle düzeltip içindekileri okumaya başladı. "Nasılsın Eda Hanım? Yüreğin ağzına geldi değil mi? Korkudan kıpırdayamadığını görür gibiyim. Bu daha bir şey değil, gözüne uyku girmeyecek gecelerin olacak! Sen kimsin de beni boşadın ulan! Sen kimsin de bana posta koydun? Burnundan fitil fitil getirmez miyim bunları senin!.." Genç kadın çaresiz bir şekilde bu tehditleri okumaya devam etti. İkinci kâğıt parçasına geçmek istemedi çünkü buna benzeyen şeyler yazılı olduğunu biliyordu. Tehdit, hep tehditti yazılanlar... Kaç aydır durmadan buna benzer şeyleri kendisine yollayıp duruyordu eski kocası. "Bu böyle olmayacak, eğer bir şekilde bunlara bir son vermezse savcılığa götürüp teslim edeceğim bana yazıp yolladığı her şeyi. Çoktan giderdim ama adalete de güvenemiyorum ki... Bugün içeri alıp yarın salıveriyorlar. İyice kızıp bana daha kötü bir şey yapmasından korkuyorum o şerefsizin, o adinin! Bu nedenle sessiz kalıyorum, bu nedenle durmadan ev değiştiriyorum, bu nedenle eve kapanıyorum. Kork kork, sus sus nereye kadar? Benim de bir sabrım var, taşmak üzere..." ***** Uzun, sarı saçlarının ensesini yakıp terletmesinden rahatsız bir halde ağır ağır merdivenleri çıkıp kapıya ulaştı. Elindeki pazar torbalarını ayağının dibine bıraktı. Çantasının kim bilir hangi kıvrımı arasına giren anahtarını bulmak için fermuarını açtı ve bir eliyle tutarken diğer eliyle de gözlerini karıştırmaya başladı. Nihayet aradığını buldu ve kapıyı açıp torbaları içeri taşıdı. Ev, derin bir sessizlikten ev sahibinin içeri girmesi ile uyandı sanki. Eda, bütün torbaları mutfağa götürüp yere bıraktı. Üzerindeki ceketini çıkarıp sandalyenin arkasına koydu. Sessizliğe hiç tahammülü yoktu. Bu nedenle hemen televizyonu açtı. Bu arada aldıklarını da yavaş yavaş hiç acele etmeden yerlerine koydu. İşi bitince ceketinin durduğu sandalyeye gelip oturdu. Gözü televizyonda, aklı başka bir yerde gibiydi. Bir zaman daldı gitti öylece. Sonra yerinden kalkıp ocağa doğru yöneldi. Eline aldığı çaydanlığın içindeki suyu boşaltıp yeniden taze su doldurdu ve ocağa koydu. Dönüp buzdolabının önüne geldi. Kapısını açtı. Kahvaltı tepsisini çok alışık bir hareketle her zamanki durduğu raftan kolayca çıkarıp masaya koydu. Yeşillik yıkayarak bir tabağın içine düzgünce yerleştirdi. Ekmekleri dilimleyip tost makinesinde hafifçe kızarttı. Kaynayan suyun sesini duyunca çayını demledi. Sonra gelip yine oturdu sandalyesine. Televizyona bakıyordu ama dalmış, söylenenleri duymuyordu. Şöyle bir silkindi. Kendine gelmek için başını sağa sola salladı. Kumandayı alıp kanalları dolaştı. Kalkıp çayını doldurdu ve televizyon seyrederken bir taraftan da kahvaltısını yapmaya devam etti. Ağır ağır hazırladıklarını yedi. Acele etmesine gerek yoktu. Boş vakti o kadar çoktu ki... Yalnızlıktan kurşun gibi ağırlaşıyordu zaman. Kendisini meşgul edecek tek şey, evin içinde bol bol temizlik yapmak, örgü örmek ve eski kitaplarını yeniden okumaktan ibaretti. Zaman zaman koltuğunun üzerinde dağınık bir halde duran kitaplarından okumak için birkaçını eline alıp biraz devam ediyor, sonra bundan da sıkılıyordu. İnsan mutsuzken, başka zaman olsa belki zevk alacağı pek çok aktiviteden artık keyif almaz olabiliyormuş demek ki... Dalıp gitti yine. Eskileri düşündü. Mutlu olduğunda zaman ne kadar çabuk geçerdi. Oysa şimdi zamandan bol neyi vardı ki şu evde. Eda, 'zamanım çok, diye düşündü. Oturma odası olarak kullandığı odaya geçti genç kadın. Burada da hemen ilk işi yine televizyonu açmak oldu. Yerine oturmadan önce kalkıp tüm pencereleri ve evin kapısını kontrol etti. İyice kapalı olup olmadıklarından emin olmak istiyordu. Eskiden böyle şeyler aklına hiç gelmezken şimdi hep bunlarla uğraşıyordu. Yalnız olmak yetmiyor gibi bir de can güvenliği konusunda endişe duyuyordu. En büyük korkusu ise hırsızlık amacıyla evine giren olursa canına ve ırzına kast etmesiydi. Bu nedenle hava kararmadan, gündüz gözü ile camlarını ve kapıyı sıkı sıkı kontrol edip kapalı ve emniyet zincirinin takılı olduğundan emin olunca, gelip oturma odasına oturuyor ve o kanal senin bu kanal benim, elinde kumanda dolaşıp duruyordu.. Hayat ona en büyük destekçisinin yine kendisi olduğunu yaşadığı olaylarla çok iyi anlatmıştı. Aynaya baktığında gördüğü kişi onun bu hayattaki tek desteğiydi.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KUM SAATİ

read
1K
bc

Acı İntikam

read
9.9K
bc

KADER KARTLARI | ÖLÜM

read
1K
bc

HANGİN KASABASI

read
1.9K
bc

KIRMIZI DÜŞLER

read
6.5K
bc

LEYAL'İN BORDO HAREKATI

read
9.6K
bc

KAN KOKUSU

read
6.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook