Bu sefer kaçmayacağım!

1370 Words
Dakikalar sonra tepede ki kuytu mağaralık alanın girişini artık görebiliyordu Fatih. Deniz’e doğru dönüp baktı ve bitkin halde de olsa sonunda hedefe ulaştıkları için yüzünde bir tebessüm vardı. Fatih hemen techizat çantasını köşeye koydu ve elini uzattı Deniz’e. Deniz bakışlarını Fatih’e dikmiş, tatlı bir utançla kıpkırmızı olan yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Elini uzattı ve cılız bir sesle mırıldandı: "Teşekkürler Yüzbaşım... Hep bu kadar nazik miydiniz? Yoksa yeni mi açıldı bu özelliğiniz?" Fatih, Deniz’in kinayeli ses tonundan bile büyük zevk alıyordu. "Tehlike anında sinir krizi geçirme diye rol yapıyorum, Mühendis Hanım," dedi. Deniz gülümseyerek taşın üzerine oturdu ve nefeslendi. Kesik kesik nefesleri ve şakaklarından akan ter Fatih’in dikkatini çekmişti. Tedirgin bir ses tonuyla, "Her sabah 40 dakika koşan biri için biraz hızlı kösülmedin mi?" dedi. Deniz gözlerini bile çevirmeden, konuyu geçiştirmek istiyordu. "Korkudan oldu sanırım... Az önce üzerime kurşun yağdırdılar, normal değil mi? Yüzbaşım..." diye mırıldandı. Fatih için çok inandırıcı gelmemişti ama şu an tek konu bir an önce destek ekibinin bölgeye gelmesiydi. Hemen çantadan telsize uzandı, frekansları tek tek kontrol etti ama hâlâ sinyal alamıyordu. Artık gerçekten endişe etmeye başlamıştı. Tam o anda gözleri Deniz’e takıldı. Artık bitkinlikten gözleri kapanıyordu. Kumanya çantasından bir su şişesi çıkarıp uzattı. "Al... susuz kaldın tabii. İç biraz," dedi. Deniz uzandı ve aldı su şişesini. Fatih sonra bir şeyler atıştırmasının da iyi olacağını düşünerek çantaya uzanıp bir paket kraker aldı. Başını çevirdiğinde ise beyninden vurulmuşa döndü. Su şişesi yerdeydi ve toprağa akıyordu. Deniz ise ince bedeniyle yerde yatıyordu. Fatih korkuyla hemen ona sarıldı. "Deniz! Noluyor? Deniz, uyan!" diye bağırıyordu. Sonra bacağındaki koyu lekeyi fark etti, hemen elini attı ve parmak uçları kana bulanmıştı. Deniz, o radar kulesinden inerken bacağından vurulmuştu… Ama nasıl bir irade sahibiydi ki bunu Fatih’e söylememişti? Soğuk soğuk terlemesi, yol boyunca bacağını tutarak sürekli nefeslenmesi... Hepsi birer işaretti. "Lanet olsun! Siktir! Nasıl anlamadım!" diye kendine sövüyordu Fatih. Ruhu, resmen kucağındaki Deniz’in kalbinde atıyordu. "Bu şekilde olmaz! Seni böyle bırakamam Deniz, Lütfen!" dedi. Gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar süzülüyordu. Hayatında daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Kader hep onların yanında olmuştu. Bu hikayenin başından beri... Şimdi de son hamlesini oynuyordu.. Birden telsizden bir anons geldi. "Yüzbaşı Fatih Ulutürk? Cevap verin, bölge sinyaliniz alındı!" Fatih hemen telsize uzandı. "Çok şükür! Asker beni dinle! Araç vericisini aktif ettim, hâlâ üzerimde! Yaralımız var asker! Hemen tıbbi yardım istiyorum!" "Yaralımız mı var Komutanım?" Fatih yutkundu. "Evet… Mühendis Hanım yaralandı." diyebildi. Dudakları titriyor adeta sesi sarsılıyordu. Gözleri yaşlarla Deniz’e baktı. Eliyle yüzünü okşuyordu. "Peki Yüzbaşım, en acil şekilde intikal ediyoruz!" dedi telsizdeki ses. Fatih ise hâlâ sayıklıyordu, sanki kendi bile idrak edemiyor ve tekrarlıyordu: "Mühendis Hanım yaralandı... O yaralı..." Helikopter sesi gerçekten de kısa sürede dağın üstüne vurdu. İçinde birileri bağırıyordu, "İnişe geçiyoruz!" İlk halatla Harun indi. Gözleri alev gibi