Bölüm 4

3093 Words
Ertesi sabah erkenden İzmir’e gitmek üzere yola çıkacaktık. Yanıma aldığım ufak bir çanta ve üzerimde yetecek kadar nakitle kapının önünde beni bekleyen araca binmek üzere evden çıktım. Sitenin kapısına doğru yürürken arkamdan biri seslendi. “Günaydın Zeynep Hanım. Hayırdır sabah sabah.” diyen, karısına rağmen bana ince ince yazılan site yöneticisiydi. Kendi çapında görgülü, yakışıklı bir adamdı. Maddi durumu da hiç fena değildi. Ama kendisine birbirinden tatlı iki çocuk veren, eğitimli, güzel karısına bunu nasıl yaptığını aklım almıyordu. Sürekli terslemekten ve onu savuşturmaktan yorulmuştum. Gözlerimi devirerek derin bir nefes verdim. En sahte gülüşümü takındım ve topuklrımın üzerinde arkamı döndüm. “Günaydın Birol Bey. Hayrın yolu bayırdır.” dedim. Ellerini cebine sokup bir kahkaha attı. Tam bir flört eden erkek duruşu taşıyordu. Sokulan lafı görmezden gelecek kadar yüzsüz oluşu da beni iyiden iyiye deli ediyordu. “Sizi böyle sabahın erken saatlerinde görmüyorduk da son zamanlarda. Gözümüz gönlümüz açıldı.” dedi. Tek kaşını kaldırmış, yarım ağızla bana gülümsüyordu. Kendini dünyanın en etkileyici adamı sandığı belliydi. Gözlerimi devirdim. “Birol lafı dolandırma be ne soracaksan doğrudan sor.” dedim. “Kapının önündeki lüks araç seni bekliyor sanırım.” dedi. Kahkaha attım. “Birileri kıskanıyor galiba. Evet beni bekliyor. İşlerim var.” dedim. “Fazla zeki ve özgüvenlisin. Seni o özgüveninden tutup yerden yere vurmasınlar dikkat et.” dedi gülerek. Cümlesi içimdeki şeytanı uyandırmaya yetmişti. Gözlerimdeki şeytani ışıltıya ve dudaklarımın bu şeytanlıkla kıvrılmasına engel olmadım. “Onu yapacak adam daha anasının karnından doğmadı. Doğmuşsa da bana tedavülü yetmez.” diyerek arkamı döndüm. Kapıya doğru ilerlemeye başladım. Birol da arkamdan yürüyordu. Olanları Ediz ve Ali müdür uzaktan görmüş olacaklar ki arabanın kapısı açıldı. Birol’un bana ayak bağı olabileceğini tahmin etmiş olduklarını umuyordum. Bunca zaman Birol’un Arda’yı görmemiş ama duymuş olduğuna şükretmeye şimdiden başlamıştım. Omzumun üzerinden arkama doğru baktım. Ediz sakince arabadan indi. Giydiği siyah tişört ve siyah kot pantolonla fiziğini tamamen gözler önüne seriyordu. Mükemmel taranmış saçları ve sinek kaydı tıraşlı yüzü onda harika bir görüntü oluşturuyordu. Gözlerindeki bakışa bakılırsa harika rol de yapıyordu. Eğer kim olduğunu bilmeseydim bana aşık olduğunu düşünürdüm. Ellerini cebine sokmuş hayran hayran izliyordu. Aniden Ali müdür arkasından indi. Ensesine babacan bir şaplak attı. “Oğlum alsana gelinimin valizlerini. Neyi izliyorsun öyle ağzı açık ayran budalası gibi.” dediğinde beni Birol’dan kurtarmak için rol yaptıklarını anladım. Yüzümdeki şeytani gülüş arttı. Ali müdürle göz göze geldiğimizde, mevzuya uyandığımı anlatan yarım bir gülüş atarak önüme döndüm. “Sana iyi günler Birolcuğum.” dedim. Yeniden arkamı dönerek kapıya yanaştım. Ediz aniden harekete geçerek site kapısını açıp yanıma yanaştı. Arkasına doğru seslendi. “Güzele bakıyorum. Gelinine söyledin mi bu kadar güzel olmanın suç olduğunu.” dedi. Ağzı da iyi laf yapıyordu. Ali müdür de Ediz de oscarlık oyunculuk performansı sergiliyordu. Ediz’in aniden elini belime koyup başıma bir öpücük kondurması ile hem afallamış, hem de Arda’yı ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Yine de güçlü durmalı ve işime bakmalıydım. Bir tiyatro oyunu sergilediğimi düşünerek gevşedim ve kollarımı Ediz’in beline doladım. “Abartma hayatım. Haydi gidelim.” dedim. Omzumun üzerinden Birol’a bir bakış atarak arabaya bindim. Derin bir nefes verdim. Ali müdür de Ediz de bana bakıyordu. İkisine de kısa bir bakış atıp önüme döndüm. “İyi uyum sağladın Zeynep.” dedi Ediz. Gülümseyerek karşılık verdim. Ali müdür söze girdi. “Seni zaten bir aydır sürekli takip ediyoruz. Bu adamın derdini de bildiğimizden hazırlıklıydık.” dedi. Derin bir nefes verdim. Kendimi açıklamak zorunda olmadığım bir yerde olduğum için şanslıydım. Ediz yine de rahatsız görünüyordu. “Sen neyden bu kadar rahatsız oldun?” diye sordum. Gözlerini uzaklara dikmekle yetindi. Cevap vermemesi beni kırmıştı. Ancak aniden aklıma daha bu insanları tanıyalı 12 saat bile olmadığı gelince bana cevap vermek zorunda olmadığını hatırlayarak önüme döndüm. “Karısına çocuğuna saygı duymayan heriflerden genel olarak tiksiniyorum.” dedi. Aslında haklıydı. Adamın karısına ve çocuklarına biraz saygısı olsa böyle davranmazdı. Başımla onu onaylayarak çantama döndüm. Kulaklıklarımı aramaya başladım. Çantayı biraz daha karıştırdıktan sonra nihayet bulduğumda kulaklıklarımı kulağıma takarak kafamı cama yasladım. Sırayla çalan müzikler beni sürekli alıp farklı dünyalara götürürken bir şarkıya denk geldim. “Güzel günler geçti çabucak Yakında büyük fırtına kopacak Güvendiğin dağlar önce seni yutacak ” diyordu. Güvendiğimiz dağlar gerçekten önce bizi yutuyor, en çok onlar canımızı yakıyordu. İnsan kimi seveceğini seçemiyordu pek tabii, ama kime güvenebileceğini seçebilirdi öyle değil mi? O zaman neden yanlış adama güvenmiştim. Sevgi, beraberinde hata yapmayı mı getiriyordu, yoksa beraberinde koşulsuz güveni mi getiriyordu? Aslında şimdi anlıyorum da sevgi ikisini de getirmiyor. Sevgi beraberinde körlüğü getiriyor. Kör olup bir kütüğe bile aşık olabiliyor insan. Canın yansa da vazgeçememek en büyük salaklıktır ve ben o zamanlarda en büyük salaklığı bile isteye, alenen bayıla bayıla yapıyordum. Belki de mazoşist bir yanım vardı benim. Olmayacak adamları sevip kendime acı çektirmeyi seviyor olabilirdim. Bir an Ediz’le göz göze geldik. İçimden geçenleri okuduğunu hissediyordum. Ama bugün, bu arabada, içimden son kez Arda geçiyor olacaktı. Bundan sonra canım yanmayacak, kalbim acıyla değil, intikam alabilmenin, ondan daha iyi olabilmenin, eğer elimi tutmaya devam edebilseydi, ona neler verebileceğimi gösterip canını yakmanın hırsıyla atacaktı. Ediz’in yüzündeki ifade değişikliğinden, duygu değişiminin yüzüme yansıdığını fark etsem de susmayı tercih ettim. Şuan içimde bir yerde öyle bir hırs ateşi yanıyordu ki, biriyle konuşursam patlarım ya da o hırs ateşini söndürürüm diye çok korkuyordum. İçimde yanan bir ateşe ihtiyacım olan bir döneme giriyor, hayatımın en zor günlerinin beni beklediğini biliyordum. Bu ateşi gerektiği yerde gerektiği zaman harlamanın yollarını arayıp etrafı seyrederken yolculuğa devam etmeyi tercih ettim. İzmir’e geldiğimizde havanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Ne zaman İzmir’e gelsem hava güzel olurdu zaten. Daha bu şehirde hiç yağmur yağdığına şahit olmamıştım. Ya da ben hep havanın güzel olduğu zamanlara denk geliyordum. Gülümseyerek çevre yolundan görünen küçük evleri izleyip bir daha buraları göreve gelmedikçe göremeyeceğimi düşündüm. İçimde buruk bir mutlulukla etrafı izlemeye devam ederken yavaşça kulaklıklarımı çıkarttım. Daha fazla müzik dinlemek istemediğime karar vermiştim. Kulaklığımı toplayıp çantama koyduktan sonra telefonumu da aynı şekilde içine attım. Ali müdür arabanın içindeki sehpayı açıp telefonunu üzerine koydu. Ardından yerdeki evrak çantasını eline aldı. İçinden bir şeyler çıkartmaya başladı. “Bunlar uçak biletleriniz. İki sevgili gibi davranacaksınız. Ediz’in ailesiyle tanışmaya gidiyorsunuz.” dedi. İlk yarım dakika anlam veremesemde sonra anlam vermeye başladım. Çıkıp yaşlı bir teyze falan bir şey sorsa ne diyecektim. “Merhaba, ben vatanı kurtarmak istediğim için MİT mensubu olmaya karar verdim. Bu da Ediz, o da MİT mensubu, beni mülakata götürüyor.” mu diyecektim? Ayrıca her an her yerde vatan haini olabilirdi. Bir MİT mensubu 24 saat tehlikede ve görevde olurdu. Tabii ki kimliğini açık etmeyecek, aşırı sıradan gidecekti. Amaç benden çok Ediz’i korumaktı. “Ediz’in silahı sürekli belinde olmak zorunda. O yüzden mensuplara özel bir kontrolden geçeceksiniz. Birazdan bölge müdürlüğünde sizi kamufle edecek kıyafetleri size verecekler. Onları giyip, size verilen çantaları alıp çıkacaksınız. Her ihtimale karşı fazla insanlarla konuşmayın.” “Havaalanına girdikten sonra sizi normal tüm yolcularla aynı alana götürecekler. Muhtemelen boarding başlayınca geçirirler. Ama isterseniz daha erken gidip kahve falan içebilirsiniz. Hem belki Ediz sana biraz gözlem yapmayı öğretir.” dedi. Bu Ediz’in cevap vermesi gereken bir şey olduğundan sesimi çıkartmadım. Ediz başıyla onayladı. “Her şey doğala özdeş olsun müdürüm. İki sevgili havaalanında ne yaparsa onu yapalım ki inandırıcı gözüksün. Bu aralar etraf tekin değil. Deşifre olmanın yakınından bile geçemeyiz. Kendime bir kuşu kafese sokamadı dedirtmeye niyetim yok.” dedi gayet ciddi bir tavırla. “Pardon da nerem kuş benim. Neyim ben devekuşu falan mı?” dedim. Ali müdür kahkaha attı. “Hem zeki hem komik. Kuş bizde acemilere denir. Ve bizim meslekte kuş olmak, ilk görevinden daha zordur.” diye cevap verdiğinde Ediz güldü. “Senin eğitiminde çok eğleneceğim Zeynep.” dedi. “Benim eğitimimde senin ne işin var?” dediğimde gülümsedi. “Gerçek bir kuşsun. Her adımında gölgen olacağım. Tek başına tecrübe edinemezsin. O işler öyle kolay değil.” dedi. Ali müdür devam etti. “İndiğinizde 8 numaralı kapının önünde sizi bekleyen taksiye binip doğruca binaya gidin. Sonrasında sizi daire başkanı karşılayıp içeri alacak.” dedi. Sabahtan beridir attığım her adımda bir dolap çevirdiğimi fark ettim. İşin en ilginç yanı ise bu çevirdiğim dolapların beni diri tutmasıydı. Arda’dan sonra ilk defa nefes aldığımı değil, yaşadığımı hissettim. Damarlarımda akan kanın ilk defa hayatla ve neşeyle dolu olduğunu iliklerime kadar hissediyor olmanın verdiği hazzı yaşıyordum. Hiç bölge başkanlığı binasına benzemeyen bir binaya girdik. Gerçi, benimki de ayrı aptalca bir düşünceydi. Binada ne yazmasını bekliyordum ki? “Merhaba biz Milli İstihbarat Teşkilatı Ege Bölge Başkanlığıyız. Sevgili vatan hainleri, gelin ve bizi patlatın. Saygılar.” mı yazacaklardı sanki. Zaman zaman aptallığıma doymuyor, kendi beynimle verdiğim savaştan kendi kendime galip çıkıyordum. Belki de zamanında babam haklıydı. Belki de benim en büyük rakibim beynimdi. “Zeynep senin şampiyon olamamanın tek sebebi o küçük kafanın içindeki küçük beynin. Aptalsın. Yeterince akıllı olsaydın, kendi kendinle savaşmazdın.” Kafamı sağa sola sallayarak geçmişten çıkmaya çalışıp merdivenleri çıkmaya devam ettim. 4.katta, ev gibi görünen bir yere gelmiştik. Bizi içeriye Ali müdür kimliğini okutarak soktu. Her şey mükemmel güvenli görünüyordu. Eliyle bir oda işaret etti. “İhtiyacınız olan her şey burada. Zeynep, ilk kriptolu cihazını ilk görevinden sonra alacaksın. O zamana kadar telefonun burada kalacak.” diyerek bir kasa işaret etti. “Niye bir kasa, koskoca MİT mensupları sanki benim telefonuma mı kaldı?” dedim. Ediz kahkaha attı. “O kasa özel,sinyal kırıcılı bir kasa Zeynep” dedi. Yine mükemmel salakça bir soruyu dışımdan sormuştum. Suratımın yanmaya başlamasından kızardığımı anlıyordum. “Şşş sakin ol kuş. Aptalca falan demeden soru sorarak öğreneceksin. Biz de ajan doğmadık.” dedi yeniden. Cümlesi içimi biraz rahatlatmış olsa da, sıfırdan yetişmeye ya da soru sormaya tahammülüm yoktu. Her şeyi kendim anlamak ve öğrenmek zorunda hissediyordum. “Ayrıca her şeyi kendin de öğrenemezsin.” dedi Ediz yeniden. “Vücut dilimi okumayı bırakmazsan sapığım olduğunu düşüneceğim.” dedim. “Sen de benim vücut dilimi okumaya başlasan ya da en azından hangi hareketle ne demek istiyorum anlasan iyi edersin.” dedi ve bir adımla aramızdaki mesafeyi kapattı. “Ben artık senin gölgenim çaylak. Sapığın değilsem de gölgenim.” dedi yeniden. Ve fısıldayarak konuşmaya devam etti. “Nereye gittiğini bilmiyorsun Zeynep, içeride başka ülkeden bir ajanın sanki MİT mensubu olmak isteyen bir genç gibi davranmadığını nereden bileceksin?” dedi. “Onların da aynı benim sahip olduğum gibi bir gölgesi var.” dedim. Gülümseyerek tek kaşını kaldırdı. “Sen de bana ondan… Kimse tam anlamıyla güvenilir değildir.” diye fısıldadım. Cümlemi uzatma ve kelimelerimi vurgulama şeklimden, köşeli jetonumun nihayet kutusuna trink sesiyle düştüğü belli olmuştu. Yarım gülümsemesiyle bir adım geri çekildi. “Yine de iyi eğitilmiş bir ajanı yakalamak mümkün değildir. Senin geçmişinle ilgili bir şüphem pek de yok açıkçası.” dedi ve koltuğun üzerini işaret etti. Bense ağzım açık kalmış yeni idrak ettiğim şeyi sindirmeye çalışıyordum. Artık her adımım tehlike içindeydi. “Sağdaki kıyafet yığını senin. Her şey bedenine göre. Giyin, çıkalım.” dedi. Soldaki kıyafet yığınını alarak odayı terk etti. Arkasından kapıyı kapatıp üzerimi değiştirdim. Her ihtimale karşı yine kıyafetlerimiz siyah seçilmişti. siyah, oversize bir eşofman takımı koymuşlardı. Hava sıcak olduğu için dar, siyah bir askılı da vardı. Yuvarlak bir güneş gözlüğü de koymuşlardı. Her biri marka ve en yeni sezon olan bu kıyafetleri neden bu kadar rahat seçtiklerini anlamasam da sesimi çıkartmadım. Siyah askılı ve eşofman altını giyip, her ihtimale karşı koydukları sweat i elime aldım. Ayakkabılarımı bağlayıp, saçımı da tepemde at kuyruğu yaparak odadan çıktım. Diğer odalardan birinden Ali müdür seslendi. “Gel Zeynep, odamdayım.” dedi. Sesin geldiği yöne doğru yürüyerek odasını bulmaya çalıştım. İçeride çok fazla oda olmadığı için bulmam zor olmamıştı. İçeri girdiğimde Ediz oturuyordu. Onun da benimkiyle aynı takım eşofmanın erkek modelini giydiğini gördüm. Tek kaşımı kaldırıp tiksinti ile baktım. Hayatta en nefret ettiğim şey ikiz gibi giyinen ekipler veya çiftlerdi. “Bakma öyle kuş. Ben de ikiz gibi giyinmeye bayılmıyorum ama çiftler arasında en popüler şey şuan bu.” dedi ve ayağa kalkıp yanıma geldi. Her hareketini dikkatle izliyordum. Siyah tişörtünü giymiş, Sweatshirti kollarından boynuna bağlayarak arkasına atmıştı. Gözlüğü yakasındaydı. Aynı ben de o şekilde yerleştirmiştim. Gözlüklerimiz bile tiksindirici şekilde aynıydı. Elimdeki sweatshirte uzanıp aynı kendisininki gibi bağladıktan sonra saçımdaki lastiği nazikçe çekerek saçlarımı açtı. “Böyle daha iyi, ben ajanım diye bağırma. tokanı da al bileğine tak yolda sıkılıp alelade toplarsan daha gerçekçi olur.” dedi ve tokamı bileğime takmak için elime uzandı. Tokayı nazikçe bileğime geçirdikten sonra yüzüme baktı. “Mümkünse, uçakta uyuyormuş gibi yapmadan hemen önce topla. Hareketlerin doğal olsun.” dedi üstüne basa basa. Yavaşça dönüp yerine oturdu. Ben hala iğrenç göründüğümüzü düşünüyordum. Ali müdür, gözlüklerinin üstünden bana baktı. “Çok ilginç bir kızsın Zeynep.” dedi hafifçe gülümseyerek. Eliyle oturmam için koltuğu işaret etti. “Neden ki?” diye sordum. “Neden olacak, Ediz’le şu şekilde gezmek için kızlar canını bile verir. Sen tiksinerek bakıyorsun.” dedi ve bir kahkaha patlattı. “Valla artık beni yakışıklısın diye kandırdığınıza inanacağım müdürüm. Kuşun yüzündeki ifadeye baksanıza. Karşısında gargamel olsa bu kadar tiksinmezdi.” dedi gülerek. O ana kadar Ediz’e hiç alıcı gözle bakmadığımı fark ettim. Burada kimseye alıcı gözle de bakmaya niyetim yoktu. “İşin aslı, kimseye alıcı gözle bakmayı düşünmüyorum. Ciddi bir iş yapıyoruz.” dedim. Ali müdür incelediği evrakları bırakıp yüzüme baktı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan Ediz’e konuştu. “Eğer bu kuşun başına bir iş gelirse seni oyarım Ediz. Ben bu kızdan çok umutluyum.” dedi. Ediz onu başıyla onayladı. Ali müdür biraz daha beni ve dosyamı inceledikten sonra aniden harekete geçti. “Haydi bakalım çifte kumrular. Uçak sizi bekler.” dedi ve eliyle kapıyı işaret etti. Kapıdan valizleri alırken Ediz kısa bir özet geçti. “Boşuna bu adresi ezberleme, burası geçici bir üs. Kendi evimizden çıkıyormuşuz gibi görüneceğiz. Buradan bizi doğruca MİT mensuplarına özel bir girişe bırakacaklar. Silahımı sürekli yanımda tutmak zorundayım.” dedi. “Bu arada, varış noktasında ihtiyacın olan her şeyi sana verecekler. Sen artık Zeynep Şahin değilsin. Sen artık ana verilecek olan 4 haneli kimlik numarasısın. Görevde adın ne olursa sen artık osun.” dedi. Bu fikir beni gülümsetti. Nihayet, gözler önünde olan, ama bilinmeyen olacaktım. Çocukken hayal ettiğim görünmez olma gücü farklı bir şekilde ellerimde hayat buluyordu. Havaalanında her şey yolunda gitmişti. Aynı söylendiği gibi polis özel harekatın yerleştirildiği bir kapıdan girmiş, valizlerimizi teslim etmiş ve boarding saatine kadar beklemiştik. Boarding e yakın, normal yolcu kısmına geçirilmiş çok aşık bir çift gibi birer kahve içip şakalaşmıştık. Tabii dışarıdan görünen buydu. Aslında Ediz işinde çok profesyonel olduğu için etraftaki insanları analiz edip beni güldürüyordu. Ben o kadar çok gülüyordum ki, ona aşık olmadığımı normal olan kimse düşünemezdi. Aynı söylendiği gibi uçağa geçmiş, saçlarımı toplayıp başımı Ediz’in omzuna koyup uyuyor gibi yapmaya başlamıştım. Bir ara Ediz’in rahat nefes alamadığını fark edince kafamı kaldırıp uyku mahmuruymuş gibi yüzüne baktım. Ediz bir hayli gergin görünüyordu. “Rahat değilsen omzuna yatmayayım.”diye kulağına fısıldadım. Tüm tüylerinin ürperdiğini gördüm. “Yo sorun yok.” diye cevap verdi. Nefesini tutuyor gibiydi. “O zaman kendini sal, sevgilisi omzunda yatan adam bu kadar gergin olmaz.” dediğimde bana bakıp gülümsedi. O kadar yakındık ki, gerçekten yeniden aşık olmamaya söz vermiş olmama rağmen mesafemiz beni bile kısmen etkilemişti. “Kuşa bak sen bana akıl veriyor.” dedi. Fısıldarken bile ses tonu şakacıydı. Etrafımızdakiler özel birşeyler konuştuğumuzu düşünsün istediğim için kıkırdayarak geri omzuna yattım. Yolculuk boyunca başka hiçbir sorun olmamıştı. İner inmez Ediz’in kriptolu cihazına gelen mesajdaki çıkış kapısına doğru ilerledik. Bir taksi bizi bekliyordu. Doğrudan bagajını açtı. Valizlerimizi yerleştirip arka koltuğa geçtik. Taksiye binince Ediz’in hiçbirşey söylemediğini, taksicinin ise doğrudan havaalanından çıktığını ve yönünü seçip sürmeye devam ettiğini gördüm. Bir Ediz’e bir taksiciye bakıyordum. En sonunda taksici dikiz aynasından baktı. “Size kendini 15 dakika aratan kuş bu mu yoksa?” dedi gülümseyerek. Ediz gülümseyerek taksiciye baktı. “Evet, ama hala şaşkın bakıyor baksana.” dedi. O kadar şaşkın göründüğümü düşünmüyor olsam da yanımda bir ajan olduğunu hatırlayarak duygularımı henüz gizleyemeyeceğimi anladım. “E daha yeni düştü ondandır.” dedi taksici gülerek. Ediz kafasına bir tane vurdu. “Lan kız kötü yola mı düştü sanki davar.” dedi. Taksici yeniden güldü. “İçinde bir bok çukuru var anasını satayım. Vatan derdine düştü demek istedim ben.” dedi gülerek. Aralarındaki samimiyete şaşırırken birden normal bir takside olmadığımızın aydınlanmasını yaşadım. Kimseye bir şey sormadan cevabımı bulmuş olmanın haklı gururu ve hazzını yaşıyordum. Taksici Ediz kadar yakışıklı değildi. Hatta gayet sıradan, taksici tipli bir adamdı. Bıyıklarıyla, elindeki tesbihi ile gerçek bir taksiciye benziyordu. Branşının ne olduğunu bilmesem de iyi kılık değiştirdiği kesindi. Ediz lafa girdi. “Bukalemun sen tam bir gevşeksin.” dedi gülerek. “Nasıl yani herkesin bir kod adı mı var.” dedim. “Evet var. Tanıştırayım bu bukalemun. Daha iyi bir kılık değiştirme uzmanı yetişene kadar en iyi kılık değiştirme uzmanımız bu.” dedi Ediz. Yarım bir ağızla gülümsedim. “Belli. Peki senin?” dediğimde Ediz sustu. Bukalemun cevapladı. “Ona duruma göre sesleniyorlar. Dalga geçmek isterlerse Gönülçelen derler. Yanaşılması gereken bütün güzel kızlara o yanaşır.” dediğinde Ediz’in biraz gerildiğini gördüm. Gözünün ucuyla bana bakıyordu. Kıkırdadım. “İyiymiş.” dedim. “Ama” dedi Bukalemun, “Onun esas lakabı Avcı.” “Vaaay , Avcı demek. Bir gün benim de lakabımın kuştan daha yırtıcı bir şey olmasını isterim.” dedim beğeniyle. “Şuan oraya gidecek 26 kişinin hepsi kuş diye çağırılacak.” dedi Ediz. “Anladım, kimsenin gerçek adını kimse bilmeyecek.” dedim. “Harbiden akıllı kız, şunu yılların ajanlarına bile anlatamadığımız oluyor.” dedi Bukalemun. Ediz bana gururlu bir bakış atıp önüne döndü. Ardından Bukalemun dikiz aynasından bana bakarak devam etti. “Konu operasyon değilse burada haberler çabuk yayılır. Avcı ava giderken av olmuş sayende diyorlar.” dediğinde bir kahkaha attım. “Avcı’nın suçu yok. Ali müdür ona CV mi okutmamış.” dediğimde Bukalemun daha çok gülmeye başladı. “Ulan Ali müdür de ne adam ha işi gücü milleti trollemek.” dedi. Hepimiz gülüyorduk. “Bakma bunun böyle şirin durduğuna Bukalemun. Arabada terminatöriçe taşıyoruz. 6 dalda lisanslı lisanssız dövüşüyormuş Ali abi de bana diyor ki kıza yakınlaşıp dene bakalım yakınlığına ne tepki verecek.” dediğinde Bukalemun güldü. “Eee ne yaptı bizim kuş?” diye sordu. “Ne yapcak ağzıma sıçtı. Az daha benim kızla beni vuruyordu.” dedi. Güldüm. “Benim kız dediğiniz de silah galiba.” dedim alaycı bir tonda. İkisi birden beni başıyla onayladı. Bukalemun lafa girdi. “Rutin iddiamıza girelim mi ben 1 diyorum.” dedi. “Valla bu defa ben senin bindebir bile yanılma payın olduğunu düşünmüyorum. Bu defa iddiaya girmem.” dedi Ediz. “Ne bu her gelen yeni üzerinden bundan ajan olur mu iddiasına mı giriyorsunuz?” dedim. Bukalemun şaşkın şaşkın bakarken Ediz güldü. “Ben demiştim.” dedi ve önüne döndü. Beni sanki kendisi keşfetmiş gibi keyifliydi. Bu hali de beni şaşırtıyordu. Yüzüne boş boş bakarken aniden bana döndü. “Bakma öyle kuş. Referans mektubu veriyoruz. Hakkında yanılırsam becerilerimi sorgularlar. Yüzümü kara çıkartma.” dedi. Telefouna bir bildirim gelince önüne döndü. Yüzünde sürekli değişen ifade ile, bildirimlerini kurcalamaya başladı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD