Beğenmene sevindim kuzum ama artık çay içelim yeter mırra merakı gülüp tamam hadi söyle iki çay..
Çaylar çok geçmeden geldi.Esra Yöresini insanları ailesini anlatmaya devam etti bende onu ilgiyle merakla dinledim çok farklı görünse de icim buraya acayip ısınmış çok sevmiştim Mardin'i..
Biz konusurken kafenin girişinde biri gözüktü arkasında iki adam oldukça yakışıklı uzun boylu buğday tenli genç bir delikanlı içeriye adımladı. Bizi görünce Esra'ya dönüp hafif bir baş selamı verip karşı masaya oturdu.Taniyormusun diye sordum evet sana bahsettiğim Vanlı oğlu aşiretinin ağasının büyük oğlu yani yeni ağa adayı Özgür Vanlı oğlu...
Esra biraz dalıp gözlerini kaçırdı.Aklıma gelen güncellemeyle hii yoksa diyerek ağzımdan hafif bir çığlık kaçırdım Esra hemen beni susturup tam üzerine bastın....
Merve,
Esra'nın heyecanı gözlerinden okunuyordu. Anlat çabuk "yürek yangınım" deyip geçiştirdin hep bir kez bile kim olduğunu söylemedin. O umutsuz aşk, Özgür Vanlioğlu mu yoksa... Evet Mervem, ne olur sessiz ol, biri duyacak şimdi.
Kuzum, sen demedin mi herkes sevdiğini alıyor diye? Ne diye saklıyorsun, anlamadım ki.
Öyle ama yıllardır dostumuz bu aile. Hem onun gönlünde başka biri var, ona kavuşmayı bekler. Yakında alırım düğün haberini...
Sen başka birini sevdiği halde mi aşık oldun bu çocuğa? Şii, sessiz ol kızım. Öyle değil, ben sana sonra anlatacağım. Sus ne olur, biri duyacak şimdi... Tamam, sustum ama eve dönünce kaçışın yok. Sabaha kadar yolumuz var nasıl olsa. Off, tamam hadi kalkalım diyip alelacele çekiştirdi beni.
Dur yavrum, tamam telaş yapma, geliyorum. Biz tam çıkarken Fatih girdi kapıdan. "Nereye, daha çay içmedik..."
Esra, "Biz içtik abi, hadi gidelim, acıkmaya başladık değil mi Merve?" "Haaa evet, öyle acıkdık sanki..."
İyi madem, haydi gidelim o zaman.
Kafeden çıkıp çarşının çıkışına doğru ilerledik. Hemen arkamızdan da Fatih ve adamları geliyordu. Ordu gibi geziyorduk maşallah.
Araca bindik.
"Mardin kalesine," dedi Fatih. O da başıyla onaylayıp yola koyulduk.
Fatih, Esra'nın tedirgin halini görünce, "Bir şey mi oldu? Esra, korkmuş gibisin..."
Esra hemen toparlanıp, "Yok abi, sıcak bastı bir de tüm çarşı halkı Merve'ye gelin gözüyle baktı," deyip topu bana attı. Sinirli bir bakış fırlattım Esra'ya.
"Yaa, sizin burası da amma meraklıymış kızım, beni gelin almaya..."
Fatih bıyık altı gülüp kafasını cam tarafına çevirdi. "Ne gülüyorsun, çok mu komik Fatih abi?" diyip ben de onu bozdum.
Fatih'in suratı asıldı. Niye suratı asılıyordu, ona da anlam veremiyordum. Yaa neyse...
" Kusura bakma, bizim burada yakıştırmayı severler, çok takılma," dedi.
"İyi öyle olsun bakalım," derken araç Mardin kalesine geldi.
Fatih, "Önce biraz manzaraya bakarız, sonra da yemek yeriz, olur mu? Ama çok açsanız önce yemek yiyelim," dedi.
"Yok, önce kaleyi gezelim, sonra yeriz," değil mi Esra diye öne atıldım, konuyu da dağıtmak adına...
Tamam, hadi bakalım, önce kale, sonra yemek. Kaleyi gezip fotoğraf çektik, akşam manzarası muhteşem görünüyordu. Yaa, keşke gün batımını da görebilseydik, kaçırdık sanırım. Fatih, gözlerimin içine bakıp, "Ben seni gün batımının en güzel gözüken yerine götürürüm, bu ne ki?" diyince afalladım. Hemen lafı toparlayıp, "Ben sizi daha güzel gün batımı manzarası olan Sevda Tepesi'ne götüreyim..." dedi. Esra, "Ayy, bak orası çok muhteşemdir, oranın manzarasını hiç bir yerde bulamazsın." dedi.
"Hımm," diye iç geçirdim, "Bak, çok merak ettim, ben gitmeden görelim, kesin olur mu?" "Tabii, yarın gideriz," dedi Fatih.
*
Yemek için muhteşem Mardin manzarası olan bir restorana geldik. Kapıdan girdik, güler yüzlü bir bayan garson "Hoş geldiniz Fatih Bey, hoş geldiniz Esra Hanım" dedi ve bana dönüp "Sizde hoş geldiniz gelin hanım" diyince ben de sevimliymiş, tatlıymış demedim. Ben de artık şartel attı.
Offf, ne gelini yahu, sıktı bu muhabbet. Ben Esra'nın arkadaşıyım, gelin filan değilim, yakıştırıp durmayın artık deyip patladım.
Kızcağız yazık, mahçup şekilde ne yapacağını bilemeyip "Affedin efendim, tüm Mardin konuşunca ben de sizi Fatih Bey'in nişanlısı zannettim, çok çok özür dilerim" dedi. Ben de biraz fazla sert çıktığımı anlayıp hemen yumuşadım.
"Tamam, sen de haklısın ama lütfen her duyduğuna inanma."
"Özür dilerim efendim, haklısınız."
*
Buyurun masanızı terasa hazırlattım efendim, diyip Fatih'e döndü. Oda başıyla onaylayıp eliyle "Hadi buyur gelin hanım," dedi. Nasıl bir bakış attıysam hemen ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırdı, "Şaka yaptım, ortam yumuşasın diye." Aman ne şaka pek olmadı, Fatih abi, tam üstüne mum dikmiş gibi oldu, diyince HasbinAllah çekip ağzının içinde bir şeyler geveledi ama ne dediğini anlayamadım.
İki kolumu birbirine geçirip sakinliği koruyabilmek adına kafamı çevirip garson kızı takip ettim. Ortada sinirden bir masa kenarında sedir şeklinde konumlandırılmış yemek alanı ,yine terasın ucuna, manzaraya karşı masayı gösterdi garson kız, "Buyurun efendim, siz geçin. Ara sıcak ve ana yemekleri hemen getiriyorum."
Ne yiyeceğimizi sormayacak mıydı yahu? Fatih hemen atıldı, "Mardin'in yöresel lezzetlerinden hepsini ortaya karışık getirecekler. Hepsinin tadına bak bakalım hangisini daha çok seveceksin. Konya'nın yemekleri de güzel ama bir de buranın yemeklerini dene bakalım." Yine golünü atmış, tam on ikiden vurmuştu. Sorgulamadım çünkü her şeyi ayarlamak, dizayna sokmak belli ki Fatih Karadağ'ın işiydi.
"Çok ince düşünmüşsün, teşekkür ederim. Çok şımarttınız beni, ya alışırsam kalırım başınıza," dedim şımarıkça. O da genişçe sırıttı, ağzının içinde bir şeyler söyledi ama ben duymadım. Söze bizi sinema gibi seyreden arkadaşım Esra girdi. "Oyy kuzum, nerede o günler? Elimden gelse seni yanımdan asla ayırmam ama maalesef şartlar el vermiyor."
*
Fatih Karadağ
Esra'nın geleceği günü biliyorum ama Merve'yi ikna edip getireceğini açıkçası pek düşünmüyordum. O benimle henüz yeni tanışsa da ben onun hakkında her şeyi biliyordum. Kaç kez yollara döküldüm, sırf beş dakika uzaktan da olsa görebilmek umuduyla hiç cesaret edip de "Ben sana ilk görüşte vuruldum, gülüşüne, o açık kahverengi gözlerine, ince , narin dudaklarına hele o muhteşem saçlarına..." diyemedim...
*
6 yıl önce...
Onu ilk kez Esra'nın Ins**** hesabında "Can dostum Merve'm, iyi ki doğdun" diye bir paylaşım yapmış ama fotoğraf koymamış . Bu kız kimlerle arkadaş, can dostum diyecek kadar nasıl güvenmiş bu kıza diye merak edip Hüseyin'i aradım. Hüseyin, "Neredesiniz?" diye sordum. "Abi, Esra Hanım bir arkadaşıyla kampüsün kafesinde oturuyor," dedi. Hüseyin zaten sürekli olarak Esra'yı uzaktan hiç sezdirmeden takip ediyordu, onun için görevlendirmiştim. Herhangi bir olumsuz durumda müdahale edecekti ama çok şükür ki kardeşimin başına olumsuz bir olay gelmemiş, Hüseyin'in müdahalesine gerek kalmamıştı. Her gün rapor veriyordu zaten ama yine de içim rahat etmedi.
Araştırdım, Mardin de olsak da her yerde hatırı sayılır ahbaplarımız vardı elbet .Hakkında birkaç gün içinde çok şey öğrendim. Annesinin emekli askeri memur olduğunu, uzun zaman önce Merve küçükken babası öldüğü için tekrar evlendiğini, üvey babası Mustafa Şanlı'yı ve onun tipsiz oğlu Alperen'i hayatına dair tüm bilgilere ulaşmıştım. Bir süre iki kankayı takibe aldım; geziyor, eğleniyor, kendileri dışında pek kimseyle muhatap olmuyorlardı. Belli bir arkadaş grupları vardı ama genelde Esra ve Merve ikisi takılıyordu. Müthiş bir dostlukları olduğunu, birbirlerini hep kolladıklarını anlatmıştı Hüseyin.
*
Babam sadece tarla ve aşiret işleriyle uğraşıyordu. İstanbul Üniversitesi Tasarım Bölümü'nden mezun olduktan sonra gümüş işlemesi fabrikasının başına beni geçirmişti. Küçüklükten beri gümüşü işlemeye, şekle sokup güzel takılar ortaya çıkarmaya acayip meraklıydım. Rahmetli dedem Adem Ağa büyük gümüş ustasıydı. Babam çok sevmezdi uğraşmayı ama baba mesleği olduğu için bırakmamış, oldukça dolgun ücretli tasarımcılarla çalışmıştı. Fabrikayı ileri seviyeye taşımıştı.
O gün ofiste yoğun çalışmış, çizimlerin üzerinden geçiyordum. Telefon çaldı, arayan Hüseyin'di. Hemen açıp cevap verdim.
"Söyle, dinliyorum. Ne yapıyor fındık kurdu bakalım?"
"Abi acil durum, Esra Hanım birileriyle tartışıyor, yanında yakın arkadaşı da var. Müdahale edip etmemek konusunda kararsız kaldım, seni aradım, dalayım mı abi zibidilere?"
"Ne duruyorsun Hüseyin, seni niye diktim ben Esra'nın başına? Bostan korkuluğu musun lan sen?"
"Tamam abi..."
Ses kesildi ama Hüseyin telefonu kapatmadı, sanırım müdahale ediyordu ama tekrar "Abiii!" dedi.
"Ne oldu lan, kötü bir şey mi oldu? Çabuk söyle!"
"Yok abi, Esra Hanım'ın arkadaşı herifleri haşat ediyor. Ohaa lan, ne yumruk var kızda, helal olsun!"
Lan ne diyorsun sen, ne saçmalıyorsun oğlum? Hüseyin'den cevap yok, film izliyor sanki pezevenk. Lan, cevap ver, ne dönüyor orada?
Abi, yeminle kız yere serdi, iki dallamayı daha fazla dayanamadı, topuklarına vura vura kaçıyorlar, diyip kahkahayı bastı.
Hey Allahım, daha ne duyacaktım acaba? Abi, müdahale etmeme gerek kalmadı, uzaktan izlemeye devam et, bir şey olursa da hemen beni ara. Tamam abi, diyip kapattı.
Acayip merak etmeye başlamıştım, bu kızı ders filan aldı galiba...
Biraz sonra dayanamayıp Esra'yı aradım.
Alo, efendim abi, nasılsın cimcimem? Hiç biseyden haberim yokmuş gibi konuştum.
İyiyim abi, eve geçiyordum, sen nasılsın? İyi, ben de çalışıyorum, ne var ne yok diye ağzını aradım ama bahsetmedi tabi. İyilik abi, okulla ev arasında gidip geliyorum. Hımm, iyi bakalım, dikkat et kendine. Okul ne zaman tatile giriyor? Özledik kızım seni.
Abi, az kaldı, yarı dönemde geleceğim inşallah. Tamam Esra, dikkat et kendine, görüşürüz abim, çok sağ ol abi, görüşürüz.
Merak duygusu acayip ağır basıyordu, işleri tamamlayıp bir an önce Konya'ya gitmeliydim. Hem Esra'yı görür hem de şu meşhur çelik yumruk Merve'yi acayip merak ediyordum. Bizim kızın korumaya ihtiyacı yoktu şu durumda.