keskin ve temkinli. Yere iner inmez çevreyi taradı. “YÜZBAŞIM!” dedi. Fatih sesi duyunca başını mağaranın içinden uzattı. “BURADAYIM!” dedi. Harun hemen koştu. Yanına geldiğinde bir an duraksadı. Yerde kanlar içinde yatan Deniz'i görmek onunda kalbini titretmişti. Ama hızlıca toparlandı… "Yaralı teyit edildi!" diye bağırdı Harun, telsize. "Tıbbi müdahale ekibi, pozisyon alın!" Arkadan Musa geldi. Gözleri Deniz'i görür görmez yüzü düştü.. “Yav mühendis hanım vurulmuş! Ula bu ciddi!” deyip hemen yere çömeldi. Fatih.i ilk kez bu halde görüyordu ''Gelduk komutanım, Ha burdayız!'' dedi. Ama Fatih, Sanki Deniz'i kollarından bırakamıyordu. Peşlerinden Cihan ve Samet de halatlarla indiler. Samet gözlerini Deniz’den ayıramıyordu. Hayran olduğu o güçlü kadını şimdi solgun bir yüzle görmek içini acıtmıştı. Bir şey diyemedi. Yutkundu. Tıbbi ekip hızla Deniz’e müdahale etti. Sedye, oksijen, serum… Her şey dakikalar içinde oldu. Deniz, bilinçsiz şekilde sedyeye alınırken Fatih başından ayrılmadı. Herkes helikoptere geçtiğinde, Kimse konuşmuyordu ama herkesin gözleri aynı şeyi söylüyordu: "Deniz de artık ekibin bir parçasıydı ve iyi olmalıydı..." Helikopter Ana Karargah Ordu Hastanesin'de pistte tekerlekleri yere değdiği anda hastane sağlık ekibi hazırdı. Kapıda bekliyorlardı. Sedye hızla indirildi. Fatih adımlarını hızlandırmış onları takip ediyordu. Deniz’in nefes alıp vermesi o kadar yavaştı ki… Sanki, Fatih de artık nefes alamıyordu. "Yol verin!" dedi hemşirelerden biri. Fatih kenara çekildi ama gözleri Deniz’den hiç ayrılmadı. Harun hastane koridorunda bekleyen Fatih'e yavaşça yaklaştı. ''Komutanım, Albay acil görev raporu istiyor.'' dedi. Fatih, Harun'un söylediklerini duymuştu. Asker olmak ilk kez ağır bir yük geliyordu omuzlarına, Çünkü bir asker, sorgusuz itaat ederdi... Bakışlarını ameliyathane'nin kapısından çevirdi, yavaşça Harun'a döndü. ''Bu kapıdan sakın ayrılma, Seni aradığımda saniyesinde açacaksın. Ve bana bilgi vereceksin! Anlaşıldı mı Asker!'' diye bağırdı. Sesi sert çıkmıştı ama hala titriyordu. Harun hemen hazırola geçti ''Emredersiniz, Komutanım!'' dedi. Fatih, önce rapor tutanağını katibe yazdırdı, yaklaşık 1 saat sonra, karargâhta Albay Mehmet Bey’in odasındaydı. Göz altları çökmüş, yüzü solgundu. Elindeki rapor sayfalarını yavaşça masaya bıraktı. Albay, raporlara hızlıca göz gezdirdi, “Şans eseri kurtulmuşsunuz,” dedi, gözlüklerinin üzerinden bakarak. “Bu karşılaştığınız ekip sıradan kaçakçılara benzemiyor.” Fatih başını salladı. “Amaçlarının radarı etkisiz halde tutmak olduğunu düşünüyorum. Biz o an radarı aktifleştirip uzaklaştığımızda tekrar imha edebilirlerdi. Ama sanki bir saniye bile olsun, radarın aktif olmasını istemediler Komutanım. Bu yüzden bölgede radarın tespit ettiği tüm verileri incelemeliyiz. Ayrıca evet çok eğitimli değildiler ama silah tutmayı biliyorlardı.'' Fatih'in bakışları koyulaştı, yutkundu ve devam etti. '' Üçüncü adamın silah kabzasında bir işaret vardı komutanım. Zar sembolü... Üzerinde ‘3’ yazıyordu.” Albay derin bir iç çekti. Bakışları keskinleşmişti. “Bu... yıllar önce kapatılan o ermenistan dosyalardan biri olabilir. Şans altılısı adıyla bilinen örgüt yapıları vardı. Ama bu mazi de kalmıştı Fatih. Nerden baksan 12 yıl öncesinin olayı. Neden şimdi? Ne amaçla?'' diye mırıldandı. Fatih bakışlarında bir öfkeyle, ''Bilmiyorum Komutanım. Ama bana bu davayı verirseniz, En hızlı sürede sonuçlandırmayı amaçlıyorum.'' dedi. Albay, başını sallayarak onayladı. ''Merkezle konuşup arşiv taraması yapacağım. Ayrıca bugün senin adına görev emrini veririm. Ama dikkatli ol! Sen ve ekibin sınır karargahının inşasında kilit roldesiniz Yüzbaşı!'' Fatih hızla ayağa kalktı. “Emredersiniz, Komutanım. İzninizle... hastaneye dönmek istiyorum.” Albay başını salladı. “Git yüzbaşım. Raporun onaylandı. Gerisi merkezde konuşulur.” Fatih selam verip hızla çıktı. Saat gece yarısını geçiyordu. Hızla hastaneye vardı, hastane koridoru sessizdi. Yoldayken Harun'u aramış ve Deniz'in ameliyattan çıkarılıp odaya alındığını duyunca ondan kışlaya dönmesini emretmişti. Fatih odaya girerken adımları yavaştı. Sanki hâlâ Deniz'i kanlar içinde görme korkusunu taşıyordu kalbinde. Yavaşça içeri girdi, Deniz, beyaz nevresimlerin arasında yatıyordu. Sol bacağı sarılıydı. Serum hortumları kolundaydı. Ama yüzü... sonunda huzurluydu. Sıcaktı, Ten rengi yerine gelmişti... Fatih odanın içine doğru ilerledi. Sessizce yatağın kenarına oturdu. Elini uzatıp onun eline dokundu. İç çekti... “Uyuyorsun şimdi. Beni duymuyorsun,” dedi. Gözleri dolmuştu. O, Bir askerdi. Bir komutandı… ama şu an sadece bir adamdı. Aşık bir adam.! “Seni ilk gördüğümde... o saçma sapan görücü usulü buluşmada beni kaçırmaya çalışırken... Sana bir an baktım. Sadece bir an baktım. O an yüzün işlemişti hafızama, kızıl saçların en güzel manzaraydı..” Sesi titriyordu. “Sonra sana orda, o pastane de veda ettim. Görevime döndüm, Seni unuttum sandım. Hayat akıyordu. Ama işte... Yine karşımdaydın. Güzel güzünle... Ve hâlâ aynı bakış…” Fatih gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. “Aşk diye bir şeyin varlığına eskiden inanmıyordum. Savaşlar, operasyonlar, ölüm… Hayat bir asker için bu kadar kısa olabiliyorken, İnsan neye zaman ayırabilir ki diyordum. Ama... sen geldiğinde, her şey başka oldu.” Eğildi, saçlarına usulca dokundu. Burnunu saçlarının arasına gömdü. Sessizce kokladı. Bir süre öyle kaldı. “Gülüşünü, zekânı, dik duruşunu... cesaretini. Hepsini seviyorum. Ama en çok... beni dönüştürdüğün adamı seviyorum. Ben ilk kez ruhumun ısındığını hissediyorum...'' dedi ve gözünde ki yaşları hafifçe sildi. Gülümsedi, “Seninle bol bol atışmak istiyorum. Benim espirilerime gül istiyorum. Bana da saçma geliyor belki, ama... ben seninle saçmalamak istiyorum Deniz.” Elini biraz daha sıktı. "Seninle... hayatta kalmak istiyorum. Seninle yaşamak istiyorum!" Fatih bu kadının aşkı karşısında ki, Tüm savunmasızlığıyla devam etti. “Keşke seni daha önce tanısaydım. Belki o zaman bazı şeyleri daha az ertelemek zorunda kalırdım. Ama artık ertelemek istemiyorum. Sen uyan... Ben buradayım. Ve bu sefer kaçmayacağım...” dedi ve avuçlarında tuttuğu eli, yavaşça yüzüne sürerek öptü... Bugün... Gecenin içinde, bir sır açığa çıktı. Fatih'in kimseye ulaşmadığını sandığı bu itiraf. Birine ulaşmıştı.! Harun kapının dışında sırtını duvara dayamış, gözlerinde hüzünle dinliyordu. Dakikalar önce gelmiş, Elinde bir hasta dosyası vardı ama içeriye adımını atamamıştı. Fatih’in sözlerini duyunca donup kaldı. Kıpırdayamadı. Harun, başını hafifçe duvara dayadı. Ruhu daralıyordu... Elindeki dosyayı sımsıkı tuttu. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hem şaşkınlık, hem de... Bir korku! Sevdiği ve beklediği kadını artık tamamen kaybetmiş miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD