ISIRIK İZİ

1424 Words
ARAS  Taksiyle eve dönerken, bu gece yaşadıklarıma hâlâ inanamıyordum. Zihnimde dönüp duran taze anılar, sanki bir rüyadan uyanmışım gibi gerçekdışı geliyordu. Sıla, onu ikinci görüşümde bekaretini bana vermişti. Onun bu kadar özel bir anı benimle paylaşması, beni seçmesi, sonuna kadar gitmeme izin vermesi… Bunların hepsi başımı döndürüyordu. “Sen özel geldin,” diyen sesi hala kulaklarımda yankılanıyordu. Bu cümle hem içimi ısıtıyor hem de tuhaf bir huzursuzluk yaratıyordu. Onun hakkında tek bildiğim şey işi olsada Sıla’nın ruhuma dokunduğunu hissediyordum. Onu daha fazla tanıma arzusu, içimde bir ateş gibi büyüyordu. Belki de yıllar sonra, Ceylin’den beri ilk kez, kalbim bir kadına yeniden açılmaya hazırlanıyordu. Bu düşünce hem heyecan verici hem de ürkütücüydü. Eve vardığımda, ışıklar kapalıydı; ev, sakin ve huzurlu bir uykuya dalmış gibiydi. Sessiz adımlarla Asaf’ın odasına yöneldim. Kapıyı usulca araladığımda, yatağında mışıl mışıl uyuduğunu gördüm. Minik göğsü düzenli bir ritimle inip kalkıyordu. Eğilip uyandırmamaya özen göstererek alnına tüy kadar hafif bir öpücük kondurdum. “Seni çok seviyorum, oğlum,” diye fısıldadım, Üzerindeki yorganı düzelttim, omuzlarını örttüm. Oğlumun huzurlu yüzü, içimdeki tüm karmaşayı bir anlığına dindirdi. Odadan aynı sessizlikle çıktığımda, karşımda annemi görmeyi beklemiyordum. Bir an irkildim, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. “Anne!” dedim Annem, işaret parmağını dudağına götürerek sessiz olmamı işaret etti. Gözlerinde hem meraklı hem de endişeli bir ifade vardı. Birlikte oturma odasına geçtik “Kusura bakma anne, geciktim,” dedim. “Gecikmek mi?” dedi annem, gözlerini kısarak “Oğlum, sabahın altısı olmuş! Sen hiç bu saate kadar dışarıda kalmazdın.” Sonra birden çenemi tuttu, yüzümü kendine doğru çevirdi ve dudağıma dikkatle baktı. “Kavgaya mı karıştın sen? Dudağın şişmiş.” Dedi. Elimle dudağımı yokladım. Gerçekten de biraz şişmişti, ama acısını hissetmiyordum. Annemin meraklı bakışları altında, Sıla’nın kızlığını bozarken dudağımı ısırdığı an gözümün önüne geldi. Hatırladıklarım utanmama neden oldu. Hızlıca bir bahane uydurarak “Çarptım,” dedim. Annem, yüzünde şüpheci bir ifadeyle dudağımı daha dikkatli inceledi. “Hiç çarpmışa benzemiyor,” dedi. “Alt tarafta diş izi var sanki.” Suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi elimle tenime dokundum, “Ya, öyle miymiş?” dedim, gülümseyerek konuyu geçiştirmeye çalışarak. Annem, ne olduğunu anlamış gibiydi ama beni daha fazla utandırmak istemedi. Konuyu değiştirdi, sesi daha ciddi bir tona büründü. “Oğlum, madem evlenmiyorsun, bari bu çocuğa bir bakıcı bul artık,” dedi. “Ben torunuma göz kulak olmaktan hiç şikayetçi değilim, ama Bursa’dan gelmek zor oluyor. Aklım babanda kalıyor.” Haklıydı. Annem yaşlanmıştı, yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Babamın Alzheimer’ı ilerlemişti ve annem ona bakmak için elinden geleni yapıyordu. Yine de Asaf için buraya gelip gidiyordu, üstelik babamı amcamlara emanet ederek. “Tamam anne,” dedim, içten bir kararlılıkla. “En kısa zamanda bir bakıcı bulacağım. Söz veriyorum.” Odaya geçip kendimi banyoya attım. Duşun sıcak suyu tenime değdiğinde, zihnim tekrar Sıla’ya kaydı. Onunla geçirdiğim gece, ruhuma işlemiş gibiydi. Yüzünün her detayı, gözlerinin