Bölüm 5

2373 Words
Nihayet hayallerimdeki yere, Kale’ye gelmiştik. Kendimi hiç olmadığım kadar heyecanlı hissediyordum. Heyecanımı kontrol altına almaya çalışmıyor olsaydım, dizlerimin bağı hızla çözülebilirdi. Burada, Ankara’daki merkezde olmak, vatana hizmet etme hayallerim nihayet gerçek oluyordu. Hızla etrafımı incelemeye başladım. Binayı koruyan herkes birbirine benziyordu. Sanki aynı insanları klonlamış gibi görünüyorlardı. Giydikleri siyah takım elbise, beyaz gömlek ve kravatları bile tek elden çıkma, aynı kesim aynı dikimdi. Gündüz olduğu için hepsinin gözünde aynı unisex model güneş gözlüğü vardı. Kızların hepsinin saçı at kuyruğu, erkeklerin hepsinin saçı aynı kesim, aynı tarama şekline sahipti. Kulaklarındaki kulaklıklar bile aynı marka aynı modeldi. Başta birebir aynı giyinmelerinin bu ilüzyonu yarattığını düşünmüştüm. Ancak taksiden inip yakınlaşınca hepsinin gerçekten sıradan yüz hatlarına sahip olduklarını ve boylarının bile neredeyse aynı olduğunu fark ettim. Her yerde birbirinin aynısı bir kadın bir erkek geziyordu. Boyları bile aynı sayılırdı. Bu kadar benzeyen insanı nereden bulmuşlar diye düşünmekten kendimi alamadım. Çıldırmama çok ama çok az kalmıştı. Nereye baksam aynı tipleri görüp duruyordum. Neresi ön kapı neresi arka kapı anlamak imkansızdı. Ediz gözlüğünü indirip yüzüme baktı. “Sakin.. Kalp atışın kulağımda çınlıyor.” dediğinde afallamıştım. Gözlerimi kocaman açıp yüzüne baktım. Yüzündeki gülme ifadesi, aniden değişmiş, ciddileşmeye başlamıştı. Tedirgin bir biçimde gülümsedi. “Şaka.. Gül diye.. Buraya ilk geldiğimde ben de kafayı yeme noktasına gelmiştim. Bina koruma ekipleri özenle seçilir, vardiyaları özenle ayarlanır. Boyları aynı görünsün diye ayakkabı tabanlarının yüksekliklerine kadar milim milim hesaplanır. Yüzleri sıradan olur. Yuvaya hoş geldin kuş. Zamanla tüm prosedürlere alışacaksın.” dedi. İçim bir nebze olsun rahatlamış olsa da bu kadar aynı tipi bir arada görmek canımı sıkmaya başlamıştı. Artık kendimi bunalmış hissediyor, bir an önce içeri girip bu görüntüden kurtulmak istiyordum. Binanın giriş kapısına yanaştığımızda bina korumacılar girişte önümüzü kapattı. Bu da muhtemelen bina güvenliği için bir prosedürdü. Konuşmadan öylece beklediler. Ediz konuştu. “9074 - Avcı” dedi. İkisi de hiç cevap vermedi. Kadın olan önce Ediz’i, sonra beni uzun uzun inceledi. Erkek olana baktı. “Bir çaylakla giriş onaylandı.” dedi. Erkek olan da aynı şekilde önce Ediz’i, sonra beni uzun uzun inceledi. Erkek olan başıyla kadını onaylayana kadar önümüzde durmaya devam ettiler. En sonunda başıyla onay verince önümüzden çekildiler. Kapının girişinde kırklı yaşların sonunda bir adam bizi bekliyordu. Kır saçları ve gözlerinin etrafındaki çizgilerle o kadar babacan görünüyordu ki eğer dışarıda görseydim, bir istihbarat mensubu olduğunu asla anlamazdım. Takım elbisesinin ceketini giymemişti. Gömleğinin kollarını sıvamıştı. Yaşına rağmen fiziği düzgündü. Ekstra göbeği yoktu. Bu da her istihbarat mensubu gibi onun da hayatının her döneminde göreve hazır olduğunu gösteriyordu. Ediz başıyla selam verdi. “Başkanım.” dedi. “Hoş geldin Avcı. İlk defa bir çaylağa gölge olacağını duydum.” dedi. Tek kaşını sorgular gibi kaldırmıştı. Ediz, daire başkanı olduğunu düşündüğüm bu adamın söylediği cümleden rahatsız olduğunu gizlemeye çalışarak kıpırdandı. “Doğrudur başkanım. Bu Zeynep Şahin. Yeni çaylağınız. Kendisi tam 15 dakika kendini bize arattıktan sonra beni ters kelepçeye alıp benim silahımı benim başıma dayadı. Zeynep, bu da Mürsel başkan. Buradaki daire başkanlarından yalnızca biri. Kendisinin görevi siz çaylakları özenle seçmek.” dedi. İçim içime sığmıyordu. Hayal ettiğim herkesle, her şeyle tanışıyordum. Yavaşça elimi uzattım. Mürsel başkan elimi sıktı. “Şimdi anlaşıldı Avcı’nın neden sana gölge olmak istediği.” dedi. Gülümsüyordu. Gülümseyerek karşılık verdim. burada kim kime nasıl hitap etmeli, çaylaklar ne yapmalı bilmediğimden saygısızlık etmekten korkuyordum. “Korkma çaylak burası askeriye değil. Herkes eşit. Üstlerin sabit. Kimliğin çıktığı andan itibaren operasyonu kim yönetiyorsa o operasyon için kararları o alır. Gün gelir, Avcı bile senin altında operasyona gider.” dedi. “Ah şey, teşekkür ederim. Merhaba.” demekle yetindim. Mürsel başkan kocaman gülümsedi. “Sende farklı bir şey var Zeynep. Kimsenin görmedikleri bir şey gördüklerine eminim. Odama geçelim.” dedi. Eliyle yolu gösterdi. Yıllardır içini merak ettiğim bina hayranlık uyandıracak kadar güzeldi. Her yerde dünya şeklinin üzerine konulmuş, hilal içinden geçen kırmızı Türkiye haritasıyla birlikte en tepede hilalle Türk bayrağının tasviri ve en önde Atatürk resmi olan MİT logosu vardı. Salonlar birbirine benziyordu. Kimi narkotik, kimi terörle mücadele daire başkanı odası olan bir sürü odanın önünden geçerek koridorun en sonundaki odaya geldik. Mürsel başkan birer çay söyledi. Çaylar gelene kadar dosyamı incelemeye başladı. “Eveeeet sevgili Zeynep. Doktormuşsun. Neden mesleğini yapmıyorsun?” dedi. Yüzüme bakmayışından, sesimden yalan söyleyip söylemediğimi anlayacak tecrübeye sahip olduğu belliydi. “Ben yanlışlıkla doktor oldum. Esas isteğim doktor olmak değildi. Asker olmaktı.” dedim. Kısa ve net cevaplar vermeyi tercih ediyordum. Yıllarca insanlarla iç içe ola ola insanlardan bıkmış usanmıştım. bir de üzerine Arda’nın acısı gelince hayatımı iki kelimeyle idare etmeye meyil etmiştim. Eğer buraya gelmemiş olsaydım “Aynen” ve “Siktir et.” diyerek ömrümü tamamlamayı hedefliyordum. “Enteresan bir kişiliksin. Dosyanda 6 dalda dövüştüğün yazıyor.” dedi. “Evet.” “Boş zamanlarında poligona gidiyormuşsun. Hedef kağıtlarından gördüğüm kadarıyla pek atış kaçıran bir tip değilsin. Düzenli spor yapıyorsun.” “Doğru.” “Bize de sana biraz daha takviye yapıp, işkenceye dayanmayı öğretmek kalıyor.” diyerek dosyamı kapattı. “Sizin takdiriniz.” dedim. Ses tonu nedense küçümseyici çıkmıştı. Sinirlerimin nereye kadar dayandığını ölçtüklerini düşünerek her şeye temkinli yanaşıyordum. Doğrudan, sabit biçimde gözlerinin içine bakmaya başladım. Elbette bildiğim birkaç vücut dili kontrolü vardı. Neticede psikiyatri dersini A+ ile geçmiştim. Dik bakışlarımı hissetmiş olacak ki kafasını kaldırıp yüzüme baktı. “Yabancı dille aran nasıl?” dedi. “Anadil düzeyinde İngilizce, orta düzeyde Rusça” dedim. “İyi hepsi ilerler. Buradan çıktığında kaç dil konuşuyor olduğuna sen bile şaşıracaksın.” dedi. Gülümseyerek karşılık verdim. Hemen karşımda oturan Ediz’e dönüp baktı. “Avcı, bu gecelik otele yerleşiyorsunuz. Bana hangisi olduğunu bildirirsiniz. Yarın sabah da eğitim için havaalanında buluşacağız. Prosedürü biliyorsun.” dedi. Ediz cevap verdi. “Biliyorum başkanım.” “Yine de çaylak merakta kalmasın. Bukalemun sizi götürmek için aşağıda bekliyor. Sabah 6 da, yine aynı taksiyle sizi alacak. Eğitim için hazırlanan binaya geçeceksiniz. Askeriye gibi bir yere gideceksiniz. Ancak herkesin gölgesiyle özel odası var. Tüm eğitimleriniz burada tamamlanacak. Daha sonra da başarılı olduğunuz alanlara göre görevlendirmeleriniz gelecek ve ilk görevlerinize çıkacaksınız.” dedi ve Ediz’e döndü. “Avcı, en son 4 sene önce kendi eğitimine kaldın. Sonra da kimsenin eğitimiyle uğraşmadın. Emin misin 6 ay tıkılıp kalacağına?” dedi. Avcı gülümsedi. “Eh, biraz da bilgileri tazelemeyelim mi?” diyerek gülümsedi. “Hadi bakalım dediğin gibi olsun.” diye cevap verdi Mürsel başkan. “O zaman başkanım bize müsaade, biraz dinlenelim. Sabah erken kalkacağız.” dedi Avcı. “Daha yeni geldiniz. Bari çaylarınızı için.” dedi Mürsel başkan. “Saygısızlık etmek istemem başkanım. Ama Avcı’yla ikiz gibi giydiğimiz kıyafetlerden kurtulmazsam kusacağım.” dediğimde Avcı şaşırmış, biraz da bozulmuştu. Mürsel başkan bir kahkaha attı. “Avcı, ilk defa senden etkilenmeyen bir kadın görüyorum!” dedi ve ayağa kalktı. Aynı anda biz de ayağa kalktık. “O zaman müsade sizin. İyi dinlenmeler gençler.” dedi. Odasından çıktığımızda Avcı bana dönüp baktı. “Harbiden mideni bulandırıyor mu bu görüntü?” diye sordu. Yüzüme ilk defa bir ajan gibi sert bakmıyordu. Özgüveni sarsılmış küçük bir çocuk gibi gözlerinin içi titriyordu. Onu incittiğimi düşünmek beni bir an olsun üzse de, etrafımdaki herkes bana rol yapabilirmiş gibi geldiği için kendimi bu histen uzaklaştırdım. “Ya aynı giyinmek ne Avcı gözünü seveyim. 15 yaş tribi bu. Sana özel değil yani alınma ama yarın evlensem, öteki gün kocam bana çift kombini yapsa soluğu mahkemede alırım.” dedim. Avcı gülmeye başladı. “Çaylak sen çok değişik bir kadınsın gerçekten.” dedi. Kısa bir bekleyişin ardından, Bukalemun aynı taksiyle geldi. Çoktan Avcı’nın seçtiği otele bizim eşyalarımızı vermişti. Kısa ve sessiz bir yolculuğun sonunda otele gelmiştik. Otelin önüne geldiğimizde Avcı’ya baktım. “Üzerimizi değişip kafeterya da buluşalım mı? Madem benim gölgem olacaksın seni tanımaya hakkım var.” dedim. Gölge kelimesini söylerken ellerimle havaya hayali bir tırnak işareti çizmiştim. Avcı kahkaha attı. “Sen tam bir belasın çaylak. Tamam anlaştık.” dedi ve eliyle asansörü işaret etti. Geldiğimiz otel tam bir başyapıttı. Girişindeki aslan heykelleri bana Mısır piramitlerini andırıyordu. Sadece lobi kısmı bile en az 3 apartman dairesi genişliğindeydi. Asansöre binince Avcı, beşinci katın düğmesine bastı. Beşinci katı görmek, bana ilk işkencesinin merdiven çıkarmak olmadığına şükretmeme neden oldu. 515 numaralı odanın önüne geldiğimizde durdu. Cebinden bir kart çıkartarak bana uzattı. “Burası senin. Hemen karşı kapı yani 516 numara da benim.” dedi arkasındaki kapıyı işaret ederek. İki ayrı oda tutmuş olduklarına şükrettim. Gölge diyince tuvalette bile benimle olmasından bir hayli korkmuştum. Zaten Arda’dan beridir, bana herşey Arda’yı hatırlattığı için, bir erkeğin arkadaşça dahi olsa bana yakınlaşmasına izin vermek istemiyordum. Bir de bana Arda’yı daha fazla anımsatacak herhangi bir an yaşamaya gücüm yoktu. Artık biraz daha az insan görüp özel alanıma çekilmeye ihtiyacım vardı. “Teşekkürler.” dedim minnet dolu bakışlarla. Gerçekten Avcı, aldığım her nefesle ilgileniyordu. “Rica ederim. Yarım saat ideal mi?” dedi. “İdeal de neden?” dedim. “O saçların kuruması bile 45 dakika diye düşünüyordum.” dedi. Dudakları şımarık bir erkek çocuğu gibi muziplikle kıvrılırken gamzeleri ben buradayım diye bağırıyordu. “Abartma Avcı abartma.” dedim gülerek. Topuklarımın üzerinde arkamı dönüp kartımı okutarak odaya girdim. Kapının hemen solundaki elektrik düğmesini andıran kısma kartı taktım. Girer girmez solda banyo kısmının kapısı vardı. Bir iki adım süren ince koridorun ucunda kocaman bir çift kişilik yatak duvara dayanmış biçimde duruyordu. Her şey, temizliğin sembolü olarak bej ve beyaz seçilmişti. Yatağın her iki baş ucuna birer komodin konulmuş, komodinlerin üzeri boş bırakılarak duvara birer abajur monte edilmişti. Odanın dizaynı insanın içinde huzur uyandırıyordu. Geri dönüp, kapının hemen girişine yerleştirilmiş valizi alarak, iki kişilik yatağın üzerine devirdim. Giyecek bir şeyler olduğunu umut ederek valizi açtım. İçindeki her şey siyahtı. Benim dolabımda da her şey siyah olduğu için bana hiç garip gelmemişti. Valizin en üstünde beyaz bir diplomat boy zarf vardı. İçinden bir kart bir de yüzük çıktı. Gözlerimi devirip iç çektim. İlla bir şeylerin yarama tuz basacak subliminali olacaktı. Ya da ben alınganlaşmıştım. Emin olamıyordum. Oyalanmayı kesip kartı okudum. “Sevgili çaylak, zarfın içindeki yüzüğü al ve tak. Bina girişlerinde kim olduğunu bu sayede anlayacağız.” Ay-yıldızlı, erkek yüzüğünü andıran ama kusursuz işlenmiş bir yüzüktü. Yüzüğü hızla orta parmağıma geçirdim. Giyecek bir şeyler seçmek için valizi kurcalamaya başladım. Tüm kıyafetler bedenime uygun ölçüde hazırdı. Pantolon, pijama, eşofman, iç çamaşırı, çorap, parfüm, diş macunu… Hiçbir detay atlanmamıştı. Hepsi %100 pamuktu. Bu işi daha çok sevmeye başlamıştım. Bir çift spor ayakkabı, bisiklet yaka bir tişört ve bir kot pantolon seçerek giyinmek üzere ayırdım. Bir çift de iç çamaşırı seçip duşa girdim. Sıcak suyun, günün tüm yorgunluğunu bedenimden akıtmasına ihtiyaç duyuyordum. Üstümü giyinip saçlarımı da kuruttuktan sonra hazırdım. Parfümümü sıkıp saçlarımı ensemde topuz yaptım. Tam 30 dakikada hazırlanmıştım. Artık gerçekten bir sapık gibi aldığım nefes sayısını bile biliyor olduklarını düşünmekten kendimi alamadım. Kapının önüne çıktığımda Avcı’yla neredeyse burun buruna gelmiştik. “Vay, daha çok beklerim diyordum ama…” dedi gülümseyerek. “Yarım saat dersem yarım saattir. Ne kadar dakik olduğumun bilgisini verdiklerini düşünüyorum.” dedim gülümseyerek. “Yine de tercihen kendim görürüm. Gölge olmak kolay değil.” dedi. Eliyle asansörü işaret ederek yön gösterdi. Gösterdiği yöne doğru yürürken, konuştum. “Sen kimseye gölge olmamışsın ki.” dedim. “Kolay olmadığı için olmadım.” dedi. “Kendimi özel hissettim. Güzel.” dedim. Dudaklarım keyifle kıvrıldı. Hayatı boyunca başarılarını bile yeterli bulmayan ben, daha bir şey başarmadan tatmin olmuş hissediyordum. Demek ki sevdiğin işi yapınca hangi aşamada olursan ol tatmin oluyordun. Demek ki tatminsizlik sebebim, sevmediğim işi yapıyor olmamdı. Kafeteryaya indiğimizde, buranın bile ayrı bir tasarım harikası olduğunu düşündüm. Hayran hayran tavandan zemine kadar her yeri inceliyordum. Cam kenarında ve kuytuda bir masa seçip oturdum. Avcı’da tam karşıma oturdu. “Eee kuş, sor bakalım ne sormak istiyorsun?” dedi. Rahatsız bir biçimde parmaklarımla oynamaya başladım. “Bana ne zaman kuş demekten vazgeçeceksin?” dedim. Yarım ağızla gülümsedi. Gözlerinde hafif bir acı görüyordum. Camın dışında bir yerde gözlerini sabitledi. Acımasız olmaya çalıştığı belliydi. Gözlerine yeniden o sabit, ser verip sır vermeyen ajan bakışını yerleştirerek, doğrudan gözlerimin içine baktı. Parmaklarını birbirine kenetleyip arkasına yaslandı. En donuk ses tonuyla cevap verdi. “Adını unuttuğun gün.” dedi. “Neden acı çekiyormuş gibi görünüyorsun?” dedim. “Sana öyle geliyor.” dedi. sesi iyice sertleştiğinde alanını ihlal etmeye başladığımı anlayıp sustum. Anlaşılan özel hayatıyla ilgili hiçbir şeyi cevaplamak istemiyordu. “Senin ne zaman ne demek istediğini nasıl anlayacağım?” dedim. “Bana bakman yeterli olur. Ben sana anlayacağın dilden işaret veririm.” dedi. Sesindeki soğukluk gitmemişti. Tam o esnada garson gelince aniden tavrı değişti. Biraz önce adeta etrafımızda soğuk bir rüzgar eserken, şuan garsona gülümseyişi ile yeniden güneş tepeye çıkmış gibi hissettim. Bu sanal değişim ve kaybolan gerçeklik algım tüylerimin ürpermesine neden oldu. Avcı bana gülümsedi. “İki filtre kahve lütfen. Yalnız Kolombiya çekirdeklerinden olsun.” dedi. Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Yüzüne bakıyordum. Garson gider gitmez bana döndü. “Aldığın nefesi biliyorum.” dedi. “Beni sen mi takip ettin?” dedim. Daha çok şaşırmıştım. Beni herhangi biri takip edebilirdi. Ama anladığım kadarıyla Avcı başarılı bir ajandı ve bir çaylak adayını takip edecek olması beni şaşırtmıştı. Biraz daha sohbet ettik. Havadan sudan, işlerin nasıl yürüdüğünden bahsettik. Kahvelerimiz bitince yüzüne baktım. “Ben çıkıp bir sigara içeyim.” dedim. Cebinden bir paket sigara çıkartıp bana uzattı. Benim içtiğim sigara olması beni, artık şaşırtmıyordu. “Bu senin zaten.” dedi. “Artık şaşırmıyorum.” dedim gülümseyerk. Teşekkür ederek sigarayı alıp hemen yanımdaki cam kapıdan bahçedeki masalardan birine oturdum. Gün batımını seyrederken, hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Sadece bir kaç ay önce aşık, evlenmek üzere olan, sevdiği adam için canını verecek kadar fedakar bir kadındım. Sadece bir kaç ay önce kendimi evli, mutlu, aile sahibi bir kadın olarak görüyordum. Sadece bir kaç ay önce lanet olası bir çift mavi gözün içinde kaybolmuş vaziyetteydim. Son iki gündür de çocukluk hayalimi yaşıyordum. Hayatımdan o kadar bezmiştim ki, ölümü bile göze almış olduğumu fark ettim. Sigaramdan son bir nefes alıp, kül tablasına basıp söndürdüm. Masaya geri döndüğümde yavaş yavaş başımın döndüğünü hissettim. “Avcı ben kendimi iyi hissetmiyorum. Biraz uyumam lazım. İzninle.” dedim. Telaşlı görünüyordu. “Bekle sana yardım edeyim. Doktor istermisin ?” dedi. “Ya tabii, ben doktor değilim ya kesin lazım olur!” dedim şakacı bir ses tonuyla. Avcı bir kahkaha attı. “Peki öyle olsun bakalım. Senin için ne yapabilirim?” dedi. “Sadece yardım et de biraz uyuyayım.” dedim. İyice dengemi kaybediyordum. Avcı’nın kolu belime dolanarak bana destek oldu. Dizlerim artık benim kontrolümün dışındaydı. Bunun sıradan bir yorgunluk olmadığını biliyor ama karşı koyamıyordum. Yine de odaya kadar dayanacaktım. Uyuyup bu halimden kurtulmadan başıma ne geldiğini anlama ihtimalim yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD