Öfke!
Şuan içinden geçen tek şeydi! Duyduğu hakaret dolu sözlerin karşısında cevap vermeden, sessizce beklemiş ama içi içini yemişti.
Çelimsiz, zayıf, sönük bir tip...
Taşralı!
Allah'ım... Kendini ne sanıyordu bu kadın? Dünyanın en güzel kadını mı? İnsanları küçümseme gücünü nereden buluyordu? Hangi dağın tepesinden bakıyordu? Hangi sarayda sultandı? Ona bunları söyleme cesareti veren parası mıydı?
Elbette parasıydı! Yoksa onun kendisinden ne farkı vardı? İki gözü, iki kulağı, işe yaramaz bir ağzı... Nihayetinde o da bir insandı. Ölümlü bir insan! Sadece yarım saatte hazırladığı masa için bir teşekkür bile etmemişlerdi. Elinize sağlık demeyi bile çok görmüşlerdi. Onu bırak, yüzlerine dahi bakmamışlardı.
Üstelik hakaret edecek kadar da ileri gitmişti. Karşısındaki adamın da ondan farkı yoktu. Kadının ağzının içine düşüyordu ona bakarken... Kimseyi görmeyecek kadar kör olmuştu onun için. Müdür olması çalışanına elinize sağlık demesini engelliyor muydu?
Reyhan kendini mutfağa nasıl attığını ve tezgahın başına nasıl geçtiğini hatırlamıyordu. Öğle yemeği telaşının ortasına dalmış, bir kaç çalışanı işinden alıkoyarak eline bir bıçak almış, önünde duran tahtanın üstünde ne varsa ince ince kesiyordu. Cep telefonunun kulaklığını takmış, zihnini dağıtacak hareketli bir müzik açmış, etrafında olan bitenden habersiz, kendisini işine vermişti. Bundan daha iyi bir rahatlama yöntemi olamazdı.
Bu kez yemek yapmıyor, içinde biriken öfkeyi çıkarıyordu. Seri ve hızlı kullanmaya alıştığı bıçağın önüne düşen domates, biber, patates, salatalık, patlıcan... Ne buldu ise saniyeler içinde küçük parçalara ayrılıyor, onları tencerelere dolduruyordu. Kimseyi almamıştı yanına. Kimseye de ihtiyacı yoktu. Sadece yaptığı işe odaklanmış, belki de ilk kez bu kadar hızlı ve öfkeli çalışıyordu.
Onu uzaktan izleyen bir kaç mutfak elemanı Reyhan'ı böyle görmeye alışkın olmadıkları için şaşkındı. Bir şeylere kızmış olduğunu anlamışlar, ona yaklaşmaya çekinmişlerdi. Zaten Reyhan da ayağının altında kimseyi istememişti. Tek başına üç kişinin yapacağı işi hızla yaparken, elindeki bıçağı nasıl ustalıkla ve dikkatli kullandığını gördüklerinde çok daha fazla şaşırıyorlardı.
Genç kız başını tezgahtan kaldırmıyordu. Tüm dikkatini işine vermiş, kulağına gelen müzik sesi ile mutfaktaki sesleri duymayı da engellemişti. Yürümüyor adeta uçuyordu Reyhan. Bir ocağa, bir fırına, bir de tezgaha...
Mutfağa her giren olduğu yerde kalıyor, Reyhan'ı izliyordu. Ömer Usta da onlardan biriydi.
Ne olmuştu bu kıza? Neden tek başına çalışıyordu? Ve neden bu kadar sinirliydi?
"Allah Allah..."dedi usulca onu biraz öteden izlerken.
Arkasında birinin olduğunu hissedince o yöne başını çevirdi.
"Fırat Bey..."derken sesinin şaşkın ve ürkek olmasına engel olamadı. Ne zaman gelmişti ki Fırat Bey? Ne kadar süredir buradaydı? Ve neden gelmişti? Ona soracaktı fakat vazgeçti. Çünkü Fırat Bey de şuan Reyhan'ı izliyordu. İki elini kot pantolonunun ceplerine sokmuş, tıpkı Reyhan gibi insanların kendisine baktığına aldırış etmeden, tezgahın orada dünyanın en iyi yemek şeflerini bile kendisine hayran bıraktıracak kadar ustalıkla çalışan kadını izliyordu.
Fırat bakışlarını genç kızdan alamıyordu. Daha doğrusu yaptığı işe ve yeteneğine hayranlıkla bakıyordu. Onun sıradan bir aşçı olduğunu düşünmüştü. Yemek yapan sıradan bir kadın... Oysa değildi. Elindeki bıçağı bu şekilde iyi kullanan ve mutfakta uçarcasına hareket eden birini daha önce hiç görmemişti. Kaç çeşit yemek yaptığını tahmin etmek zordu. Aynı anda fırından bir şeyler çıkarıyor, aynı anda soğan kesiyor, aynı anda başka bir tencerenin başına koşuyordu.
Yalnız tek bir sorun vardı. Yüzündeki öfkeyi gizleyemiyordu genç kız.
"Kim kızdırdı bunu?" diyerek Ömer Usta'nın yanına gelen Kerime Hanım'ın sesini duyunca ona kaçamak bir bakış attı. "Reyhan kesin bir şeye kızmış."
"Ne olmuş olabilir ki?"dedi Ömer Usta merakla.
"Valla bilmiyorum Ömer Bey. Siz daha iyi bilirsiniz."
"Niye kızgın olsun canım? Bak ne güzel ve keyifle yemek yapıyor. Arada enerjisini atıyor işte fena mı?"
"Ben arkadaşımı gayet iyi tanırım. O mutfakta asla bu yüz ifadesi ile çalışmaz. Ayrıca elindeki bıçağı bu şekilde öfkeli kullanmaz. Kesin canını sıkan bir şey oldu. Kesin!"
O an Fırat Bey'le gözgöze geldi Kerime ve sustu. Onun burada olduğunu görmemişti. Başını utançla başka yöne çevirdi.
"Belki de ağabeyine kızmıştır."dedi Ömer Usta masumane bir sebep arayarak.
"Ona hiç kızmaz. Tamam adam insanı gıcık edecek kadar yüzsüz ama Reyhan asla ailesinden birine kızmaz. Onun aile her şeyi..."
Onları duyuyordu Fırat. Dikkati mutfakta harikalar yaratan kadının yeteneğine takılsa da kulakları Ömer Usta ve genç kadındaydı.
"Nişanlısına kızdı o zaman. Bir kadını ancak bir erkek bu kadar öfkeli yapar."
"Ona da kızmaz."dedi Kerime. "Hem nişanlısı çok iyi bir adam. Reyhan'ı üzecek hiç bir şey yapmaz. Ayrıca neden onu durdur muyorsunuz? Birazdan yorgunluktan yere yığılacak."
Güldü Ömer Usta
"Reyhan asla yorulmaz."derken. "Ben onu neden seçtim biliyor musun? İşte bu yüzden. Bu kız gerçekten çok yetenekli. Çok yakında en çok aranan aşçılar arasına girmezse ben de Ömer Usta değilim."
Fırat dikkatini genç kızdan zor da olsa çekerek Ömer Usta'ya baktı.
"Ömer Bey."
"Buyurun müdürüm." dedi Ömer Usta ona dönerek.
"Kahvaltı için teşekkür etmeye geldim ama sanırım aşçımız çok yoğun. Eline sağlık dediğimi ona iletirseniz çok sevinirim."
"Elbette efendim. Ne demek? Afiyet olsun..."
"Kolay gelsin."
Mutfaktan çıkınca gülümsemekten kendini alamadı Fırat. Neye ve kime kızdığını çok iyi bildiği genç kızın öfkeli hali gerçekten çok güzeldi. Öfkesini bu şekilde çıkaran ve harika bir yeteneğe sahip olan bir kadın daha önce hiç görmemişti. Mutfağa bu kadar yakışan bir kadın da görmemişti. Bir an onu sivil kıyafetleri içinde hiç görmediğini fark etti. Bal rengi gözlerini tamamlayan saçları ne renkti acaba? Üzerinde bol duran üniformasının altında gerçekten çelimsiz bir beden mi gizliyordu? Çiçek ona sönük bir tip demişti. Oysa değildi. Yüzünün güzel olduğunu biraz önce, en öfkeli haliyle görebilmişti. Kalın dudaklarını ısıran dişleri ve ince kavisli kaşları; ki kaşları da sarıydı. Beyaz tenini belli eden kollarına bakılırsa aşçımız sarışın olmalıydı.
Bunları düşündüğü için kendine kızarak kaşlarını çattı. Onun nasıl göründüğünü değil, nasıl yetenekli olduğunu düşünmeliydi. Üstelik kız nişanlıydı.
"Allah o adama yardım etsin!"dedi usulca. "Bıçağı bu şekilde kullanan bir kadınla her zaman iyi geçinmek gerek."
***
Akşam yatağına girdiğinde çok yorgundu Reyhan. Gün boyu mutfaktan çıkmamanın acısını çekiyordu. Banyo sonrası kendini yatağına nasıl attığını bile hatırlamıyordu. Kerime hala gelmemişti. Onun da işlerinin çok yoğun olduğunu biliyordu. Yorgun olmasına rağmen uykusu yoktu. Gün içinde yaşadığı gerginliğin izlerini taşıyan zihni biraz daha rahat olsa da Çiçek Hanım'ın yaptığı kabalığı hala sindiremiyordu. Ne bekliyordu ki? Onun nasıl biri olduğunu zaten biliyordu. Otele geldiği günlerde onun kaprislerinden bıkan çalışanların sohbetlerine bir kaç kez şahit olmuştu. Otelde ona özel bir oda bulunuyordu. O oda her zaman düzenli ve kullanıma hazır tutulurdu. Sadi Bey ise otelde asla kalmazdı. Zaten saray gibi bir evi olduğunu duymuştu. Ve otele çok uzak bir yerde de değildi.
Otel müdürü için de ayrı bir oda hazırdı. Eski müdür Saffet Bey o odada hiç kalmamıştı ama yeni müdür Fırat Bey'in orada kaldığını geçen gün öğrenmişti. Demek ki kalacak bir evi yoktu ya da oteldeki işlere daha iyi hakim olmak için burada kalıyordu. Bu sabahki kahvaltıya kadar, yaşanan o tatsız olaydan sonra onunla hiç karşılaşmamıştı. Keşke yine karşılaşmamış olsaydı. Garip bir şekilde onunla karşılaşmaları can sıkıcı ve sinir bozucu oluyordu. Adam zaten başlı başına sinir bozucu bir tipti. Soğuk, duygusuz, ruhsuz... Aslında böyle bir adamın aşık olduğuna inanamıyordu.
Babası Sadi Bey gibi sıcakkanlı ve çalışanlarına değer veren biri olmasını mı bekliyordu ki kızının? Neden bu sosyetik kadınlar bu kadar kaprisli ve burnu havada oluyordu ki? Genelleme yapmak belki de yanlıştı. Çiçek Hanım gibi olmayan, kadınlar da olabilirdi. Fırat Bey de ondan aşağı değildi. Onun tavrına da ayrıca sinir olmuştu. Birbirlerine bulmaları da tesadüf olamazdı. Bunu düşününce birbirlerine aşık olmaları gayet doğal geldi.
Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş misali uyumlu bir çift olmuşlardı.
Kafasını saçma bir şekilde meşgul eden düşüncelerinden arınarak, hala bitiremediği kitabına uzandı. Okuyarak uykuya dalmayı seviyordu. Uykusu gelmediği zamanlarda okumak sihirli bir şekilde uyumasını sağlardı. Gün boyu Kerime'yi ve Ömer Usta'yı uzaktan bir kaç kez görmüş, onlarla sohbet etme fırsatı olmamıştı. Otel öyle doluydu ki çalışanların işlerden başlarını kaldırmaları mümkün değildi.
Uzaktan gelen müzik sesi, otelin barına aitti. Allah'tan yorgun uykuya dalınca müzik sesini bile duymuyordu. Acaba Kerime bu akşam nöbetçi miydi? Yoğun olan günlerde odacılar sabaha kadar ayakta kalabiliyordu.
Uzandığı yerde kitabını okumaya başladı. Sonunu çok merak ettiği için bitirmek istiyordu. Olayların gidişatına bakılırsa, mutlu bir son olacak gibi gözükmüyordu. Her kitap mutlu sonla bitecek diye bir kural elbette ki yoktu...
Sevil seçim yapmak zorundaydı... Ya arkasına bakmadan gidecek ya da her şeyi göze alarak onunla kalacaktı.
Bir an kendisini kitaptaki kızın yerine koydu. Yaşanan onca kötü olaydan sonra mantığının değil, kalbinin mi sesini dinleyecekti? Aşk bu kadar gurursuz olabilir miydi?
Onu izliyordu Cem... Olduğu yerde durmuş, elinde tuttuğu gülün dikenlerini avucuna batırırken, hissettiği tek acı hayatı boyunca gerçekten sevdiği kadının yüreğine verdiği acıydı. Çok hata yapmıştı! Affedilmesi imkansız hatalar!
Reyhan derin bir iç çekti. Gerçek hayatta böyle aşkların olmadığını adı gibi biliyordu. Kendisini düşündü. Kendini bildi bileli duygusal değil mantıklı davranmış, duygularının mantığının önüne geçmesine izin vermemişti. İşte bu yüzden Vedat'la evlenmeyi kabul etmişti. Evlilik illa ölesiye bir aşkın üzerine kurulacak değildi ya... Görücü usulü evliliklerin daha uzun sürdüğü ve mutlu devam ettiğine dair istatistikler aşk evliliklerinden daha yüksek seviyedeydi. Vedat ciddi bir gençti. Altı ay önce bir haftalık bir izin kullanıp eve gitmiş, o zaman sözlenmişti onunla. Bir kez dışarı çıkmışlar, onda da söz için alışveriş yapmışlardı. Ne elini tutmaya yeltenmiş, ne de kendisine sevgi sözcükleri fısıldamıştı. Aralarındaki ilişkinin seviyesi buydu işte...
Görücü usulü evlilik menüden yemek seçmeye benziyordu aslında. Lezzetli, damak tadına uygun, doyurucu ve iştah açıcı... Bu yemeği senin için başkaları seçiyordu. İki kişinin birbirine uygun olup olmadığını, dışarıdan bakan tarafsız gözler daha iyi görebiliyordu. Meslek, karakterler, huylar, ailesi ve fiziksel uygunluk...
Ama aşk başka bir şeydi. Kalbimiz hiç olmayacak, olmaması gereken ve aslında bize hiç uygun olmayan birine kayıp gidebiliyordu. Özellikle de kadınlar bu konuda ciddi anlamda şanssızdı. Tıpkı kitaptaki Sevil gibi... Yanlış bir adama aşık olmuş, bunun bedelini çok ağır ödemişti.
Bir erkek için hayatından, ailesinden, hayallerinden vazgeçmişti.
En çok kadınlar mı seviyordu acaba? En fazla fedakarlığı onlar mı yapıyordu? Ve en çok acı çeken onlar mıydı?
Evlilik bir kaç gün sürecek bir oyun değildi. Hayatını paylaşacağın kişiyi seçerken, onu sadece kendin için seçmiyordun. Çocuğunun annesi ya da babası olacaktı bu kişi... Sadece sana değil, onların hayatlarına da dokunacaktı. Aklına yeğeni Bahar'ın sözleri geldi.
"Babamdan nefret ediyorum."
Yanlış bir evlilik, mutsuz çocuklara sebep olacaksa ve onların hayatını etkileyecekse, aşkın peşinden koşmanın hiç bir anlamı yoktu. Hem en büyük aşkların bile bittiğini çevresinden, arkadaşlarından, okuduğu bir çok kitaptan görmüştü.
Ailesine duyduğu sevginin yerini hiç bir şey alamazdı. Vedat'la evlenince onlara daha yakın olacak, annesi ve babası elden ayaktan düşünce, kız evlat olarak onlara bakacaktı. Gelin ne kadar bakabilirdi ki? Yengesinin bu durumdan şikayet ettiğini ağabeyinden duymuştu.
Neden bu kadar acımasızdı ki yengesi?
Kocasına olan öfkesini onun dünyaya gelmesine vesile olan anne ve babasından mı çıkarıyordu yoksa? Eğer böyle ise çok yanlış bir yol seçmişti. Eşinin ailesini belki sevmek zorunda değildin ama saygı duymak gerekiyordu. Tabii her şey karşılıklıydı. Vedat'ın ailesini düşündü. Anne ve babası o kadar iyilerdi ki belki de Vedat'tan çok onları sevmişti. Vedat'ı seviyor muydu? Kerime bu soruyu sorduğunda cevap vermemişti. Ona güveniyordu, onu takdir ediyordu. İyi bir adamdı ve iyi bir baba olacağını düşünüyordu ama onu sevmiyordu. Ona aşık değildi. Onu beğeniyordu.
Annesi kendisine kızım derken, içtenlikle söylediğini ses tonundan ve yüzünden anlıyordu. Vedat gayet saygılı ve çalışkan bir adamdı. Sigara, alkol, kumar... Hiç bir kötü alışkanlığı yoktu. Ayrıca tutumluydu. Babası para konusunda ona çok güveniyor, tüm mali işleri ona bırakıyordu.
İki ayrı semtte iki ayrı manifatura dükkanı işletiyordu Vedat. Ne çok zengin ne de çok fakirdi. Lükse de düşkün değildi. Arabası bile orta halliydi. Parayı gereksiz yere harcamanın, israfın günah olduğunu her fırsatta dile getiriyor, haramdan ve hak yemekten korkuyordu.
Reyhan'ın annesinin en çok söylediği laf,
Allah korkusu olandan korkma... Allah'tan korkan haram yemez, hak yemez, günaha girmez... Allah'ı seven atayı da sever.
Vedat onların aradığı damattı. Onunla ve ailesi ile tanıştıkları ilk gün babası ve annesi hiç tereddüt etmeden tamam demişti. Tabii araya giren bir kaç hatırı sayılır tanıdığın bu kararda etkisi olmuştu. Reyhan da görücü usulü ile yapılan bu evliliğe evet diyerek onları daha çok mutlu etmişti.
Ağabeyi ve yengesi birbirlerini severek evlenmişler, ilk bir kaç yıl gayet mutlu yaşamışlardı. Ne zaman ki ağabeyi kumar oynamaya başlamış, evlilikleri bozulmuştu. İşsizlik ve parasızlık bir evliliği yıkan en büyük sebeplerin başını çekiyordu. Onların evlilikleri yeterince kötü iken, ailesini üzecek başka bir evliliğe elbette ki gerek yoktu. Kızlarının mutlu olduğunu görmek onları da mutlu edecekti. Her genç kız gibi yanlış bir adama aşık olmaktan korkmuş, içine sığındığı kabuğunun dışına çıkamamıştı. Üniversitede aldığı çıkma tekliflerini de kabul etmemişti.
Gelecek yaz düğün için plan yapılmış, söz kesilmişti. Aslında Vedat daha erken olması konusunda ısrar etmiş, Reyhan kabul etmemişti. Bir yıl birbirlerini daha yakından tanımaları gerektiğini öne sürse de asıl sebep ağabeyinin borçlarını biraz olsun ödemek ve kendi düğünü için de para biriktirmekti. Gerçi kendisi için henüz kenara para koyamamıştı. Yeniden kitaba yöneldi.
Arkasına bakmadan, genç adama veda bile etmeden gitti Sevil... Doğru olanı yaptığını fısıldayan mantığı, hata yapıyorsun diyerek ona öfkelenen kalbinin sesini yenmişti.
Evet doğru olanı yapmıştı Sevil. Onun yerinde olsa kendisi de aynı şeyi yapardı. Sevgisini hak etmeyen bir adam için savaşmaya kesinlikle değmiyordu. İyi ki böyle bir sınavdan geçmiyordu. İyi ki böyle zor ve imkansız bir aşkın içine düşmemişti.
Ve iyi ki hayatında Vedat vardı...
Çünkü o iyi bir adamdı, çünkü o iyi bir baba olacaktı.
Peki bu içindeki boşluk neydi? Neden hayatında eksik olan bir şeyler olduğunu hissediyordu? Neden mutlu değildi?
**
İzin günüydü bugün. Dünün yorgunluğunu üzerinden atmış bir halde uyanmış, kendini çok iyi hissediyordu Reyhan. Kerime'nin sabaha karşı geldiğini duymuştu ve genç kız hala uyuyordu. Onu uyandırmamak için odanın içinde parmak uçlarında dolaşmış, banyoda çok kısa kalmış, çok çabuk giyinmişti. Bugün bir kaç işi için merkeze inmesi gerekiyordu. Bankaya uğrayacak, küçük bir alışveriş yapacak, fırsatı olursa her zaman gittiği çay bahçesinde çay içecekti. Keyfi yerindeydi ve bugün keyfini bozacak hiç bir şey yaşamak istemiyordu. Otelin karmaşasından bir kaç saat bile olsa uzaklaşmak çok iyi geliyordu. Tek başına gezmeyi de seviyordu. Hediyelik eşya satan dükkanlar bu ara favorisiydi. İlginç ve güzel bulduğu fiyatı uygun olan eşyaları alıyordu. En çok vakit geçirdiği yer kitapçılardı.
Hava yine çok sıcaktı. Giysi dolabının önünde üzerine ne giyeceğini kısa bir an düşünmüş, bir elbise de karar kılmıştı. Sıfır kollu, eteği diz boyu, kumaşı şifondan şu yeşili rengi bir elbiseydi. Otuz sekiz beden giyiyordu. Salaş kesim elbise, bunaltıcı sıcakta gerçekten iyi bir seçimdi. Beyaz teninin biraz bronzlaşamaya da ihtiyacı vardı. Hasır, düz taban ve bilekten bağlamalı sandaletlerini tercih etmişti.
Özgür olmaya can atan saçlarını açık bırakıp, omuzlarından dökülmesine izin vermişti. Makyaj yapmasına zaten gerek yoktu. Sıcak hava yüzünden fazlasıyla terlerken, yüzünden akacak boyalar çirkin görünmekten başka işe yaramazdı. Sadece bir ruj işini görmüştü. Aynadaki kadın, mutfakta çalışan kadına nedense hiç benzemiyordu. Arasıra da olsa kendini bakımlı ve güzel görmek hoşuna gidiyordu. Ve evet bugün güzeldi.
Boynundan geçirip, çapraz taktığı küçük çantasını alıp odasından çıktı. Personel çıkışına ulaşana kadar bir kaç çalışana kolay gelsin dedi. Otelin bahçesinden dışarı çıktığı anda ciğerlerini temiz hava ve izin gününün verdiği huzurla doldurup, kaldırım boyunca minibüs duraklarının olduğu yere yürümeye başladı. Hiç acelesi yoktu. Nasılsa tüm günü ona aitti. Gece olmadan otele dönse yeterliydi. Gerçi her izin günü bitiminde otele dönmesi geç saati bulmuyordu.
Durağa gelince, kendisi gibi minibüs bekleyen üç kişinin bir kaç adım ötesinde beklemeye başladı. Sokakta insanların yüzüne bakmayı, onları incelemeyi, yabancılarla iletişim kurmayı sevmiyordu. Galiba bu bir alışkanlıktı. Annesinin çocukluğundan bu yana sürekli tembih ettiği bir nasihat.
Fırat güne yine erken başlamıştı. Ofisine gitmeden önce Çicek'le ailesinin evine kahvaltıya gideceklerdi. Sadi Bey dün akşam aramış, kahvaltı için ikisini beklediğini söylemişti. Çiçek de dün gece otelde, kendisi için ayrılan odasında kalmıştı. Onunla buluşmadan önce duş almış, tıraş olmuş, üzerine spor kesim beyaz keten bir gömlek ve gri keten pantolonunu giymiş ve otelin lobisine inmişti.
Çiçek henüz aşağı inmemişti. Onu beklerken, etrafa göz atıyor, çalışanlarla konuşuyor ve sürekli saatine bakıyordu. Yine aynı şeyi yapıyordu Çiçek. Onunla bir yere gitmek için beklediği zamanlar çok daha fazla bile olmuştu. Neden kadınlar süslenmek için bu kadar uzun bir süreye ihtiyaç duyuyorlardı ki? Her yere çok şık gitmeye gerek var mıydı? Özellikle de Çiçek şıklık konusunda asla taviz vermezdi. Onu alelade bir kıyafet içinde hiç görmemişti. Topuklu ayakkabısından, diz üstü mini eteğinden, göğüs dekoltesini ortaya seren bluzlarından vazgeçmiyordu. Gayet iyi bir fiziği olunca bu kadar cüretkar giyinmesi de normaldi. Güzeldi Çiçek. Saçlarının ana renginin siyah olduğunu duymuştu ama onu kırmızıya çalan kızıl saçlarından başka bir renk içinde görmemişti. Yeşil renk lens takıyordu. Kendi renginin kahverengi olduğunu tahmin ediyordu. İnce ve yaygın dudaklarının doğal olduğu konusunda kesinlikle emindi.
Bedeni ona aitti. Nasıl mutlu oluyorsa, o şekilde görünebilirdi. Onun yaşam tarzına ve giyim tercihlerine karışmaya hakkı yoktu. Nihayetinde onu bu şekilde kabul etmişti. Onu hayatındaki onca hataya rağmen kabul etmişti. Sonunda genç kız asansörden çıktığında bu bekleyiş bitmişti.
Birbirlerine günaydın diyerek, Fırat'ın arabasının bulunduğu otoparka yöneldiler. Arabaya binince Çiçek sohbeti başlatan taraf oldu. Aklına gelen her şeyi anlatırken, Fırat onu dinliyor ve başını sallıyordu.
Arabayı otoparktan çıkarıp, ana caddeye girmiş, bakışlarını yola dikmişti. Cadde sabahın ilk saatleri olmasına rağmen araba doluydu. Sağ şeritten sol şeride geçerken dikkatli ve yavaştı. O an önüne kıran minibüse tam küfür edecekken, dişlerini sıktı. Yanında Çiçek olmasa içinden geçeni rahatlıkla söyleyebilirdi. Minibüsün durağa yaklaşmasını izlerken yanından geçmek üzereydi ve o an gözleri birine takıldı. Minibüse binmek için sıra bekleyen genç bir kız dikkatini çekti.
Arabasını minibüsün önüne kırıp, ayağını gaz pedalından çekerek, hızını yavaşlatırken sağ dikiz aynasından arkada kalan genç kıza bakmaktan kendini alamıyordu. Onu birine benzetmişti. Yani öyle olmalıydı. Yüzünü tam net göremese de birine benziyordu ama kime?
Beline inen kıvırcık ve dalgalı saçlarını görmüştü önce. Koyu ve açık sarı renk tonlarının gün ışığında parlaması mıydı ona bakmasını sağlayan? Yoksa o elbisenin altında harika görünen vücudu mu? Beyaz tenine takılmıştı gözleri... Kısa eteğinin altında, gayet hoş duran bacakları ve incecik beli de dikkatini çekmişti. Böyle sade olup, böyle güzel görünmek... Oysa basit bir elbise vardı üstünde. Basit bir saç stili ve ucuz ayakkabılar. Bir kaç saniyelik bir bakışta onu nasıl incelediğine şaşırıyordu.
Genç kız görüş alanından çıkıp, minibüse bindiğinde gözden kayboldu ama hala onun kim olduğunu düşünüyordu. Caddeyi dolduran arabaların arasından gaza yüklenip geçerken, yanında oturan kadının ne anlattığını bile duymuyordu.
Keşke kızın yüzünü daha net görebilseydi. Yüzüne dökülen saçları buna izin vermemişti. En azından şuan onu bu kadar düşünmezdi. Otelin yakınında olduğuna göre otelde kalan müşterilerden biri de olabilirdi. Onu otelde görmüştü kesin ama niye dikkatini bu derece de çekmişti ki? Ya da belki de geçmişte kalan birine benzetmişti. Zihnini zorluyor, kızın kim olduğunu hatırlamak için delicesine bir çaba harcıyordu.
Aklına gelen kişi olamazdı değil mi?
Hayır olamazdı!
Bu kız otelin mutfağında çalışan Reyhan Hanım mıydı?
Kahretsin! Kimse kimdi? Neden şimdi bunu kafaya takmıştı ki? Neden onunla bu kızı aynı kişi gibi düşünüyordu? Yüzünü net görmemiş, yan profilden birazcık benzetmişti sadece...
Yine de emin olmak istiyordu.
Minibüsün arka koltuğuna oturmuş, sağ tarafındaki camdan dışarıyı izliyordu Reyhan. Bir kaç durak sonra inecek ve merkeze yakın bir yerde bulunan pastanede kahvaltı edecekti. Cep telefonuna gelen mesaj sesiyle irkildi. Çantasından telefonunu çıkarıp, gelen mesajı okumaya başladı.
"Reyhan Hanım günaydın. İşinizin başında mısınız?"
Telefonunda kayıtlı olmayan bu numaranın sahibi kimdi ki? Kendisi onu tanımasa da anlaşılan o tanıyordu.
"Kimsiniz?"
Yazdı sorduğu soruya cevap vermeden.
"Numaramı kaydetmediniz sanırım."
Ukala mıydı? Sapık mıydı? Canı sıkılmış, sohbet etmek isteyen kadın düşkünü bir manyak mıydı?
"Tanımadığım insanların numarasını kaydetmek adetim değil. Lütfen mesaj atmayın."
Fırat araba kullanırken, tek eliyle tuttuğu telefona odaklanmış, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ile gelen mesajları okuyordu. Çiçek onun ne yaptığı ile ilgilenmiyor, telefonundan sosyal medya hesaplarını inceliyordu.
"Bu anı daha önce yaşamış gibiyim Reyhan Hanım. "
Allah'ım... Cidden sapıktı bu adam. Adını ve kesin nerede çalıştığını biliyordu. Korkuyla minibüsün içine bakındı. Ya o da burada ise?
"Mesaj atmayın dedim yoksa sizi şikayet edeceğim."
"Fırat ben Reyhan Hanım. Otel müdürünüz. Sadece bir soru sordum ve cevabını bekliyorum. Mesaide misiniz? "
Reyhan numarasını kayıtlardan tamamen sildiği adamın kim olduğunu öğrenince kısa bir an şaşkınlık yaşadı. Bugün izin günü değil miydi? Yoksa yanlış mı biliyordu? Ya da bir terslik mi olmuştu? Öyle bir şey olsa Ömer Usta mutlaka arardı. Aramaya fırsatı olmadı ise... Allah'ım... Kesin bir terslik vardı ve bu adamla bir sorun daha yaşamak istemiyordu.
"Elbette işimin başındayım Fırat Bey." Yazdı yalan söylemekten nefret etse de. "Kısa bir ihtiyaç molası verdim. Birazdan mutfağa inerim."
Fırat mesajı okurken, yüzüne yayılan hayal kırıklığı dolu ifadenin, içinden geçenin yansıması olduğunun farkındaydı. Yanılmıştı! Durakta gördüğü kız ve Reyhan Hanım aynı kişi değildi.
Gerçi aynı kişi olsaydı ne olacaktı? Neden bu işin peşine düşmüştü ki? Ve... O kız gerçekten güzeldi. Yoldan geçen, alelade bir kadına takılıp kalacak kadar etkilenmişti ondan. Aptalcaydı ama dikkatini çekmişti.
Şimdi Reyhan Hanım'a mantıklı bir cevap yazması şarttı. Aklına gelen ilk şeyi yazdı.
"Otelde yapacağım sabah kahvaltılarını bundan sonra siz hazırlarsanız sevinirim. Özellikle de kurabiyeleri unutmayın."
Reyhan'ın yazılan cevabı okurken gözleri fal taşı gibi açılmış, adamın tavrına da ayrıca sinir olmuştu. Oteldeki görevinin garsonluk değil, aşçılık olduğunu unutmuş muydu acaba? Bu kadarı da gerçekten çok fazlaydı.
Hiç düşünmeden, aklından geçen cevabı yazdı.
"İşim olanı elbette yaparım Fırat Bey. İşim için benden ricada bulunmanıza gerek yok fakat işim olmayan bir şeyi bana yükleyip, benden istediğinizde en azından nezaketen bir teşekkür edebilirseniz, ben de buna sevinirim."
Reyhan nişanlısı ile yediği kahvaltıda bir teşekkür bile etmeyen adama güzel laf soktuğunu düşünüp gülümserken, Fırat kendisine gelen mesajı tam üç kez üst üste okumuş, elinin altındaki direksiyonu sıkıyordu.
"Sizden nezaket mi öğreneceğim Reyhan Hanım? Size kaç kez teşekkür etmem gerekiyor? Lütfen sayı olarak da belirtiniz!"
***