derinliği, dudaklarının yumuşaklığı, kokusu… Hafızama kazınmıştı. Dolgun göğüsleri, narin beli, vajinasının sıcaklığı… Düşündükçe içimde bir kıpırtı oluyordu, bedenim yeniden canlanıyordu. Ne oluyordu bana? İlk kez böyle bir şey yaşıyordum. Sanki Sıla, bir gecede tüm duvarlarımı yıkmış, ruhuma sızmıştı. Duşun ardından yatağıma uzandım, Tam gözlerimi kapatacakken telefonumun bildirim sesi odanın sessizliğini böldü. Ekrana baktığımda Sıla’nın adını gördüm ve kalbim hızlandı. Mesajı hevesle açtım: “Eve ulaştın mı?” yazmıştı. Hızla yanıt yazdım: “Ulaştım. Duşumu alıp yatağa girdim bile.” Parmaklarım klavyede dans ederken, yüzümde aptal bir gülümseme belirdi. Kısa bir süre sonra yeni bir mesaj geldi: “Yatağında olmak isterdim.” Bu cümleyle birlikte gülümsemem daha da büyüdü. Sıla, resmen bir seks tanrıçası gibiydi. Tutkusu, cesareti, her şeyi beni büyülüyordu. Kendi kendime gülümserken, bir mesaj daha geldi. “Bu gece için teşekkür ederim. Bugüne kadar hiçbir erkek bana bu kadar haz vermemişti.” Bu mesajı okurken, bir an suratım asıldı. Başka erkekleri vurgulaması, onlarla yaşadıklarını hatırlatması içimi burktu. Kıskançlık mıydı bu? Bilmiyordum, ama hoşuma gitmemişti. Bozulduğumu belli etmemek için dikkatle yanıt yazdım: “Bu gece benim için de çok özeldi. Seni tanımak istiyorum, Sıla.” Yanıtı gecikmedi: “O zaman ne zaman görüşüyoruz?” Mesajın sonuna bir gülücük emojisi eklemişti. Bu küçük detay bile içimi ısıttı. Hemen pazartesi günkü çalışma programımı kontrol ettim. “Yarını Asaf’a ayırdım. Baba-oğul takılacağız. Ama pazartesi öğlen 11.30-15.00 arası boşluğum var. Müsaitsen yemek yiyebiliriz.” Heyecanla cevabını beklerken yanıt verdi. “Şu an net bir şey söylemem mümkün değil. Haftanın ilk günü genelde yoğun oluyorum. Eğer müsait olursam haberleşiriz” SILA Yatağımda, iPad’imin ekranından Asaf’ın uzaktan çekilmiş fotoğraflarına bakarken, Aras’a mesaj yazdım “İşlerimi senin boşluğuna göre ayarlamaya çalışacağım.” Sanki o gün gerçekten yoğun bir programım varmış gibi davranıyordum. Ne diyecektim ki? “Benim tek işim sensin” mi? Tabii ki hayır. Kendimi ağırdan almalı, balıklama atlıyormuş gibi görünmemeliydim. Aras’ın ilgisini canlı tutmak için biraz gizem, biraz mesafe gerekliydi. Onunla geçirdiğim geceyi zaten zihnine kazınmıştı; şimdi sıra, bu oyunu dikkatle ilerletmekti. Aras’la vedalaştıktan sonra, iPad’imden Asaf’ın fotoğraflarını tek tek incelemeye daldım. Son bir yıla ait onlarca kare vardı: parkta, okulda, AVM’de, apartmanlarının küçük bahçesinde… Her bir fotoğrafta Asaf’ın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Annesiz büyüyen bir çocuk için bu kadar mutlu görünmesi tuhaftı, hatta etkileyiciydi. Kreşin oyun parkında çekilmiş bir fotoğrafta durdum. Asaf, kaydıraktan ellerini havaya kaldırarak neşe içinde kayarken yakalanmıştı objektife. O anki masumiyeti, gözlerindeki ışıltı içimi tuhaf bir şekilde sızlattı. Ekrandaki yanağına dokunarak, “Zavallı şey seni,” dedim fısıltıyla. “Bu hayattaki en büyük talihsizliğin Aras Talu’nun oğlu olman.” İPad’imi kapatıp yatağa uzandım. “Az kaldı baba, ruhunun huzur bulması için sadece birkaç ay kaldı” *** Uyurken telefonumun keskin zil sesiyle gözlerimi açtım. Arayan, Aras’ın peşine taktığım adamdı. “Sıla Hanım,” dedi ciddi bir tonda, “Annesi ve oğluyla evden çıktılar.” Gözlerimi ovuşturarak “Peşlerinden ayrılma,” dedim, “Her adımlarını izlemeni istiyorum. Gittikleri her yeri, her detayı haber ver. Fotoğrafla” “Emredersiniz, Sıla Hanım,” dedi ve telefon kapandı. Uykum tamamen kaçmıştı. Geceliğimin üstüne ipek sabahlığımı geçirip mutfağa yöneldim. Mutfak masasında, hizmetçim Gülay telefonuna dalmış oturuyordu. Beni görür görmez ayağa fırladı, “Kahvenizi hemen yapıyorum,” dedi telaşla. “Otur,” dedim, sesimde hafif bir alay. “Kahve yapacakmış. Sen kahve yapmayı mı biliyorsun? Kendim hallederim.” Gülay, suratını asarak sandalyesine geri çöktü. Umursamadım. Kahve makinesine yönelip fincanımı hazırlarken, telefonum tekrar çaldı. Arayan annemdi. Cevap vermedim. Bir kez daha aradı, yine yanıtlamadım. Kahve fincanımla odama döndüğümde bir mesaj geldi: “Akşam kardeşinin doğum gününde evde ol.” Cevap yazmaya bile tenezzül etmedim. Babam öldüğünden beri o evin kapısından adımımı atmamıştım. Annem bunu bildiği halde beni o lanet doğum günü partisine davet ediyordu. Sinirden telefonumu yatağın üstüne fırlatırken, kapının zili çaldı. Bir an annemin gelmiş olabileceği düşüncesi içimi sıktı. Sabahın on birinde onu çekecek halde değildim, hele bu ruh haliyle. Odamın kapısı çalındı. Gülay, “Rengin hanım geldi,” dedi. İçimdeki gerginlik bir nebze dağıldı. “Salona al, geliyorum,” dedim. Aynaya bile bakmadan, saçımı gelişigüzel toplayıp sabahlığımın kuşağını hafifçe bağlayarak salona geçtim. Rengin beni görünce gülmeye başladı. “Ne var?” dedim, kaşımı çatarak. Rengin, yanımızda dikilen Gülay’a bir bakış attı. Meraklı hizmetçime dönüp, “Ne bekliyorsun, çık,” dedim sertçe. Gülay, sözümü dinleyip kapıya yönelirken, “Bekle!” dedim birden. Rengin’e dönüp, “Ne içmek istersin?” diye sordum. “Henüz sabah kahvemi içmedim,” dedi gülümseyerek. Gülay’a dönüp, alaycı bir tonda, “O çok özel kahvenden yap, getir,” dedim. Tabii Rengin, bu iğneleyici tonu anlamadı. Gülay salondan çıkıp kapıyı kapatınca, Rengin sabahlığımdan sarkan kuşağı işaret etti. “Herif seni iyi morartmış,” dedi, gözleri göğsümdeki izlere takılmıştı. Kuşağı gevşek olan sabahlığımdan görünen göğsüme baktım. Aras’ın izleri tenimde capcanlı duruyordu. Dün geceki tutkulu anlar gözümün önüne geldi; Aras’ın elleri, nefesi, dudakları, dili… Gülümsedim. “İş kazası, canım” dedim. “Bu ateşli oyun seni yakacak diye çok korkuyorum” dedi. “Ben böyle bir intikam şekli görmedim” Güldüm. “Ben yanmam Rengin, yakarım.” Dedim. “Bu gördüklerin daha hiçbir şey. Arkana yaslan ve bekle. İzleyeceklerine bayılacaksın” Rengin koltuğa yerleşirken, “Bundan sonraki planın ne?” diye sordu, merakla gözlerimin içine bakarak. Ben de koltuğa yayıldım, saçımdan bir tutam alıp parmağıma doladım. “Sıradaki aşama o küçük piç,” dedim. “Kale içten fethedilir, değil mi? ” Rengin’in yüzü bir anda ciddileşti. Son söylediklerimden hoşlanmamıştı. “Adamın çocuğuna zarar vermeyeceğini söyle bana,” dedi, “O bir çocuk, Sıla. Sakın!” Omuzlarımı silktim, umursamaz bir tavırla. “Umurumda değil,” dedim. “Sonuçta ben de babamın kızıydım, ama Aras bana acımadı. Ben onun piçine neden acıyayım?” Rengin’in gözlerinde bir anlık hayal kırıklığı gördüm, ama bu beni durdurmadı. Aras’a olan öfkem, içimde bir yangın gibi büyüyordu. Asaf, bu oyunun sadece bir parçasıydı. Ve ben, bu oyunu kazanmak için ne gerekiyorsa yapacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD